“Bir Şeyi Yıktıktan Sonraki Anların Büyük Bir Özgürlük Barındırdığı Açık”

TOBB ETÜ'den Murat Sönmez ile "Yapım Ekibi" ve "Yıkım Ekibi" adını verdiği tasarım stüdyoları, tasarım süreçleri ve kavramlar üzerine konuştuk.

Hakan Ilıkoba: Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Murat Sönmez: ESOGÜ Mimarlık Bölümü’nden mezun oldum. “Simulakr” ve “simülasyon” kavramları üzerine yaptığım yüksek lisansın ardından, “Cephe-Yüzey Kavramı Tartışmaları” başlığı ile doktora tezimi yazdım. 1998 – 2002 yıllarında ESOGÜ Mimarlık Bölümü’nde, 2003 – 2009 yılları arasında Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde, 2009 – 2010 yılları arasında Hollanda’da Eindhoven Teknik Üniversitesi’nde akademik kariyerime devam ettim. 2011 yılından beri TOBB ETÜ Mimarlık Bölümü’nde öğretim üyesi olarak akademik kariyerime devam ediyorum. 2013 yılından beri “Yıkım Ekibi” adı altında mimari tasarım stüdyosu çalışmaları sürdürmekteyim. Mimar-mimarlık-kent ve toplum ilişkilerinde tasarımı/mimarı özgün kılacak “düşünsel ve yapısal araçlar üretmeye” odaklanan bir anlayış ile mimarın düşüncelerine hükmeden toplumsal tahakkümleri tartışarak, mimari ve kent mekanına yönelik deneysel çalışmalar ve tartışmalar yapmaktayız. Tasarım stüdyosunda oluşturduğumuz tartışmaları her dönem stüdyo öğrencilerinin katıldığı uluslararası mimari proje yarışmalarında, yüksek lisans öğrencileri ile veya çeşitli paydaşlarla yaptığım ulusal mimari proje yarışmalarında mekânsal bir karşılığa ulaştırıyoruz.

Aynı zamanda, 2012 yılından beri yürütücülüğünü yaptığım Yapı Teknolojileri dersinde, mimarlık birinci sınıf öğrencileri ile “Yapım Ekibi” adı altında yapma eylemine ve kavramına odaklanarak çeşitli çalışmalar yapmaktayım. “Yapım Ekibi” ile konstrüksiyonun şiirselliğine odaklanarak mimarın soyut/maddesiz düşüncelerinin somut hale gelmesinde, düşünceden yapıma gelişen süreci tartışıyor. Bu ders kapsamında yapılan çalışmalar birçok yerde sergilendi ve çeşitli dergilerde yayınlandı.

Teorik çalışmalar ile pratikteki uygulamaları birleştirmek isteği ile 2011 yılında MRTS Mimarlık Ofisini kurarak çeşitli tasarım ve uygulama işleri içinde oldum. Bunun yanında, birçok ulusal ve uluslararası mimari proje yarışmalarına katıldım ve çeşitli dereceler aldım. Mimarlığın ve mimar profilinin, güncel toplumsal ve teknolojik gelişmeler bağlamında, yeniden tanımlanmasının bir zorunluluk olduğu görüşü ile “yıkarak yapmak” düşüncesine dair kuramsal ve pratik çalışmalar üzerine bir pratik ve kuramsal alanda bir kariyer inşa etmeye çalışıyorum.

“Yıkım ekibi” stüdyo çalışmaları temelde mimarlık eğitimine, tasarıma ve yapıma yönelik pratiklerde kendini yoğun biçimde tekrar eden bilgi ve yöntemleri göz ardı etmeyi denemektedir.


“Yapım ekibi” ve “yıkım ekibi” çalışmalarına nasıl başladınız? Projenin başlangıcından ve öncesindeki stüdyo deneyimlerinizden bahseder misiniz?

Yapım ve yıkım ekibi çalışmaları eş zamanlı başlamadı. Önce “yıkım ekibi” olarak adlandırdığım stüdyo çalışmaları ortaya çıktı. Aslında bu stüdyo uzun bir akademik geçmişin ve deneyimlerin bir sonucu olarak doğdu. Düşünsel kökenlerini ESOGÜ Mimarlık Bölümü’nde Murat Uluğ ile yürüttüğümüz stüdyo süreçlerinden ve özellikle Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde Nur Çağlar, Adnan Aksu ve Zeynep Uludağ ile yürüttüğümüz Stüdyo 1 süreçlerinden aldı. Kent ve mimarlık üzerine bir değerlendirme yapmayı ve bunun da eleştirel bir alanda olması gerektiğini düşünüyorum. Bu, bulunduğum tüm stüdyo çalışmalarının her zaman temel tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmalar bir biçimde gelişip, değişip, dönüşerek benim oluşturduğum stüdyo süreçlerinde başka bir boyuta taşındı.

“Yıkım ekibi” stüdyo çalışmaları temelde mimarlık eğitimine, tasarıma ve yapıma yönelik pratiklerde kendini yoğun biçimde tekrar eden bilgi ve yöntemleri göz ardı etmeyi denemektedir. Örneğin dönemi birkaç aşamaya ayırarak ve farklı projeler yaparak ilerlediğimiz birçok dönem oldu. Stüdyoda yürütülen tartışmalara esas olan, önemsediğimiz kavramları farklı içerikleri ile derinlemesine tartışmak bu aşamalardan biri. Düşünsel araçlarımızı bir biçimde elde etmeyi çok önemsiyoruz. Başlangıçta yoğun olsa da aslında tüm stüdyo süreçlerini; tüm aşamaları kapsayan bir düşünsel evre tüm bu sürece hakimdir denebilir. Her dönemin finalini uluslararası bir yarışma ile yapıyoruz ve buna hazırlık amacıyla Ankara dışında bir kente giderek burada geçirdiğimiz süre içerisinde o kente bakışımızın ve mimari okumalarımızın mekansal karşılıklarını geliştirmeye çalışıyoruz. Bu çalışmalar finalde yapılacak yarışma projesinin altlığını oluşturuyor.

“Yıkım ekibi” stüdyo süreci en temelde kentsel, toplumsal ve mekansal eleştiriler üzerine kuruludur. En temel eleştiriyi bugün kentsel mekanlara ve mekanın üretilme sürecine yaptığımızı söylemek mümkün. Yaşanabilir ideal bir kentin temel koşullarını tartışmaya başladığımızda karşı karşıya olduğumuz gerçek çok ürkütücü. Bir kaldırımda yürüyebilmeyi; işinizin, evinizin yakınındaki bir parkta bir ağacın altında oturabilmeyi; AVM’ye gitme çaresizliği içinde olmamayı; trafikte boğulmamayı isterken, bu isteklerimizi bastırmayı da öğrendik. Sonuçta tüm eleştirilerimize rağmen maalesef kentsel ve mekansal donanımları yetersiz bu kentlerde yaşayabilmeyi istemeden de olsa öğrendik. Öte taraftan bir de toplumun oluşturduğu asal bir yapıdan söz etmek mümkün. İçine doğduğumuz ve tüm ilişki biçimlerini bildiğimiz, bu nedenle nasıl yaşayacağımızı bildiğimiz bir yapı bu. “Yıkım” kavramı tam da bu iki yapıyı odak haline getirip bunların mimarlığı nasıl etkilediklerini, mimar profilini nasıl biçimlendirdiklerini tartışır. İçine doğduğumuz her tür kentsel, toplumsal ve mekansal yapının yaşam kalıplarının, koşullarının, düşünce sistemlerinin farkına varmak ve onlarla karşı karşıya gelmek, geliştirdiğimiz eleştirel alanın temel amacıdır. Daha iyi bir kente ve daha iyi mekansal üretimlere bilinçli mimar profilinin katkısının fazla olacağını öngörmekteyiz. “Yıkım ekibi” stüdyo süreçleri, böylesi bir mimar profilinin yaptığı araştırmaları, tartışmaları ve tasarımları barındırmaktadır.

Bir taraftan eleştirirken, öte taraftan eleştirdiğiniz tüm yapıların düşünme ve üretme biçimlerini kullanmamanız gerektiğine inanıyorum.

“Yapım ekibi” ise geliştirmeye çalıştığımız eleştirel ve müdahaleci bakışın mekansal karşılıkları için düşünsel ve yapısal araçlar geliştirme girişimidir. Kenti, toplumu, güncel mimarlığı yoğun biçimde eleştirmek aslında hiç zor bir şey değil. Bu türden eleştiriler birçok farklı ortamda yapılıyor. Fakat eleştirinin sonrasında ne yaptığınız bizim için çok önemli. Bir taraftan eleştirirken, öte taraftan eleştirdiğiniz tüm yapıların düşünme ve üretme biçimlerini kullanmamanız gerektiğine inanıyorum. Çünkü düşünme ve üretmeye yönelik ortak, benzer veya herkes tarafından kullanılan kavramsal ve operasyonel araçlarımız var. Buna “ortaklıklar sistemi” diyorum. Aynı üretim ve düşünce biçimleri üzerine kurulu mimari bir sistemden söz ediyorum aslında. Aynı eğitimden gelen, aynı detayları öğrenen, aynı mimari ifade araçlarını kullanan, aynı tasarlama biçimleri ile donatılmış bizlerin özgün olanı, eleştirel olanı üretebilmesi mümkün olabilir mi? Veya nasıl mümkün olabilir? Bugün en özgün görünen mimari bir yaklaşımın bile hepimize tanıdık gelen bir tarafı var. Tekrarın ve yaratıcı kopyaların boy gösterdiği bir ortamda mimarın yeni düşünsel araçlara ihtiyacı olduğu aşikar. Bu bağlamda “yapım ekibi” bu düşünsel ve yapısal araçları tasarımcıların edinmesinin düşünsel ve nesnel denemelerine odaklanmaktadır. Yapım ekibinin oluşturduğu bu süreci en temelde “tasarım geni” üretimi olarak tanımlıyorum. “Tasarım geni”ni bir tasarım problemini özgün bir biçimde çözmekte en basit/temel yapısal ifade olarak açıklamak mümkün. Öğrencilerle yaptığımız ve tamamen deneysel olarak tanımlanabilecek çalışmalar, sonuçta bu gene ulaşmamızı sağlıyor.

Yapım ekibine ait düşünsel ve yapıma yönelik süreçler TOBB ETÜ Mimarlık Bölümü 1. Sınıf MİM 107 ve 108 dersi kapsamında ortaya çıktı. Mimarlık 1. Sınıf yapı dersinin içeriğini yeniden ele alarak bu tartışma ve çalışmalara başladık. Dersin içeriğinde sabit olan tek şey kavramlar. Büyüklük, beden, teknoloji, teknik, konstrüksiyon, tektonik, biçim, imge, malzeme gibi kavramları dayanak noktamız olarak kullanıyor ve bunlar üzerinden tartışmaları ilerletiyoruz. Diğer taraftan ise “yapma” fikri etrafında kişisel keşif ve üretimlere dayanan bir süreçten söz etmek mümkün. Amaç bir tasarım problemi karşısında, her tür ezberlenmiş/tekrar eden hazır bilgi ve detay yerine, tasarımcıların kavramsal ve yapısal araçlara sahip olmaları. Ayrıca sezgilerinin ve çıkarım yapabilme becerilerinin geliştirilmesi de çok önemli. Ders kapsamında oluşturduğumuz konstrüksiyonlar ve bunun için araç olarak kullandığımız hayvan figürleri öğrencilerin “konstrüksiyon” kavramını ve mimarlık alanında “yapma” eylemini keşfetmesine yarıyor. Ayrıca, konstrüksiyon fikrinin özgün üretimler yapılabilmesinde, mimarın kişisel farklılığını ortaya koyabilmesinde asal bir alan olduğunun kavratılması/tartışılması da dersin amaçlarından biri. “Yapım ekibi”nin oluşturmaya çalıştığı düşünsel ve yapmaya yönelik ortam, tasarımcıların bir tasarım problemi karşısındaki çözümlerini hiçbir ön bilgiye dayandırmadan, bu çözümlerin öncelikle zihinsel olarak tanımlanmasının ve sonrasında çözüme yönelik nesnel üretimler yapabilmesinin koşullarını oluşturmak üzerinedir. Bu sayede yeni düşünsel ve yapısal araçlar geliştirilebilmekteyiz.

Gundela Püresi, Lindur Örümceği, Voooo oyunu gibi farklı tasarım problemleri, tasarımcının kendi soyut düşünme alanını geliştirmesi ve kişisel yapma biçimi ile bunun alt alanlarına yönelik (imge, malzeme, teknik, geliştirilen detaylar) ifadeleri/üretimleri gerçekleştirmesini sağlamaktadır. Üretilen çalışmalar tasarım problemine imge, malzeme, biçim, büyüklük ve yapım teknikleri üzerinden farklılaşmış cevaplar olarak tasarımın sınırsız özgürlükler alanında, “konstrüksiyonun” yeni anlamlarını tanımlamaktadır.

Yıkım kavramı temelde mimarın birey olarak kendini ve toplumunu keşfetmesi süreci olarak değerlendirilebilir.


Yapım ve yıkımı nasıl tanımlıyorsunuz? Bu iki kavram arasındaki ilişkiyi biraz açabilir misiniz?

Bu tartışmayı açmak için öncelikle Platon’un mağara benzetmesinden biraz bahsetmek gerekecek. Platon’un mağara benzetmesi, onun toplumu ve işleyişini eleştirmedeki aracı olarak görülebilir. Bu benzetmede, mağara içindeki mahkûmlar önlerindeki duvara düşen gölgeleri gerçek sanarak bir hayat geçirmektedirler. Ancak bir gün içlerinden akıl ve bilgiyi keşfeden biri cesaretle mağara dışına çıkmayı başarır ve asıl gerçekle tanışır. Bu benzetme biçimine ait düşünsel öz, sonrasında Pierre Bourdieu tarafından Doxa kavramı başlığında irdelenmiş ve toplumsal yaşantıda bizlerin nasıl hareket ettiğini, nasıl düşündüğünü araştırdığı bir tartışma ortaya koymuştur. Aslında tüm dünyada hüküm süren toplumsal şartlar ve gündelik hayatımız göz önüne alındığında her birimiz için gölgelerle dolu bir hayat biçiminden söz etmek mümkündür.

Yıkım ekibi süregelen koşullardan ve eğilimlerden, diğer bir ifade ile düşünceyi aynılaştıran, farklılıkları törpüleyen tüm dinamiklerden uzaklaşma veya yüz yüze gelme sürecidir. Bu durumda, akıllı/bilinçli varlıklar olarak bizlerin özgür, özgün veya farklı düşünememesinde var olan kısıtların ya da tahakkümlerin farkına varmamız önemlidir. Yıkım ekibi toplum, kent ve mimarlık üçgeninde bu kısıtlara odaklanmaktadır. Aslında mimarın düşünce ve üretimlerindeki kısıtlar ortadan kalkmadığı sürece özgün niteliklerde ürünler oluşturmasını beklemek olanaksızdır. Bu çerçevede, yıkım kavramı temelde mimarın birey olarak kendini ve toplumunu keşfetmesi süreci olarak değerlendirilebilir. Mimara zorunluluklar getiren her tür düşünsel çerçevenin fark edilmesinden, bu düşüncelerin dayattığı yaşam veya yaklaşım biçimlerinden uzaklaşmaya kadar her şeyi yıkım kavramı başlığı altında tartışıyoruz. Bu noktada tartışmalarımızı derinleştirmek için çeşitli sorgulamalar yaptığımız söylenebilir. Mimarlıkta niteliği ve özgün olanı nasıl tanımlarız? Mimarlıkta mekanın niteliğini belirleyen yaklaşımlar ne söylüyor? Kentler kentliler için yaşanabilir mekansal donatılara sahip mi? Mimarlığı ve kentleri biçimlendiren toplumsal dinamiklerin arka planında ne var? Mimarın bu toplumsal yapıdaki yeri nedir? Bunlar gibi sorular aslında yeni sorular üretmemize yardımcı oluyor. Bu düşünsel süreçte arkada bıraktığımız her şeyi “yıkım” kavramı altında değerlendiriyoruz.

Yapım ise tam da bu noktada devreye girmekte. Arkanızda bıraktığınız değer ve bakış açılarının yerine ne koyduğunuzu yapım kavramı ile ifade etmeyi tercih ettik. Aslında yapım ve yıkım kavramları dil bilgisel anlam karşılıklarının barındırdığı yok etmek veya oluşturmak anlamlarının ötesinde değerlendirmeye çalıştığımız söylenebilir. Yapım ekibi tartışmaları ve eylemleri ile tasarımcıların özgün olanı üretebilmesinde ve bir şeyi alışılagelmiş halinden öteye taşıyabilmesinde düşünsel ve yapmaya yönelik araçlar edinebilmelerini sağlamaktadır.

Gundela püresi, Lindur örümceği veya voooo oyunu gibi tasarım problemleri karşısında düşünmeye başlandığında ufuk açıcı bir süreç gelişiyor.

“Yapım ekibi” stüdyonuzu genelde bitki, hayvan veya insan bedeni temaları ile yürütüyorsunuz. Bu çalışma birey, beden, çevre ve mimarlık arasında nasıl bir arayışın ürünü?

Aslında doğrudan veya bilinçli olarak belirlenmiş bir ilişki yok. “Yapım ekibi” başlığı altında yürüttüğüm Yapı Teknolojileri dersi, iki dönemi kapsayan bir bütün. Sizin sorgulamaya çalıştığınız birey, beden, çevre gibi faktörler dersin içeriğine farklı bir yönden dahil oluyor. Daha önceden de belirttiğim gibi bu derste farklı düşünebilmenin, eleştirel olabilmenin kavramsal ve yapısal araçlarını üretmeye ya da edindirmeye çalışıyoruz. Bu süreçte yapılmaya çalışan şey aslında düşünce ve üretim arasında kişiye özel üretimler tanımlamaktır. Gundela püresi, Lindur örümceği veya voooo oyunu gibi tasarım problemleri karşısında düşünmeye başlandığında ufuk açıcı bir süreç gelişiyor. Problem olarak ortaya konan şey var olan bir duruma işaret etmediğinde önce problemi inşa etmek gerekiyor. Gundela püresi diye belirli bir şey yok. Burada amaç öncelikle pürenin ne olduğunun tasarımcı tarafından sorgulanması. Püre nasıl yapılır diye bakması gerekli. Bir sıfatla tanımlanan her şeyde olduğu gibi püreye özellik katacak Gundela ise onun için özgün olan ile buluşmanın aracıdır. Bunun anlamı, püre gibi basit sayılabilecek bir yemeğin yöntem ve içeriğini kendi zihninde öncelikle tanımlamanın kaçınılmaz olmasıdır. Ancak püreyi doğru kavrarsanız ve Gundela’nın ne olabileceğini geliştirirseniz hem problemi hem de olası çözümlerden birini geliştirebilirsiniz. Hele de bunu bir maket olarak yapacaksanız çok fazla şeyi sorgulamanız beklenir. Kıvamını nasıl ifade edeceksiniz; bir porsiyon Gundela püresinin boyutlarının ne olduğunu nasıl tanımlayacaksınız; düşüncenizi nesneleştirirken nasıl yapacaksınız; tüm bu sürecin malzemesi nedir? Tüm bunlar öncelikle zihinsel bir derinliği, sonrasında yapısal bir üretimi gerektirmekte. Dolayısıyla tüm bedensel, çevresel şeyler ders kapsamında bir şeyin yeniden özgün olarak üretilmesindeki aracılardır bizim için.

“Yıkarak yapmak” sözü sizin için ne anlama geliyor? Yıkımın tasarımın özgünlüğüne ne şekilde hizmet ettiğini düşünüyorsunuz?

Yıkarak yapmanın, olası bir çözüm için her seferinde her şeye yeniden başlamak demek olduğu söylenebilir. Bir durum ya da tasarım problemi karşısında özgün olanı üretmenin koşullarının aranması veya zorlanması olarak da ifade edilebilir. “Yıkarak yapmak” sözü tüm düşünce kısıtlarına, standart veya kendini tekrar eden üretim biçimlerine, birbirine eşdeğer yaklaşım tarzlarına, ortak beğeni ile gelişmesi zorunlu görülen tasarım dillerine, sonuçta ne çıkacağını garanti eden kavramsal ve yapısal eğilimlere, riski en aza indiren her tür tasarım yaklaşımına bir karşı duruş anlamına geliyor. Bir eylem biçimi olarak “yıkarak yapmak” fikri gerçekten önemli. Sonuçta bir dizi eylemi barındırıyor ve deneyimi ortadan kaldırıyor. Bir özgürleşme biçimi olduğunu söylemek mümkün. Bir şeyi yıktıktan sonraki anların büyük bir özgürlük barındırdığı açık. Özgür olmanın yöntemini geliştirmeye başladığınızda yapılabilecek çok fazla şey olduğunu tasarımcıların hissetmesi “yıkarak yapma” düşüncemizin amaçlarından biri aslında. Kısıtlar ortadan kalktığında elinizde düşünsel ve üretmeye yönelik araçlarınız varsa özgün olana ulaşabilmek mümkündür denebilir.

Bugünlerde, mimarlık alanında mimardan beklenen şeyler ve onun düşünce/üretme biçimi o kadar belirgin ki bizlerin bu biçimin sınırları içinde kalmak dışında yapabileceği başka çok fazla bir şey yokmuş gibi görünüyor. Bir tasarım problemini çözmenin araçları mimarlara neredeyse bir tarif biçiminde verilmiş durumda. Eğitim de, pratik alan da bu araçların kullanılması ile oluşturulmuş ifadelerle dolup taşıyor. Eğitim ve pratik alanda güncel üretimlere bakıldığında sonuçlar ortada. Özgün olan bir şey varsa ona ne kadar yaklaşılıyor? Bu önemli bir sorgulama alanıdır.

Aslında “Mimara nasıl düşüneceğinin tarifleri, yöntemleri verilmiştir.” demekle, günümüz mimarlık ortamına hakim olan iklimden ve onun pek de bir şey barındırmayan sonuçlarından söz ediyorum. Oysa bir tasarım problemi karşısında farklı düşünmenin o kadar çok yolu/yöntemi olduğunun farkına varmamız gerekiyor. Birazcık farklı düşünebilmenin yollarını veya yöntemlerini aramak gerekiyor. Bu çerçevede, “yıkarak yapmak” mimar için var olanın, süregelenin, bilinenin dışına çıkmanın ve sahip olduğu düşünsel ve yapmaya yönelik araçları ile elde edeceği özgün üretimleri ifade eder.

Stüdyo sonucu ortaya çıkan ürünlerde öğrencilerin ortak çalışmalarının izleri görülüyor. Birlikte iş yapma kültürü sizin için ne ifade ediyor?

Ortak çalışma yıkım ve yapım ekibi çalışma sürecimizde sürekli tercih ettiğimiz bir durum değil. O dönem yapılan işin büyüklük ve niteliğine göre ortak çalışma koşulları oluşturulabiliyor. Örneğin öğrenciler kendi bedenlerini 1/1 ölçekli yaptıkları veya ¼ ölçekli fil yaptıkları dönemlerde bireysel çalışmalar yaptılar. Fakat zürafa ve kırkayak yaptığımız dönemlerde çalışmalarını ikili gruplar halinde yaptılar. Ortak çalışmanın bizim için anlamı biraz daha farklı. Yapım ekibi kapsamında dönem sonu çalışmaları yaklaşık 6 veya 7 hafta sürüyor ve bunun son bir haftasını, stüdyodan neredeyse hiç çıkmadan çalıştığımız ve 7×24 olarak adlandırdığımız bir süreç ile tamamlıyoruz. Bir hafta hatta bazen daha fazla bir süre boyunca ürünlerin yapılması süreci yapısal içeriğin geliştirilmesinde ve malzemeye yönelik yapma biçiminin üretilmesinde herkesin birbirinden bir şeyler öğrendiği bir etkileşim ortamını tanımlıyor. Her bir ürünün yapısal özelliği, büyüklüğü, biçimsel yapısı bir diğeri için bir bilgi alanı oluşturuyor. Oluşan üretim ortamında ortak çalışmanın anlamı beliriyor; herkes hem kendi üretimlerinden bir şey öğreniyor, hem de bir diğerinin üretiminden veya çalışmalarında bir şeyler öğreniyor.

Düşüncenin nesneye dönüşme süreçleri kişinin/mimarın ne kadar derin düşündüğü ile alakalı.


Mimari anlatım teknikleri içinde maket ve dijital araçların kullanımını nasıl yorumluyorsunuz?

Maket, hem yapım hem de yıkım ekibi çalışmalarında olmazsa olmaz bir düşünce ve üretim aracı. Maket yapmanın şiirsel bir içeriği olduğuna inanmaktayız. Maket, hata yapabilme şansını ve rastlantılarla bir şeyin farklılaştırılabilmesinin olasılıklarını size sunar. Belki daha önemlisi maddeyi biçimlendirmenin, ona temas etmenin ve farklı çatkılar üretmenin ihtimallerini barındırır. Maketi hiçbir zaman bir sunum aracı olarak görmüyoruz. Maket bizim tüm çalışmalarımızda sürecin bir parçasıdır. Hatta maket yapısal içeriğin kurulmasında temel aracımız.

Bu dönem Yapım Ekibi dönem sonu çalışmalarında kırkayak yapıldı. Başlangıçta yaptığımız çizimleri panoya dizip çizimlerin karşısına geçince zor bir işe girdiğimizi anladık. Fakat yaparak ilerlemek etkili çözümlere ulaşmanıza yardımcı oluyor. Tasarımcıların ürettiği yirmi modülün tamamında farklı üretimler ve yapısal sistemler gelişti. Başlangıçta iki boyutlu olarak yaptığımız çizim hacimsel ve konstrüktif bir nitelik kazandı ve bunu çalışma sürecinin devamında geliştirdik. İşler ilerlerken, hiç bilmediğimiz ve beklemediğimiz yapısal çözümler geliştirdik. Bu nedenlerle daha ilk dersten itibaren ekiplerin maket yapmalarını sağlıyoruz.

Dijital teknolojilerin güncel mimarlık ortamlarında önemi son derece büyük. Bunu çok desteklediğimizi söyleyebilirim. Dijital tasarım ve üretim yöntemlerini kaçınılmaz olarak çok iyi bilmemiz gerektiğine koşulsuz inanıyorum. Bununla birlikte, bir şeyin nasıl üretilebileceğine yönelik kişisel bir bakışımızın olması gerektiğine de inanıyorum. Aksi durumda mimarlar teknolojinin uzantısı haline geliyor. Mimarın bir diğerinin yaptığından nasıl farklı olabileceğini bilmesi, bugünün teknolojik dünyasında önemli bir sorunsal. Düşüncenin nesneye dönüşme süreçleri kişinin/mimarın ne kadar derin düşündüğü ile alakalı. Bu nedenle düşüncenin araçları halinde kaldığı sürece maket ve dijital araçların önemli olduğuna inancım tamdır. Aksi durumlarda, teknolojinin düşünceyi yönlendiren bir güç haline geldiği noktada, mimarın ve mimarlığın varlığından söz etmek bence mümkün değil.

Yaptığınız işlerin birçok kez sergisini de düzenlediniz. Sergileme süreci nasıl gelişti? Sonrasında nasıl geri dönüşler aldınız?

Sergileme süreci ilk olarak 2014 yılında “Sizi Bekleyenler Var” teması ile tasarımcıların kendi bedenlerini 1/1 ölçeğinde yaptıkları dönem sonu çalışmasının sunulması ile gerçekleştirildi. Takip eden yıllarda “Size Gelenler Var”, “Size Tepeden Bakanlar Var” ve “Arkanda Kırkayak Var” başlıkları ile bu sergiler devam etti. Bizim için sergilemek, oluşan zihinsel sürecin ve buna ait ürünlerin mimarlık ortamına açılması anlamına geliyor. Hep çok olumlu geri dönüşler ve büyük destekler aldık. Sergiler sayesinde, mimarlık bölümü birinci sınıf öğrencilerinin üretimlerini mimarlık ortamında paylaşmaları ve bu üretimler karşısında oluşan ilgi, onların yaptıkları işe ve bu işin arka planındaki kuramsal içeriğe olan inançlarını arttırıyor. Ayrıca serginin hazırlanma süreçleri ve sergi açılışı, okul ruhunun kazanılmasında ve kendileri ile gurur duymalarında önemli rol oynuyor. Her bir sergi, bir sonraki dönem gelen öğrencilerde de daha iyisini yapma isteklerinin doğmasını sağladı. Hep daha iyi bir sergi oluşturduk. Her dönemin ürünleri, bir önceki dönemin yapısal ve zihinsel bilgisinin içselleştirilmesi ve onlar üzerine yeni şeyler eklenmesi ile kuruldu.

Etiketler

Bir yanıt yazın