Yıldızların, Starların Olmadığı Bir Dünya: Kendi Mimarlıklarımızı Bulmak Üzerine
Yazıda; mimarlık dünyasında imaj, ün ve medyatikleşme süreçleri inceleniyor, özellikle öğrencilerin kendi mimarlık kimliklerini bulma deneyimi konu ediliyor.
Yazıda; mimarlık dünyasında imaj, ün ve medyatikleşme süreçleri inceleniyor, özellikle öğrencilerin kendi mimarlık kimliklerini bulma deneyimi konu ediliyor.
Kuzeyde Noel öncesiydi… Joulu Radyosu her yıl olduğu gibi yayınına başlamıştı…
Ne şans… Bu örtüyü geçenlerde Hämeentie Caddesi’nde karşı kaldırımda yürürken fark ettim. Aynı sıradaki bizim eve çok yakındı. Sadece 100-150 metre uzaktaydı. Arkası çelik konstrüksiyonlu bu enstalasyonun çeşitli katlarında cepheyi yenileyen işçiler çalışıyordu. Evden çıktıktan sonra her zaman altından geçtiğim, gidip geldiğim kaldırımdan değil de nedense bu defa sokağın diğer tarafından yürümüştüm. Altından geçerken sanki […]
Yazılarımı okuyan öğrenciler, hocaları eşliğindeki yüksek lisans derslerinde bir çalışma yapıyorlarmış. Sanal stüdyolarına davet ettiler. Heyecan ile kabul ettim.
Yıllar önceydi. Her yer yine çok kalabalıktı. Ayasofya’nın dev kapının önündeydik.
O sürreal haliyle, bir film senaryosu için sanki özel olarak hazırlanmış, Burdur’un o yamaçlarına gidecektim, 4 ay için.
Yaşam elden gidiyordu. Tam bir cinnet haliydi. Ortalık ayağa kalkmıştı. Yapılacak başka hiç bir şey de kalmamıştı. Dünya o ana kilitlendi. Herkes televizyonları, cep telefonları başında bu günü bekliyordu. Birleşmiş Milletler özel ve çok acil bir oturumda toplandı. Karar açıklanacaktı. Üye ülkelerle, bilim insanlarıyla, uzmanlarla yıllarca yapılan çalışmaların sonuçları onaylanacaktı. Nefesler tutuldu, kameraların önünde genel […]
Finlilerin ata sporlarından biri yön bulma yani “Suunnistus” dedikleri spordur. Oyun gibidir ama aslında çok ciddi ve zor bir iştir. İnişli çıkışlı ormanların derinliklerinde yapılır. Her sporcunun eline detaylı, üzerinde topağrafyanın okunduğu birer harita verilir. Sürprizlerle dolu ormanda, ağaçları saran doğada, yarışmanın yapıldığı yerin özel köşelerine küçük bayraklı noktalar konulur. Ama bunlar özellikle gizli yerlerdedir. […]
Eskimeye tahammülü olmayan sanki hep gıcır gıcır olmak isteyen mimarlık o yüzü ile kalaylanmış tasın yüzüne benziyordu.
Uzun yıllar önce buralara ilk geldiğimde bir mimar arkadaşıma “Aalto bütün bu ülkenin mimarisi üzerine büyük bir battaniye örtmüş. Bunun altından zor kalkılır” demiştim.
Sauna tasarlamak aynen kilise tasarlamak gibi inananı, inanmayanı ile Fin mimarları için çok önemli bir şeydi. Belki iki kutsal mekanın mimarların bu kadar ilgisini çekmesi ve yan yana gelmesi Fin mimarisinde çok özeldi ve tesadüf de değildi.
Eğer bir gün gelirseniz burada, merkezdeki Kamppi’ye yakın, Parlamentonun arkasında bir yerlerde bir Yeraltı Kilisesi vardır. Onu mutlaka görün. Eğer çok zamanınız var ise o zaman Yeraltı Kilisesi’ni son güne bırakın, her şeye bir cila çekmeniz için.
Bir Türk filmi gibiydi. Uzun uzun bakıştılar. Kız ileri doğru yürüdü. Diğer genç arkada, olduğu yerde kaldı. Elleri montunun cebinde kıza hayran hayran bakıyordu. Kız hiç elinden ayırmadığı cep telefonu ile kendi “Selfie”sini çekmeye başladı. Esas çocuğu şimdi pek umursamıyordu ama çıplak kayalar üzerindeki görüntüyü aslında o da dengeliyordu. Bayanın giysisi çocuğunki gibi koyuydu. Çevre […]
Ve ayin başladı…
Mimarlık ve eğitimi her neresindeyseniz öyle bir şeydi ki, sanki ucu bucağı olmayan bir ormana benziyordu. Bu gizemli, ağaçlığa dalıyordunuz ve karşınıza inanılmaz bir peyzaj çıkıyordu.
Ozan, babasının mesleğini seçmemişti ama bu mütevazi ülkenin gençlere verdiği olanaklar, açtığı kapıları bir bir geçerek bizim mimarlığımız yerine kendi özel mimarlığını seçmişti.
Bu yürümek her şeyi bir kenara bırakıp yürümek değildi. Tam tersi günlük yaşam, projeleriniz, işiniz gücünüz, yazılarınız, buluşmalarınız, sergi açılışları, kısacası her ne yapıyorsanız bir kenardan giderken günün içinde aralıklar bulup yürümekti.
Onu önce ceketleriyle tanıdım. Erkek ceketleriydi. Yüzlercesi, binlercesi bir aradaydı. Farklı renkleriyle yanyana gelmişlerdi.
İnsanın olmadığı, insanın dikkate alınmadığı bir mekan ister yeni, ister eski olsun, genellikle, harabedir, metruktur. Buz gibidir. Yaşamaz. Yaşayamaz. Soluk alamaz. Dokunulmaz. Belki sadece bir fotoğraftır.
Yaşam da dev bir eskiz, değil midir… Uzadıkça uzayan sanki bizlerle birlikte oradan oraya giden çekip götürdüğümüz yaşamın içinden, sınırları olmayan bir çizgi değil midir…
Alkışların ötesinde “Yapıt nedir?”, “Ödül nedir?”, “Yarışmak nedir?” soruları üzerine tanık olduğum ve akıldan geçen ve beni derin derin düşündüren anekdotlar bunlar.
Yaklaşık beş yıl önce yazdığım bu yazı son günlerin Osmanlıca tartışmaları arasında tekrar önüme geldi ve güncelleşti.
Hınca hınç dolu salon pür dikkat Winy Maas’ı ve MVRDV mimarisinin doruklarını izliyordu…
Her nasılsa dünyada bu kadar ülke varken, Bilbao’dan ve Abu Dhabi’den sonra her nedense Finlandiya’nın başına sarılan bu Guggenheim hikayesi bakalım bu ülkeye, neler getirecek, neler götürecek eğer projeler hayallerde kalmaz seçilen/ler inşa edilir ise..
Nereden nereye… Aalto ile ilgili bir şeyler arıyordum. Onun kalın, yumuşak uçlu kalemlerle bir uçtan bir uca çektiği çizgileri, eskizleri nedense hep hoşuma giderdi.
İsmi “Octopus Vulgaris”ti. Bir heykeli andırıyordu. Başı dimdikti. Gururla ayakta duruyordu.
Mimarlık öpülebilir mi! Ya da öpülesi sevilebilir mi! Yoksa mimarlık sanki yaşamın içinde giderken rastladığınız birisi, yanında olmaktan hoşlandığınız biri gibi birşey midir? Ona aşık olunur mu, ya da tersi ondan nefret edilebilir mi?
Ayasofya’nın herkesin bir yerinden okuyacağı Borges’in kitabında anlattığı gibi olduğunu, yolları çatallanan bir bahçe olduğunu düşünüyorum…
Her bulutun bir hali vardır. Tepemizde oradan oraya sürüklenen konturları, olmayan, gökyüzü denilen tuvalin üzerinde, fırça darbelerinin her birinde faklı yolculuklara çıktığı tablolarında olduğu gibi, Monet’nin, Van Gogh’un, Seurat’ın ya da Cezanne’in duygularının özel vuruşlarına yansıması gibi, insanların farklı farklı anlarının yüzlerine vurmaları gibi, onun hallerine yansımaları, insanların farklı farklı anları gibi, belki de usta […]
Soma madencilerinin anısına saygıyla…
Rekorları altüst eden, “Gangnam Style” fırtınasının sonuna yetişmiştim. Kore’de her köşebaşındaki reklamlarda, televizyonlarda hala hep o vardı. Bütün ilahları açık ara gerisinde bırakıp YouTube’da iki milyar izleyiciye ulaşan Psy’nün imajı her yerdeydi.
Proje şu sıralarda binbir surat gibi birşey. Aniden yüzü değişiyor. Birine bakarken diğer yüzünü görüyoruz. Biri biterken diğeri başlıyor, onun yerini alıyor farklı farklı ölçeklerde.
“Ölü gözünden yaş akmaz!”
Şu yaşam, ne inanılmaz, ne muhteşem ve de ne tuhaf.
“Aytanga Dener’in Anısına” Bir dal parçasının ne önemi var ki… Sıradan bir dal parçası işte… Kimbilir belki de hiç değil, eğer ona dal olarak bakmaz, arkasında bir şeyler keşfedersek… Tabii dalına bağlı, onun hikayesini anlamaya, yaratmaya, hayal etmeye bağlı. Dal da belki dal değil, onun arkasında gördüğümüz. Kimbilir aynen mimarlık gibi, her birimizin bir köşesinden […]
Aklım İstanbul’a gidiyor, Busan’a bakarken. Farklı kültürlerde, farklı kentler, farklı ölçekler de olsalar, iki değişik dünya arasında gidip geliyor düşünceler.
Mimar Sinan yaşadığı dönemde Taksim için, Gezi Parkı’nı da içine alan, bugünlere ışık tutan bir proje yapmıştı… Diyelim…
Bütün yaşananlar belki de yaşamın tam ortasından alınabilecek en önemli bir mimarlık dersiydi.
Vasil bizim mahallenin çocuğuydu ya da bir bakıma öyle sayılırdı.
Kuzeyde bu yıl yeni bir hazırlık sınıfına başladım. Etrafımızı çeviren doğa stüdyosunun kapısından sanki usulca içeri girdim, gözüme ilk ilişen masaya oturdum. Olanı biteni daha dikkatle ve daha yakından gözlemeye hazırdım.
Mimar Sinanla Guzel Sanatlarla ilgili…
Bu yazı, Fin Mimarlık Müzesi tarafından basılan “Finnish Architecture 2010 / 2011” adlı kitapta yayınlanan üç makaleden biridir.
Kahramanımız “Beyaz Adam” o bildiğimiz beyaz olanlardan, ya da beyaz adam olarak tarif edilenlerden değil.
Mimarlığı Aramak hakkında…
İkiye bölünen Vikont, Altın oran, mimarlık, 3D üzerine, Vitrivius hakkında…
Helsinki’den baktığım İstanbul’a uzanan bir özet…