Partilerden Sıkıldınız mı Kuzum? O Zaman Oylar Şafak Başgan’a!

"Büyükşehir değil Butik Şehir" diyen İBB Başkan Adayı Şafak Tanrıverdi ile İstanbul renklenecek.

Yerel seçim sürecinde İstanbullular yeni bir başkan adayıyla tanıştılar: Şafak Tanrıverdi. Bağımsız aday olan Tanrıverdi, aslında partilerden önce adaylığını açıklayan ilk isim. “Hedef 1963” sloganıyla yola çıkan Şafak Başgan ilginç vaadleriyle seçim sürecinde en çok konuşulan isimlerden biri oldu. Hedef 2023 iken o İstanbul’u 50 yıl geriye götürmeyi, “yatarak yönetim” dediği bir belediyecilik anlayışı vaad ediyor. Aslında vaadleri kulağa “çılgınca” gelse de neyin çılgın olup neyin çılgın olmadığına karar vermenin zorlaştığı şu ortamda belki de çıkış yolu sunan tek aday.

Şafak Başgan bildiğimiz siyasetçilerden değil, sabah 9 akşam 6 çalışan bir vatandaş. Bu yoğun dönemde başkan adaylarından randevu koparmak için kırk takla atmak gerekirken biz Başgan’ı ofisimize davet ettik, projelerini ve hayalindeki kent vizyonunu konuştuk. İşte Şafak Başgan’la senli benli samimi muhabbetimiz.

Aday olmaya nasıl karar verdin?

Bu hikaye, Sırrı Süreyya Önder’in “Yaz gazeteci ben İstanbul’a adayım” cümlesine sinirlenmemle başladı. Gezi eylemlerinde zaten aday olması konusu konuşulmaya başlamıştı ama orada hukuksuz bir duruma biz vatandaşlar nasıl karşı durduysak sen de o da İstanbul milletvekili olarak görevi gereği karşı durmuştu. Bütün bunların yanında İstanbul’da hala kapalı kapılar ardında pazarlık yapılması, oy oranını arttırmaya yönelik istatistikler üzerinden masa başında seçim söylemlerinin oluşturulmasına zaten sinirlenirken Önder’in de bunu söylemesi üzerine “hadi ben de adaylığmı koyuyorum” dedim. Önce facebook sayfamızı oluşturduk. Bu hikaye espri olarak başladı, başta kimse ciddiye almadı. Mesela s,yasetçiler mal varlıklarını açıklıyordu, biz de açıkladık. Bozuk amfi, 100 TL’ye bilmemkimden aldığım gitar, toplama bilgisayar vs. diye. Sonra sloganları, vaadleri belirledik, zaman içinde de kendiliğinden olgunlaştı. Yine kimse ciddiye almıyordu. Resmi adaylığı yapana kadar kimseyi inandıramadım.

Vaatlerini nasıl belirledin?

4 temel vaadle çıkıyoruz. Şimdi bakıyorsun, belediye seçimlerinde genel vaadler veriliyor. Mesela İstanbul’daki projenin vaadini Samsun’daki seçimde kullanıyorlar. Genel seçim havasında yerel seçime giriyoruz. Eskiden siyasette adaylar biraraya gelip tartışabiliyordu, şimdi iş düelloya döndü. Vaadlere baktığınızda doğru düzgün vaadler de göremiyorsunuz. Biz de dedik bu ortamda kendi vaadlerimizi, projelerimizi söyleyelim. Belirlediğimiz 4 vaad aslında içinde kendi alt mesajlarını barındırıyor.

Belediye binasını yıkıyorum

Birincisi, belediye binasını yıkarak işe başlayacağız dedik. Bunun altında sembolik bir tavır da var. belediye binasını yıkıyorsun, makamı, koltuğu yıkıyorsun. Homeoffice belediyeciliği öneriyoruz. Hem işlerin kolaylaşması, hızlanması için hem de işe geliş gidişlerle kentte oluşan trafik sorunu için bir çözüm olacak. Belediye olarak özyönetim, yerinden yönetim, yatarak yönetim anlayışını geliştirmek istiyoruz. Bu gerçekleştirilmesi zor bir vaad değil. Yerinden yönetim, denetim, şeffaflaştırma diyorsuz. Belediye meclislarinde kararlar bir şekilde alınıyor. Ben neden bu kararların nasıl alındığını oturduğum yerden göremiyorum. Tabi bu belediyeyi ben yönetmeyeceğim, beraber yöneteceğiz. Katılımın önünü açacağız. İnsanlar bu sistemin içinde boğulduğu için katılıma açık değil. hep birlikte yönetebilmek için katılımcı belediyeciliği geliştireceğiz.

Bağcılar’a Özerklik

Özerklik dendiği zaman sadece Kürt bölgesi algılanıyor. Ama düşündüğümüz zaman İstanbul’da da özerklik gerekli değil mi? Birkaç sene önce Bağcılar’ın nüfusunun Türkiye’deki birçok büyükşehir belediyesinin nüfusundan fazla olduğu gibi bir haber çıkmıştı. Böyle bir şey mümkün olabilir mi bir ilçe belediyesi için? Bu yüzden özerklik meselesi şart. Bu konuyu bir polisle bile konuşmuştum. Berkin Elvan’ın cenazesinde bir belediye başkan adayı olarak Gezi Parkı’na girmek istedim. O sırada polisle sohbetim oldu. Konuşma sırasında biri “polis teşkilatının yerel yönetimlere bağlanmasını istiyorum” dedi. Ben de orada “benim vaadlerimden biri de özerklik” dedim. Hep Kürt meselesiyle tartışıldığı için yanlış anlaşılıyor, benim de kastettiğim bu.

Vaadler ütopik değil. İnsanlar bu sorunları sokakta, kahvede konuşmuyor değil. Bir siyasetçilerin diline bakıyorsun bir de sokağa çıkıp halkın ne konuştuğuna bakıyorsun. Apolitik zannedilen topluma karşı doğru bir dil kullanılması, doğru kodlarla konuşulması uzun cümlelere boğmamamız gerekiyor.

İkincisi ücretsiz ulaşım. Normal tarife 50 kuruş olacak, öğrencilere ve 50 yaş üstüne ücretsiz. Ulaşım için kabaca bir hesep yaparak buna ulaştık. İlk etapta ücretsiz olsun istemedik çünkü o kültürün yerleşmesi için zamana ihtiyaç var. İnsanlara bunun da gerçekleşebileceğini kademeli olarak göstermek lazım. Ulaşımın ücretsiz olması da bir haktır.

Hedef 1963

Üçüncüsü, İstanbul’u 50 yıl geriye götüreceğiz. Biz sloganları çok sık kullanıyoruz, önemli olan bunların altını nasıl doldurduğumuz. Mesela “her yer Taksim her yer direniş” sloganını “her yer metro her yere metro” diye değiştirmişlerdi. Biz de onu alıp “her yerde retro, her yere retro” diye geri çevirdik.

50 yıl geriye götürme fikri de sıkça kullanılan ilericilik, gericilik, kalkınma kavramlarına bir eleştiriydi. 100 yıl öncesinin kavramlarıyla siyaset yapıyorlar. Bu kent bu kadar nüfusu kaldıramayacak ve hala daha fazlası gelsin diye bir uğraş var. Nüfus arttıkça çözülemeyecek sorunlar ortaya çıkacak. O yüzden küçülmeyi hedefleyerek “büyükşehir değil butik şehir” diyoruz. Hedef 50 yıl geriye götürmek. Aslında siyasetin klişelerine de bir tokat çakıyoruz. İleri olan şey hep güzelmiş gibi sunuluyor. Evet, biz İstanbul’u 1963’e geri götürmek istiyoruz, en azından daha yaşanılabilirdi, farklı kültürler vardı. Mesela 1960’ların planlarını açıp bakalım kentte ne vardı, ne yoktu dedim. Bırakın 3. köprüyü 1. köprü bile yoktu çünkü ihtiyaç yoktu.  

İçki, toplumun yaşam alışkanlıklarından biriydi

Son olarak Beltur’larda makul fiyatlarda içki servisi yapılacak dedik. 1990’ların sonunda 1 bira kutu koladan ucuzdu. Bunu toplumun yaşam alışkanlıklarından çıkarıyor, evde dizi izleyip çay içmeye mahkum ediyorlar. Eskiden içkili-içkisizi lokanta vardı. Sanayi tesislerinde, lokantalarda meşrubat gibi bir duble rakı da içiliyordu. Eski dizilere bakıyoruz; mesela Bizimkiler dizisinde Cemil vardı. Neredeyse her bölümde içkili sahne vardı. Bunu yaşamın içinden kopararak muhafazakarlığı buradan dikte ediyorlar. Ben de dedim ki Beltur’larda makul fiyata içki servisi olacak. Mesela Hamidiye Su var, onun yanında bir de Hamidiye Birası üretilsin.

Bir afişinde “İstanbul’a gökdelenler değil göğe bakma durakları yakışır diyorsun?” Şuanki fiziki çevre hakkında ne düşünüyorsun? Seçimleri kazanırsan ne yapacaksın?

Ben Kuzguncuk’ta oturuyorum, karşıya baktığımda gökdelenlerin oluşturduğu yapay dağı görüyorum. Dikey yapılaşma en azından silüeti bozmayacak seviyeye çekilebilir. Neden yapılamasın? Zaten kenti küçültmeyi hedefliyoruz, homeoffice çalışmayı öneriyoruz birçoğuna gerek kalmayacaktır.

Benim yönetim modelimde benim bir hükmüm kalmayacak

Ofisimize geldin, karşılıklı oturmuş senli benli muhabbet ediyoruz. Seçildikten sonra da seni halkın arasında bu samimilikte görebilecek miyiz?

Yerinden yönetim dediğim şey budur zaten. Tabi İstanbul’da 17 milyon insan yaşıyor, bu insanların hepsinin bana ulaşması sıkıntı olacaktır. Ancak benim yönetim modelimde benim bir hükmüm kalmayacak. Bana ulaşmak yerine mahallesindeki bir komiteye ulaşmak isteyecek. Benim şuanki yaşam tarzım neyse onu devam ettireceğim. Tabii ki zor bir iş olacak, 5 yıl boyunca büyükşehir belediyesini yöneteceksin ve kendi yönetim modelini oluşturacaksın. Bir de, algıları kırmak lazım. “Şimdi ulaşabiliyorum seçildiğinde ulaşamayacağım” diye düşünülüyor ancak belki de bana ulaşmak istemeyecekler. Ulaşmak isterlerse de başkan vatandaşla aynı yere gidebilecek bir başkan olacak, her yerde görebilecekler. Sahte ilişki ağlarına girmeyeceğim.

Eleştirdiğim insanlara benzemek yerine hayatıma olduğum gibi devam edeceğim

Kazanamazsan yerel politikaya ilgin devam edecek mi?

Kamu yararına bir şeyleri değiştirmeyi istiyorsam, katılımcılığı hayatımın bir parçası yapıyorsam evet, bundan sonra da yerel politikada yer alacağım. Sonuçta benim hayatta bir duruşum, kimliğim var. Sisteme dahil olmadan bir şekilde sistemin açığını bulup deşifre edebilirsin. Hiçbir şey yapamasan duvarlara orada… geziden çok önce duvarları dolduranlar da vardı. Bizi engelleyen bir şey yok. Tabi bundan sonra Şafak Tanrıverdi olarak hayatta yapmak istediğim projeler var, bundan önce de vardı bundan sonra da olacak. Ama bunu, bu kampanyanın bir kazancı olacak şekilde yapmayacağım. Milletvekili adayı olmayacağım veya bir partiden teklif geldiğinde kabul etmeyeceğim. Çünkü o zaman eleştirdiğin siyaset kültürünün içine düşeceksindir ve o senin kişiliğini de etkileyecektir. Bu zamana kadar bunu tercih etmedim, bundan sonra neden edeyim? Eleştirdiğim insanlara benzemek yerine hayatıma olduğum gibi devam edeceğim.

Etiketler

Bir yanıt yazın