“Kentte Yaşayan İnsanlara Ait Bir Kent Olmalı Antalya, Gelecek Turiste Göre Değil”

Süper “sıcak” Kent Antalya dosyası kapsamında, 6 mimar-şehir plancısı, 14 Ağustos'ta öğlen sıcağında Antalya’yı yürüyerek inceledi!

Mehmet Nazım Özer, Onur Eroğuz, Recep Esengil, Zeynep Esengil ve Ertuğ Uçar ile beraber Antalya’yı Antalya yapan, zaman içinde değişmiş ya da değişime direnmeye çalışmış noktaları, kent için önemli projeleri gezerek, bu yerlerin Antalya’ya etkilerini konuştuk. Konyaaltı sahili ile başladığımız gezimizi, Boğaçayı, yeni açılan çevre yolu ve çevresi, Kepez Kongre Merkezi, Kepez Belediyesi Odak Yapı Yarışması alanı, Kalekapısı ve çevresinden sonra Kaleiçi’nde sonlandırdık. Keyifli okumalar.

Bugün Antalya için önemli olan noktaları, yapılan ve yapılması planlanan projelerin yerlerini incelediğimiz kapsamlı bir gezi yaptık. Şehir hakkında genel izlenimleriniz, söylemek istedikleriniz neler? Sizce Antalya’nın sorunları neler?

Ertuğ Uçar: Bugünkü turu yapınca fark ettim ki, Türkiye’de şehirlerin hepsinin problemleri aynı. Antalya’da Kadınyarı var, Boğaçayı var, Karaalioğlu Parkı var; Bursa’da da Köprülü Çarşı’nın olduğu yar var. Ama problem genelde hep aynı, belediyenin meseleyi ele alış şeklinin çarpıklığı, aşırı nüfus, imara açılma… 

“Nüfus şimdi 1 milyon oldu, hala adam gibi bir kent yapmaya çalışıyoruz, daha kötü oluyor.”


Recep Esengil:
Bütün kentlerde, Antalya’da daha fazla, kenti bütünüyle algılayıp, planlayarak bir şeyler yapmak yerine, noktasal projeler yapılıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı’nın hayali, Boğaçayı’na proje yapmak. Aynı yere, bir proje yarışmasının yapılmış olması onun için önemli değil. Böyle bakıldığında, iyi bir proje bile olsa, kentin bütünü içinde değerini yitiriyor, anlamı kalmıyor. Büyük yanlışların içinde, o doğru da kayboluyor. Karaalioğlu Parkı düzenlemesi, bakıyorsun çok güzel, ama sağına soluna o yığılmış binalar girdiği zaman, mesela Ramada Otel, anlamını yitiriyor. Bütünüyle planlayarak ilerlemek yok.

Bundan 20 sene önce Antalya’nın nüfusu 300.000 iken, Antalya’nın nüfusu 600.000 olacak, yani Antalya’ya bir Antalya daha eklenecek, şehri derleyip toplayabiliriz, mevcut kötü yapılaşma kendi içerisinde küçük kalabilir, geri kalan daha iyi olabilir diyorduk. Daha kötü geldi. 2000 yılında nüfus 600.000 olduğu zaman, 2015 yılında nüfus 1 milyonu geçecek, daha yarısı duruyor, adam gibi bir kent yapabiliriz diyorduk. Nüfus şimdi 1 milyon oldu, hala adam gibi bir kent yapmaya çalışıyoruz, daha kötü oluyor.

Mehmet Nazım Özer: Bu tüm ülkenin yaklaşım problemi. Avrupa ile Türkiye’yi kıyasladığınız zaman, proje yönetme kültürü farklı; Türkiye’de vatandaşın beklentisi sadece kendi bireysel çıkarlarına odaklı, Avrupa’da kamu yararı kavramı biraz daha fazla, topluma mal edilmiş bir çıkar var ve bireyler bunu kabul edebiliyor. Böyle bir toplum karşısında yönetici, ekstra bir proje talebinde bulunamıyor. Alaçatı Port gibi bir projeyi toplumun önüne çıkartamıyor. Toplumun buna tepki koyacağını biliyor. Toplumun da bir beklentisi var, toplum daha yaşayan mekanlar için mücadele ediyor. Toplum ekonomik olarak, kültürel yapı olarak, eğitim seviyesi olarak güçlü. Daha çağdaş, daha fazla etkinliği olan, güzel mekanlar istiyor. Toplum “kent” istiyor, kentte yaşamanın gerekliliklerini karşılamanı istiyor. Türkiye’ye geldiğin zaman tam tersi, vatandaş bir yolun açılmasını bekliyor. Kişisel, kentin en uç noktasında bir yolun açılması kentin bütününe çok fazla bir anlam kazandırmaz. Ama bizim vatandaşın arsası değerlenecek. Konyaaltı sahilinin yarışmayla düzenlenmesi önemli, ama bunun arka planındaki gelişmeler de kontrol edilmeli. Konyaaltı plajının kent ile, kıyının kent ile, bütünleşmesi gerekiyor. Antalya’ya kıyı kenti deniyor. Antalya aslında kıyıdan 40 metre yukarıda falezlerin üzerinde. Kıyıyla bağlantı bir yat limanı, bir de Lara ve Konyaaltı plajlarından var. İzmir’deki, Çanakkale’deki gibi kordon tarzı bir yapılaşma olmadığı için kıyıyla etkileşim daha az ve mevsimsel.

Antalya’da 3 tane yarışma var; bir tanesi 1955 yıllında yapılan, kentin genel makroformunun şekillenmesinde bayağı etkili olan, Antalya İmar Planı Yarışması. Kentin ana iskeletini kurarak, üzerine bir kentleşmeyi imar etmesi gerekirken, bu yapılamıyor. İkinci önemli yarışma da Kalekapısı Yarışması. Yarışma 1992 yılında sonuçlandı ama şu an hala kent merkezini o yarışmanın yansımaları şekillendiriyor. İyi ya da kötü; Dönerciler Çarşısı’nı beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama o yarışmanın bir parçası; saat kulesinin olduğu yerdeki düzenleme, yaya yolunun yapılması, eski garajın yerine alışveriş merkezinin yapılması da öyle. Hatta Doğu Garajı Yarışması’nın yapılması da o yarışmanın bir parçası. Karaalioğlu Parkı da, süreci hala devam eden çok önemli örneklerden bir tanesi. Kentsel tasarım yarışmaları uygulanmıyor deniyor ama 1992 yılında yapılmış Kalekapısı Kentsel Tasarım Yarışması’nın uygulamaları 2015 yılında hala devam ediyor. 25 senelik bir süreç. Karaalioğlu Parkı Yarışması da, sonuçlanmasıyla beraber 15 senelik bir sürecin parçası. Bu süre içerisinde parkın ana sistemi hemen yapılıyor, daha sonra etap etap devam ediyor. Yarışma sonrasında 3-4 tane yerel seçim oldu, hızlı ya da yavaş, farklı yönetimler gelmiş olmasına rağmen projenin devam etmesi önemli. Bunlar ülke için önemli örnekler ama bunların sayısı çok fazla değil. Belki bu olumlu örnekleri biraz daha araştırıp, bunu bir model olarak ortaya koymakta fayda var.

Antalya’nın en önemli özelliklerinden biri de sivil toplum kuruluşlarının baskınlığı. Kent konseyinin dokuma alanındaki düşünceleri, odalarla birlikte hayata geçebiliyor. Her yerde olmasa da bunun gibi birkaç yerde Belediyeyi, Yerel Yönetimleri yönlendirebiliyor. Sivil toplum etkin olmasına rağmen, toplumun ve yöneticilerin sisteme yabancı kalmasından dolayı, katılımcı model tam işleyemiyor.

Recep Esengil: Zaman içerisinde fikir ayrılıkları da oluşuyor. Eski Dokuma Fabrikası alanı için, meslek odalarıyla sivil toplum örgütleri aynı düşünmemeye başladı. Kepez’deki yeni yarışma alanı için de öyle. Bunun nedeni, meslek odalarının artık o demokratik kitle örgütü olma özelliğini kaybetmiş olması. Bunun nedeni de demokratik yaklaşım.

Mehmet Nazım Özer: Uçakta yukarıdan şehre baktığımızda, genelde olumsuz bir görüntü oluyor. Her taraf bina, belli yerlerde korunmuş yeşil alanlar var. Avrupa’da uçaktan inip kentin içine girdiğiniz zaman kentsel yaşam başlıyor. Sanat, mimari, kültür sokağa yansımaya başlıyor. Binanın cephesine, binanın içine yansıyor. Yaşayabildiğimiz mekanlar yaratmak için kentsel tasarım ön planda olmalı. Diğer meslek disiplinlerinden bağımsız bir düzenleme düşünülmemeli. Kentsel tasarıma biz parçalı olarak yaklaşır ve sadece o alan sınırları içerisinde düşünürsek başarılı olamayız. Konyaaltı’nda sadece kıyı bandını düşünürseniz başka, Konyaaltı’nı kentin bir alt parçası olarak düşündüğünüz zaman başka proje elde edersiniz. Etkinlikleri farklılaştırabilirsiniz. Tasarımı, mimari kültürü, biraz daha kentsel yaşama sokmak gerekli. 

Onur Eroğuz: Bu işi sadece tasarımla çözmek pek de mümkün değil. Uğur Tanyeli’nin Arredamento Mimarlık Dergisi’nde meydanlar ve meydanların yaşamasıyla ilgili bir yazısı vardı. Dünyanın en iyi meydanını tasarlasanız da, meydanı kullanacak olan insanların, nasıl kullanacaklarına dair bir yaşam kültürü olmalı diyordu.

Zeynep’in Arkitera’ya yazdığı yazıda iyi bir özet vardı. Antalya’da herkesin bakışı toprak üzerinden para kazanmak ile ilgili, başka hiçbir bakışı yok. Bu toprak para edecek, ya bir müteahhitte verilerek, ya daha farklı bir şey yapılarak. Böyle olduğu zaman da kentten tek beklentiniz maddi gelir olmaya başlıyor.

Uncalı’da Konaklar Bölgesi’nde sokaklarda yürümeye kalktığınızda, duvarlar ile oluşmuş bir labirentin içinde yürüyorsunuz. O sokak bir kentsel alan değil, o sokak bir labirent. Duvarların arkasına geçtiğinizde farklı “konsept”lerde tasarlanmış tuhaf hayatlar var. Site duvarlarını yıkıp, orayı kentsel bir alan haline getirseniz lunaparka döner iş. Bunlar bir kentsel alanın ortasına, mahallenin içinde yapılan siteler. Kentsel alandaki tek beklenti maddi olmaya başlayınca, mimar ve tasarımcı olarak yapılabilecek çok bir şey kalmıyor.

Recep Esengil: Bunu Türkiye’de çözmek çok zor, 50-60 yıllık ana ekonomisi toprağa dayalı. Türkiye’de son zamanda iyice artan, topraktan rant elde eden bir sistem var. Ekonomiden sorumlu bakan artık bu işten vazgeçelim inşaat sektörüyle bu iş yürümez derken, Cumhurbaşkanı faizleri düşürün diyor. İnşaat, olağanüstü boyutta bir gelir kaynağı ve bütün ekonomi bunun üzerine kurgulanmış durumda.

Oktay Ekinci, 2001 krizinin ana nedeninin 1999 depremi olduğunu söyler. Türkiye’nin en değerli topraklarının değeri birden sıfıra düştü. 15 yılda aynı şeyi tekrar yarattık. İnşaat sektörü, aynı hızla önümüzdeki 20-30 sene devam edebilir.

Zeynep Esengil: TOKİ’nin yaptığı bir araştırmaya göre, 1 milyar liralık bir yatırımın, ekonomiye girdisi çıktısı direkt olarak artı 975.000 lira, dolaylı olarak da 2.5 milyar lira. Türkiye’de inşaat sektörü o kadar geniş bir alanı kapsıyor ki, bir de bunun içine arazinin ana rantını koyunca, bunu hangi sistemle değiştirebilirsin ki? 2001’de yaşadığımızı 10 sene içerisinde tekrar yaşayacağız. Sonunda duvara çarpıyorsun. 

Bugün toplumun en önemli yatırım kaynağı kent toprakları. 100 liraya aldığınız bir arsanın fiyatı ertesi yıl 300 lira. Oluşan katma değerinde bir kuruş vergisi yok. Bundan güzel iş mi var?

Onur Eroğuz: Mülkiyet yapısı değişmediği sürece, bunu değiştirmek çok zor. Bu sadece inşaatla ilgili değil, tarımda da aynı şey. Arsalar mirasla bölüne bölüne mendil kadar oluyor. O mendil kadar arsalar, şehir içinde olduğu zaman düdük kadar yapılar yapmak zorunda kalıyorsunuz. Tarla olduğunda da, tarım yaptığınızda hiçbir şey kazanamıyorsunuz.

“İnsanlar otele geliyor, otelde kalıyor. Otelden çıkıp kent ile etkileşime girmek için yaya konforu, toplu taşıma imkanları yeterli değil.”


Mehmet Nazım Özer:
Antalya 1950’li yıllara kadar tarıma dayalı, Toros dağlarını kara ulaşımıyla aşamayan küçük bir kasabaydı. Deniz ulaşımından dolayı, çok önemli antik kentleri barındırmış, ama ülkede denizcilik gelişmediği için 1950’li yıllara kadar şehir de gelişmemiş. 1950 yılından sonra Toros dağlarının karayolları ile aşılmasıyla, bir anda Antalya turizm ile büyümeye başlıyor fakat turizm kenti olmanın getirdiklerine sadece bir açıdan yaklaşılıyor. Yatak sayısı artırılarak, kentsel mekanın uçsuz bucaksız planlanmasına neden oluyor. Planlı gelişmesine rağmen turizmin yatak sayısı 600.000’lere ulaşıyor. Kentin turizm altyapısı gelişmiyor. İnsanlar otele geliyor, otelde kalıyor. Otelden çıkıp kent ile etkileşime girmek için yaya konforu, toplu taşıma imkanları yeterli değil. Kentsel yaşamın bir parçası olan toplu taşımayı biz geliştirmezsek, kente gelen turistler de kentin merkezine gitmez, kentin merkezine gidilmediği zaman da kent yayılmaya başlar. 

Antalya’nın en önemli sorunlarından bir tanesi 2. Konut fazlalığı. Antalya’nın nüfusu 1 milyon ama bütün evlere normal büyüklüktü birer aile yerleştirildiğinde, bu sayı belki 3-5 milyona çıkar. Sen böyle bir kenti yönetmeye çalışıyorsun. Bu Türkiye’deki bütün turizm yerleşimleri için geçerli. Kent büyüdüğü zaman, kentin çözümlemelerinde, kent merkezinin gelişmesinde, kentin sürekliliğinde sıkıntılar oluyor.

İş gücü 6 ay çalışıyor, 6 ay çalışmıyor. Bu da kentin ekonomisinin sürekliliğini zedeliyor. Şimdi yavaş yavaş, üniversite kenti olması gibi planlar yapılıyor. Kentin makro kimliğinin belirlenmesi için çalışmalar var ama bunlar problemli. Antalya’nın çok planı var. Güneybatı Turizm Gelişme Planı yapılmış, Antalya’nın 6-7 tane planı yapıldı, birkaç kere ulaşım planlaması yapıldı. Bu kadar çok plana rağmen, Antalya’nın plansız olduğu tartışılıyorsa, demek ki bu planların uygulamasıyla ilgili bir sıkıntı var. Bir plan yapıldığında henüz hedefine ulaşmadan, o plana aykırı bir takım düzenlemeler yapılırsa, plan yavaş yavaş deforme olmaya ve amacından uzaklaşmaya başlıyor.

Recep Esengil: Antalya kent merkezine turist gelsin amacıyla oluşan bir kent değil. Antalya’da turizm Antalya’nın merkezinde değil çevresinde. Antalya zaten turizme hizmet edecek lojistik ve idari bir merkez oluşturması amacıyla kurgulanmış. Kaleiçi dışında turiztik diyebileceğin bir yer yok. Kentte yaşayan insanlara ait, adam gibi bir kent olmalı Antalya; turizme, gelecek turiste göre değil. Kentte yaşayan uygar bir insanın yaşayabileceği bir kent kalitesi olabilmeli.

Mehmet Nazım Özer: Kentte yaşayan insanlara kurulan kentsel yaşam, dışarıdan gelen insanların da hayatını kolaylaştırır. Kentin ulaşım sistemi zaten düzgün olmalı. Ankara’da telefonunuzdaki uygulamayla size en yakın durağın nerede olduğunu, gitmek istediğiniz yere hangi otobüsle gideceğinizi, otobüsün nerede olduğunu, kaç dakika sonra bulunduğunuz durağa geleceğini, hangi duraklardan geçeceğini öğrenebiliyorsunuz. Kentliye bu kolaylığı sağladığınız zaman, bunu turist de kullanacak. Bu demek değil ki sadece turistler için bir kent yapalım.

Antalya’nın kent merkezi içerisinde Kaleiçi ve Müze dışında gezilecek bir yer yok ama Bienal zamanında ara sokaklarda bir takım kültürel etkinler yapıldı. Antalya Uluslararası Mimarlık Bienali’nin kentsel yaşama katkısı çok fazla. Toplumun mimarlığı algılayışı değişti. İnsanlar, çocuklar kente yayılmış objelerle oynamaya başladılar. İşin içine sanat girmeye, tasarım girmeye başlayınca sokaklar şenlendi.

Recep Esengil: Antalya nüfusunun yarısı belli kültür düzeyinde olan insanlar. Belirli ihtiyaçları var ve talep ediyorlar ama bu sadece bir kısmı. Konyaaltı’nı sabah gördük, bir de akşamüstü gidelim. Orada yaşayan insanların talebi, daha merkezde yaşayan insanların talebinden çok farklı.

Bundan önceki Belediye Başkanı hiçbir şey yapmıyor diye çok eleştirildi. Öyle bir alışmışız ki, Belediye Başkanı gelecek, rant projeleri yapacak, Boğaçayı’nı yapacak, denizin ortasına palmiyeler dikecek… Başkan, kültür işleriyle uğraşıyordu. Döneminde yeşil alanlarda büyük bir artış vardı. Antalya merkezde yapılması gereken bu!

Bugün Konyaaltı’na baktığımızda, geçici diye koyulan kulübelere baktığımızda, Konyaaltı projesinde çok ciddi çalışmalar yapılmasına rağmen, projenin uygulama sonuçlarından son derece kaygılıyım. Çünkü projelendirenlerin, uygulayacakların ve işleteceklerin de Konyaaltı’na bakışları çok farklı. Bu da bölgenin kalitesini etkileyecek. Sıkıntı buradan başlıyor. Bugün kaldırılmakta olan Beach Park’ta yaşananlar ders olmalı.

Konyaaltı Yarışması’nın hazırlık sürecinde partiler ile, Ticaret Odası’yla, Mimarlar Odası’yla, Kent Konseyi ile görüşüldü. Her yerde tartışıldı. Tartışmalardan çıkan sonuç şu: Konyaaltı plajı Konyaaltı ile bitmiyor. Bir projeyi kentli ile tartıştığın zaman başka noktalara gidebiliyor. Klasik yarışma yönteminin dışında, kentli projeye dahil olabilirse çok daha etkili oluyor. Belki projeye sahip çıkınca denetleyecek etki de oluşacak. Yarışma yapılıyor, sadece mimarlar mühendisler biliyor. Kentlinin haberi var mı? Kentliyi bu işin içine sokmak gerekiyor.

Mehmet Nazım Özer: Danimarka’da 25-30 hektarlık bir alanda bira fabrikasının taşınmasıyla ilgili yarışma düzenleniyor. 35 yaşlarında bir ekip bunu kazanıyor, ofislerinin 20 yıllık vizyon hedeflerinde o 25 hektarlık alan var. 2 yılda hemen yapılıp bitirilebilecek küçük bir alan. Ama yarışmadan sonraki süreçte, oradaki halkla beraber projeyi tartışarak revize ediyor, yeniden proje üretiyorlar. O projenin sonucunda belki başka yarışmalar ya da başka projeler üretilecek. Bu bir proje üretme kültürü. Sadece yerel yönetim, ya da 1. ödülü alan ekip değil, kentin diğer aktörlerinin de katılımıyla birlikte yapılıyor. Bir projeyi kaç yıl tartışmamız gerekir? Diyelim Konyaaltı projesi seneye uygulandı bitti. Biz projeyi yeteri kadar tartışabildik mi? Birkaç toplantı yapmak bunu tartışmak mı? Daha iyi bir hale getirmek için neler yapılabilir? Bir alanda proje yapılırken sadece o alanda yaşayan insanlar mı yoksa farklı kullanıcıları da bununla ilgili fikirlerini sunmalı? Proje üretme kültürünü biraz daha genişletmek lazım, bu da zamanla, devamlılıkla olacaktır. 

Ertuğ Uçar: Geçtiğimiz dönemde bütün Lara sahil şeridini, falezlerin üstünü, eski Antalya kolejinin olduğu yerden şelaleye kadar çim yaptılar, yaya yolları yaptılar. Bunu da yarışma yapmadılar. Herkes orada şimdi, çok da güzel oldu. Antalya’nın son 10 yılında yapılmış en ucuza, en toplum yararına, en pratik ve sessizce yapılmış iş. Kimse de reklamını yapmadı. Hiçbir billboard’ta “Ben buraya şahane falez parkı yaptım!” demiyor. Zaten görevin bu, park yapacaksın. Belki de bu yarışma meseleleriyle biz işleri çok karmaşık hale getiriyoruz. Lara için bir yarışma açılmış, millet görsellerine kuşlar kondurmuş, kötü uygulamalar yapılmış, şimdi onların yarısı yıkılmış da olabilirdi, ama öyle olmadı. Çok güzel bir park var orada.

Recep Esengil: Antalyalı bunu değerlendirebiliyor. Biz mimar olarak bazen kızıyoruz Muratpaşa Belediyesi’ne, Süleyman Evçilmen’e. Orada yaşayanlar ise “önüm yemyeşil, bu dünyanın en güzel yeri, bu adam bunu yaptı ben gider oyumu ona veririm” diyor.

Bana göre Türkiye’de en etkin sivil toplum Antalya’da, Kent Konseyinin başarısının bunda etkisi çok fazla. Bunu değerlendirebilmemiz lazım. Eğer bu kadar çok yarışma açıyorsa Antalya, bir şeylerin öncüsü olmalıydı. Antalya Mimarlar Odası olarak yarışmaların şartnamesini değiştiren, kolaylaştıran bir hazırlık yaptık, Mimarlar Odası Genel Kurulu’na sunduk, gündemlerine almadılar. Antalya bunu zaman içerisinde yapabilir. Konyaaltı’nı bunun için örnek gösterdim. Konyaaltı öyle ya da böyle insanlarla tartışarak yapıldı. 

Almanya’da çok basit fikir projesi yarışmalarıyla, proje değil, o projeyi yapabilecek mimar belirleniyor. Bu sayede bir sürü yarışma çıkıyor. Sonrasında da platformlarla, belediyelerle; seçilen, güvendiği ekiple yola çıkıyor. İleri de bu sisteme döneceksek, Antalya bunu dönüştürebilecek güçte.

Proje süreç içerisinde de değişebilir. Konyaaltı düzenlenmesini 2018’deki seçimlere bitirmeye çalışacak, bir sürü yanlış yapacaklar. 3 senede o 4.5 km yeri Türkiye’nin, Antalya’nın bütçesiyle yapamazsın. Ancak Beach Park’ın içini bitirirsin o kadar. Niye zorluyorsun?

Mehmet Nazım Özer: Bizim yarışmadan beklentimiz yarışma bittiği an uygulanması yönünde. O proje zamana yayılsa, devamlı tartışılsa, Lara’daki uygulama gibi sadeliğe gidebilir.

Ertuğ Uçar: Konyaaltı Yarışması, yarışmalar ile olayı karışıklaştırma meselesinin örneği. Olacak o çember yapı bir Minicity. Şimdi Minicity ne oldu? Fotoğraflarla kalbimizde yaşıyor! Minicity şimdi balıkçı oldu.

Dünyanın en güzel şehir içi kumsallarından biri, bir örneği Rio de Janeiro, diğer bir örneği Cannes. Şehrin içinde hilal gibi çok güzel bir kumsal! Bu kadar zor olabilir mi! Yarışma açmaya da gerek olmayabilir. Sosyal donatıların işletmesini, işi yapabilecek birine verirsin o kadar. Ama o sosyal donatıları vermek bir politik olay haline geliyor. Sonra onları denetleyemiyorsun. Şehirlinin düzgün hizmet alarak denize girmek istediği bir kumsal var. Bu kadar. Yerel yönetim bunun altından kalkamıyorsa utanmalı.

“Şehrin 10-20 sene sonrasında nereye gideceğine yönelik aslında hiç kimsenin bir tasavvuru yok çünkü her şey 4 senelik, sürdürülebilir değil. 4 sene sonra, yerel yönetim değişirse bütün her şey alt üst oluyor.”


Onur Eroğuz:
Çok da uzakta olmayan bir örnek var, Köstence. Köstence’de de şehrin içinde bir plaj var. Arkasından geçen, buradaki gibi hızlandırılmış bir yol değil, bir şerit gidiş, bir şerit dönüş bir yol. Yol kenarında yeterli bir park alanı ve birkaç tane düzgün hizmet veren kulübe var. Bundan ibaret. Her noktasını tasarlamaya başladığınız da aslında elinizi çok büyük bir taşın altına koyuyorsunuz. 4.5 km her noktasını tasarlamak 1.5 senede yapılacak bir iş değil. Burada da asıl problem, şehrin geneli ile ilgili, yerel yönetimlerin genel tavrı ile ilgili. Şehrin 10-20 sene sonrasında nereye gideceğine yönelik aslında hiç kimsenin bir tasavvuru yok çünkü her şey 4 senelik, sürdürülebilir değil. 4 sene sonra, yerel yönetim değişirse bütün her şey alt üst oluyor.

Bekir Kumbul’un belediye başkanlığında, sadece 4 dönem önce, Boğaçayı’nın üzerine bir köprü ile sahil yolu yapılıyor, o yol 6 şerit oluyor. Yol hızlanınca insanlar ölmesin diye şehrin bir ucundan öbür ucuna tel çit ile bölünüyor. Düşünsenize Antalya bir ucundan öbür ucuna Çin Seddi gibi bölünmüş bir şehir. 100. Yıl, MarkAntalya’dan başlıyorsunuz Liman’a kadar tel çit ile bölünmüş… Aradan 12 yıl geçiyor, yolu yıkmaya, Konyaaltı plajını yapmaya karar veriyorlar. 12 yıllık bir yatırım değil ki bu.

Ertuğ Uçar: Antalya’da 3 tane belediye var kuzeyde Kepez, batıda Konyaaltı, doğuda Muratpaşa; 3’ü kendi kendilerine takılıyorlar gibi. Bir de Büyükşehir Belediyesi var. Bunlar sanki şehrin merkezini ve şehrin zaten sahip olduğu değerleri bir kenara bırakmışlar. Mesela Kaleiçi ile ilgilenen var mı? Her Belediye ilgileniyor da o yüzden mi bir şey olmuyor?

Recep Esengil: Çünkü Muratpaşa Belediyesi içerisinde en az oy olan yer Kaleiçi. Sadece 3 muhtarlık var, en az oy kullanılan yer olduğu için kimse ilgilenmiyor.

“Belediye GYO CEO’su gibi oluyor, oraya fantezi, buraya fantezi.”


Ertuğ Uçar:
Kaleiçi kent içindeki değerlerden biri. Karaalioğlu parkı da öyle, çok iyi ama bakımsız. Çocuk parkları yapıldıkları halleriyle duruyor. Paslanmışlar, kırılmışlar. Zemin bozuk. Çok daha güzel bakılabilir. EXPO için, Boğaçayı için dillerde dolanan paraları düşününce Karaalioğlu Parkı bedavaya yenilenebilir. Devede kulak bir parayla çok daha güzel olabilir. Yeni yarışma ile sembol aranıyor, ama Tünektepe orada duruyor, yıllardır kimse çıkmıyor, çıkamıyor, gitmiyor. Konyaaltı sahili de öyle. Lara bandı biraz daha iyi ama aynı durum söz konusu. Şehrin bugüne kadar iyi oluşmuş yerlerini düzgün bir hala getirmek bile çok işe yarayabilirken, sembol peşinde koşuluyor.

Ankara’da da öyle, merkezi çöküntü bölgesi gibi. Kızılay, Çankaya, Küçükesat bitmiş. Kaldırımlarda çöpler, kafeler, kebapçılar sokaklara taşmış, ışıklar çalışmıyor ama İncik tarafına, Çayyolu’na gidiyorsun oraya da yeni şehir yapmaya çalışıyorlar. Zaten fıstık gibi şehir duruyor orada, düzeltsene orayı.

Çöpünü toplayacaksın, kaldırımını yapacaksın, Kaleiçi’nde dükkanı olan adamın bütün sokağa halılarını yaymasını engelleyeceksin. Belediye olarak senden beklediğimiz bu, tepeye kule yapmanı, Boğaçayı’na tekne sokmanı beklemiyoruz. Sen asli görevlerini yapıyor musun da gerisine hevesleniyorsun? Belediyeler kendi görev alanlarına çekilseler… Belediye GYO CEO’su gibi oluyor, oraya fantezi, buraya fantezi. 

Zeynep Esengil: Muratpaşa Belediye Başkanı’nın gelir gelmez ilk hedefi bina cephelerini en fazla %30’u serin renk olacak şekilde beyaza boyanması oldu. Bunun için meclis kararı çıkarıldı. Belediye Başkanı’nın hayalini kurduğu, eğer Başkan olursam yapacağım dediği bir şeymiş. Bir plot bölge uygulandı. Bunun Melih Gökçek’in Ankara’da havaalanı bandındaki binaların cephelerini kovboy kasabası gibi giydirmesinden bir farkı yok.

Ertuğ Uçar: Binaları o renklere boyattın, sonra aynı Belediye, o binanın altına açılmış kebapçıya, binanın önüne öyle bir izin veriyor ki, kebapçı bir totem yapıyor! Yukarı doğru bir boru uzanıyor, 3ncü katta koskocaman “bilmem ne döner” yazıyor. Tabelayı havaalanından görüyorsun. Ne oldu serin renk!Türkiye’deki şehirler öyle meclis kararlarıyla düzeltilebilecek ölçeklerin ötesine geçeli çok oldu. 40.000 kişilik bir kasabayı ucundan düzeltmeye başlarsın. Nasıl düzelteceksin şehrin cephelerini!

Onur Eroğuz: Belediye Başkanı’nın, cevval bir adam olması ve bu işe finans sağlayabilecek ilişkileri, işin önünü açabilecek siyasi bağlantıları kurması şüphesiz gerekiyor, fakat işin tasarım ve yapıma dair, kent yönetime dair kısımlarını profesyonellere devretmesi ve bu profesyonellere saygı duyması ve danışmanlık alması gerekiyor. Yapılması gereken bu fakat dönemin ruhu bundan farklı. Artık Belediye Başkanı’nın bir sonraki seçim döneminde tekrar seçilebilmesinin yegane yolu, gözle görülür bir şeyler inşa etmesi.

Mehmet Nazım Özer: Bu yanlış da şuradan çıkıyor: “Bir kongre merkezi yapacağım” diyor, 1 haftada görseller hazırlanıyor. O görseller artık onun sözü oluyor. Yapmayınca, vatandaş onu görmeyince de ben başarısız oldum diyor.

Onur Eroğuz: Projenin görsellerinde gördükleri hayatı yaşayabileceklerini zannediyorlar. Oysa ki o hayatı da kullanıcının yaratması gerekiyor. İş gerçeğe döndüğünde hiç de öyle olmuyor. Eminim ki, Antalya Akvaryum’un görselleştirmesinde, Zaha Hadid’in yapıları gibi bir balina vardı. Gerçekten projelendirmeye başlayınca, ne projeci onu projelendirebiliyor, ne müteahhit onu yapabiliyor, ne de Belediyenin öyle bir bütçesi var. Dikdörtgen prizma yapıp, kaplamalarla balina imajı verilmeye çalışıyor.

Zeynep Esengil: Beach Park yapılan en iyi projelerden biri…

Onur Eroğuz: Beach Park’ın çok ciddi bir işletme hatası var. Bir tane girişi var, ağzı büzülmüş bir torba gibi. Bir tarafı falez, bir tarafı deniz. Bir ucuna Varyant’tan giriyorsunuz, bir ucuna Konyaaltı’ndan. Bu ülkede biliyoruz ki arabayla gidemediğiniz hiçbir yer kullanılmıyor. Siz yıllardır kullanılan bir yolu kesip, oradan insanları para karşılığında almaya başladığınız zaman, gitmiyor insanlar.

Zeynep Esengil: 6-7 yıl çok iyi gitti, çok canlıydı.

Recep Esengil: Hasan Subaşı döneminde, ben o zaman Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nin başkanıydım,  yeteri kadar otopark vardı ve araç sokulmalı mı sokulmamalı fikri üzerinde çok konuşuldu. İlk yapılan projede yoktu ama ardından yolu açtılar, bütün arabalar yol kenarlarına yığıldı, ön kısımla arka kısım tamamıyla birbirinden koptu. Bu kopuşun bir nedeni daha var. Projenin ilk kısmı Subaşı döneminde yapıldı. Büfelerin yapımı bittiğinde yerel yönetim değişti, bütün her şey durdu. İşlevi sadece büfe, giyinme kabini olan birimlerin hepsi restoran oldu. Daha sonra arkadaki restoranları yaptılar, hiçbiri çalışmadı. Yapılan yol da ön ve arka tarafı birbirinden kopardı. Cevap işletme ve uygulama. Hasan Subaşı’na, buraya bir işletme planı hazırlamayı, planı tapuya işleyerek işletmecilerin değişiklik yapmasını engellemeyi önerdik, olmadı. Aynısını Konyaaltı’nda da söyledik. Orada da yapılmadı. Şimdi Konyaaltı’na büfeler yapılacak, o büfeler güneşlik eklenerek, etrafı kapatılarak büyütülecek. Konyaaltı sahilinde sabaha kadar vakit geçiren insanlar var. Bu insanların yemek yapma, bulaşıklarını yıkama, tuvaletlerini yapma gibi ihtiyaçları var. Antalya’nın kültürü bu, o adam orada yatacak, atamazsın onu.

Antalya’da mevsimsel olarak deniz turizmi var. Sizce turizm, Bienal ve EXPO gibi farklı etkinliklerle yılın daha geniş bir zamanına mı yaydırılmaya çalışılıyor? 

Recep Esengil: Bunun belli bir zamana yayılması gerekiyor. Ama en fazla 2-3 ay yayabilirsin. Belediye Başkanı’nın zaman içinde farklı parçaları bir araya getirerek Venedik’te olduğu gibi toplu bir mimarlık – kültür – sanat bienali oluşturma fikri var. Hatta bu doğrultuda Altın Portakal Film Festivali’nin merkezi haline getirilecek bir alan hazırlığı var.

Onur Eroğuz: Tam bu noktada Antalya’ya özgü bir problem var. Yapılan ya da yapılması planlanan her şeye turizm ile meşruiyet kazandırılmaya çalışılıyor. Bu da kentin kendi dinamikleriyle gelişmesine engel oluyor. Turizm için diyerek, kent bir yere doğru ittirilmeye çalışılıyor. Restoranlar açılıyor, insanlar geliyor ama bu sezonluk bir durum. Sezon kapandığı zaman orayı ayakta tutacak kadar bir kitle yok Antalya’da. Bir anda bir yerlerin yıldızı parlıyor. Kentin kapasitesi oraları taşımaya yetmediği için 1-2 sene sonra sönüyor. Hep turizm bahanesiyle bunların taşıyabilecekleri iddia ediliyor, ama taşımıyor. Yerleşik bir nüfus var, o nüfusun bu tip yerleri ayakta tutan belirli bir yüzdesi var. Çok sık el değiştirme oluyor. Bu da yerleşik kent kültürü, mekan kültürü oluşmasına engel oluyor.

Bir yere turizmin yarattığı şişkinlik göz ardı edilerek bir yatırım yapılıyor fakat bunun bir karşılığı yok. Bir süre sonra yaşamamaya başlayınca çöküntü haline geliyor. Beach Park’taki durum da, Fener Caddesi’ndeki durum da bu. Kaleiçi bence şu an olumlu bir örnek çünkü kimse müdahale etmiyor ve kendi kendine gelişiyor. 

Recep Esengil: Bu durumun turizm ile hiçbir ilişkisi yok. Zaten Antalya’nın merkezine turist gelmiyor. Çevremizde 8 milyon turist var, merkeze yılda 100.000 turist ya gelir ya gelmez. Bu kentlinin kendi sorunu. Moda olan yerler var. Turistlerin bu alanlara etkisi yok ki.

Onur Eroğuz: Bu hep turizmden bir beklenti nedeniyle böyle oluyor. Herkesin ticari bir kazanç beklentisi var ve herkes bunu turizm ile ilişkilendiriyor. Bir anda bir yer “bir şey” oluyor. Sonra da yok oluyor. 

Recep Esengil: Antalya’da yaşayan insanların, ben de dahil olmak üzere, gelirleri turizm. Turizm tek sektör. Antalya sanayi şehri olmaz ama yıllar önce üniversite şehri olabilirdi. O şansı kaçırarak, Kıbrıs’a bıraktı. Eğer turizm olmasaydı senin ya da benim Antalya’da mimarlık ofisimiz olabilir miydi? Turizmde yaşanan %15’lik küçülme dahi tüm sektörleri ne kadar etkiliyor görüyoruz.

Onur Eroğuz: Turizmin kentsel karşılıkları var. Altınkum’daki caddede geçen sene hiçbir şey yokken, bu sene kahveciler olması bunlardan biri. Bu fizibilitesi yapılan, uzun vadeli düşünülerek hareket edilen bir şey değil. Beklenti karşılanamadığında, o yer terk edilmiş bir kovboy kasabasına dönüyor ve dekoratif olmaya başlıyor. 8 ay çalışan 4 ay kepenklerini kapatan bir şehir olabilir mi dünyada!

Recep Esengil: Antalya’da öyle bir durum yok. Antalya bir turizm metropolü. Kışın, önündeki yazın hazırlığı yapılıyor. Ben önümüzdeki senenin projesini çiziyorum, kışın onun inşaatı yapılıyor. Küçük sahil kasabalarında kışın 4 ay kepenk kapatma olabilir ama burası bir metropol. Sadece kendini değil Isparta, Burdur, Konya’yı da besliyor. Yeni yerler açılıp moda olduğu zaman, eskiler değerini yitiriyor. Dedeman ile birlikte çevresi 10 yıl önce çok modaydı. Şimdi Çağlayan Mahallesi, Dedeman ve çevresinin yeni kopyası. Eskidikçe insanlar yeni kopyasını yapıyor. Bu sadece Antalya’da var ama bunun turizmle bir ilgisi yok. 

Onur Eroğuz: Demografik yapısıyla da çok ilgisi var. Burada mevsimlik işçi gibi çalışan bir sürü insan var. Birine sorduğunuzda, 20 senedir burada yaşıyorum der ama Antalyalıyım demez, Burdurluyum der. Kendini buraya ait hissetmiyor, burayı sahiplenmiyor.

Mehmet Nazım Özer: Her kentin bir büyüme ivmesi var, o ivmeyi bir anda yükselttiğin zaman, kent yabancılaşmaya başlıyor. Antalya, Antalya’da yaşayanların, Antalyalılar Derneği kurduğu bir il. Antalya’da sen yabancısın, senin çevrende gerçek Antalyalı yok. 

Onur Eroğuz: Bu kadar yerlisi az bir şehir dememize rağmen, inanılmaz bir kentsel hafıza var. Üzerinden kaç sene geçmiş hala eski otogar, eski Türkay otel, Doğu Garajı… Kimse mevcut hallerinden bahsetmiyor. Bir sürü yerde yenisi neyse odur, devam eder. 

Ertuğ Uçar: Doğu Garajı’nda henüz bir şey yok da o yüzden. Özdilek yapılsa, insanlar da oraya Özdilek demeye başlayacak. 

Onur Eroğuz: Eski Otogar’a insanlar artık Mark Antalya demiyor. Hala Eski Otogar diyorlar. 

Ertuğ Uçar: Çünkü benimseyemiyorlar, bu iyi bir şey. Bursa’daki Eski Otogar’ın yerine Kent Meydanı ve Alışveriş Merkezi yaptılar. Fena da olmadı. Kimse oraya Eski Otogar demiyor artık.

Recep Esengil: Bahsettiğimiz 30 yıllık bir dönem ve 30 yıl bir kent için çok kısa. Hep eleştirel gözle bakıyoruz ama Türkiye’deki kentleşmeye genel olarak baktığımızda Antalya içlerinde en düzgünlerinden birisi. Mersin’le, Adana’yla hatta İzmir’le kıyaslanamaz bile.

Etiketler

Bir yanıt yazın