“Mimarlık Sınıfta Yapılan Sabit Bir Eylem Değil, Bunu Öğrencilerimize Anlatmaya Çalışıyoruz”

Türkiye'deki mimarlık eğitiminin durumunu tespit etmeyi amaçlayan Arkitera Kampüste projesi kapsamında ziyaret ettiğimiz Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde sorularımızı Mimarlık Bölümü Başkanı Mehmet Sedat Bekiroğlu'na yönelttik.

Arkitera: Mimarlık eğitiminizin bulunduğunuz kentle ilişkisini nasıl kurarsınız? Kentin eğitiminize katkıları ya da eğitiminizin kente katkıları var mı, olacak mı?

Mehmet Sedat Bekiroğlu: Depremden sonra bir plan çerçevesinde gelişmedi kampüs alanı. Biraz “hadi şunu şuraya yapalım, bunu buraya yapalım” şeklinde gelişti. Ancak depremden sonra görüldü ki bir plan dahilinde bunların ele alınması gerekli. Öncelikle bu alanı çevreleyen bir yolla işe başlandı. Gölün kenarından geçen, tüm kampüsü toparlayan ve bu sınırın içinde kalan bir yaklaşım söz konusu oldu ve buna bağlı olarak kampüsün iki ucunda bulunan öğrenci yurtları yerleşti. Şu anda çalışmalar devam ediyor. Umarız seneye bitecek. Bittiğinde öğrencilerin gününü geçirebileceği, farklı aktivitelere cevap veren mekanlar olacak.

Depremin farklı bir etkisi olmuş o zaman…

Tabii… 644 can gitti, hiçbiri geri dönmeyecek ama olumlu etkileri de söz konusu. Örneğin; gerek üniversite gerekse kentte yaşayanlar kente daha farklı bakmaya başladı . Bina açısından olsun, mimarlık açısından olsun ya da inşaat kaliteleri açısından olsun. Daha bilinçli uygulamalar söz konusu şu anda.

Peki eğitim mekanları özelinde konuşursak. Aslında Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi olmanıza rağmen Mimarlık Bölümü’nün kendine ait ayrı bir mekanı var, koridoru var. Sınırlanmış biçimde.

Biraz bizim dayatmamızla oldu. Diğer binadaki sınıfların büyüklüğü yetmediği için buraya geçtik. Öğrencilerimiz özellikle Nisan, Mayıs aylarında buralarda yayılıyorlar. Bazen çalışmalarımızı da dışarıya taşırıyoruz çünkü bulunduğumuz yerde de mimarlığı tanıtmak gerekiyor. Önce kendi çevremizden başlayalım dedik. Burada çalışan personel olabilir ya da akademisyenlerden başlayarak da öyle bir şey yapmaya çalışıyoruz. Şimdi fakülte için yeni binamız yapılıyor.

Peki, yapım aşamasında sizin bölüm başkanı olarak ihtiyaçlarınızı belirtme, projeye yön verme şansınız olabiliyor mu?

Tabii ki, ihtiyaçlarımızın belirlenmesinde, mekanların belirlenmesinde, ihale aşamasında ya da sonrasında orayı tasarlayan firmalarla görüşmemizde fakültemizden yararlanıldı. Gereksinimler doğrultusunda tasarlanıldı. Diğer bölümler ile ilgili de, inşaat mühendisi ya da makine için, elektrik için hangi atölyeler lazım, hangi laboratuvarlar kullanılacak… gibi bilgiler alınarak yapıldı.

Deprem sonrası çadırda da ders yaptığınızı belirttiniz. Bize biraz kafanızdaki eğitim mekanını tasvir edebilir misiniz?

Her yeri eğitim mekanı olarak kullanabilirsiniz. Yani mimarlık sonuçta sınıfta yapılan sabit bir eylem değil. Bunu da öğrencimize anlatmaya çalışıyoruz. Birinci sınıfın ilk haftası diyoruz ki “Mimar gözüyle bakmaya çalışın”. “Hocam mimar gözü nasıl oluyor?” diye soruyorlar bana, bir aydan sonra öğrenci bunu algılıyor. Nasıl davranmamız gerektiğini, nasıl yaklaşmamız gerektiğini. Tabii gelen öğrencimiz daha çok bulunduğumuz bölgeden. %70-80 Doğu ya da Güneydoğu bölgesi ağırlıklı öğrenciler. Öğrencilerde başta şu düşünce oluyor; “Acaba İstanbul’da, Ankara’da olsaydık daha iyi olmaz mıydı? Keşke kazansaydık”. Ama burada da Urartu’dan miras, 2.800 yıllık bir tarihten bahsediyoruz. İshak Paşa Sarayı’ndan bahsettiğimizde 200 seneden bahsediyoruz. Dolayısıyla öğrenciye de diyoruz ki “Onlar da Van’ı bilmiyor, onlar da Doğu Beyazıt’ı bilmiyor, onlar da Akdamar’ı bilmiyor. Siz gidip görebilirsiniz. İstanbul’a herkesin gitme şansı daha fazla ama onların buraya gelme şansı daha az”. Yani bir şekilde öğrencinin umutsuzluğunu kırmaya çalışıyoruz. 

Peki, deprem sonrasında kentte mimari anlamda nasıl bir değişim oldu? Bunu öğrenciler nasıl deneyimlediler? Van’ın mimarlık bölümüne katkıları ya da mimarlık bölümünün Van’a katkıları nasıldır, nasıl olacaktır?

Öncelikle şöyle söyleyeyim. Şimdi bulunduğumuz kentin mimarlık anlamında Urartu’da gelen ya da Osmanlı’dan gelen, Selçuklu’dan gelen katkıları var. Kentin şu andaki durumunun mimarlık eğitimimize çok fazla bir şey kattığını söyleyemeyeceğim. Sonuçta maalesef Türkiye’nin her yerinde aynı yapılar, binalar söz konusu. Birbirini taklit eden, tekrarlayan yapılar… Biz burada olabildiğince farklı projeler tasarlatmaya çalışıyoruz ama bir de gerçekler var. Dolayısıyla kentin tarihine baktığımızda bunun bize katkıları var. Yerel mimarinin katkıları var ama şu anki Van’ın bize bir katkısı olduğunu söyleyemeyeceğim.

Etiketler

3 yorum

  • mert-ekin says:

    Bence olumlu yorumlanmalı Haydar bey. Resmin ressamlarıyla yatırım aracına dönüşmesine benzer binalar da mimarlarıyla değer kazanabiliyor artık demek ki, sadece arsası, manzarası vs. ile değil. Şu şu adreste değil de şunun şunun mimarı olduğu binada oturmak da bir prestij göstergesi olunca mimarın da kıymeti biraz da olsa bilinir olabilir. Tabi bunun da modası bize geç gelir ama gelir bir gün herhalde…

  • mert-ekin says:

    Örnek olarak: Gehry’nin şu binasının http://rktr.co/1T6hFRp adı “birşey birşey rezidans” değil, adı “New York by Gehry” Bu mimar ve mimarlık için kötü bir şey midir?

  • ertugrul-cagri-korkmaz says:

    anlamlı bir tesbit olmuş. zaha hadid’in ölümünü göstere göstere paraya tahvil etmenin belgesi gibi bir şey.

Bir yanıt yazın