İnsanın Dönüştüğü Son Nesne: Mezar Taşları

3. İstanbul Tasarım Bienali'nde Ziyaret isimli çalışmalarını sergileyen SO? ekibinden Sevince Bayrak ve Oral Göktaş ile kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.

SO?’nun kalabalık bir araştırma ekibiyle hayata geçirdikleri Ziyaret isimli çalışmaları 3. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında Galata Rum Okulu’nda sergileniyor. Mezar taşlarının konu edildiği Ziyaret, irili ufaklı mezar maketlerinin bulunduğu bir platform olarak sizi karşılıyor. Platformun yüzeyine yansıtılan Adolf Loos’un sözü üzerine temellenen çalışma, tasarımın insan hayatında ne denli simgesel bir rol oynadığını gözler önüne seriyor. 

Çalışmanız, hayatın sonunda bile tasarımın yer aldığını hatırlatıp bizleri şaşırtıyor. Mezarlar üzerine geliştirdiğiniz projenizi biraz anlatır mısınız? Böyle bir konuyu ele almaya nasıl karar verdiniz?

Mezar taşı, tıpkı saat, ayakkabı ya da mobilya gibi tasarıma konu olan bir nesne. Hem kişisel hem de kamusal olan bu nesnenin tasarımını konu etmenin ilginç olacağını düşündük. Mezar taşı; ölülerle yaşayanları birbirine bağlayan bir ekran ve bu donmuş ekranlardaki görüntüleri yan yana, bir arada farklı mecralarda sergilemeye karar verdik.

Nasıl bir araştırma yürüttünüz? Sergiye dahil edeceğiniz malzemeyi nasıl belirlediniz?

Araştırmaya bienalin öne sürdüğü önermelere karşı sorduğumuz sorular ve önermelerle başladık: Tasarım nasıl yaşadığımızı ve nasıl öldüğümüzü değiştirdi. Mezar taşları ise bugün hala 2000 yıl önceki gibi basitçe birer taştan ibaret.

Amacımız tipolojiler oluşturmak ya da kapsamlı bir derleme yapmak değildi. Mezar taşları ile ilgili daha önce yapılmış kapsamlı araştırmalar var. Edhem Eldem’e ait İstanbul’da Ölüm: Osmanlı-İslam Kültürü’nde Ölüm ve Ritüelleri, Mehmet Kösemen’e ait Osman Hasan and the Tombstone Photographs of Dönmes, Minna Rozen’e ait Haskoy Cemetery: Typology of Stones, gibi onlarca eser, mezar taşlarını dinlere, cemaatlere ya da dönemlere göre inceliyorlar. Ancak bizim üzerinde durduğumuz fikir, Tasarım Bienali’nin önermelerinden de yola çıkarak, herhangi bir dinsel ya da dönemsel ayrım olmaksızın, mezar taşı tasarımının 2000 yıldır çok da değişmediğini açığa çıkarmak, bir taraftan da kendi içerisindeki tasarım çeşitliliğine ziyaretçinin dikkatini çekmekti.

Sergideki taşların ortak özelliği, hepsinin İstanbul’da olması ve anıtsal olmamaları. Sergide Arkeoloji Müzesi’ndeki İ.Ö. 3. yüzyıldan mezar taşı da var, 21. yüzyıla ait olanlar da. “Tasarlanmamış” olanların, toplum ve dinle ilgili kalıpları içeren imgelerin, yüzyıllardır tekrar eden şablonlara sığmaya çalışan onlarca taşın yanında, “iyi bir tasarım” ya da başlı başına bir “sanat yapıtı” olan taşlar var.

Altı ay süren bir araştırmanın sonucunda, sabrı ve hevesi tükenmeyen muhteşem ekibimizle İstanbul’daki mezarlıkları ziyaret ettik ve yukarıda sözünü ettiğimiz mezar taşlarını içeren hayali bir mezarlık oluşturduk.

Sergideki film “Mezarlık Tangosu” için de mezarlık ziyaretlerinden bağımsız bir araştırma yürüttük. Türk filmlerindeki mezarlık sahnelerini bir araya getirdiğimiz bu film, serginin geri kalanındaki, bağlamlarından kopartılıp bir araya getirdiğimiz maketlerden ve çizimlerden kaynaklanan brütalist tavrın aksine; mezarları zihinlerdeki duygu ve imgelerle yansıtan, mezarlığın gündelik hayatın içindeki halini, yer yer gerçeküstü sahnelerle tasvir eden bir iş.

“Tasarım nasıl yaşadığımızı ve nasıl öldüğümüzü değiştirdi” diyorsunuz. Mezar taşlarını bir tasarım objesi olarak nasıl yorumluyorsunuz? Yıllar içinde nasıl dönüştüğüne dair çıkarımlarınız var mı?

Tasarım katmanlarına bulanmış, nesnelerle dolu hayatlarımızda dönüştüğümüz son nesne olan bu taşların birikerek gezegenin üzerinde bir katmana, kamusal bir yığına dönüşmesi, onlara daha yakından ve uzun uzun bakmamızı gerektirdi. Sergi doğrudan bir yorumla sona ermiyor; yorum yapmaktan çok, kaydetmenin ve dinlemenin gücüne kapılan bir iş Ziyaret.

Sergi tasarımını nasıl kurguladınız, biraz bahseder misiniz?

Serginin grafik tasarımını Dilara Sezgin yaptı. Hem birbirinden farklı tekniklerin aynı işin parçası olmasını sağladı, hem de tek tek her bir mezar taşı çiziminin üzerinden geçip, onları nakış gibi işleyerek seslerinin daha çok duyulmasına sebep oldu. Sergi tasarımı ise dönemler ve dinler nedeniyle asla bir araya gelemeyecek taşların yan yana durduğu hayali bir mezarlık ve biraz daha yalıtılmış bir mekanda izlenmesi gerektiğini düşündüğümüz, bir yandan da tüm odayı sesiyle dolduran filmin etrafında şekillendi.

Araştırmayı yaparken, fikri duyar duymaz çok heyecanlanan küratörler Beatriz Colomina ve Mark Wigley dışında, neredeyse herkesten duyduğumuz “Neden mezar taşları?” sorusu ise, sergi tasarımındaki tek metnin, duvarda yazılı olan Adolf Loos’a ait sözün, orada oluş nedeni.

İstanbul Tasarım Bienali’nin bu yılki teması hakkında ne düşünüyorsunuz? Siz çalışmanızı bu geniş kapsamın içinde nerede konumlandırıyorsunuz?

Bienalin teması başlangıçta çok geniş ve her şeyi kapsayabilecekmiş gibi geliyordu kulağa. Halbuki özellikle Bedeni Tasarlamak ve Gezegeni Tasarlamak kümelerinde, temanın güçlü bir omurga oluşturduğunu ve işlerin büyük oranda bu tema üzerinden birbirine bağlandığını gördük. Ziyaret, kimi zaman bedenin dönüştüğü son nesne olan taşların tasarımına bakıyor ve Bedeni Tasarlamak bölümünde yer alıyor. Bir tasarım bienalinde mezar taşlarına bakmak, ancak böyle bir tema ve bu küratörlerle kalkışabileceğimiz bir işti.

Ekip: Sevince Bayrak, Oral Göktaş, Baran Aybars, Büşra Ekici, Chiara Vaccaro, Elif Hant, Laura Villeret, Michel El Ghoul, Tuğçe Selin Türk, Elif Çivici, Cemal Temel, Atıl Aggündüz, Ece Paşalıoğlu.
Grafik Tasarım: Dilara Sezgin
Video Kurgu: Özden Demir
Fotoğraflar: Sahir Uğur Eren
Ekipten teşekkür: Heybeliada Aya Nikola Kilisesi, Arzu Film, Erler Film, Erman Film, Feza Film, Gülşah Film, Derviş Zaim, Reha Erdem, Ülkü Erakalın, Atıf Yılmaz, Nuray Muştu, Ceren Şenel, Merih Yazıcı

Etiketler

3 yorum

  • oubykh says:

    Sevdim Yusuf Kalfa’yı…

    Desocupado Lector!!!

    Eğer okuduysanız Yusuf Kalfa’yı, neden meşgul olduğunu anlayacaksınız…

    Nuridin kadar değil elbet…

    O hiç meşgul olmadı, hep bizi meşgul etti…

    Gece…

    Deniz çekildi…

    Bir taş, bir büyük taş, bir başka büyük taş, bir kaya, bir başka büyük kaya vardı gözüken…

    Hepsi yosun kaplıydı…

    Gündüz…

    Deniz geldi, kıyıya kadar…

    Görünen, sadece altın sarısı kum vardı, deniz kapattı gece görünenleri…

    Dolunay görmemi sağladı…

    Üç noktayı böyle de kullanmayı seviyorum…

    Siyah bira köpüğüne dört yapraklı değil, üç yapraklı yonca, her zaman yapılan…

    Denizin başladığı karanın bittiği yerde görülür, ‘denizde olan kara ve karada olan deniz’…

  • cagil-ozalp says:

    Oyun, sanat, zanaat üçlüsünün ayrılamaz bağlantısının ifşası niteliğinde, kuvvetli bir yazı. Bu bilinç,, gündelikte önemli nitekim.

  • azmi-acikdil says:

    Yazıya göre kahramanlar ve sabit figürlü tablo yorumlanınca; Yusuf kalfa meşguliyet bulamamaktan yargılanır. Oysa yaptığı işin karşılığını haketmediğinden intihar etmiştir.
    Seurat’ın tablosunda durağanlıktan ziyade kıyıda ki insanlar nehirde ki yelkeli ve yarış teknesinde ki kürekçileri seyrediyorlar güzel bir tatil gününde.
    Zanaatkâr kendini sanatıyla meşgul ederken eli hamur karnı açtır. Yine de şikayet etmez. Sanat aşkı onun gönlünü doyurmaktadır.
    Kapitalist düzende bol sıfırlar her şeyin önündedir. Yusuf kalfaya takılmadıkları gibi Seurat’ta tablosuna o ismi vererek bir para babasının duvarını süsleme gayretindedir.

Bir yanıt yazın