Peçete ve Mimarlık: Yeni Yıl Eskizi

Kuzeyde Noel öncesiydi… Joulu Radyosu her yıl olduğu gibi yayınına başlamıştı…

Başkent’te yine geleneksel Noel Pazarı kurulmuş, İsveç Tiyatrosu’ndan Merkez Gar’a kadar uzanan ara sokak, Aleksander ile Mannerheim Caddeleri, bir sürü meydan ve bir sürü sokak yine kent ışıkları ile ışıl ışıldı. Stockmann’ın cadde üzerindeki iki taraftan büyük camlı köşesi yine Noel’e uygun süslenmiş, büyükleriyle orayı seyre gelen çocuklar için mütevazi ahşap platformlar ve korkuluklar yapılmıştı. Kuzeyin karlı, buzlu karanlık günlerinde, her yeri aydınlatan gizemli ışıltılar, artık kentin yine olmazsa olmazıydı. Oradan oraya koşturup duranların uçarı telaşları arasında her yer, bu günlere özgü kırmızılara bürünmüştü hep olduğu gibi…

Günler Noel’e doğru akarken, bir gün, akşama yakın, buradaki bazı arkadaşlarla Esplanade’ın sonunda toplanmaya karar verdik. “Nereye gidelim?”, “Hangi kafede oturalım?” derken hem yemek yenilebilecek hem de bir şeyler içilebilecek, etrafı camlarla çevrili, tarihi Kappeli’de girmiştik bile. Çok kalabalıktı. Önce yer bulamadık. Orası burası derken ilk gelenlere eklenen birkaç arkadaş ile aniden boşalan bir masaya oturduk. Benim gibi Helsinki’de yaşayan uzun zamandır görüşemediğimiz mimar, iç mimar dostlarla parça parça sonunda bir aradaydık. Orada ve burada olan bitenlerle, ortak tanıdıklarla, kuzey ile güney arasında geçen sohbetlerle nerelerden nerelere geldik, gittik. Hoş bir akşamdı. Kalkmaya yakın önümde olan peçeteyi aldım. Önce ikiye sonra bir daha ikiye derken daha da ileri giderek katlayıp cebime koydum. Sonra eve geldim. Peçete cepte kalmanın da orasından burasından çekilmenin ve üst üste gelmelerin de etkisi ile oldukça küçülmüş, yamyassı olmuştu. Cebimden çıkarıp masamın üzerine bıraktım.

Napkin of Kappeli – Conversations / 8 Aralık 2022 / 32cmX32cm

Sabah kahvaltı sonrası peçete tekrar gözüme çarptı. Kış da olsa kuzey ışığı üzerine gizemli geliyordu. Kappeli’ye uzun bir süredir gitmemiştim. Zaten orada epideminin o zor günleri sırasında esaslı bir renovasyona girişmişlerdi. Bu arada beyaz olan Kappeli’nin peçetelerinin rengi de değişmişti, gri olmuştu. Aslında belki üzerine o akşamı, bu özel gri peçeteye o sohbetleri çizerim diye almıştım peçeteyi ama çok geçmeden orasından burasından katlamaya başlayınca belki de peçetenin kendisinin başka bir hikayesi olabileceği aklıma gelmedi değil. Katlamalarla oradaki sohbetler, hikayeler, anlar bir araya gelmiş, üst üste yığılmış gibiydi. Masanın üzerinde sabahın ilk ışıkları ile tekrar elime aldığımda merakla onu açmaya başladım. Giderek hiç beklemediğim bir mekân oyunu sürüp gitmeye başladı önümde…

Napkin of Kappeli – Conversations / 8 Aralık 2022 / 32cmX32cm

Katlansa da peçete hala peçeteydi ama onunla diyalogum sürerken bir süre sonra peçete peçetelikten çıktı. Hiç olmadığı hallere giriyordu. Pencereden gelen ışık türlü şekillerde üzerine vuruyordu. Biraz eğilip yandan baktım. İşte katlamaların dinamizmi içinde dev bir kapı ortaya çıkmıştı. Etraftaki renkler de gölgeler de yansımalar yapmaya başladı. Dev kapıyı çok küçülen altından geçen insanlarla düşünmeye, hayale başladım. Peçete gizemli topoğrafyalara, peyzajlara, dağlara, zirvelere, ovalara, vadilere, yarıklara, kayalara, her türlüsünden girişlere, büyülü mağaralara, derinliklere dönüştü hayale açık halleri ile. Sanki peçetenin sırları arasında dolaşıyordum.

Kappeli’nin sözü geçen peçetesi, giderek katlamaların adım adım açılmasıyla oluşan bir transformasyonlar haline geliyordu. Bir sürü anlar oldu. Spontane bir şekilde sürdükçe de sürdü. Aslında üzerine çizmek derken ele kalem almadan sanki peçete sürece bağlı olarak kendisi kendini çizmeden çiziyor, çizginin ötesine geçiyordu. Çizgiler volümlere, kütlelere, mekanlara dönüşüyordu. Yine mimarinin göbeğine, gelmiş oturmuştuk. Yine ummadığım bir yolculuk oluyordu, sabah sabah daha güne henüz başlarken. İşte böyle mekan hayalleri, doğanın yansıması, kayalar, girişler, belki de betonlar, hatta insanlar, ışık, gölge vs, vs… arasında.

Napkin of Kappeli – Conversations / 8 Aralık 2022 / 32cmX32cm

Peçeteler deyince yıllar önceki yine onlarla ilgili önemli bir an aklıma geldi. Güney Kore’den Finlandiya’ya yeni dönmüştüm. Yine sınırlar değişmişti. Busan’daki bir mimarlık okulundaki hocalıkla, oradaki öğrencilerle ve meslektaşlarla geçen anlar bir yana sanki yürümeyi yeniden, hiç bilmediğim bir başka hali ile öğrenmiştim. Yürürken de hem kentin hem de doğanın daha da bir parçası haline de gelmeye başlamıştım zihinsel olarak. Tabii bir anlamda iç dünyamla da birlikteydim, kendim ile yüz yüzeydim. Artık sadece bakan değil, yürürken hissetmeye başlayan biriydim. Kentin içinde, doğanın içinde hem kendi iç dünyama hem de kentin, doğanın iç dünyalarına bakmış, gördüklerimin bir şekilde ötesine gitmeye, onları yorumlamaya başlamıştım. Mimarlığın bir tarafında, onunla iç içe, kendimle baş başa duygularımı, hissettiklerimi çiziyordum o ve sonraki yıllarda. Neler çizdim neler! Sonunda neler oldu neler!

Peçeteler ise diğer kağıtlara çizdiklerimin yanında sanki bütün bu Güney Kore sonrası hikâyenin bir yerinde pek de beklenmediğim rolü ile sahne almıştı. Bunun da başladığı bir an vardı. İşte yıllar önce yine merkezdeki aynı kafede soluklanmıştım. O an düşündüklerimi yazmalıydım ya da kâğıda dökmeliydim. Kalemlerim vardı ama her zaman yanımda taşıdığım sırt çantam da bu defa kağıt yoktu. Çıkarken yanıma almayı unutmuştum. İçtiğim kahve ile, onun yanı başında kat kat bir peçete gözüme çarptı. Sanki o bana, ben ona baktım. Bir süre düşündüm. Kalemlerim arasından bir dolma kalem seçtim ve peçetenin üzerine çizmeye başladım. Tuhaf bir duyguydu! Daha önce üzerine herkes gibi türlü nedenlerle notlar aldığım, yazdığım olmuştu ama bir peçetenin üzerine hiç bu anlamda çizmemiştim. Başka türlü bir şeydi, bu bir ilkti. Dünya sanki peçetenin üzerine akıyordu. Bu peçete bu zamana dek çizdiğim bütün kağıtlardan çok farklıydı. Yumuşaktı, çok hassas bir yüzeyi vardı. Sanki bir peyzaj üzerimde geziniyordum. Sınırları da bambaşkaydı ve devam ettim.

Cafe Discussions, Thoughts and Signs / 2014 / 38cmx39cm

Düşünceler zihnimde döndükçe dönüyordu. Tam bir tartışma anıydı. Sürecin sonuna geldiğimde, rahatladım derin bir soluk aldım. Etrafta olan bitenden öte, hatta ne çizdiğimden de öte sanki kendi mekanımı da bulmuştum. Hepsini, orada bütün olan biteni görmek, önüme sermek istercesine peçeteyi çevirdim ve özenle yavaşça açtım. Şimdi görünenin arkasındaki bir yerdeydim. Alttaki sayfalara geçen izler oluşmuştu. Bir sürü farklı yüz, bir sürü farklı an vardı. Hepsi, diğer bütün olanlar üzerine çizdiğim katın altına katlanmış. Açılan peçetenin kareye yakın bir ölçüde olduğunu da anlamıştım. En üstteki belirginlikler altta giderek hafifleyen daha uçarı bir örgülere, hatta gittikçe seyrelen noktalamalara dönüşmüştü. Aslında en üstte yaptığım yazma ile çizme arasında bir şeydi. Yazılar çizgiler bir araya geliyor, birleşiyordu. Bu birliktelik hoşuma gitmişti. Bunu ilk defa anlamıştım. Ama anladığım bir diğer önemli şey, görünenin arkasında bambaşka spekülasyonlar, mekan oluşumları, mekan kompozisyonları, başka halleriyle hayal edilebilecek mekan tasarımlarının ileri hayalleri idi. Her peçete sanki ucu açık bir serüvenin izleriyle doluydu. Önce görünen ilk katının arkası ise tam anlamıyla bilinmeyen bir dünyaydı sanki. Yedi, sekiz yıl kadar önce sanırım 2014’ün sonlarında, 2015’inin başlarında daha sonra bana yollar açacak bu tür çizimlerin ilklerinden olan eskizin adı “Cafe Discussions, Thoughts and Signs” yani “Kahvehane Tartışmaları, Düşünceler ve İşaretler” di.

Yıllar içindeki yürüme anlarında farklı boyutlarda, diğer başka kağıtların üzerine ve her türlüsünden peçetelere çizdiklerim beni önceden düşünmediğim yolculuklara çıkardı. Hatta geçtiğimiz nisan başlarında Kocaeli Üniversitesi’ndeki konuşmasında detaylarıyla anlattığım gibi bu tür çizimlerimle Tallinn Mimarlık Bienali’ne davet bile edildim, orada yaptıklarım, çizdiklerim ve duygularımın yansımaları üzerine de bir toplantıda konuştum. Çizdiğim peçetelerin büyütülmüş halleri Bienalin yapıldığı iki binanın birinde sergilerin yapıldığı ana salonun kapısı haline bile gelmişti.

Mademki Noel günlerini aşıp yeni yıla yaklaşıyoruz, bu yazının finalinde size anlatacağım son anekdot geçtiğimiz yıl bu günlerde yaptığım bir çizim ile ilgili olsun. Geçen Noel’de bir ara dostlar için bir şeyler çizmek ve onlarla paylaşmak istedim. Bu resmi, bu eskizi bir peçete üzerine yapmaya karar verdim. Noel ve yeni yıl geliyordu, peçeteler her yerdeydi. Peki peçetenin boyutu ne olmalıydı? Önce bilemedim. Sonra nedense biraz büyükçe ve kare olmalı diye düşünmüştüm. En sonunda beyaz bir peçeteyi bulup önüme koyduğumda aklıma ilk gelen dostlarımdı, arkadaşlarımdı. Çok eski dostlarım, yeni dostlarım, daha önce bulunduğum ülkelerden Güney Kore’den, İngiltere’ye, Finlandiya’dan, Türkiye’ye, Busan’dan Oxford’a, Helsinki’den, Tampere’den, İstanbul’a ve diğer kentlerde olan dostlarım, unuttuklarım hatta ismini hatırlayamadıklarım. Çizdiğim basit bir çemberdi. Sanki bildiğim herkes oradaydı. Hızla plan gibi düşünülüp çizilmiş ve tamamen sembolik bir yuvarlaktı. Bir adaya benziyordu. Benim bildiğim dostlarımın bir araya gelmesini sembolize eden hayali bir adaydı. Adını da “Friendship Circle” yani “Arkadaşlık, Dostluk Çemberi” koymuştum. Bitince onu sosyal mecrada paylaştım. Kuzeyde yine dostlarla birlikteydim.

Circle of Friendship / 23 Aralık 2021 / 40cmx40cm

Geçtiğimiz ay Özyeğin Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde başlığı “Kuzey ve Güney Arasında: Hayat ve Mimarlık” olan bir konuşmam daha vardı. Orada sanat, mimarlık, sanat yapıtları ve mimari yapıtlar hatta bizim de yaptığımız bazı projeler, eskizler derken arada bu çizimimi de paylaştım. Sorular ve cevaplar bölümünde dinleyiciler arasında olan birkaç kişi ve öğrencilerle ile diyaloglardan sonra yine konuşmamı izleyenlerden, mimarlığı birlikte öğrendiğimiz sınıf arkadaşlarımdan, yakın dostlarımdan akademisyen Halit Yaşa Ersoy, konuşma ile ilgili yorumlarından önce bir soru sordu şaka ile karışık. “Peçetenin dördüncü katına ne oldu!” dedi. Haklıydı sunumda bu “Arkadaşlık Çemberi” isimli çizimimin alt alta izleri görülen ilk üç resmini ve yakınlaşarak aldığım detay bir imaj koymuştum. Kendi kendime “Neden acaba dördüncü katının resmini koymadım!” dedim. Hemen sonra da “Herhalde sonuncusunda pek iz yoktu, ondandır!” diye düşündüm. Ama o da bir spekülasyon konusuydu. Aşağı tabakalara inerken, zaman içinde yıllar içinde dostların sayısı azalıyor muydu? “Az kaldığı için mi vazgeçmiştim diye düşündük orada da ama aslında belki de dostlarınız yıllar geçince daha da fazlalaşıyordu peçetelere alttan üste doğru bakarsanız diye de akla geldi. Daha sonra İstanbul’dan Helsinki’ye döndüğümde orijinal çizimi buldum. En altta en az dost kalmıştı ya da her şey bazı dostlarla başlamış ve en üstte dostlar bugünkü halini almış ve en fazla halini bulmuştu. Ama kuzeyde çevremde olanlar dışında geride kalan hatırladığım çok da arkadaş, dost vardı herhalde. Bu arada dört sayfanın her birinde, arkada kalan izlerle, zaman kavramı da bambaşka bir boyut kazanmıştı sanki. Halit arkadaşımı hemen özel olarak aradım, peçetenin dördüncü katını bulduğumu söyledim ve sonra nerelere gittik. Bu yazıyı yazmayı deneyeceğimi ona da söylemiştim.

Circle of Friendship / 23 Aralık 2021 / 40cmx40cm

Geçtiğimiz yıl dünyadaki o kahrolası savaşların ve talihsiz doğal felaketlerin ve bunca olan bitenin arasında, bir çoğumuz gibi kendi özel çevremdeki bir sürü hikâyenin yanında, bu peçetenin yılın son günlerinde anlattığım halleri ile rol alması enteresan oldu. Bunların arasında bir peçetenin ne önemi var diyeceksiniz! Ama (bu dediğimi büyük harflerle yazmalıyım) PEÇETE ASLINDA PEÇETE DEĞİLDİ. Peçete aslında deneyin bir parçası, görme ile ilgili serüvenin bir parçasıydı. Yazının sonuna doğru bu peçete hikayesini özetlemeliyim. İki soruya cevap arayayım. Peki bu peçeteler aslında ne söylüyor? Peçetelerin mimarlıkla ilişkisi nedir? Diyerek.

Önce itiraf etmeliyim. Mimarlık okurken ya da Kore sonrası çizmeye başlamadan önce bütün mimarlar gibi çizilebilecek her türden kâğıdı biliyor ve bazılarına çiziyordum ama peçetelerin üzerlerine çizilebileceğini de bilmiyordum. Peçetelere bazen benim de yaptığım gibi masada yemek yerken elinin altında bulup yazanları, not alanları gördüm ama dikkatle, özenle çizene pek rastlamadım, bazı sözler yazanlar, hızla detay ya da krokiler çizenler dışında. Peçetelerin peçetelikten çıkıp o halleri ile maketlere, modellere dönüşebileceğini de bilmiyordum, görmüyordum. Zannederim, peçeteler önceden bilinmeyen ucu açık hikayelerin, ucu açık eskizlerin yollarını açabilir eğer üzerlerinde dolaşır ve onları dinlersek ve görünmez taraflarını keşfedersek etrafımızdaki birçok şeyde olduğu gibi. Çünkü türlü şekillerde katlanan üst üste gelen peçeteler arka sayfalarında da gizemler taşırlar. Belki de gördüğümüz bir sürü gördüklerimiz gibi. Peçeteler iki, üç yüzlü, dört yüzlü, sekiz yüzlü hatta eminim çok daha fazla yüzlü sayfaları olan özel kağıtlardırlar. Ama önce üzerlerine çizmemiz, çizerken onları tanımamız, tanırken onları yeniden keşfetmemiz gerekir bizler için uygun kalemler ile. Hatta bana kalırsa peçeteye direnmeyen adeta onlarla bir olan, diyaloğa hazır kalemler ya da her türlüsünden uygun malzeme ve boyalar ile. Ama istediğimizde ya da zamanı gelmiş ise bütün bunlar bir yana sadece peçete ile değil her kalınlıktaki her türlü kâğıt ile üzerlerine hiçbir şey çizmeden de kendi kendileri adeta çizermişçesine tasarlamalar yapabiliriz, adeta onları dinleyerek bu dönüşümlerin bir parçası olabiliriz, başlarda anlattığım bazı imajlarını gösterdiğim basit sabah deneyinde olduğu gibi.

Peaks and Beyond – İ.İrem için / 29 Temmuz 2022 / 20cmx32cm

Yıllarca üzerlerine çizdiğim diğer kağıtların yanında, son yıllarda bazen üzerlerine bazen çizerek öğrendiğim ve onları yeniden tanıdığım her türlüsünden peçeteler benim bildiğim en hassas yüzeyler olarak benim arşivimde diğer çizdiklerimle birlikte yerlerini alıyorlar. Dijital paftaların ve kalemlerin olduğu bir dünyada, (ki ben de bazen dijital olarak çizerim) özellikle eskiz ve pelür kağıtlarını öğrencilik yıllarımdan beri çok sevmişimdir ve onlara çok çizmişimdir ama artık peçete, yüzeyleri de üzerlerine çizilebilecek yüzeyler arasındaki benim serüvenimdeki özel yerini almaktadır. Ellerinizle tuttuğunuz ve hissettiğiniz üç boyutlu hatta çok boyutlu bir çizme yüzeyleridir, paftalardır hatta modelleme yapılan esnek tabakalardır. Diğerlerinin yanında bazen bunu da deneyimlemek bazı kapılar açabilir. Belki bu gözle bakıldığında ya da peçetelere sadece bildiğimiz peçete olarak bakılmadığında, kendi mizacımıza, hissettiklerimize uygun bir biçimde peçeteler yeniden keşfedilebilir. Daha önce de altını çizdiğim gibi sanki bir peyzajda dolaşmak gibidir belki de yumuşak ve inen çıkan yüzeylerdeki peçetelerde gezinmek, bilinmeyenleri, tasarımı, hatta mimarlığı, hatta mimarlıkları keşfetmek. Dünya ellerinizde olur, bilinmeyen peyzajlar, yepyeni dünyalar sizle birlikte olur…

Son sözlerden biri mükemmeliyet ve çizmek üzerine. Peçetenin kendisi de üzerine çizilenler de yer yer, çoğu kez ya da bazen mükemmeliyetten uzaklaşıyor. Örneğin pürüzsüz bir Canson kâğıda ya da bilgisayar ekranında çizmek ve o kurallara uygun çizmek, yaratmak gibi değil hassas bir peçete ile uğraşmak. Ama belki pürüzsüz olmayan, hatta yer yer hatalar olan bir hikâyeye dönüşüyor. Bu da belki başka türlü hatalara yer veren bir hikâye, hatta başka bir arayış, başka türlü mükemmeliyet arayışı gibi bir şey bir anlamda…

Son söz de peçetenin asli görevi üzerine. Peçete nedir ki? Alt arafı kahvelerde, lokantalarda, barlarda ve benzer yerlerde rastladığımız evlerimizde yemek yerken yanı başımızda, elimizin altında olan, vazgeçilmez çatal, kaşık ve bıçak üçlüsünün altında onlara ve birlikte bizim yediklerimize, içtiklerimize eşlik eden ve işimiz bittikten sonra, ellerimizi, ağzımızı, yüzümüzü temizlediğimiz ve işini gördükten sonra buruşturup, fırlatıp bir kenara attığımız yumuşak kağıtlardır. Peçetenin hep bildiğimiz geleneksel görevi budur. Ama bu halinin ötesinde başka bir taraftan, başka bir göz ile baktığımızda hatta peçetenin görünen yüzünün ve bilinen hikayesinin arkasına gittiğimizde, onun arkasını gözlemlediğimizde, başka taraflarını ve başka hallerini görürüz. Tabii bu gördüklerimiz etrafımızda olan birçok çok şey için de geçerlidir. İşte her yanımızı sanan bu “Peçete Dünyası”nda peçeteye peçete olarak bakmadığımız zaman, etrafımızı saran dev ve doğal kitaplıkta peçete gibi önümüze çıkan dikkatimizi ve ilgimizi çeken diğer gördüklerimizi de doğrudan, birebir görmekten öte arkalarındaki halleri ile sanki bize verdiği mesajları ile gördüğümüz zaman bambaşka keşifler, eskizler, tasarımlar bizi beklemektedir, keşfedilecek dünyalar okyanusunda, tasarım, sanat ve mimarlık okyanusunda, hiç bitmeyecek görmeyi öğrenme yolculuğumuzda…

Drawing Lancapes – Interpretations / Mayıs 2021. 4x26cmx35.5cm

Not: Bu yazının ortaya çıkmasında, metinde de söz ettiğim iki konuşmanın önemli rolü var. Davetleri için hem Özyeğin Üniversitesinden Murat Şahin hem de Kocaeli Üniversitesinden Yeşim Kösten ile Esra Baran’a yeniden teşekkür ederim. Oradaki sohbetlere giren öğrencilerle bitlikte sohbetlerde diyaloglara katılan Hülya Turgut, Ayhan Böyür, Toivo Yanar ve Gülhis Duygun da çok sağ olsunlar. Halit Yaşa Ersoy ile sohbetlerimiz ise bu yazıya başlamam için çok önemli olmuştur. Kağıdı ve bilgisayarı önüme alıp her şeyi düşünmeme ve yazmama nedendir. İyi ki hepsi varlar…

  1. “Joulu” Fin dilinde Noel anlamına gelir.
  2. Yanar, Hüseyin, “Tarkovski ve Helsinki Arasında”, Kocaeli Konuşması, Kocaeli Üniversitesi, Mimarlık Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Atölye II Seminerleri, 08 Nisan 2022 https://www.youtube.com/watch?v=eVu2od_Lwq8
  3. Yanar, Hüseyin, “Kuzey ve Güney Arasında: Hayat ve Mimarlık”, Özyeğin Üniversitesi Konuşması, Mimarlık ve Tasarım Fakültesi, Mimarlık Bölümü, MİM 105 / Mimarlık Kültürü Seminerleri, 01 Kasım 2022 https://www.youtube.com/watch?v=xCM6r7TzHXY
Etiketler

3 yorum

  • Ahmet Turan Köksal says:

    Hüseyin Yanar değişik bir adam. Değişiki kelimesini böyle kişiler için olumlu bir sıfattan öte erişlemeyen, onun düşündüğü gibi düşünülemeyen kişiler olarak görek gerek.
    Belki kızacak ama ben onun değişkliğini unutamadığım yer Aysofya’nın zemin mermerlerinden kılcal çatlakları “OKUMASI” ile anlamıştım. Hep üzerine basıyorduk ama göremiyorduk. O üstüne bir de okuyordu. İnanmıyorsanız yine bu mecrada yazısı var hemen bulup okuyun.

    Peçete aşağı peçete yukarı…

    Ya bu peçete nedir diye etimolojisine baktım. Nişanyan yine en derli toplusu…

    İtalyanca pezzetto “küçük kumaş veya kâğıt parçası” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük İtalyanca pezzo “parça” sözcüğünün +et° ekiyle küçültme halidir. Bu sözcük Geç Latince yazılı örneği bulunmayan *pettia biçiminden evrilmiştir. Bu biçim Kelt dilleri yazılı örneği bulunmayan *petssi sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Hintavrupa Anadili yazılı örneği bulunmayan *kʷezd-i- “parça” biçiminden evrilmiştir.

    Parça küçülüyor. Küçül de cebime gir demek gibi. Peçetenin ismi üzerinde küçük dünyaları ya da dünyanın küçük halini göstermesi ve belki de bir terliksi hayvan (insan) için kocaman bir Ağrı dağı gibi olması. Topoğrafyayı ortaya koyması. Sanki volkanik hali devam ediyormuş gibi kabarması.

    Aaaa şu 4. katman meselesi ortaya çıkıyor gibi.

    Peçete, dökülen akan, sızan bir şeyi silersiniz sonra da atılır gider. Her yemekte feda edilir suratına bile bakılmaz. İşte ondanbir sanat eserinin alt zemini oluşturmak onun geçirgen ve kaleimin ucunu hapseden hali ile böyle desenler çıkartmak.

    Ben karalasam siz karalasanız olmaz. Adam kendince bir patern de çıkarmış. Ve bize aslında değerli değersiz bir metadan üzerinde saatlerce konuşulacak METAFORLAR yaratıyor.

    İyi ki tanımışım da “Ne garip bir adam bu yahu” benim gönlümde de ağzımda da iltifar oluyor.

    Sağol Hüseyin Abi.

  • Emine Merdim says:

    Halının Altında Kalan Dünya: Ayasofya Taşlarındaki İzler Hazinesi
    https://www.arkitera.com/gorus/halinin-altinda-kalan-dunya-ayasofya/

  • Ahmet Turan Köksal says:

    Ben link veremedim, Emine Hanım vermiş. Okumanızı salık vermem sağlıklı olur. Hehhe.

Bir yanıt yazın