“OMA Hakkında Birçok Kişiden Daha Az Bilgiye Sahiptik”

Geçtiğimiz günlerde SALT Beyoğlu'nda projeleri üzerine bir konuşma yapan Brükselli tasarım kolektifi Rotor'un kurucuları Maarten Gielen ve Tristan Boniver ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Betül Atasoy: Kısaca kendinizden ve ofisinizden bahsedebilir misiniz?

Maarten Gielen: Her ikimiz de 2005’te kurulan, Brüksel’de faaliyet gösteren Rotor için çalışıyoruz. Tam olarak bir mimarlık ofisi değiliz. Çok çeşitli tasarımlar yaptık fakat henüz bir yapı üretiminde bulunmadık. Ancak mimarlık disiplini araştırmamızın dominosunu oluşturuyor. Kolektif olarak çalışan 6 kişiyi bir araya getiren ise olağandan fazla “malzeme”ye olan ilgimiz ve ürettiğimiz malzemelerin yaşadığımız dünyaya ne anlatabileceğinin merakıydı. Kolektif olarak çalışmaya başladığımızda ilk yaptığımız endüstri firmalarını ziyaret etmek oldu. Şu ana kadar Belçika ve Batı Avrupa’da yaklaşık 300 tane fabrikayı ziyaret ettik. Bunun yanında yapı endüstrisine de oldukça ilgiliyiz. Yıkım nasıl gerçekleştiriliyor, belirli malzemeler nasıl uygulanıyor gibi. Eğer bir malzeme ilgimizi çekiyorsa, finanse etmeye başlamadan önce endüstriyel bağlamda deniyoruz. Yani malzeme döngüsüne önem veriyoruz. Ayrıca bu her şeye bağlı o kadar geniş bir konu ki, araştırmalarımıza bağlı projelerimiz de geniş kapsamlı. Bir gün bir sergi, bir başka gün ise bir tasarım gerçekleştiriyoruz. Her ikisinin de uygulaması oldukça farklı oluyor.

BA: Tasarım ve araştırma süreciniz nasıl şekilleniyor? İnterdisipliner bir çalışma alanınız var, farklı projeler için danışmanlarınız oluyor mu?

Tristan Boniver: Birçok farklı proje arasında çalışırken düşünmemiz gereken “konu-özne” oluyor. Bazen bir sergi veya geçici bina gibi farklı işler alıyoruz fakat ne olursa olsun süreçte ilgimizi çeken bir konuya eğiliyoruz. 2010 Venedik Mimarlık Bienali sergisinde olduğu gibi sergileri de konu hakkında araştırma yapmak için bir araç olarak kullanıyoruz. Sonrasında birşey keşfettiğimizi farkediyoruz. Bazen sipariş edilen iş, bazen bir yayın bizi yönlendirebiliyor.

MG: İşveren ve tasarımcı arasında her zaman bir gerginlik oluyor. İşveren daima kendi projesinin yapıldığını, tasarımcı da kendi projesini yaptığını düşünür. Bu konuda oldukça kesin olmaya çalışıyoruz. Çalışmaya ilk başladığımızda, endüstri firmalarını ziyaret ederken, kimse bize para ödemiyordu ya da ortada direkt bir sipariş yoktu. Arka kapıyı çalıp onlardan yardımcı olmalarını istedik, içerideki teknik donanımı anlatmalarını istedik. Kolektif bir hobi olarak gelişti ve biz de kendimize ait, malzeme örneklerini saklayabilceğimiz, depolayabilceğimiz, aynı zamanda buluşup çalışabileceğimiz bir mekanımız olsun istedik. En ucuz çözüm olarak da geçici bir ofis inşa etmeyi seçtik. Belki de bununla başlayıp kötü bir alışkanlık edindik. Çalıştıığımız konuya oldukça hassas yaklaşıyoruz, kendimize ait olan şeyi yapmaya çalışıyoruz. Şimdilerde çok belirgin bir iş planımız var ve bunu işverenlerimizin planlaıyla birleştirmeye çalışıyoruz. Eğer bir siparişiniz yoksa bir teslim gününüz, bağlamınız ya da projeyi yapmak için bir sebebiniz de olmaz ve projeleriniz yavaş ilerler. İşverenin isteği doğrultusunda bir proje yapıyorsanız birden bire bir baskı hissedersiniz ve proje çok hızlı gelişmeye başlar. Bu durum ise bir dinamizm ve işverenle bir diyalog ortamı geliştirir.

BA: Çalışmalarınız bir hobi olarak başlayıp, ciddiye bindi diyebilir miyiz? Yani çok farklı disiplinlerde çalıştığınız için projeleriniz hobi olmaktan çıktığında 6 kişi nasıl işin altından kalkıyorsunuz? Bu süreç nasıl gelişti?

TB: Geçici ofisimizi yaptığımızda 3-4 kişiydik fakat projemiz için dışarıdan yardım edenler oldu. Bunlar arkadaşlarımız, arkadaşlarımızın arkadaşları gibi bir ağ şeklinde gelişti. Bu projede Rotor’un gelecekteki üyeleri ile tanışmış olduk. Önce arkadaş, sonra iş arkadaşı olduk ve nihayetinde Rotor’un üyeleri oldular. Kısacası Brüksel dışında, hatta diğer ülkelerde bizim projelerimiz için araştırma yapan kolektifin üyeleri var.

MG: Bence kolektif olarak çalışmanın en ilginç yönü karar alma aşamalarında ortaya çıkan meydan okuma ve iddialar oluyor. Projelerimizin tek başına herşeye karar veren bir şefi yok, herşey sürekli tartışılarak karara bağlanıyor. Aslında çoğu zaman bu tartışmalar bir projeye dönüşüyor. Her proje de kendi içerisinde farklı gelişiyor. Mesela Milan’da Prada için gerçekleştirdiğimiz Ex Limbo projesinde küçük ama organizasyon için yeterli bir grup olarak 3-4 kişi farklı konularda çalıştık. Sonrasında ofisin, pratiğimizin genel çalışması çok daha önemli hale geldi. Artık her ay bir kez personel toplantılarımız oluyor. Bu toplantılarda hangi projeleri kabul edeceğimiz, yatırım yapmak istediğimiz yeni fikirler ve bütçe konularını tartışıyoruz. Bazen ise çok basit bir iş olsa bile sadece ofisin temizlenmesi gerekiyor, bunu tek bir kişinin yapması istenmez, bunun için de tüm grup çalışıyor.

TB: Ancak bu durum son zamanlarda gelişen birşey. Birkaç ay önce düzenli bir şekilde toplantı yapma kararı aldık. Öncesinde sadece bir çözüm arayışımız ya da kafamızda sorularımız olduğunda toplantı yapıyorduk.

BA: Neden Rotor ismini tercih ettiniz?

MG: Sadece bir isim. İstediğimizi yapmamıza imkan veren bir isim.

TB: Sanırım o dönem ne yapmak istediğimizi gösteren bir isim seçmek istemedik. Bu yapılması tehlikeli birşeydir. Ayrıca sonrasında birçok Rotor isimli firmanın olduğunu da keşfettik. Hatta birkaç 100 kilometre uzağımızda Rotor Group isimli bir tasarım ofisi bile var. Bir mutfak ürünleri firması da var yine aynı isimle. Rotor’un özel bir anlamı olmadı bizim için.

BA: Atık endüstriyel malzemelerle inovatif çözümler üretiyorsunuz. Bu doğrultuda Rotor sürdürülebilir tasarımın neresinde ve sizin “sürdürülebilir tasarım” tanımınız nedir?

MG: Aslında dün bunun hakkında konuşuyorduk. Günümüzde “sürdürülebilirlik” kelimesinin çok fazla bir anlamı yok. Geçmişte bunun bir anlamı var mıydı bilemiyorum fakat bugün kavramı tanımlamak oldukça zor. Belki de günümüzde sürdürülebilir olmak iyi ya da kötüyü daha kolay tanımlamak için kullanılıyor. İyi ya da kötü artık keskin hatlarla tanımlanmıyor. Sürdürülebilirlik bilimsel olarak bunun ölçüsü olarak kullanılıyor.

TB: Bir yapının iyi ya da kötü olduğunun yargılanmasına dair bir ihtiyaç var. Bu da sürdürülebirlik ile ölçülüyor.

MG: Ancak bir binanın sürdürülebilir olduğunu söylemek de çok garip bir söylem. Bir binada ileride ne olacağını bilemezsiniz ki. En verimli çalışan aydınlatma kaynağını kullanabilirsiniz fakat teknolojinin sürdürülebilir olduğunu iddia edemezsiniz. Bina bir araçtır. Mimarisi ya amaca hizmet eder ya da etmez, imkan verir ya da vermez. En son teknolojiyi kullansanız da sürdürülebilir olma iddiası oldukça güç.

TB: Tabii siz bizim projelerimiz üzerinden sürüdürülebilirlik anlayışımızı merak ediyorsunuz.

MG: Belki de sadece bir çeşit bilgi arayışındayız.

BA: O zaman neden özellikle atık endüstriyel ürünlerle çalışmayı tercih ediyorsunuz?

MG: İlk başladığımızda birbirimizi tanımıyorduk ve çok az finansal kaynağı olan projeler üzerinde çalışıyorduk. Farkettik ki projeye inovatif çözümler getirmek istiyorsak bütün malzemeleri alamayacaktık. Finansal olarak mümkün değildi. Böylece atık ürünler ilgimizi çekmeye başladı. Sonrasında bulduğumuz malzemelerin sadece teknik bir soruna çözüm olması değil, daha güçlü bir anlamı olduğunu anladık. Hikayeleri vardı.

TB: 2005-2006’da hala endüstriyel atıklar ile ne yapacağımızı düşünüyorduk. Belirli elemanlardan, belirli ürünler yaratabilirdik. Sorduğumuz sorular, yaptığımız araştırmalar sadece bildiğimiz birşeyi yapmamamızı sağladı.

MG: Atık üründe de değişik gelişmeler, söylemler oldu. Mesela yolların çoğunu kaplayan asfalt da bir atık ürün. Şimdi bu da değişti. Her kullanılan asfalt aslında geri dönüştürülmüş bir malzeme ama aynı zamanda kendi başına da bir malzeme oldu. Asfaltı geri dönüştürülerek üretilen bir malzeme olarak düşünmüyoruz. Eğer atık ve ürün arasındaki geçişi kolayca yapabiliyorsanız, belli bir yerden sonra herşey malzemeye dönüşür. Ayrıca birşey atıksa, bu konuda sorumsuz davaranmamızı gerektirmez, bu alanında kendisine göre uygulamaları var. Anlıyorum bizden “sürdürülebilirlik” hakkında konuşmamızı istiyorsunuz fakat günümüzde bunu tanımlamak gerçekten çok güç. Bu konudaki tartışma… Bu konuda bir tartışma var mı onu da bilemiyorum.

TB: Atık ürünler üzerine kendinize sorular soruyorsanız, bunu neden yaptığınızı dair söyleyeceğiniz daha çok şey vardır. Venedik Mimarlık Bienali’deki Belçika Pavyonu bununla ilgiliydi. Birşeyi neden seçip, diğerini neden geride bırakırsınız?

MG: Sürdürülebilir bir tasarımda tamamen objektif olduğumuza dair bir yanılsama var fakat işin içine estetik girdiğinde tamamen subjektif davrandığınızı farkediyorsunuz. Bu bence ilginç bir durum. Tasarım fikirlerle alakalı, politik bir disiplin. Sürdürülebilirlik mimari dergilerin sayfalarını dolduruyor. Resmi bir ölçüt oldu.

BA: Gündemde olan OMA-Progress sergisinden konuşalım. Bu serginin küratörlüğünü yapmaya nasıl karar verdiniz? Sergi üzerinde hangi yöntemlerle çalıştınız?

TB: Sadece “evet” dedik. Barbican ve OMA, sergi için bizim bağlayıcı bir ortak olacağımızı düşünmüşler. Bizi ise Belçika pavyonu tasarımımızdan sonra tanımışlar. Teklifte bulundular. OMA kendisini dışarıda bırakıp, “konu” olmak istiyordu. Biz de kabul ettik.

MG: Bizi seçmelerinin bir sebebi de herkes OMA hakkında ne kadar şey biliyorsa, bizim de o kadar tanıdık olmamızdı. Bizler mimarlık tarihi çalışan doktora öğrencileri değiliz.

TB: Hatta birçok kişiden daha az bilgiye sahiptik.

MG: Konu hakkında naifliğimiz dolayısıyla bu işi bize sipariş ettiler. Her şey serbestti. Hala ofisin anahtarı cüzdanımda duruyor. Ofise dilediğimiz zaman girip çıkıyorduk. Çalışanlara istediğimizi soruyorduk. Tüm arşive erişimimiz vardı. Ancak süremiz kısıtlıydı, 7 ayımız vardı. Sadece OMA hakkında çıkan kitapları okumak bu kadar süre alırdı. Bu da bizi diğer insanların bildiğinden farklı bir yere götürmezdi. Herkes bu kitaplar üzerinden OMA’yı tanıyor. Biz de daha akıllıca bir yöntem geliştirmeye çalıştık. Başlangıcımız klasikti, OMA ile ilgili genel bir fikir edinmek. 3-4 ay sonra bile düşüncelerindeki detayları ve derinliği çözemediğimizi hissediyorduk. Böylece bir yerden başlamaya karar verip küçük şeyler toplamaya başladık. Bu bazen bir çalışma maketi, bir resim, dijital bir dosya veya bir malzeme örneği oldu. Bunları seçmeye başladık çünkü hikayeleri vardı. Yani büyük bir çerçevenin içini doldurmaktansa, küçük tuğlalardan sergiyi inşa ettik. Bazı projeleri “Bu çok ilginç, bu tartışmalı, bu çok zekice” diyerek seçip, bazılarını bırakıp sergiyi yapamazdık çünkü bina canlıdır. Ölmüş bir mimar ya da ofis hakkında böyle birşey yapsaydık, belki de keskin yorumlar yapabilirdik, fakat burada bir sonuç yok. Bu açık düşünce sistemimizi de sergiye gelen ziyaretçilere yansıtmak istedik. Zekice ve aptalca, politik ve ticari söylemleri olan şeyleri yan yana koyduk. Demokratik bir anlayışla serginin küratörlüğünü yapmaya çalıştık.

TB: Mimarlık disiplininden olmayan birinin de ürünlere ulaşıp, ürünle iletişime geçmesini istedik.

BA: Sergide mimari anlatım ve sunum ürünlerini nasıl değerlendirdiniz?

MG: Sergide bir mimarlık sergisinden bekleyeceğiniz herşey var: planlar, modeller, üç boyutlu çizimler. Fakat bunun ötesine geçmek istedik. OMA’yı bir mimarlık dergisinde incelediğinizde, planları, perspektifleri ve fotoğrafları bulacaksınız. Fotoğraflar ise açılış gününde çekilmiş olacaktır. 10 sene sonra bina kimsenin umrunda olmayacaktır. Malzemeler ne durumda, lobideki buluşma noktası iyi bir fikir miydi bunları merak etmeyeceklerdir. Sergide OMA’nın erken projelerine de değinmeye çalıştık. Ayrıca sergide bir maket gördüğünüzde bunun müşteriye beğendirmek için yapılmış bir maket mi yoksa çalışma maketi mi olduğu gibi detaylar da ekledik.

TB: Ürünlerle çalışamaya paralel olarak bir de yazı kısmı vardı. Elimizdekini tanıtmak istediğinizde önyargılı olmamalısınız.

MG: Mimarlık sergilerinde hep bir zıtlık var bu da mimarinin mimarlık sergilerinde sunulamaması. Bir villayı görmek isterseniz oraya gitmelisiniz ancak villaya bir turist olarak da gitseniz bu binayı deneyimlemiş olmazsınız. Yani bir tür imkansızlık var fakat bunun için çözüm üretilebilir. Ancak bir master planı bir sergide göstermek isterseniz bunu nasıl mümkün kılabilirsiniz? Biz örneğin iki insanın master plan kapsamındaki bir sosyal konutta geçen TV dizisinden yola çıkarak planı aktarmaya çalıştık.

BA: Başka bir mimar ya da mimarlık ofisiyle çalıştınız mı?

MG: Birkaç taşeron firmalarla çalıştık. Onun dışında başka bir çalışmamız olmadı.

BA: 2013’te İstanbul Dünya Tasarım Zirvesi’ne ev sahipliği yapacak. İstanbul’un tasarım ve mimarlık potansiyellerine dair düşünceleriniz neler?

MG: İstanbul’a ve Türkiye’ye ilk gelişimiz. Brüksel düzenli bir şehir olduğu için, sokakta, kamusal alanda bu kadar çok ekonomik aktiviteyi görmek ilginçti. Daha önce bu kadar çok şeyin sokakta satıldığını görmemiştik açıkcası.

TB: Spesifik etkinlikler önemli bence. Brüksel’in Avrupa Kültür Başkenti olması, herhalde bugüne kadar şehrin başına gelen en güzel olaydır. Çok fazla aktivite, etkinlik yapıldı. O dönemde ayrıca birçok bina da yapıldı. İstanbul’un da bu konuda büyük potansiyelleri olduğunu düşünüyorum.

BA: Çok teşekkür ederim.

TB: Biz teşekkür ederiz.

Etiketler

7 yorum

  • mehmet-tan says:

    Çok doğru bir yaklaşım. Artık sadece autocad bilene eski kafalı diye yaklaşılıyor günümüzde. Yetmiyor hiçbirşey sektör her zaman daha fazlasını istiyor insanlardan. Yeni teknolojiler, yeni proğramlar her ne kadar işi kolaylatmak amacı gütselerde aslında 1 insandan 3 5 insan performansı almak için yapılmış çözümler.

  • alaaddin-sadikoglu says:

    peki mimarlık bunun neresinde? pekala bir tekniker ile mimarın farkı nerede?

  • baran-akman says:

    “Mimarlık” ile “mimarinin araçlarını” birbirine karıştırmamak gerek diye düşünüyorum. Bir projeyi oluşturan arkasındaki düşünsel aşama, tasarım – ya da ne derseniz – başka bir şey, bunu sayısal ortama geçirip sonrasında kağıda dökmek başka bir şey. Bu ikinci aşamada kendini yetiştirmiş bir tekniker de mimarın görevini yapabilir ama aslolan ilk aşama değil midir?

  • sedat-bayrak says:

    Alaaddin, mimarlık tabii ki bu yazıda bahsedilmeyen kısımlarında. Benim de müthiş rahatsız olduğum bir konudur iki kavramın karıştırılması. Hatta iş ilanlarında “mimar veya tekniker” yazılması.

  • azmi-acikdil says:

    Bu arayış veya mimarlıktan başka ne biliyorsun isteği; İki mesleği beceriyi, mimari yetenek ile çizmeyi birleştirmektir. Teknolojiyi iyi kullanabilirsiniz ama tasarımı aynı seviyede yapamayabilirsiz. Bu eleman arama ilanı o firmanın daha çok teknikere ihtiyacı olduğunu gösteriyor.
    Mimarlık arabayı tasarlamak ise kullanmakta teknikerliktir.

  • feyza-kalaycioglu says:

    2009 mezunu biri olarak ‘onnumarabeşyıldız’ yazı olmuş…en çok ta ‘kesiti kendi çiziyor ifadesi yaygın ve iç mimar dış mimar sorusu kadar iç gıcıklayıcı..neyse şanslı hissettim 😉 yeni mezun okulla ilişiği var ama revit biliyor..

  • umit-bozkurt says:

    Tüketim dünyasının insan üzerindeki etkisinin mimarlık şubesi! Tasarım, teknik, metraj, görsel boyut vs. Bu özellikleri ayda 8-10 proje oluşturabileceğin profesyonellikte bünyende barındıramazsın.Fakat bunların hepsini bünyesinde bulunduran programları bilmek daha münasiptir.Bu teknikerlik değildir ; kalifiye olmaktır.Maalesef teknolojiyle birlikte çıta daha da yüskelmiştir.Bütün mesele bu.

Bir yanıt yazın