“Türkiye’de Yerel Markalar Son Derece Güçlü”

24 yaşında babasının şirketi Manfrotto'nun CEO'luğuna getirilen, 1987'de de fotoğraf endüstrisinden özelleşerek ayrılan ALU'nun kurucusu Abramo Manfrotto ile fark yaratan ürünleri hakkında kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.

Çiğdem Yılmazer: Daha önceki röportajlarınızın hiçbirinde eğitim durumunuzdan bahsedilmiyor. Tasarımla ilgili bir eğitim aldınız mı?

Abramo Manfrotto: Eğitimsiz olduğum için bahsedilmiyor (gülüyor). Tabii tamamen doğru değil bu. Tasarımla ilgili hiçbir eğitim almadım. Teknik lisede eğitim gördüm, üniversiteye gitmedim. Lise biter bitmez çalışmaya başladım. Çok kötü bir öğrenciydim, okuldan zar zor mezun olabildim. Bu yüzden bitirince “En iyisi çalışmaya başlayayım,” dedim. Babamın şirketine (Manfrotto) girdim ve tek tek tüm departmanlarında çalıştım. Beni en çok çeken ürün kısmıyla ilgili tüm departmanlar oldu – pazarlama, ürün yönetimi, ürün tasarımı gibi. Manfrotto’nun ürün tasarımı kısmı daha teknik ve daha az yaratıcı bir şekilde yürüyordu. ALU’da beni büyüleyen şey yaratıcılık kısmı. Ben tasarımcı değilim ama tasarımı çok seviyorum ve tasarımcılarla bir arada çalışıyorum. Şirketimden çıkan ürünleri ben tasarlamıyorum, bunları yapan yaratıcı kişiler var.

24 yaşındayken Manfrotto’nun bünyesinde bulunduğu Vitec Group’un fotoğrafla ilgili kısmının başına getirildim. 1989’da babam şirketi bu İngiliz gruba satmıştı. Ve işte, ben 24 yaşındayken terfi ettirildim ve tüm grubun %50’sini idare etmeye başladım. Böylece birden, yönetimsel ve farklı bir iş sahasına atılmış oldum. Tasarımsal bir tarafı yoktu. Columbia Üniversitesi’nde yönetim dersleri aldım, İngiltere’de ve İtalya’daki üniversitelerde bazı kurslara katıldım. Sidney’de ise daha aktif bir şekilde pazarlamada görev alıyordum. Yani, beni asıl yetiştiren kısım sahada çalıştığım kısım oldu, masa başına daha sonra geçtim.

ÇY: Bu da zaten genelde “yalnızca eğitim”den daha faydalı olabiliyor.

AM: Daha iyi mi bilmiyorum. Bazen eksikliğini hissediyorum. Ama hem kendimin hem çalışanlarımın eksik olduğu konuları telafi etmeye çalışıyorum – her şeyi bilen birini bulmak imkansız. Yapmaya çalıştığım şeyi kendi içimizde bir okul olarak kabul edebiliriz. Biz bu okula “Alumind” diyoruz. “Alumind”, İngilizce öğretmekten, görsel mağazacılığın ya da endüstriyel tasarımın ne olduğunu anlatmaktan, mağaza tasarımına kadar çeşitlenen sürekli bir eğitim hali. Bu eğitimi depo, satış ve müşteri hizmetleri görevlileri de dahil şirketteki herkese sunuyoruz.

ÇY: Tasarladığınız sergi elemanları çeşitli malzemelerden oluşuyor. Bu müşterilerinizin özel istekleri doğrultusunda mı gerçekleşiyor? Yoksa “sürekli yenilik” anlayışından mı kaynaklanıyor?

AM: Bu durum birçok farklı şeyden kaynaklanıyor. Müşteri kapıdan girebilir ve ne istediğini detaylı olarak tarif edebilir. Bu durumda yaratıcılık alternatif yaratma anlamında biraz kısıtlanıyor. Müşteri Corian kullanılmasını isteyebilir. Corian son derece pahalı bir malzeme, müşterinin bütçesi de kısıtlı ise bizim yapmamız gereken Corian’a alternatifler bulmak. Corten kullanmak istiyorlarsa -ki o da çok pahalı bir malzeme- buna da alternatifler bulmalıyız. %50 biz müdahale edebiliyorsak, diğer kısım piyasayı incelemekten geçiyor. Şuradaki siyah-kahverengi kutuları görüyor musunuz? Yanlarını ve alt-üst kısımlarını 2 farklı malzeme oluşturuyor. Bu malzemeler geri kazanılmış plastik ahşap artıklarının enjekte edilmesiyle oluştu.


Ombelico

ÇY: Gerçekten paslanmış bir metalle kaplı gibi görünüyorlar.

AM: Yakından bakarsanız plastik enjeksiyona benzeyen bir yöntemle yapıldığını görebilirsiniz. Enjekte edilen malzeme geri kazanılmış plastik ve ahşap endüstrisinden elde ettiğimiz ahşap artıklarıdır. Tamamen geri dönüşümlü malzemelerden oluşuyor. Bunu gerçekleştirmek için Marc Sadler adlı bir tasarımcıyla beraber çalıştık. O Avusturya ve Fransa kökenli biri ama İtalya’da çalışıyor. Biz ilk önce teknolojiyle tanıştık, daha sonra bu kutuları yarattık. Bu öğleden sonra İstanbul çarşılarında gezerken umarım daha önce kullanmadığımız bir malzeme görürüm ve çalışanlarıma bir numune ya da fotoğraf götürebilirim. Böylece o malzemeyi incelemeye başlayabiliriz.

ÇY: “Reklamını” yapmasanız da çevreye duyarlı yaklaşımınız hissedilebiliyor.

AM: Fark ettiğiniz için teşekkürler! Biz aslında bunu açıkça söylemiyoruz. Bir süpermarkete gidin, her taraftan “Organik!” yazıları gözünüze sokuluyor.

ÇY: Yeni bir moda gibi.

AM: Evet. Ben lafı değil özü istiyorum!

ÇY: Tasarımlarınız “basit, yaratıcı, uzun ömürlü” olarak tanımlanıyor. Tasarıma başlarken sizi yönlendiren diğer önemli parametreler neler?

AM: Bizi harekete geçiren parametrelerden en önemlisi basitlik. Ürünlerin kullanımı kolay olmalı, ürün kolay anlaşılabilmeli. Kendi tarafımızdan bakarsak da, satışı kolay olmalı. Satış elemanları işe alıyorum, fuarlara gidiyorum, reklam için materyaller bastırıyorum. Eğer ürünüm karmaşık olursa, her şey zorlaşır. Ayrıca ürünlerimiz yeniden kullanılabilir olmalı. İnsanlar ürünlerimizi stokluyor, ve bunları gerektiğinde depodan çıkarıp gelecekte alacakları talepler doğrultusunda bugün bilmedikleri şekillerde kullanmak durumunda kalacaklar. Bu bizim için çok kritik bir konu. Biz ürünlerimizin yalnızca tek bir fonksiyon için kullanılmasını istemiyoruz. Ürünlerimizin birden fonksiyonu, dolayısıyla birden fazla yaşamı olmalı. Diğer bileşenlerle birleşebilmeliler – ki bunlar bizim kendi ürünlerimiz olmak zorunda da değil. Ürünlerimizin diğer ürünlerle çok güzel bir şekilde kullanıldığı örnekler var. Bunlar o an mevcut olan ürünlerdi, kimi bir kapıyı kullandı, kimi bir pencereyi, kimi bir aynayı. Yani sokak çarşısında bulabildiği ya da deposunda o sırada var olan herhangi bir şeyi. Bu yüzden ürünlerimiz, esnek, kullanışlı, kolay kullanımlı ve umarım ki, fiyatının karşılığını veren ürünler.

ÇY: Ürünlerinizin ekonomik olduğunu söylüyorsunuz. Daha önceki bir röportajınızda “kullanıcı odaklı” çalıştığınızdan bahsetmiştiniz, bu ikisi ilişkili mi? Tasarımın hangi aşamasında maliyet devreye giriyor?

AM: Başlangıçta giriyor. Ürün özeti (product brief) pazarlama departmanından gelir, yaratıcı yönetmen, pazarlama yöneticisi ve benim tarafımdan hazırlanır. Ürün özeti, ürünün nihayetinde nasıl olması gerektiğini gösterir. Fiyatlandırma ise ciddi bir itici güçtür. Örneğin, 4 ayaklı bir masa istiyorsam ve bana 3 ayaklı bir masa gönderiyorlarsa, “4. ayak nerede?” derim ki bu da fiyatıdır. Bu kriteri sağlayamıyorsanız projeniz yanlış olmuş demektir. Bunu sağlamak her zaman kolay olmuyor tabii, ürün özeti aşamasında ücreti yükselten bazı unsurlar önünüze çıkabilir, malzemelerin kullanım miktarları gibi. Eğer bir ürünü, sahip olması gereken tüm özellikleriyle ancak yanlış bir fiyatla sunarsak başarısız olmuşuz demektir. O zaman da yaptıklarımızın hiçbir anlamı kalmaz. Biz sanat eseri üretmiyoruz, gerçek anlamda “kullanılacak” ürünler üretiyoruz. Bir başka şey de, biz müşterilere direkt yoldan satış yapmıyoruz. Müşterimiz bir tüketici değil. 12.000 Dolar’lık bir bisiklet üretebilirim, profesyonel olmayan ama bisiklet kullanmayı tutku haline getirmiş biri bunu alabilir. Ancak, bir “iş” böyle düşünmez. “İş” der ki, “Bu monteleme sistemini satın alacağım, ama bu pahalı sisteme yaptığım yatırımın karşılığını almalıyım.” Bu sebeple, fiyat en önemli kriter.

ÇY: Türk alıcıya ya da satıcıya iletmek istediğiniz bir şey var mı?

AM: Türk alıcısını çok iyi tanımıyorum, ALU alsanıza! (gülüyor) Şaka bir yana, biz bu pazara dahil olmaya başladığımız için çok mutluyuz. Şu kesin ki Türk pazarı en ilginç pazarlardan biri. Mesela, Avrupa pazarı harika markalarla dolu ve büyüktür. Ancak burada yerel markalar son derece güçlü. Hatta Avrupa ülkelerine kıyasla burada yerel markalar daha güçlü. Diğer uluslararası markalardan daha çok tercih ediliyorlar. Bu muhteşem bir şey. Üstelik yalnızca bir marka da değil, birçok seviyeden birçok yerel marka bu durumda. Bu inanılmaz. Bravo!

ÇY: Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

AM: Ben teşekkür ederim.

Etiketler

Bir yanıt yazın