Öyle Bir Proje Yapalım ki Dünyada Ses Getirsin İstedik

Varyap'ın Genel Müdürü Erdinç Varlıbaş ve 1956'da kurulmuş dünyaca ünlü Britanyalı mimarlık ofisi RMJM'nin yöneticilerinden biri olan Chris Jones ile Türkiye'nin LEED sertifikalı ilk konut projesi olacak Varyap Meridian hakkında konuştuk.

Burcu Öztaşkın: Bize RMJM hakkında bilgi verebilir misiniz?

Chris Jones: Biz Britanya merkezli, dünya çapında faaliyette olan bir firmayız. RMJM bir mimar olan Robert Matthew ve bir şehir plancısı olan Stirrat Johnson Marshall tarafından kuruldu. Biri binaları, diğeri de binalar arasındaki boşluğu tasarladı. Ve biz hala bu mirası sürdürüyoruz. Yıllardır tasarım odaklı mimarlık tutkusu ile yolumuza devam ediyoruz. Bu tasarım odaklı bir mimarlık pratiği. Dünyanın farklı bölgelerinde 14 ofisimiz var. Asya’daki merkez ofisimiz Hong Kong, Birleşik Devletler’deki New York’ta, Orta Doğu’daki Dubai’de ve Birleşik Krallık’taki de Edinburg’ta. Ayrıca Moskova ve Sen Petersburg’ta da ofislerimiz var. Dünya çapında 50’nin üzerinde milletten toplam 1.200 çalışanımız var.

BÖ: Yarışmayı nasıl öğrendiniz?

CJ: İlginç bir şekilde, bunu bir müşterimiz aracılığıyla ögrendik. Erdinç Varlıbaş ile Amerika’daki bir ULI konferansında tanıştık. Erdinç müşterimize karma kullanımlı içeriği olan bir proje yarışması ile, ortak çalışmak için Amerikan firmaları aradığından bahsetmişti. Ve müşterimiz de bizi Erdinç’le tanıştırdı. 2008 Haziran ayının başında New York’ta onunla görüştüm ve bizi gelip şehri ve proje arazisini görmemiz için İstanbul’a davet etti. Biz de İstanbul’a geldik ve Erdinç bize şehri, kültürü gösterdi ve bizi yarışma arazisine götürdü. Yerleşimi açısından sahip olduğu olağanüstülükten dolayı bunun harika bir fırsat olacağını düşündük. Karma Kullanım konusundaki bir gelişme projesine katabileceğimiz ayrıcalıklar vardı. Dolayısıyla yarışmaya katılmayı kabul ettik ve önerdiğimiz proje ile birinci olduk.

BÖ: İstanbul’da ne kadar süre kaldınız?

CJ: İlk aşamada 5 gün kaldık.

BÖ: Sadece yarışma arazisini mi gördünüz?

CJ: Ataşehir’i gördük, Erdinç bize Kadıköy ilçesini gezdirdi. Bunun dışında Tarihi Yarımada’yı gördük. Ortağımla beraber özellikle tarihi mekanları gezmek istedik. Boğaziçi, Topkapı, Süleymaniye, Sultanahmet Camii, Ayasofya ve Kapalı Çarşı’ya gittik. Yani şehrin ana prensiplerini anlamak konusunda oldukça iyi hissettik. Bu arada trafiğe de takıldık tabii (gülüyor).

Bence kente bu kadar zenginlik katan, iki kıtanın farklılıklarının ürettiği boşluklar. Ve bu durum her iki yakada da baskın bir etkiye sahip. Çalışmak için çok zengin bir kültür.

BÖ: Yani Ataşehir’deki diğer konut projelerini de gördünüz, onlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

CJ: Bazılarının oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Ancak bizim önerimizin çok farklı bir yaklaşımı var. Gördüğüm projeler ekonomik temelli ve çoğunluğun taleplerine dayanıyor. Tekrarcı, ekonomik, pazarın taleplerine cevap veren ve insanların istek ve beklentilerine yönelik projeler. Hissettiğimiz şey, alana biraz daha özgün birşey getirebileceğimizdi ve tabii piyasaya da. Ortada bir talep olduğunu farkettik. Fakat bu aynı zamanda kültürel açıdan çok zengin ve entellektüel bir şehirdi ve konut yapıları tipolojisi daha zengin ve gelişmiş olabilirdi. Aynı zamanda bazı mevcut konut alanlarını da inceleyerek, projeyi sürdürülebilirlik açısından da ele almak istedik. Yani yapmak istediğimiz şey bunları tasarımda anahtar öğeler olarak kullanmaktı. Binaların yönelişlerini, kaplamalarını, malzemelerin nasıl seçildiğini, iklim koşullarına uyum sağlamak için ne tür malzemeler kullanıldığını inceledik. Aynı zamanda Ataşehir’in sahip olduğu manzarayı da farkettik. Çünkü Ataşehir bir tepenin üstünde ve şehire yukarıdan bakıyor, bu insanı hayrete düşüren güzellikte bir manzara. Ve biz bu manzarayı mümkün olduğunca fazla dairenin görmesini sağlamak için genişletmek istedik. Mevcut konutların yapılaşma koşullarına baktığımızda çok düzenli ve guruplanmış olduklarını gördük. Bu tür bir dağılımla manzaradan istediğiniz ölçüde faydalanamazsınız.

BÖ: Tasarım kriterlerinden de bahseder misiniz?

CJ: Bizden istenenler oldukça netti. Arazi planları, büyüklükler, toplam alan ve konut ihtiyaçlarının neler olduğu bize verildi. Yani kaç stüdyo olduğunu, kaç tane 4 odalı, kaç tane beş odalı dairenin olacağı hakkında bilgilendirildik. Belli başlı 6 tip daire var: bir, iki, üç, dört ve beş odalı. Bunun yanı sıra ofis ve ticari alanlar, beş yıldızlı otel ve konferans salonu gibi fonksiyonların gereklilikleri konusunda da bilgilendirildik. Fakat bu oldukça karmaşık bir süreçti.

Biz şirket olarak müşteri odaklı çalışırız. Onlarla birebir görüşür, karşılıklı paylaşımda bulunur ve onları dinleriz, yani bir diyalog kurarız. Web sitemizdeki “Tasarım bir diyalogtur” sözü iki yönlü bir yolu anlatıyor aslında. Kendi fikirlerimizi ve onların fikirlerini paylaşır, projeyi bu yolla ortaya çıkarırız. Bu yüzden İstanbul’a geldik. Ben ayda bir proje sahasına gelerek müşteri ile görüştüm. Müşterinin tasarım ekibi, bizim mühendislerimiz, yerel mimarlar ve Varyap ile birlikte projeyi geliştirmek için workshoplar yaptık. Yani bu çalışma yöntemimiz için anahtar niteliğinde olan oldukça kapsamlı bir süreçti. İlk soruya dönecek olursak, biz RMJM olarak kültürel açıdan oldukça duyarlı ve sorumluluk sahibiyiz, basma kalıp tasarımlar yapmayız. Çalıştığımız projelerde kültürden, bayraklardan ve daha çok kentlerden etkileniyoruz. İstanbul’un bu kadar zenginliği ve çeşitliliği barındırması da bizim için önemli bir şeydi. Tasarım sürecinde bütün bu çeşitlilik ve zenginliği açığa çıkarmak istedik.

BÖ: Bu bir yeşil proje, bunu biraz anlatabilir misiniz?

CJ: Amerika’da sık sık LEED programına başvuruyoruz. LEED, yeşil binalardaki standartlar için bir kategorizasyon sistemi ve dünya çapında var olan en ileri düzeydeki değerlendirme sistemi diyebiliriz. Amerika dışında 30 farklı ülkede de kullanılıyor. Türkiye’de LEED kullanılarak yapılmış başka bir projeden haberimiz yok. Bu projenin karma kullanım tipinde LEED sistemi kullanılarak yapılmış ilk proje olmasını istiyoruz.

Sistem, bir projedeki kaynakları nasıl kullandığınızı ölçme olanağı tanıyor, böylece tasarruf fırsatı sağlıyor. Yani binanın enerji üretimine, üretimi ne kadar azaltabileceğinize bakarsınız, kendi enerjinizi üretmenin yollarını ararsınız ki bu bizim projede ısı ve elektrik enerjisinin ortak üretminde yaptığımız şeydir. Ayrıca su tüketimini nasıl azaltacağımız ve atık suyu tekrar nasıl kullanacağımızın yollarını da düşündük. Yani burada yağmur suyu kontrolü, yağmur suyunun depolanması ve yeniden kullanılması konusunda çok dikkatli bir değerlendirme var ve biz yağmur suyunu dönüştürerek yeniden kullanıyoruz. Tuvaletlerde sifon çekildiğinde minimum su tüketimi yapılıyor.

LEED’de yerel kaynakların ve yerel malzemenin kullanımı ile ilgili olarak pek çok farklı kriter var. Örneğin, binanın dış kaplamasında bir Türk malzemesi olan çiniyi kullanacağız. Peyzaj alanlarındaki bitkilendirme yerli bitkilerle yapılacak. Her dairenin doğal havalandırması olacak. Bu da enerji tüketimini oldukça düşürecek. Yani bu oldukça sağlıklı bir tasarım, aynı zamanda da dünya kaynaklarını iyi kullanmanın bir yolu. Bu çok önem verdiğimiz bir şey. Hemen hemen her projede bu prensibe sahibiz.

BÖ: Yeşil binalar için farklı sertifika sistemleri var. İngiltere’de BREEAM, Avustralya’da Greenstar ve Amerika’da LEED kullanılıyor. Ancak sizin de bildiğiniz gibi Türkiye’de herhangi bir sertifika sistemi yok. Sizce bu sistemler birbirleriyle uyumlu mu?

CJ: Çok benzerler. Amerika’daki LEED programı muhtemelen tüm bu sistemler arasında en gelişmiş olanı. Sizin de dediğiniz gibi biz İngiltere’de BREEAM’i kullanıyoruz. LEED, Hindistan ve Çin gibi gelişen pazarlarda kullanılıyor. Bunu bir fırsat olarak görüyoruz. Türkiye gelişen bir ülke. Biz ileriye dönük olarak düşünmek ve yeşil tasarımda ilk olmak istiyoruz. Diğer gelişen pazarlarda olduğu gibi en gelişmiş sistem olarak gördüğümüz LEED sistemini kullanmak istiyoruz. Bu da LEED’i kullanmanın mantıklı olacağını gösteriyor. İşverenlerimizin pek çoğu da en doğru sistem olan LEED’e itibar ediyorlar.

BÖ: Dünyanın dört bir yanında yeşil bina projelerinin sayısı giderek artıyor. Ne düşünüyorsunuz, sizce bu sadece moda mı yoksa insanlar iklim değişimini gerçekten anlamaya mı başladılar?

CJ: Bence insanlar gerçekten bunu anlıyorlar. Hükümetler ve dünyanın dört bir yanında iş yapan şirketler gibi medyanın da bu konuyla ilgili sorumlulukları var. Bence iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltmak için yapılması gerekenler konusunda oldukça net bir idrak etme durumu söz konusu. Bence bu durumu geliştirmek gerekiyor ve bunun için de insanları bilgilendirmek ve eğitmek için elimizde fırsatlar var. Biz de tasarım süreçlerine dahil olan kişiler olarak, müşterilerimizin ve tasarım uzmanlarımızın bu tür bilgileri paylaşması için elimizden geleni yapıyoruz. Diğer şirketlerle ve ileride bu konutlarda yaşayacak gayrimenkul sahipleriyle bu tür bilgileri paylaşmak konusunda da oldukça hevesliyiz. Ben bunun bir trend, bir moda olduğunu düşünmüyorum. Bunun bir zorunluluk olduğunu anlayanlarla birlikte kültürel bir kayma yaşanmaya başladığını düşünüyorum. Bu insanların taleplerine karşılık vermemiz gerekiyor ve inanıyorum ki toplum da bu karşılığın farkına varacak ve buna minnettar kalacak.

BÖ: Bu arada İstanbul’u nasıl buldunuz?

CJ: Bence burası insanı hayrete düşüren bir yer. Oldukça çeşitli, renkli, gürültülü ve canlı bir şehir. Kültür, hareketlilik ve yaşam dolu. İstanbul’da atan bir nabız var. Burası harika tarihi bir yer. Burda çok büyük bir mimari ve kültürel tarih var. Dünyanın hiçbir yerinde İstanbul gibi bir yer yok. Bu kenti gerçekten başka kentlerle kıyaslayamazsınız. Benzersiz bir iklimi var. Türk insanı çok gururlu. Çalışması çok keyifli bir kent burası bence.

BÖ: Türkiye’deki başka şehirleri görme şansınız oldu mu?

CJ: Erdinç’le birlikte Ankara’ya gittik. Küçük bir kısmını görebildim. Ayrıca Efes’e gittim. Fakat yalnızca bu iki şehire gidebildim, oldukça meşgul olduğumdan başka yere gitmek için pek şansım olmadı.

BÖ: Projenin inşaat aşamasına da dahil olacak mısınız?

CJ: Evet, denetleme açısından inşa aşamasına dahil olmayı umuyoruz. Tasarımın uygulanma kalitesinden emin olmak için bu sürecin bir parçası olmayı çok istiyoruz.

BÖ: Türkiye’deki gayrimenkul endüstrisi hakkındaki izlenimlerinizi öğrenebilir miyim?

CJ: Şu anda tüm dünyada yavaşlamakta olan bir durgunluk yaşanıyor. Türkiye’deki projelerin bazıları çok iyi ve bence burada çok büyük fırsatlar var. İstanbul’da hiç bir şehirde olmayan sayısız konut çeşitliliği olduğunu düşünüyorum. Çok düşük ve çok yüksek kalitede konutlar var.

Geçtiğimiz aylarda duyurduğumuz “MiLoft” diye bir ürünümüz var. Bu taşınabilir prefabrik konut birimleri, özellikle yapılaşmış kentsel alanlardaki boşlukları doldurmak için tasarlandı. İstanbul gibi bir kent hızla teslim edilebilecek bu tür taşınabilir konut üretiminden çok fazla fayda sağlayacaktır diye düşünüyorum. Lüks konut üretimi işin bir yanı ancak biz toplumun her kesimi için tasarım tutkusu olan bir şirket olarak işin diğer yanını da göz ardı etmiyoruz. Taşınabilir konut konseptinin, sosyal konutlar için lüks konut pazarı kadar büyük bir fırsat sağlayacağını düşünüyoruz.

BÖ: Kriz nedeniyle bazı mimarlık ofisleri şubelerini kapatıyor. Dubai ve Körfez bölgesindeki projelerin bazıları erteleniyor, iptal ediliyor ya da durduruluyor. Bu durum hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?

CJ: Bence bu ekonomik bir durgunluk dönemi. Ekonomik durgunluklar, ekonomik döngüler zaman zaman yükselişe ve düşüşe geçen faktörlere sahiptir. Şimdiye kadar bunun kadar küresel bir ekonomik gerileme ile karşılaşmamıştık. Yaratıcı olmalıyız ve bu duruma ayak uydurmalıyız. Bunun yollarından biri de gelişen pazarlardaki projeleri takip etmek ve yeni stratejiler geliştirmek. Biz de yakında İstanbul’da bir ofis açacağız. Abu Dhabi ve Bahreyn’de de ofislerimiz var. Dünyanın farklı bölgelerinde var olan çok sayıda fırsat var. Biz de hala projeler üretiyor ve geliştiriyoruz. Bu durumu atlatacağız, atlatmak zorundayız. Bu bizi etkileyen çetin bir döngü. Fakat bu duruma pozitif bir şekilde çözüm üretiyoruz. Bunun gibi krizin başında başlayan, gelişen ve devam eden projeleri görmek çok güzel.

BÖ: İstanbul’da bir ofis açıyorsunuz. Bundan biraz bahseder misiniz?

CJ: Evet, Mayıs ayı içinde, daha çok iş geliştirme üzerine odaklanan küçük bir ofis açmış olacağız. Daha sonra genişleteceğiz ve bu ofisin bölgedeki etkinliğimizi arttırmamıza yardımcı olacağını düşünüyoruz. Sahadaki insanlarla çalışmak, uzaktan yürütmekten çok daha yararlı oluyor. Dünya çapında yayılmış bir ofis ağımız var. Stüdyomuzdan ya da dünyanın başka bir bölgesindeki herhangi bir ofisimizden bir müşterimizin ihtiyaçlarına cevap verebiliyoruz. Türkiye’de iş yapmak için hala İngiltere ve Amerika’dan bir şeyler getirmeye çalışıyoruz ancak açacağımız ofis ile yerel işleyişe dahil olabileceğiz. İstanbul’un çok önemli bir fırsat olduğunu düşünüyoruz.

BÖ: Yani yeni projeler yapmayı planlıyorsunuz?

CJ: Evet.

BÖ: Yine karma kullanım projeleri mi olacak?

CJ: Birçok farklı sektörde faaliyet gösteriyoruz. Eğitim ve sağlık alanında oldukça güçlüyüz. Sağlık ve eğitim projeleriyle ilgili oldukça fazla talep var. Hem Türkiye’de hem diğer bölgelerde. Bunun yanısıra karma kullanım, ticari ve konut projelerinde de faaliyet gösteriyoruz.

BÖ: Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

CJ: Bence sekiz aydır dahil olduğumuz, oldukça güzel bir deneyim yaşadık. Burada bir şirket olarak bulunuyoruz, Türkiye’de yaklaşık 15 yaşında projelerimiz var. Yani yıllardır buradayız. Bu proje benzersiz. Sadece Türkiye’de değil, diğer bölgelerde de karma kullanımlı konutlar için tamamiyle yeni bir tipoloji olacağını düşünüyoruz. Ve bunun öncü bir proje olacağını umuyoruz.

BÖ: Siz proje ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Erdinç Varlıbaş: Bir sene evvelinde arsayı temin edip yola çıkarken, aklımızdan geçen düşünce kesinlikle Türkiye’de daha evvel yapılmış konut projeleri ya da karma projeler gibi bir proje olmamasıydı. Uluslararası seviyede ses getirecek, bugün dünyanın diğer metropollerinde veya ünlü şehirlerinde, özellikle gayrimenkul piyasasında yükselmiş şehirlerinde yapılmış projeleri Türk halkı, Türk mimarlık veya gayrimenkul piyasası olarak nasıl takip ediyorsak onlar da bizi artık takip etsinler düşüncesi vardı.

Öyle bir proje yapalım ki dünyada ses getirsin istedik. İstanbul’da eksikliğini hissediyoruz bu ikonik projelerin, artık bunların da önü açılsın istedik. Sadece bu bakış açısıyla kalmadık, dünyada geleceğin eğilimi olan yeşil mimarlık konseptinin artık Türkiye’de de uygulanmasının vaktinin geldiğini düşünüp bu kadar büyük bir projede cesaretle Türkiye’nin ilk yeşil projesi, özellikle de konut alanındaki ilk yeşil projesini biz uygulayalım istedik. Sektörün bunu takip edeceğini umuyoruz ve bekliyoruz. Zaten öyle olması da gerekiyor.

O amaçla çok titiz çalıştık ve tasarıma çok önem verdik. Biz Varyap olarak evvelde bu büyüklükte, belki bundan daha da büyük konut projeleri geliştirdik. Bunlarda da epey farklılık vardı mevcutlarından ya da rakiplerinden. Ama o farklılıkların giderek sıradanlaştığını gördük. Her yeni projemizde yeni bir şey getirmenin, yani inovatif yaklaşımın uygulamasıdır aslında bu proje. Uluslararası standartlarda bir gayrimenkul projesi nasıl geliştirilirse, öyle geliştirmek düşüncesiyle yola çıktık. Yaklaşık 150 kişiden oluşan bir ekip çalıştı ve hala da çalışmaya devam ediyor. Bunun için de ana tasarımcı, ana mühendislik danışmanlığı, cephe danışmanlığı, asansör danışmanlığı, sosyal yaşam danışmanlığı aldık. Yerli mimarlık, elektrik, mekanik ve statik bürolarıyla bunu birleştirdik. Daha evvelden yaptığımız piyasa araştırmaları ve Varyap’ın evvel tecrübeleri ile bunları birleştirip bu projeyi ortaya çıkardık. Ve bunun da sonucunu alıyoruz.

Çok enteresandır, Türkiye’de gayrimenkul piyasası durgun iken, hepimizin etkilendiği global kriz döneminde bu büyüklükte bir projeye başlamadı hiç kimse. Biz cesaretle bunu yaptık ve sonuçlarının da iyi olduğunu gördük. Henüz lansmana çıkmadan önsatışta projenin büyük bir kısmı satıldı. Müşteriler buna talep gösterdi. Uygun finansal şartları yarattık tabii ama ondan daha da önemlisi projenin başlı başına kendisini gördüler ve bunun ne kadar farklı olduğunu hissettiler. O yüzden mutluyuz en başta, çünkü Türkiye’ye, özellikle de İstanbul’a yeni bir silüet kazandırdı bu proje. Kente hem mimari açıdan farklı, hem de yeşil mimari konsepti ile başka bir özgünlük kazandırdı. Diğer firmaların da bu bakış açısıyla projeler gerçekleştirmesini bekliyoruz. Bu proje ile asılında sektöre önderlik yapmak istiyorduk ve şimdi bunun olacağını öngörüyoruz.

BÖ: Devamı gelecek mi sizce bu tür yeşil projelerin?

EV: Tabii gelecek. Projenin duyurusunu lansmanından önce yaptık. Çünkü çok görkemli bir lansman olacak ve çok etki yaratacak Türkiye gayrimenkul piyasasında ve Türkiye’de. Lansman öncesinde dahi ilk defa böyle yeşil bir proje uygulayacağımızı söylediğimizde gerçekten çok büyük bir etki yarattı. Şimdiden irili ufaklı firmaların da buna yöneldiğini gözlemleyebiliyoruz, henüz çok yakın bir zaman olmasına rağmen.

Biz Varyap olarak gayrimenkulün her alanında varız. Konut üretiyoruz, AVM tasarlıyor, geliştiriyor ve inşa ediyoruz, ofis projeleri yapıyoruz, bunların yanında taahhüt kısmımız da var. Yaptığımız her projede mutlaka yenilikçi bir tasarım ve özgünlük arıyoruz. Bundan sonraki projelerimizde de sürdürülebilirliğe ve yeşil hayata önem vereceğiz.

Bu projeyi sadece bir pazarlama aracı olarak görmüyoruz. İnsan hayatına öncelik veriyoruz. Çap olarak gerçekten büyük projeler yapıyoruz. 1.500-2.000 konutluk proje demek bir nevi küçük kasaba yaratmak demek. O kasabada 5.000 ile 10.000 arası nüfus barınacak. Bu nüfusun bütün ihtiyaçlarını karşılıyor olması lazım geliştirdiğiniz projenin. Sürdürülebilir yeşil yaşamdan da kastımız, sadece ekolojik, enerji tasarrufu sağlayan, doğaya saygılı projeler gerçekleştirmek değil, yapmış olduğumuz şeyin 30 sene, 50 sene sonra hala o insanların ihtiyacına cevap verebiliyor olmasını istiyoruz. Bu bakış açısıyla tasarlıyoruz.
Bu kavramın da iyice yerleşmesi gerektiğine inanıyorum Türkiye’de. Çünkü eksikliğini hisediyorum. Bugün basında okuduğumda, firmaların yeşil proje diye sadece enerji tasarufu sağlayan bina algısı yarattığını görüyorum. İnsanların eğitilmesi lazım. Varyap bu misyonunu üstelenecek. Yakın zamanda hep birlikte bunu göreceğiz. İletişimimiz bunun üzerine kurgulanacak. Sadece yapmış olduğumuz konut projesiyle değil eğitici bir takım faaliyetlerle de öncülük yapacağız.

BÖ: Zamanlama açısından oldukça cesur bir proje değil mi?

EV: Evet cesurca ama biz şöyle düşünüyoruz, gayrimenkul piyasasında dikkat edilmesi gereken üç temel nokta var: gerçekleştirdiğiniz projenin yeri, projenin tasarımı ve satış veya kiralama şartları. Bu üçünü doğru kurguladığınız zaman Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalarda mevcut ekonomik durum ne olursa olsun her zaman bu arza talep oluşacaktır.

Bu projeye bakacak olursak tasarımıyla gerçekten çok farklı ve Türkiye koşullarının belki de bir 10 sene ilerisinde. Türkiye’nin ilk sürdürülebilir ve yeşil projesi. Proje, Ataşehir’de TOKİ’nin kalan son arazi üzerinde. Orada bu büyüklükte başka bir proje üretilme şansı yok. O bölge İstanbul’un en çok prim yapan ve en hızlı satılabilen bölgesi.

İkincisi biz bu projede Varyap olarak sadece bir özel firma değiliz. Bu projeyi, bir devlet kuruluşu ve Türkiye’nin en büyük gayrimenkul yatırım ortaklığı olan Emlak Konut GYO ile bir ortaklık çerçevesinde geliştiriyoruz. Bu işin hem finansal hem ticari boyutunda hem müşterinin hem de finans kuruluşlarının büyük bir güvencesi var.

Hepsinden de önemlisi, Varyap olarak o bölgeyi çok iyi biliyoruz, o bölgede çok yakın bir zamanda, 2005 ve 2008 yılları arasında Türkiye’nin en büyük projesini geliştirdik. O projedeki deneyimlerimiz, hedef kitlemiz, o kitlenin bize olan bağlılığı, o kitleye kazandırmış olduğumuz pirim, marka olarak o bölgede güçlü olmamız bizi bu korkulardan uzaklaştırdı. Bugün de başarılı olduğumuzu görüyoruz. Doğru şeyi yaptık bunu hissedebiliyoruz.

RMJM dünyada önemli projeler yapmış, büyük bir firma. Türkiye’deki gayrimenkul yatırımcıların da bizler gibi artık tasarıma önem vermeleri lazım. Artık amaç sadece köşesi çevrili, içerisinde banyosu mutfağı olan apartmanlar yapmak olmamalı. Biz bu bakış açısıyla baktık ve böyle bir proje ürettik, o yüzden Varyap’ın buradaki rolü de çok büyük diye düşünüyorum.

BÖ: Biraz da yarışmadan bahseder misiniz?

EV: Yarışma sürecini halka açmadık aslında, kurum içerisinde kaldı. Hem Türkiye’den hem yurt dışından uluslararası firmalar davet ettik. Geçen sene Temmuz ayında başlayıp Ağustos ayında sonuçlandırdık.

Öne çıkan 4 yabancı, 4 yerli firma vardı. Bu projeyi yarışmayla yapmak zorundaydık çünkü titizlikle ve önem vererek gerçekleştirmek istiyorduk. Karşımıza çıkan ve bize sunulan konseptlerin çeşitliliği bizim doğru karar vermemize de çok büyük fayda sağladı. O bakımdan yarışma yapmak doğruydu. Bence belli büyüklüğün üzerindeki ikonik projeleri yapmak hedefleniyorsa bu tarz konkurlarla yarışmalar yapmak lazım.

BÖ: Hayata geçecek mi göreceğiz ama Zaha Hadid’in Kartal Kentsel Dönüşüm projesi İstanbul’un adının daha çok duyulmasını sağladı aslında. Uluslararası tasarımcılarla çalışmak ciddi anlamda kentin reklamını da yapıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

EV: Çok doğru bir noktaya temas ettiniz. Dediğim gibi biz de Türkiye’de ve İstanbul’da ikonik projelerin eksikliğini hissedip, böyle bir projeyi hayata geçirerek, İstanbul’u gayrimenkul piyasasında yükseltmeye çalısıyoruz. Özellikle uluslararası tasarımcılar ve tasarım bürolarıyla çalışmaya dikkat ediyoruz. Zaha Hadid’in konsept olarak o bölgede tasarlamış olduğu proje bugün dünyada bir çok yerde konuşuluyor. Bu durum İstanbul’un adının geçmesini sağlıyor. Bu tarz projelerin sayısı ne kadar artarsa İstanbul o kadar bilinir olur.

Bugün Prag dediğiniz, Avrupa’nın merkezinde, İstanbul ile kıyaslanamayacak derecede küçük bir yer. Pek çok uluslararası tasarımcının yaptığı projeler ile konuşuluyor ve biz bunları biliyoruz. Hedefimiz İstanbul’u marka haline getirmek diyoruz, bu sadece Londra’da otobüslerin üzerine reklam vererek ya da CNN’de reklam filmleri yayınlayarak olmuyor maalesef. Reelde de burada bir aksiyonun olduğunu, dünya ile bütünleşmiş, dünya seviyesinde işler yapıldığını göstermek lazım. Bugün nasıl, Türkiye’deki sinema endüstrisi canlanmaya başladı, güzel filmler yapılıyor, yönetmenlerimiz Avrupa’da ödüller alıyor, sanatsal anlamda Türkiye, İstanbul, Türkler konuşuluyorsa, gayrimenkul piyasası için de aynı şey geçerli olmalı. Mümkün olduğunca farklı ve güzel tasarımlara sahip, dünyada kendini konuşturacak projeler üretmemiz lazım. Bunu başlattığımıza inanıyorum.

CJ: Erdinç ve Varyap, şehire ve ülkeye karşı sorumlulukları olduğunu biliyorlar. Çok fazla genel toplu konut üretimi var. Bu durumun, bu kentin ve bu ülkenin kültürüne uygun olmadığını düşünüyorum. İstanbul daha iyisini hak ediyor. Uygulayabileceğimiz çok fazla teknoloji ve süreç var. Bu sadece ekolojik tasarım konusunda sorumlu bir şekilde düşünmek. Bu şehirde Erdinç’i ve bizi heyecanlandıran bu gibi özgün projeler tasarlamak tamamen İstanbul’un tarihinden etkilenerek yapılan bir şey. Biz İstanbul’un geleceğine yatırım yapıyoruz. Kendi özgün kimliğine sahip binalar yapma konusunda sorumluluk sahibi olmalıyız. Bu proje Türk ve İstanbul’a ait. İstanbul da diğer şehirler gibi genişliyor. İnsanlar şehire akıyor, bu büyümeyi yönetmek gerek.

BÖ: Özellikle Dubai’deki iddialı projelerin geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?

CJ: Bilemiyorum, sanırım şu anda Dubai yavaşlıyor. Abu Dhabi’de devam etmekte olan daha fazla proje var. Ticaret, iş, turizm ve sanayi için dünyanın en ilginç bir noktası. Çok canlı ve çekici bir merkez. Zamanla kendini toparlayacaktır. İnsanlar her zaman Dubai gibi kentlerde çalışmak, tatil yapmak veya yaşamak isteyeceklerdir. İlginç olan yeni teknolojilere ve en yüksek binalara olan arzu. Bu kentler, mimari tasarım gibi doğasında sürekli gelişim barındıran sanayilere katkı sağlamaya devam edecektir. Yani büyüleyici.

Etiketler

3 yorum

  • murat-aydin says:

    “Bir toplantı yapın ve maaşları nasıl ödeyeceğinizi konuşun. Bu en önemli gösterge bana göre. Eğer “maaşları asgari ücretten göstermeyelim, biraz daha yüksek gösterelim” (ama gerçek rakam değil) diyorsa hemen kendinize başka bir muhasebeci aramanızı öneririm.

    Maaşları tam göstermek zorundasınız. Bu bir lütuf değil. Kanunun yapmanızı söylediği. Nasıl diğer kanunlara uygun davranıyorsanız buna da davranmak zorundasınız. ”

    Bu arada yazdıklarım çalışan mimarlar için olduğunu söylemek istiyorum.)Güzel bir konu, bu konu hakkında 5 yılın verdiği gerçek iş piyasasının durumuyla çok şeyler yazabilir söyleyebilirim. Kısaca sizin yazınıza ilgilendiğimi göstermek ve bu güzel yazınıza bir soruyla desteklemek istiyorum. Ama bunlar her ne kadar resmi ve yapılması gereken kurallar olsa da piyasada bunları ne denetleyen nede karşı çıkan bir mekanizma var! Diyelim kabul etmeyelim, bir diğeri de aynı zaten. Sadece tek bir soru soruyorum bu güzel yazınıza
    Siz, piyasada Mimarlar Odasının belirlediği asgari ücreti hangi firmaların uyguladığını söyleyebilir misiniz?
    Gerçekten firmalar bunu göz önüne alıyor mu, dikkat ediyor mu, veya dikkat etmesi gibi zorunluluk gerektiriyor mu?
    En can alıcı soruyu soruyorum; Bunları kim denetliyor, bunlar niçin var?

    Son sorduğum soruya sakın mimarlar odası veya ilgili sigorta ve maaşları denetleyen çalışanların haklarını savunan kurumlar söylemeyin. Bu kurallar biz mimarlar için var cümlesi inandırıcı bile gelmiyor. Çünkü bunlar gerçekten çok komik, gerçekliğini yitirmiş gibi geliyor! Bunlar birbirleriyle karşılıklı dövüş içinde bence.

    Bence insanların “hak ve emek” sorgusundan geçmesi gerektiğini düşünüyorum, farkındaysanız mimarlar demedim insanlar dedim. Çünkü, piyasada bunların yasal olmadığını ve göz göre göre zoraki koşanların olduğunu bildiğimden mimar olmuş fakat insan olamamışları görmek gerçekten üzücü bir durum.

  • omer-yilmaz says:

    “Siz, piyasada Mimarlar Odasının belirlediği asgari ücreti hangi firmaların uyguladığını söyleyebilir misiniz?” sorusunu sorduktan sonra “Mimarlar Odası’nın adını söylemeyin” diyemezsiniz:

    Mimarlar Odası üzerine düşen pek çok işi yapmıyor. Benim bu yönetimden hiçbir beklentim zaten yok uzun zamandır.

    Ancak sizin açtığınız yerden Oda’nın bu çelişkisini eleştirmemek elde mi! Bir asgari ücret tarifesi açıklıyorsan -bu tarife önerilen falan bile olsa- en azından durumun ne olduğunu bilmen gerekir. Bilirler mi? Bilmiyorum, Oda’ya sormak lazım. Ya da tarife açıklamazsın olur biter…

  • duygu-gunay says:

    tüm mimar arkadaşlarıma ve aday arkadaşlarıma sesleniyorum bizler gerçekten çok zor şartlarda okuyoruz ve eğitim alıyoruz t cetveliyle schöller kağıdında sabaha kadar ağlıyarak plan kesit perspektif çiziyoruz kolay bitirmiyoruz bu bölümü o yüzdem 700 lira veya 100 lira maaşlara evet demeyelim başlangıç olarak bu tarz tekliflere gülüp geçin çünkü mimarlar özel insanlar hayata 180 derece bakış açısıyla bakan insanlar ne yazıkki bizim ülkemizde saygı görememektedir mesleğimiz o yüzden biz sahip çıkalım ki sanatımızın ve mesleğimizin önemi anlaşılsın bir mimar3.750 den aşagı çalışmamalı bence…içi dışı bir mimar.

Bir yanıt yazın