Ekolojik Bir Bina Yapabilirsiniz fakat Esas Önemli Soru: Bu Bina Neye Benziyor?

Arkitera Mimarlık Merkezi olarak farklı formlar ve çağdaş sanat yerleştirmelerinden ilham alan, Moskova'da kentsel ve kültürel peyzaj üzerine çalışan mimar Yury Grigoryan le bir söyleşi gerçekleştirdik.

Dilek Öztürk: Öncelikle şunu sormak istiyorum. Önceden komunist rejimin hüküm sürdüğü bir coğrafya ve kültürden geliyorsunuz. Bu rejimde ve coğrafyada mimarlığı pratik etmek nasıldı? Ne gibi zorluklar yaşandı?

Yury Grigoryan: Ben o sırada lisedeydim. O zaman büyük enstitüler vardı. Toplam 24 tane… Bazıları sadece Moskova için çalışırdı. Mimarlar, inşaat mühendisleri burada çalışırdı. Mesela bu enstitülerden bir tanesi tüm Rusya için sadece tiyatrolar yapıyordu. Bir tanesi sosyal konutlar yapıyordu. Özel mülkiyet yoktu. Müşteri devletti. 1990’larda, gerçek özel müşteri ile karşılaştık. Ama işler iç mekan tasarımı ile ilgiliydi. Çünkü Rusya’nın yeni binalar inşa edecek parası yoktu.

Hükümet şimdi çok güçlü ve özel mimarlarla çalışmak istemiyor. Bu tür enstitüleri korumak istiyor. Hükümetin yarı özel mimarlık stüdyoları var.Daha çok neo-klasik tarzda yapı inşa ediyorlar.

DÖ: Bu yarı özel bürolar, ayrıca kamu binalarını da inşa ediyor mu?

YG: Tabii, ediyorlar. Bazen kamu yapıları ile ilgili yarışmalar da yapılıyor. Genelde ise, bu yarışma sistemi çok verimli bir şekilde çalışmıyor. Çünkü, Moskova hükümetinden bahsediyoruz. Yarışma sonucundan önce, kamu yapısını hangi mimarın yapacağını önceden bilmek istiyorlar. Bunu da çok riskli bir biçimde yapıyorlar. Belki çok genç ama yetenekli bir genç mimar yarışmayı kazanacak…

90’lardan sonra bazı mimarlar ve genç mimarlar da dahil olmak üzere bu sistemden gitmek istediler. Yeni sistem, yeni mimarlık stüdyoları yarattı. Bu stüdyolar, bugün 80-100 çalışanı olan büyük stüdyolar. Mimarlar, daha çok özel mülkiyet işi almaya başladılar. 2000’lerden sonra Rusya’da mimarlık, daha çok ev ve ofis üzerine kuruldu. Kamusal binaların inşası daha başka… Biz de özel bir tiyatro tasarladık.

Bugün Moskova’nın çok uzağındaki bir bölgede, çok iyi danışmanları olan bir yerel yönetici var ve birçok yapıyı yarışma ile yaptırıyorlar. Bunlardan bir tanesini biz kazandık. Burada yapılması planlanan, bir güncel sanatlar müzesi projesi.. Şimdi de tiyatro projesi için bir yarışma düzenliyorlar. Bu yarışma uluslarası camiada her ülkeden mimara açık. Bütün bunlar gayet güncel ve transparan, şeffaf… Sadece özel müşteri zeki değildir, yerel yönetim de müşteri olarak çok zeki olabilir.

Tabii bazen yarışma yapmak da riskli. En iyi mimarı bulmak için kişisel ilişkiler de kullanılabilir. Yarışmada, bir jüri var ve hepsinin kişisel görüşleri de ön plana çıkabiliyor. Yarışmalar tabii ki, yaratıcı, beni zorluyor, kaliteyi arttırıyor, teşvik edici. Yaptığım binaların %90’ını yarışmalardan aldım.

DÖ: Binalarınızda doğa elemanlarını kullanıyorsunuz. Bundan ilham alıyor musunuz ya da bina üretim sürecindeki ilhamlarınız ve metodlarınız neler?

YG: Mimarlık, doğanın bir parçası. Bu benim için çok önemli ve benim önceliğim. Ağaç, taş, çelik ve kağıdı çok basit ürünlerde bile kullanabiliyoruz. Plastik kullanılmasına karşı değilim, ama Rusya’daki inşaat ve inşaat yönetimi seviyesi oldukça düşük. Bu malzemeler, mimarlık için daha kalıcı ve güçlü. Tabii ki kullandığınız malzeme iklime göre değişiyor.

Mesela özel bir müşteriyle apartman inşaatı ile ilgili çalışıyorsanız, bu dili konuşmanız mümkün değil.

Mimarlığı nasıl ele aldığımız önemli. Çünkü mimarların kendilerine has bir dilleri var. Bunu herkes hisseder, mekan size bir şey söyler. Mimarlığın insanlıkla nasıl ilişki kurduğu da önemli.

Binanın uzun süre yaşaması gerekiyor. Bu yüzden de fonksiyon ve kullanıcı grubu önemli adresler. Binanın imajı sonsuza kadar sürer. Bu, bizim için en önemli nokta. Mesajın ne olduğu önemli.

Mesela şu anda sudan bir ev yapıyoruz. Su, tabii ki bir inşa malzemesi değil fakat suyu cephe olarak kullanacağız. Bu bina, heykel ve mimari bir ürün arasında.

Her proje bizim için yeni ve teşvik edici. Eğer bir şeyde başarı göstermişsek, aynı şeyi ileride tekrarlamıyoruz. Başka bir yol bulmaya çalışıyoruz. Belki bu yüzden pek çok hata yapıyoruz. Bu bize rahatsızlık vermiyor, çünkü bir şekilde hareket ediyoruz. Belki ilerlemiyoruz ama başka bir yöne doğru gidiyoruz. Bizim yaptığımız medya için mimarlık değil. Önemli olan yeni materyal, yeni malzeme, yeni algı…

DÖ: Günümüz mimarlık dünyasında, mimarlar, mimar olmayan ya da mimarlıktan uzak insanların algılayamadıkları binalar inşa etmeyi seviyorlar. Bir bakıma anlaşılamamak hoşlarına gidiyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

YG: Bence mimarlıkta organik bir şeyler var. Herkes bunu okuyabilir. Ölçek de çok önemli. Küçük olan şeyler insanlara daha yakındır, küçük detaylara bakabilirsiniz. Mekan ve ölçek nedeniyle Orta Çağ yapıları daha küçük olduğundan insanlara daha yakındır. Böylece insanlar mekanın kendilerine ne kadar uyumlu olduğunu keşfeder. Bir şekilde de, mimarlık insanın organik özelliklerini ele alıyor. Mekan, birinci kriter. Sonra buna ekleyebileceğiniz mesajlar insanların binadan ne hissettiği ile ilgili.. Bugün neden kimse güncel mimarlıktan hoşlanmıyor? Bugün her çağdaş mimar bunu bilerek çalışıyor. En klişe örnek bence Venedik. Venedik’i herkes çok seviyor. Çünkü eski bir şehir, çağdaş mimari eser örneği yok.

DÖ: Star mimar olursanız çabuk ve kolay iş alıyorsunuz. Popülerlik prim yapıyor yani. Reklam, basın ve mimarlık ilişkisini nasıl görüyorsunuz?

YG: Son 50 yılın trendi paraydı. Para, iş ve fikir demek. Eğer bir şeyi satmak istiyorsanız, reklama ihtiyacınız var. Çok gösterişli bir görsel sunumla işinizi satabiliyorsunuz. Hepsi çok tanınmış, iyi mimarlar. Fakat bu şekilde pazarlanan binaları gerçek hayatta gözümle gördüğümde, fikir ve görüntü açısından çok güçlü duran bu bina, şimdi sanki bir çöp yığını gibi duruyor…

Bu yüzden mimarları, proje yapabilen ve bina inşa edebilen olarak ikiye ayırıyorum. Eğer amaç inşa etmekse, medyayı değil, binayı düşünüyorsunuz. Medya faktörünü de görmezden gelemeyiz. Artık her şey hareketli ve materyaller dünyası çok çabuk değişiyor.

Eğer bir şeyi doğru ve iyi yaptıysanız, hareket edersiniz, yani yol alırsınız. Çünkü, bir şey gerçekten iyiyse herkes bunu bilir.

DÖ: Kentsel ölçekte proje yapıyor musunuz?

YG: Evet, bazen. Moskova’da bu şekilde komisyonlar pek olmuyor. Çünkü daha önce bahsettiğim devlete ait enstitüler bu tür projeleri üstleniyor. Şu anda Rusya’da kentsel planlama projelerini yapan insanlar, Sovyetler döneminden kalma insanlar. Onların fikirleri, güncel ve çağdaş mimarlıkla örtüşmüyor. Şehir planlama, politikanın, hükümetin genel stratejilerinin bir parçası. Şimdi Moskova’da 2025 yılı için bir plan yapıldı. Burada müşteri durumunda olan kentin belediye başkanı. Müşteri, şehrin içinde yaşayan insan değil.

Moskova kent merkezinin dışında küçük yerleşimler inşe ediyoruz. Bazen bu yerleşmeler o kadar da küçük olmayabilyor. Moskova, Avrupa’nın en büyük şehri. Çok kalabalık ve İstanbul’a çok benziyor. Bizim de Dünya’daki her kent gibi büyük sorunlarımız var. Trafik, kamusal alanlar vb… Bu durum tamamen politik kararlara bağlı. Hükümet çok güçlü ve demokrasi olması gereken yer dışında her yerde.

Kentsel tasarım daha kişisel bir olgu, ama kentsel planlama, bence kesinlikle en üst seviye. Kendi mimarlık stüdyomuzda, kentsel planlama ile ilgili gruplar oluşturmaya çalışıyoruz. Ayrıca, stüdyonun içinde bu konuyla ilgili eğitim verebilecek bir akademi de düşünüyorum, çünkü eğitim çok önemli.

DÖ: Belki mimarlar da bu konuda birşeyler yapmalı.. Ne dersiniz?

YG: Evet, bence de fakat mimarların Rusya’da bu konuyla ilgili bir yetkisi yok. İmza atamıyoruz, hükümet çok zeki. (Gülüyor)

DÖ: İşlerinize baktığımızda, daha çok sanatsal ve deneysel formlar ve tasarımlar görüyoruz. İşlerinizi birer yerleştirme, sanat eseri olarak mı görüyorsunuz?

YG: Burada sanatın aslında ne olduğunu sorgulamamız lazım. Sanat bazen müzede duvara yapışık, bazen de etrafınızda ve onunla günlük yaşamınızda bütünleşiyorsunuz. Peki sanatçı kim, mimar kim? Bence herşeyden öte, anlaşılır ve net bir şey yapmak önemli ama sıkıcı bir şey de değil… Sürdürülebilirlikten, enerji yeterliliği bağlamında bahsediliyor, doğaya zarar vermeden bunun nasıl başarılacağından… Evet bu önemli ama peki ya insanlar? Ben ekolojik mimarlığı, sanatı mimarlığa katmayı, hepsini aynı ölçüde yapmaya çalışıyorum. Mesela ekolojik bir bina yapabilirsiniz fakat esas önemli soru: Bu bina neye benziyor?” Dekoratif detaylardan bahsetmiyorum. Binanın verdiği mesaj, binayı nasıl daha ucuza mal edebilmek, içerik ve imaj benim için daha önemli.

DÖ: Çok teşekkür ederiz.

YG: Ben teşekkür ederim.

Etiketler

5 yorum

  • mustafa-artar says:

    Burcu çok iyi özetlemiş… Seçim öncelerinde başkanları bir park yapma hevesi sarar. Bundan sanırım Göztepe de nasibini almış.Topiary’de sınırları zorlamak mesleğin algısına dinamit koymak gibi. Bu çok zorlama olmuş… Lütfen ülke çapında projeleri tarafsızca değerlendirelim ve ülkemizde de artık salt peyzaj tasarımı için görülmeye gelinen coğrafyalarımız olsun. Kalemine sağlık.

  • talha-gencer says:

    Gerçekten de Göztepe 60. Yıl Parkı’nın aldığı son şekil bir görgüsüzlük ve cahillik örneği. Lüzumsuz şekil arayışları, şımarık bir çocuk misali ne gördülerse biz de yapalım anlayışı, bunlara karşın yeşil alanların ve hele hele yaz mevsiminde ihtiyaç duyulabilecek gölgelik alanların minimumda tutulması… Sonuçta ortaya çıkan bir park tasarımı değil, bir peyzaj mimarlığı sirk göterisinden öteye bir şey değil. tek olumlu yanı çocuk oyun alanlarının çeşitliliği ve kalitesi.

  • deniz85 says:

    Göztepe parkınndan bir akşam vakti geçme fırsatım oldu, bir saat içinden çıkamadım. Başka hiçbiryerde görmediğim oyunlara çocuklarla daldık gittik. Bitkilerin hangi stilde kesilmiş olduğunu akşam vakti pek göremedim. Sürdürülebilir, istanbulun doğası ve iklimi ile uyumlu bitkiler, yaklaşımlar kullanmaları gerektiği muhakkak, sürekli enisinin dikilmesini gerektirmeyen, bakım için sürekli emek istemeyecek türler seçilmeli elbette. Ancak oyun alanları bence muhteşemdi

  • omer-yilmaz says:

    Oyun alanlarının oldukça yenilikçi ve çocuklar için çekici olduğuna ben de katılabilirim. Lakin bizim ufaklığı ilk götürdüğümüz gün toprak düzenleme için zeminde yer alan saç parçasına takılarak düştü ve bayağı ciddi yaralandı.

    Yani ağaçların nasıl kesildiği de değil tek mesele.

    Ayrıca İBB tarafından bu kadar iddialı bir şekilde yapılan bir park için tasarım hizmeti almak (alındı ise tasarımcısını bilirdik, bilmek isteriz) çok zor olmasa gerek.

  • baris-altan says:

    Koskoca bir metro köprüsünün sırf mimar olduğu için belediye başkanı tarafından tasarlandığı bir kentte, parkların, belediyelerin ilgili birimleri tarafından tasarlanmasına şaşırmamalıyız. Bu duruma benim yorumum şu; belediyedeki mimarların, şehir plancılarının, mühendislerin, peyzaj mimarlarının canı sıkılıyor ve arada mesleklerini icra etme istekleri depreşiyor.

    Mısır Çarşısı, Yeni Cami ve Hatice Sultan Türbesi arasında kalan, ehil ellerde olduğu takdirde çok nitelikli bir tasarıma sahip olabilecek yeşil alan, Fatih Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından ‘tasarlandı’…

Bir yanıt yazın