“Yüzyıllardır Kentte Sessizce Gezinen Üretken Bir Sistem”

"The Pazar" araştırma projesini, yürütücüsü Alexis Şanal ve araştırma ekibinden Semra Horuz ile konuştuk.

Semt pazarları üzerine, 2006 yılında Alexis Şanal’ın başlattığı, 2014 yılında Graham Foundation’dan alınan bir yıllık hibe ile devam eden uzun erimli, oldukça büyük bir ekip ile kollektif olarak hazırlanan araştırma projesinin son ayağı “The Pazar” kitabı, 2015 yılında Studio-X tarafından basıldı.*

Öncelikle bu projenin ortaya çıkışından bahsedebiliriz, sizi pazarlar ile ilgili bir araştırma yapmaya iten neydi?

Pazarlarla ilgili araştırmalarımız esasında kişisel ilgi ve hayranlık ile başladı. İstanbul gibi her metrekaresinin kıymetli olduğu bir kentte kendine yüzyıllardır yer edinebilen, bu yerleri işler birer alışveriş alanına dönüştüren, daha önemlisi bunu kalıcı bir iz bırakmadan yapan pazarlar, kentte sessizce gezinen birer üretken sistem örneği bizce. Bu durum, hem mimari hem de kentsel bağlamda cazip, üzerinde düşünmemiz ve hakkında daha fazla bilgi edinmemiz gereken bir mesele. Ayrıca çeşitli yasal süreçlerle pazarların kent merkezinde giderek azaltılması ve çeperlere itilmesi bu konunun hemen ele alınmasını, bir bilinç oluşturulması ve belgelenmesini gerekli kılıyor.

Bu tür neden ve motivasyonlarla başlayan araştırmaların bir adım öteye geçtiği ilk aşama 2011 yılında SALT Beyoğlu’nda gerçekleşen “İstanbul’daki kent pazarları nasıl yapılandırılıyor?” başlıklı sunum. Sunumda, hayranlıkla incelediğimiz, sık sık alışveriş ettiğimiz pazarlarla dair bir süredir yaptığımız gözlemleri ve dağınık notları derledik, sınırlı bir saha çalışması yaptık ve İstanbul Umum Pazarcılar Odası’nın web sitesinden edindiğimiz bilgileri paylaştık. Daha sonra Graham Foundation’dan alınan bir yıllık hibe sayesinde araştırma genişledi, içerik ve sunum ile ilgili ekipler oluştu ve çalışmalar yoğunlaştı.

Projeye başlarken ne gibi beklentileriniz vardı; en nihayetinde sizi en çok şaşırtan ne oldu?

Araştırmamızın başından beri, el yordamıyla yapılıyor gözüken pazarlardaki üst örtü sistemlerinin kıymetli bir bilgi birikimiyle ve sistematik olarak üretildiğini tahmin ediyorduk. Bu konuda şaşırmadık; ancak elbette beklediğimizden çok daha fazla ayrıntı, iş bölümü, araç gereç detayı ve kuvvetli bir işbirliği olduğunu keşfettik. Pazarlar, hem üst örtü sistemi oluşturma, sergi düzeneği kurma hem de kentin kritik noktalarında geçici hayatlar yaratma konusunda, pazarcıların nesiller boyu bir miras olarak edindiği bilgi dağarcığı sayesinde, ayrıntılı ve oturmuş bir sisteme sahip. Bu durum birkaç farklı ölçekte işliyor: üst örtüyü kuran ekip, ‘gıgır’ adını verdikleri düğüm ve ayaklardan oluşan bir çeşit makara sistemi gibi mimari ölçek; sabahları süt satıcılarının pazarcılara sıcak süt dağıtması, pazar kuran ve söken ekiplerin görev dağılımı, minibüslerinin güzergâh değiştirmesi, ek servisler konması gibi kent içi sosyokültürel ölçek; yahut da pazarcıların çevrelerindeki cami tuvaletlerinden faydalanması, asla aktif meydanlar ya da parklarda sergi açmaması gibi kentsel planlama ölçek. Üç ayrı düzeyde çalışan bu sistemin içinde pazarcı, ne yaptığını bilen, yalnızca satıcı değil “her gün işyerini kurup, söken” birer zanaatkar, pazarlar ise her şarta uyum sağlayan, ihtiyaca göre dönüşen esnek birer strüktür.

“Pazarcılar, ne yaptığını bilen, yalnızca satıcı değil ‘her gün işyerini kurup, söken’ birer zanaatkar.”

Meşruiyeti her zaman zihinlerde bir soru olan pazarcılığın ne kadar yasal, kayıtlı, vergisi ödenen ve denetlenen bir iş kolu olduğu bu çalışmada öğrendik. Bu bizim beklediğimiz, daha doğrusu umduğumuz bir durumdu ve geçerli olduğunu teyit ettik.

Araştırma boyunca karşılaştığımız en tuhaf durum, pazarların kent dışına atılması talebinin dayandığı sebepler galiba. Bunlar çeşitli uyum yasaları çerçevesinde gündeme getirilen temizlik, güvenlik, erişilebilirlik gibi meseleler. Her biri teknik dokunuş ve hızlı iyileştirmelerle yoluna koyulabilecek, kolayca çözülebilecek durumlar şüphesiz. Bu konuda ilk önerinin ne pazarcıyı, ne alıcıyı, ne de civar esnafı memnun etmeyecek ‘kaldıralım, şehir dışına yollayalım’ gibi ilkel olması üzücü ve bizce yanlış. Çünkü pazarlar bulundukları yerde, orda bulunma şekilleriyle kıymetliler.

Anadolu Yakası Pazarcılar Odası’ndan öğrendiğimize göre zabıta, polis ve hastane kayıtlarında pazar kurulur veya kaldırılırken yaşanan kazalar ve sakatlıkların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az. Bu istatistiki bilgi gözlemden ve duyumdan biraz da net olmakla birlikte, odanın bu konuda bir kaydı, izleme sistemi yok. Ancak buna gerek de olmadığını düşünüyoruz zira diğer zanaat dallarında olduğu gibi malzemesine hakim, aracını gerecini bilen ustalar nasıl yıkımlara, hasarlara sebep olmuyorsa pazarcılar da ne örtülerini kurarken, ne gün içinde, ne de sökerken sıkıntı yaşamıyor; ‘ayakta kalamayan pazar’ gibi vakalar yaşanmıyor. Bu şaşırtıcı olmaması gereken ancak dillendirince hayranlığımızı dizginleyemediğimiz bir başka durum.


THE PAZARS: Expansive Volumes in Istanbul’s Urban Fabric (Video yönetmeni: Sinem Serap Duran; Video asistanı: Baykan Onal; Havadan çekimler: IIMR Resad Coban, Mehmet Emin Bayraktar; Ses: Apparat)

Pazarı Akdeniz kültürünün ve göçebe kültürlerin bir parçası olarak tanımlıyorsunuz. Bu tanımlamanın ardındaki iklimsel ve kültürel ögeler neler ve pazar mekanını nasıl etkiliyorlar?

Pazarlar sene içinde güneşli ve yumuşak hava şartlarına sahip gün sayısı fazla olan Akdeniz etrafındaki coğrafyalarda yoğunlaşıyor. Elbette bu geçici semt pazarları için geçerli, kalıcı üst örtüler altında satış yapılması, dönemsel olarak pazar ve sergi kurulması, kapalı çarşılar, panayır gibi faaliyetler orta Avrupa ya da daha kuzey bölgelerde de mevcut. Bizim bu çalışma boyunca ilgilendiğimiz, yakın çevresine takılan geçici strüktür ve örtülerle kendini tanımlayan, daha çok meyve sebze satılan, farklı dillerde mahalle, semt, sokak pazarları gibi isimlendirilen yapılar. Bu durum göçebe yaşamın, ticaretin ve yumuşak iklimin önemli bir ekonomik bileşen olması gibi faktörlerden dolayı Akdeniz civarında kendine daha fazla yer edinmiş. Pazar kelimesinin kökü de bunu destekler nitelikte. Farsça kökenli bāzār- wāzār kelimesi şehirde değiş-tokuşun yapıldığı yer anlamına geliyor. Bāzār aynı zamanda kenti tarifleyen sur duvarının kapıları etrafında, hemen kent sınırının dışında yapılan alışveriş faaliyetlerini tariflemek için de kullanılıyor.

Neredeyse 3.000 yıldır hiç değişmeden var olan pazar yapısının bu direnç ve sürekliliğinin ardında ne var?

Pazarların sürdürülebilirliği ve devamlılığı konusunda birden fazla faktörün etkili olduğunu düşünüyoruz. Yüzyıllardır süregelen en eski mesleklerden biri olan pazarcılık önceleri destek, resmi olmayan karşılıklı anlaşmalar sonra ise yasal çerçeve etrafından düzenlenmiş ve bu şekilde icra ediliyor Türkiye’de. Bu resmi olarak bir engel olmadığı, iç ticaretin bir parçası olduğu anlamına geliyor. Her kesimden alıcıdan da erişilebilir, ucuz ve taze meyve/sebze temini sağladığı için her zaman karşılık görüyor pazarlar. İkincisi, pazarlar kentte aktif bir alan, park, işlek ana caddeler, meydanlar üzerinde kurulmuyor. Genelde eski dere yatakları, atıl kalmış alanlar, otoparklar veya ikincil sokaklarda kuruluyorlar. Bu kuruldukları bölgenin canlılığını arttırıyor ve kentin işleyişine bir zarar vermeden, kalıcı bir etki ve masraf olmadan bunu yapıyor. Bir başka deyişle pazarların kurulması için belirli bir alan ya da tesis ihtiyacı olmuyor. Pazarların kurulduğu mahallelerdeki esnaf da o günlerin en aktif ve karlı günler olduğunu, daha fazla müşteri, kadın ve çocuğun alışveriş yaptığını belirtiyor. Bu aralarında rekabetten çok işbirliği, müşterek bir durum olduğunu gösteriyor.

Pazarlar ve sürekli müşterileri, belirli alışkanlık ve alışveriş biçimleri, güven ilişkisi, farklı toplumsal kesimlerin ortak paydasını kuruyor. Bir de kadınlar, çalışmayanlar ve ev dışında sosyal hayatı olmayanların sokağa çıktığı, gündelik işlerini hallettiği, sosyalleştiği ortamları tetikliyor pazarlar. Tüm bu kültürel ve ekonomik faktörlerin yanında, her türlü yağış ve sıcaklığa dayanıklı, etrafındaki doğal ve yapay unsurlardan -söz gelimi ağaç, balkon, kamyonet, elektrik direklerinden- yararlanan pazar örtüleri fiziksel ve sosyal olarak da gittiği bölge hayatının bir parçası oluyor. Bunca sebepten sonra anlaşılan o ki, dışardan bir etki olmadıkça, pazarlar kentin doğal bir parçası olarak kalmaya devam edecek.

Geçici pazar yapılarının arkitektonik özelliklerine dair bir araştırma yapmışsınız ve örtü elemanlarına dair oldukça kapsamlı bir araştırma mevcut ancak tezgahlar ve tezgahların üst örtü ile ilişkisine dair bir araştırma yok. Neden böyle?

Pazarcıların kullandığı sergileme yüzeylerine kendileri tahta diyor. Tahtalar odanın pazarcılık yapmak isteyenlere sağladığı ya da tahta üreticilerine yönlendirdiği, belirli bir standardı olan genelde ahşap, dört ayaklı basit tezgahlar. Kısa bir internet araştırması ile standart ölçülerini, üreticilerini ve diğer bilgilerini öğrenebilir herkes. Pazarcılar arasında “kaç tahta yerin var?”, ya da “yazın iki tahta daha açacağım” gibi bir dil mevcut. Tahtalarını genelde yanlarında taşıyıp her pazarda aynısını kullanıyorlar.

Bu bilgiler dışında mekan yaratma ve kentsel bir örüntü oluşturma konusunda örtü sistemleri bize çok daha potansiyelli ve ilginç geldi. Herhangi bir tasarım ve iyileştirme gibi bir kaygımız olmadığından –ve bizce kimsenin olmaması gerektiğinden- örtü ve masaların entegre olma ihtimali, masa boyutlarının değişimi gibi noktalar hiç ilgimizi çekmedi ve bu noktada araştırmamız sınırlı kaldı.

“Büyüklükleri ve ihtiyaçları nedeniyle genelde kentin çeperinde kurulan bu yapılar, daha önce belirttiğimiz gibi, ne pazarcıyı, ne tüketiciyi ne de mahalle esnafını memnun ediyor.”

Araştırmanız özellikle pazarcıların şahsen inşa ettikleri ve kent merkezinde, dokunun içinde bulunan geçici pazar strüktürlerine odaklanıyor. Ancak örneğin Ankara’da, sanırım bir çeşit taviz ile, çoğu pazar yeri yine kent merkezinde ancak kalıcı bir üst örtünün ve beton bir döşemenin üstüne kuruluyorlar. Peki neden kalıcı yerine geçici pazar mekanları daha önemli? Kent ve mekan kültürü bu geçici mekanların uyum sağlayabilme ve çevikliğinden nasıl faydalanıyor?

Yalnızca Ankara’da değil, bu durum başka kentlerde de var ve çok uzlaşma şeklinde adlandırılamaz bizce. Bizim okuduğumuz ve öğrendiğimiz kadarıyla İstanbul, Eskişehir gibi kentlerde hem kent içinde geçici kurulan hem de kent dışında kalıcı üst örtü ya da zemine oturmayan binaların altında kurulan pazarlar mevcut. Büyüklükleri ve ihtiyaçları nedeniyle genelde kentin çeperinde kurulan bu yapılar, daha önce belirttiğimiz gibi, ne pazarcıyı, ne tüketiciyi ne de mahalle esnafını memnun ediyor. Kentin çeperinde kurulan pazarlar haftanın tek günü oraya gelebilen, alışkanlıklarını değiştirmeyi göze alan kişilerin doldurduğu, diğer günler ise boş kalan, ya da tuhaf örneklerde olduğu gibi üstü düğün salonu veya saha olarak kullanılan yerler haline geliyor ve kent hayatına katılamıyor.

Son sorunun yanıtı ise esasında bu projenin tamamı diyebiliriz; araştırmamızın kapsamını bu soru şekillendirdi. Geçici alanlar yaratma, kent merkezini maddi ve manevi giderleri minimum tutarak canlandırma, farklı kesimlerden kentliyi sokakta kaliteli vakit geçirmeye teşvik etme gibi meseleler kentsel tasarımın son yıllarda üzerinde durduğu, çözümler aradığı noktalar. Panayırlar, çeşitli açık hava etkinlikleri, sokak festivalleri, tematik pazarlar, özellikle yazın yapılan geçici kentsel aktiviteler hep bununla ilintili. Bu bağlamda pazarlar mekan yaratma kapasitesiyle ciddi bir potansiyele ve çok şey öğrenebileceğimiz bir tektoniğe sahip. Öyle ki, birçok Avrupa ülkesinde dönemlik pazarlar tekrar kurulmaya başlandı ve canlandırma çalışmaları giderek artıyor.


THE PAZARS: To Construct a Generative Structure (Video yönetmeni: Sinem Serap Duran; Video asistanı: Baykan Onal; Havadan çekimler: IIMR Resad Coban, Mehmet Emin Bayraktar; Ses: Apparat)

Kitabın ilk bölümünün ismi “Learning From the Pazar”a bir gönderme ile sorayım: Sonuç olarak pazardan neler ‘öğrendiniz’ ve bu öğretiyi 21. yüzyıl kentselliğinde nasıl konumlandırıyorsunuz?

Günümüzde pazarlar, kentsel tasarım, sokak hayatı, yiyecek-içecek kültürü, kentteki rantın dağılımı ve belli noktalarda düğümlenmesi, kentin kendi potansiyelleri ve dış etkenler gibi geniş çerçevelerde ufuk açıcı bir örnek oldu bizim için. Teknik olarak da çok şey öğrendik ve pazarları kuran ustalardan daha da öğrenmek istiyor, sergilerini başka ortak alanlarda, farklı vesilelerle kurmalarını hayal ediyoruz. Artık gırgır sistemi, düğüm, 2,70 uzunluğunda direklerin nasıl bir örüntü yaratabileceği, sokaklardaki düşey elemanların potansiyelleri hakkında bir fikrimiz var. Bu bilgileri İstanbul için hep istediğimiz sokak hayatında kalite, ucuz yeme/içme ve etkinlik alanları, proaktif katılımın mümkün olduğu kısa süreli aktiviteler gibi boyutları düşünerek anlamlandırmaya çalışıyoruz.

Kent içindeki parsellerin uçuk fiyatlara ulaşması, bu noktaların sadece belirli kesimlerin -maddi gücünden dolayı- erişimine açık olması, ‘kentsel hak’ sınırlarımızın nasıl çizildiği gibi konularda da pazarlar, ortak alan, işletmecisi olmayan mekanlar olarak önem arz ediyor. Bir başka mevzu ise geçici mekanların farklı işlev ve ihtiyaçlara cevap verme ihtimali, kentlerin geleceğini şekillendirecek, politik ve ekonomik tıkanıklıkları açacak birer unsur olma durumu var. Kıvraklık, çeviklik, uyum, değişkenlik, esneklik gibi tasarımın tüm alanlarında aranan bu şartlar kalabalıklaşan ve pahalılaşan kentler için elzem bir ön kriter haline geldi.

Pazarcıların kurduğu ilişkiler ağı, oda, pazarcı, belediye, market zincirleri, küçük esnaf gibi kesimlerin ilişkilerini deşifre etmeye çalışmak da aydınlatıcı oldu. Örneğin bir bakkalın pazardan memnun olmasıyla market zincirinin memnun olmaması, marketlerdeki ‘halk pazarı’ günleri, belediyelerin karar alma mekanizması, bir pazarın yer değiştirmesi gibi durumların çok katmanlı olduğunu öğrendik. Açıkça işlemese de kente dair ciddi kulis çalışmasının döndüğünü, pazar gibi bir konuda bile bu ilişkilerin nasıl çetrefilli olduğunu öğrendik.

Son olarak, pazar kitabının 6 broşürden oluşan ve birçok el çizimi görsellik içeren, sıra dışı sayılabilecek sunumunuzdan biraz bahseder misiniz? Neden bu tasarımı seçtiniz?

Bizim için bu araştırmanın sunumu, ulaşmasını istediğimiz mesajın içerik ve anlaşılabilirliği başından beri önemliydi. O nedenle yaptığımız röportajları, okuduklarımızı nasıl sunacağımızı, haritalama ve görselleştirme yöntemlerimizi, nasıl bir teknik kullanacağımızı hep düşünüyor ve farklı denemeler yapıyorduk. Skeçler, Burak Saatçioğlu ve Sedat Arda’nın kuvvetli ifadeleriyle şekillendi ve bu dil kitapçığın kapağını, genel formatı da belirledi.

Tarihsel araştırma ve giriş kısmı dışındaki metni esasında bir çizgi roman şeklinde sunmayı istemiştik. Yine benzer bir çizim dilinde pazarcı, pazarcılar odasından bir yetkili, alıcı gibi farklı kesimlerden karakterlerin iletişim kurduğu bir kurgu hayal etmiştik. Sunumun o kısmı gerçekleştiremedik ama bunun dışında özel tasarlanmış pazar fontundan, skeçlerden, genel formattan çok memnun olduk sonunda. Bizim heyecanımızı ve pazarların potansiyelini yansıttığını düşünüyoruz.

*Yalnızca 500 adet basılmış olan kitabı Studio-X Istanbul‘dan temin edebilirsiniz.

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın