“Benim Bildiğim Vakıf Üniversitelerinde %90’ında, Mekan Yetersizliği Var!”

Türkiye'deki mimarlık eğitimin durumunu tespit etmeyi amaçlayan Arkitera Kampüste projesi kapsamında ziyaret ettiğimiz Yeni Yüzyıl Üniversitesi'nde sorularımızı Mimarlık Bölüm Başkanı Doç. Dr. Fikret Evci'ye yönelttik.

Arkitera: Mimarlık eğitiminizin bulunduğunuz kentle ilişkisini nasıl kurarsınız? Kentin eğitiminize katkıları ya da eğitiminizin kente katkıları var mı, olacak mı?

Fikret Evci: Tabii ki mimarlık eğitiminin genel olarak tüm dünyada, eski daha doğrusu geçmişi uzun yıllara dayanan tarihi kentlerde yapılması çok önemli. Tarihle mimarlık iç içe. Kültür kavramı, mimarlıktan türeme bir kavram. Dolayısıyla mimarlığın bu tür kentlerde olması, hele ki İstanbul gibi kentlerde yapılması tabii ki çok önemli. Çevre ilişki, geçmişteki yapıların öğrenciye tanıtılması, bunların ülke kültürüne olan katkıları öğrenciyi de eğitim açısından etkilemekte. Dolayısıyla bunu mümkün olduğu kadar kullanmaya çalışıyoruz. Özellikle birinci sınıflar Türkiye’nin çeşitli yerlerinden geliyor. Hatta bazıları direk köylerden geliyor. Belki çevresinde büyük şehirleri bile tanımadan… Orta eğitimde de artık sanat tarihiyle ilgili bilgiler verilmediğinden dolayı hatta Mimar Sinan’ı bile tanımadan eğitime başlamak zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla burada onları hem kente alıştırmak, kenti tanıtmak hem de eğitime katkı verebilmesi için kent gezileri yapıyoruz.

Eğitimimizin kente katkıları var mı?

Var tabii ki, çünkü biz bütün projelerimizi kentin bir parçası içinde yapıyoruz. Yaptığımız projeler üzerinde eleştiri almaktan da sakınmıyoruz. Hatta ve hatta seçerek yayınlamıyoruz. İyi kötü bütün projeyi yayınlamaya çalışıyoruz.

Türkiye’de günümüz mimarlık eğitimine karşılık gelen stüdyolar ve derslikler yeterli midir? Geleceğin daha yaratıcı ve özgürleştirici mekansal karşılıkları mimarlık eğitiminde nasıl karşılık bulabilir? Şu anda sahip olduğunuz eğitim mekanlarınızı değiştirebilir misiniz?

Hayır değiştiremeyiz. Üniversitelerde hemen hemen her vakıf üniversitesi mimarlık fakültesi açıyor; çünkü mimarlık eğitiminde herhangi bir yatırım yapmaya gerek yok. Bir mekan, masa, sandalye yeterli oluyor; ama bu mekanlar yeterli mi? Asla yeterli değil. Bir masada iki öğrenci oturtuluyor. Bunu seksenli yıllarda da yaşadım ben. Karadeniz Teknik Üniversitesi’ydi ve aniden bir kontenjan çoğalması oldu. Mekanlar birden bire yetersiz kaldı. Yani Mimar Sinan nasıl yanındaki kalfaları mimar olarak yetiştirmek için birebir eğitiyorsa bizde de hala bu usta çırak ilişkisi var. Dolayısıyla mekanların önemi çok büyük. Yani o atmosferi, öğrencilerin yaptığı çalışmaları, her şeyi orada sergileyebilmemiz lazım. Bize ait olan şu anda iki tane mekanımız var. Diğer mekanlar bize ait değil. O bir mekanı da kendimize özgü bir takım verilerle duvarlara koyup hoş bir alan haline getirmeye çalışıyoruz. Kaldı ki bahsettiğim mekan hep gün ışığı görmüyor. Elektrikle aydınlanıyor. Elektrikler kesilince eğitim yapamıyorsunuz. Halbuki başlangıçtan itibaren güzel bir şekilde mimarlık fakültelerinin bu ihtiyaçları karşılansa çok da öyle alanlara da ihtiyaç yok. Bu bölüme dört tane büyük mekan tahsis edilse her türlü ders orada yapılabilir. Bu stüdyoların bir arada çalışması zaten mümkün. Hatta biz tercih ediyoruz. Aynı stüdyoda çeşitli senelerden, yarıyıldan öğrencilerin çalışmalarının bir arada olmasını… Dolayısıyla buradan şu çıkıyor, şu anda benim bildiğim vakıf üniversitelerinde %90’ında diyebilirim, mekan yetersizliği var. Bunların da öncelikli olarak çözülmesi mümkün değil gibi gözüküyor. Nedeni de bunların hep mühendislik mimarlık fakültesi şeklinde oluşturulması. Son zamanlarda mimarlık ve tasarım fakültesi veya güzel sanatlar ve tasarım fakültesi şeklinde bir takım şeyler yapılıyor; ama bunların da sadece şekilsel olduğunu düşünüyorum Bu mekan sorunlarının yeni planlanan kampus üniversiteleri dışında çözülebileceğini zannetmiyorum.

Mimarlık eğitim için, öğrenciler için çalıştıkları mekanlar tabii ki ufuklarını geliştiren mekanlardır. Özellikle vakıf üniversitelerinde ciddi bir sorunumuz var; ama devlet üniversitelerinde de siz olduğunu söylüyorsunuz. Tabii biz de biliyoruz ki vakıf üniversitelerine göre nispeten daha iyiler ama…

Bunun sonucunda üllkemizde biraz mimarlık eğitiminin kalitesinde düşüş mü oluyor acaba?

Var tabii ki. Bu kadar çok mimarlık bölümü açılırsa tabii ki düşecek; çünkü bir öğretim üyesi öyle kolay yetişmiyor ki. Yani yardımcı doçent denilen kavram zaten üretilmiş bir kavram. Yani şu anda bir çok bölüme gidin, mimarlık bölümünde, yardımcı doçentlerin bölüm başkanı olduğunu göreceksiniz. Hele hele iç mimarlıkta bir felaket durumda. Dolayısıyla buradaki eğitimlerin böyle çok çok iyi olması mümkün değil. Seksenli yıllarda devlet üniversiteleri, yani birleştiği zamanlarda, akademiler üniversite haline geldiği zamanlarda, ilanlar vardı “mimar aranıyor”. Yanında yazıyor “İTÜ veya ODTÜ” diye. Diğerlerinden almazlar. Şimdi o devir geçti. Şimdi bazı vakıf üniversitelerinden öğrenci kabul edilmiyor. Nedeni, iyi yetişmiyor olması. O büro tabii ki kendine fayda veren elemanı tutmak isteyecektir. Bakıyor, yeterli faydayı alamıyor, gönderiyor, daha sonra da oradan eleman kabul etmemeye başlıyor. Yani bu çok önemli bir hadise. Bunları da tabii etraflıca incelemek lazım. Örneğin bizde 160 kredi civarında ders var; ama benim bildiğim toplamda 90 kredilik ders yapıp da mezuniyet veren üniversiteler var. Yine vakıf üniversitelerinden bahsediyorum. Bunlarla ilgili her hangi bir çalışma yok. O da mimar ünvanı veriyor, biz de mimar ünvanı veriyoruz. Biz iyi miyiz? Kendi çapımızda iyiyiz diye düşünüyoruz; ama tabii ki sorunlar var.

Etiketler

Bir yanıt yazın