“Kentin Bir Parçasını Genel Kullanıma Açabilme İhtimali Varken Kapatmak Çok Egoistçe Bir Tavır”

İnşa halindeki yapıların mimarlarıyla, projenin tasarımından teslim aşamasına kadar bütün bir süreç hakkında söyleştiğimiz İş Üstünde serimize İstanbul Kozyatağı'ndaki Mermerler Plaza binasını tasarlayan Ergün Mimarlık'la devam ediyoruz.

Ergün Mimarlık 1993 senesinde kurulmuş. 2013 senesinden itibaren bünyesinde iç mimarlık için ayrı bir ekip geliştiren ofis, hem mimarlık hem de iç mimarlık projeleri üretiyor. Ergün Mimarlık’ın başındaki Ender Ergün ve Eser Ergün’le Kozyatağı’ndaki yüksek katlı ofis binaları Mermerler Plaza’yı konuştuk ve gezdik.

Burcu Bilgiç: Okuyucuların tanıması açısından yapının kendisine dair bir soruyla başlamak istiyorum. Programı nedir, nasıl bir yapı Mermerler Plaza?

Eser Ergün: Yapı aslında üç bloktan oluşuyor. İki küçük blok, bir de kule var projede. Genelinde ofis kullanımlı bir yapı, zemin katlarında ise ticari birikimler var. Zemindeki ticaret içe dönük bir kullanım değil. Zemin kotunu, başından beri, mahalleye hizmet eden hem sokaktan hem de tasarımda oluşturduğumuz iç pasajdan kullanılan, kamuya açık, serbest dolaşılabilen bir açık çarşı olarak düşündük. Ofisler tek bir kuruluşun kullanımına yönelik değil genel kullanıcıya yönelik. Bir iş merkezi gibi çalışıyor aslında bina, ofisler kiralık. Bina kütlesinde de kendini az çok açık eden bir girinti katımız var, o kısımda da binaya hizmet eden sosyal kat yer alıyor.

Mermerler Plaza projesi size nasıl geldi?

Ender Ergün: Kılıçoğlu Grup bize daha önceki projelerimizi tanıyarak gelmişti. Daha önce çalıştığımız bazı binaları referans olarak almışlar, dolayısıyla arayıp bizi buldular. Mimarın yaptığı iş ile aranıyor olması güzel bir şey.

“Bu dönemde kontrolörlük çok tercih edilmiyor.”

 

Binanın tasarım süreci boyunca işverenle nasıl bir iletişim içindeydiniz?

Eser Ergün:  Genel olarak proje sürecinde iyi anlaştığımızı düşünüyorum ben Kılıçoğlu Grup ile. Her ne kadar projenin mesleki kontrollük hizmetini üstlenmemiş olsak da, projenin birebir uygulanması konusunda da uyumlu çalıştığımızı düşünüyorum, özellikle cephe üretiminde. Yani uygulamada bilfiil bulunmadık biz Ergün Mimarlık olarak; ama yapılan birçok imalat aslında bizim onayımızla ve bilgimiz dâhilinde gerçekleşti. O sebeple de çok büyük problemler yaşanmadı ve uyumlu çalışıldı denebilir.

Siz proje tasarımını ve projelendirilmesini yaptınız, inşaat aşamasını ise başka bir firma yürüttü o zaman?

Eser Ergün: Evet. Yatırımcı kendisi yürütmüş oldu. Normalde şöyle oluyor, biz ilk fikir yani konsept aşamasını, ruhsat projeleri sürecini, uygulama projelerini ve sistem detaylarını üstleniyoruz. Ondan sonraki aşamada durumlar işverene göre değişiyor. Bu biraz karşı taraftan gelmesi gereken bir talep. Ancak, buna işvereni biz mecbur kılamıyoruz. Bu projede, orada bilfiil bulunmasak da karşılıklı ilişkiler ve iyi niyet doğrultusunda uygulama olumlu bir şekilde sürdü.

Tasarımcısı olarak kontrol etmek için olmasa bile binayı görmek için gidiyor musunuz inşaata?

Eser Ergün: Gidiyoruz. Artık projemizle aramızdaki bağdan dolayı onu yapıyoruz. Bunu bir hizmet olarak yapmasak da tasarımımızı görebilmek amacıyla çeşitli zamanlarda gerek toplantılara gerek şantiye kontrollerine gönüllü olarak gittik.

Ender Ergün: Onların da zaman zaman soru sordukları durumlar oluyor. Değişiklikler gerekebiliyor, karşılıklı konuşarak değişikliği uyguluyoruz.

Kontrolörlüğünü almayı tercih ediyor musunuz? Tercih edilen bir şey mi?

Eser Ergün: Genelde tercih edilen bir şey. Çünkü her ne kadar biz bunu gönüllü olarak takip ediyor olsak da oraya düzenli olarak her hafta gitmek, haftada iki kere gitmek, orada her gün Ergün Mimarlık adına birinin bulunuyor olması uygulamayı projeye bir tık daha yaklaştıracak bir unsur.

“Blokları parçaladık ve içeride bir dünya oluşturmaya çalıştık.”

 

Tasarım sürecine geri dönecek olursak, tasarıma başlarken temel tasarım girdileriniz ve bunlara bağlı aldığınız kararlar nelerdi? Bu yapı İstanbul’da son zamanlarda çok yapılan yüksek katlı ofis binalarından nasıl ayrışıyor veya ayrışıyor mu?

Eser Ergün: Aslında bu belki iki kanaldan cevaplanabilir. İlk olarak, projenin yakın çevresiyle ve zeminiyle olan ilişkisi projeyi bence ayırt eden bir nokta, çünkü olabildiğince çevredeki mahalle kullanıcısını içine almaya çalışan bir proje. Binalar duvarlarla çevrilmiş değil, kulenin dahi içinden geçen bir pasaj tasarladık. Blokları parçaladık ve içeride bir dünya oluşturmaya çalıştık. Sadece kule kullanıcısına yönelik özellikli bir yapı yapmak yerine olabildiğince zemini paylaşan bir yapı kurgulamaya çalıştık. Kütlesel olarak ise aslında yine çevreden, çevredeki binaların ölçeklerinden yola çıktık. Proje bir tarafta E-5’e cephesi olan bir tarafı ise Kozyatağı’nın en önemli üç caddesinden biri olan Bayar Caddesi’ne bakan bir arsada. Biraz da buradaki farklı iki durumu projeye yansıttık.

Genelde E-5’in kenarında hep yüksek yapıları görmeye alışkınız. Buradaki kulelerin yoğunluğuna uygun bir şekilde E-5’e yönlenirken arka tarafta bir kademelenme vardı kulenin ilk tasarımında. Tasarımın ilk aşamasında arka taraf daha alçaktı. Bu da Bayar Caddesi’ndeki binaların yüksekliğini tutuyordu. İlk başlangıç fikrimiz, kuleyi Bayar Caddesi’ne doğru kademelendirip ve daha küçük ölçekli parçalara bölüp çevredeki ve geri plandaki kütlelerle ölçeksel bir ilişki kurmak yönündeydi.

Bizim işimizde birçok parametre var, bunların en önemlilerinden birisi de imar normları. İstanbul yönetmeliğinde olan bir değişiklik sebebiyle projedeki o kademelenme değişikliğe uğradı ve bina bütün bir kütle haline geldi. Yani işin özü imar arttı. Emsal harici alanlar arttı ve kütle doldu. Dolayısıyla kademelenme kendini artık yalnızca kütledeki parçalanmaya bıraktı. Yani malzemeleri kullanarak bölünen daha küçük ölçekli parçalar halinde ele aldık yeni kompozisyonu. Sadece bu bahsettiğim ortak alan katıyla yatayda bir parçalanma değil, her ofis katında ofislerin kendi bünyesinde de doğal hava alabileceği kat bahçeleriyle düşeyde de bir parçalanma var. Bu parçalılıkla çevredeki yapı ölçeği ile ilişki kurmayı hedefledik. Yerel kimliğini veren unsurlar bunlar oldu bu projeye.

“On senede bir mimari formlar ve anlayışlar yenileniyor.”

 

Daha önce bu tipolojiden tasarladığınız binalar oldu mu?

Eser Ergün: Evet, oldu.

Tasarımdan tasarıma aynı tipoloji içinde kendi mimarlığınızdaki farklılıklardan bahsedebilir misiniz bize?

Eser Ergün: Tabi değişim birinci derecede o projeyle ofiste kimin veya kimlerin ilgilendiğine bağlı. Her ne kadar işlerimizde bir dil birliği tutturmayı hedeflesek de işlerin farklı görüşlerden beslenmesi önemli. Diğer yandan o projenin müşterisinin kim olduğu, olaya nasıl baktığı, nasıl bir bütçe ayırdığı da çok önemli etkenler; çünkü yatırımı tek başımıza yürütmüyoruz, mutlaka bazı kararları işverenle birlikte alıyoruz. Onaylatmamız gereken bir süreç var. Bu sebeple işverenin bakış açısı da daha önceki yaptığımız işlerle farkı beraberinde getiriyor. Arsanın gereksinimleri, formu, iklimi, topoğrafyası, lokasyonu konu aynı olsa da binanın kimliğini değiştiren öğeler. Zaman bir diğer faktör; yani 10 sene önce yaptığınız bir yapının teknolojisiyle 10 sene sonra yaptığınız yapının teknolojisi bambaşka olabiliyor. Cephe malzemeleri değişiyor, taşıyıcı sistem özellikleri değişebiliyor, mekanik sistemler değişebiliyor, beklentiler değişiyor yani yaşama dair beklentiler ayrışıyor dolayısıyla ister istemez bundan önceki tecrübelerinize göre bir takım farkları siz de ortaya koymak durumunda kalıyorsunuz. Her şeyden önce genel mimari formlar veya anlayışlar değişiyor. En kötü ihtimalle on senede bir yenileniyor herhalde bunlar. Birçok parametre var aslında bu farklılıkların doğmasına sebep olan. Çok yakın arazilerde üç tane örnek var bizim karşılaştırabileceğimiz; Nida Kule Kozyatağı var 1990’ların sonunda 2000’lerin başında üretilen bir proje, 2010’da üretilen Nida Kule Göztepe var projelendirdiğimiz, bir de Mermerler Plaza var. Baktığınızda aslında her birinin karakteri birbirinden farklıdır. Bu da saydığım sebeplere dayanır.

“Kentin o parçasını genel kullanıma açabilme ihtimali varken kapatmak çok egoistçe bir tavır.”

 

Üzerine konuştuğumuz ofis binası tipolojilerinin kentle kurduğu ilişkiyi nasıl buluyorsunuz? Çevresini nasıl dönüştürüyor Mermerler Plaza?

Eser Ergün: Çevresine etkisini düşündüğümüz zaman bizim için zeminin kullanımı önemli. Yani bazı konut kullanımlarında bunu yapmak durumunda kalıyoruz, kapalı siteler oluşturabiliyoruz; ama ticari bir kullanımda kentin o parçasını genel kullanıma açabilme ihtimali varken bunu içe döndürmek, yani kapatmak, kentsel bakımdan düşünüldüğünde çok egoistçe bir tavır. İşverenin de bir yerden sonra ticari geliri olabildiği için teşvik ettiği bir durum haline geliyor bu açıklık. Biz de bu fırsatı kaçırmak istemiyoruz.

Ender Ergün: Esasında burada bir “bypass” var, yani Bayar Caddesi’nden E-5 e doğru köprüye ve yayaya hizmet veren bir “bypass” var.

Eser Ergün: Tabi, bir iç pasaj var.

Ender Ergün: Pasajı dükkanların arasından geçiriyoruz.

Eser ErgünE-5’ten Bayar Caddesi’ne bağlanmak için parselin etrafından dolanabilirsiniz ama biz hem o yolu kısaltmak hem de arsaya katılan değerden daha fazla insanın faydalanması açısından burayı bir geçiş güzergâhı olarak düşündük.

“Ofis içi paylaşıma açık bir yapı kurgulamaya çalışıyoruz.”

 

Ofisteki çalışma düzeniniz nasıl? Kaç kişi ve nasıl bir organizasyon şemasıyla çalışıyorsunuz?

Eser Ergün: Tam sayıyı bilmiyorum ama yirmi kişiye yaklaştık herhalde. Aynı zamanda iç mimari bölümümüz var. İşleyiş şemamız da aslında zamanla değişiyor. Şu an evrilen bir süreçteyiz, yani projeyi ele alışımız da değişiyor. En güncel halini aktarmak gerekirse daha çok ofis içi paylaşıma açık bir yapı kurgulamaya çalışıyoruz. Projeyi tek bir kişinin alıp götürmesi şeklinde değil, genelde projenin başında bir tane yürütücüyü öngörüyoruz. Projenin başından sonuna kadar kalmasını arzu ettiğimiz bir kişiyi ilk fikir aşamasından son aşamaya kadar korumaya çalışıyoruz. Bunun dışında konsept projede dahil olabilecek, yardımcı olabilecek yani fikir paylaşım ortamı yaratabilecek arkadaşlar dahil oluyor, bizler dahil oluyoruz, bir tartışma ortamı yaratmaya çalışıyoruz; hatta kendi içimizde bir rekabet ortamı yaratarak ürettiğimiz tasarımlar da olabiliyor. Bu biraz da zamanla da alakalı bir durum. Bazen çok sıkışık olabiliyor, o zaman çok kısa zamanda hızlı kararlar vermeniz gerekebiliyor, iş değişebiliyor; ama ihtiyacımız olduğu zamanı bulduğumuz durumlarda büro içinde olabildiğince farklı fikirler üretmeye çalışıyoruz ve bunları birbirine çarpıştırarak en iyi, en doğru sonuca ulaşmayı hedefliyoruz.

“İnşaat işlerken bir anda yönetmeliğin değişmesi bir krizdi.”

 

İnşaat sürecinde sizi en zorlayan ne oldu? Bu süre zarfında işverenle ilişkiniz nasıldı?

Eser Ergün: Sürekli dirsek teması halindeydik.

Ender Ergün: Herhangi malzeme, detay değişikliği olduğu zaman genelde haberimiz oluyor. Eğer olmazsa sorun oluyor. Öyle büyük bir sorun yaşamadık.

Eser Ergün: Her inşaatta yaşanabilecek küçük belki anlık problemler oluyor ama onlar da kriz boyutuna gelmeden karşılıklı anlayış içerisinde çözüldü.

Ender Ergün: Çünkü biz onlarla biraz da sürekli çalışıyoruz tek seferlik bir iş yapmıyoruz.  Kılıçoğlu’yla bu bina ile başladık ama bu sırada bununla beraber birçok binayı sürekli olarak çalışıyoruz. Dolayısıyla birbirimizi tanıyınca bir uyum oluşuyor.

Eser Ergün: İnşaat işlerken bir anda yönetmeliğin değişiyor olması işverenle olmasa bile bir krizdi süreçte. Projenin alaşağı olup, projenin son sekiz dokuz katının yarım katken bir anda bütünlenmesi ve tasarımın değişmesi yani tasarımın hiçbir zaman bitmemesi gibi bir örnek yaşadık. Bu bir krizdi ama atlatıldı, belki temel bir revizyona sebep oldu ama bir şekilde atlatıldı. Ciddi alanlar kazanabiliyor işveren, onu da mimari konsept gereği bir kenara bırakamıyorsunuz ve bunu bir şekilde konseptinize uydurmak durumunda kalıyorsunuz. Yani “bu benim ana fikrime aykırı” diyerek kullanmamanız mümkün olmuyor. Bizim en azından mimari büro olarak genel tavrımız bu şekilde.

“Maliyetler çıktığı zaman hep geri adımlar atılıp tasarımlar bambaşka binalara dönüşebiliyor.”

 

Yapı teknolojisi, malzeme ve tasarım ilişkisini nasıl kurguladınız?

Eser Ergün: Binanın ayırıcı özelliklerinden bir tanesi cam olan kısmının üç boyutlu dokusuydu bu projede. Camı düz bir şekilde kullanmak yerine gün ışığının farklı yansımalarına sebep olacak şekilde farklı açılarda kullanmayı tercih ettik. Bunu da aynı zamanda gece aydınlatmasıyla birleştirdik. Bu açıdan malzemenin kullanış biçimi, ışık, aydınlatma, yansıma hep birbiriyle ilişki içinde değerlendirildi. Aydınlatma genelde sonradan giydirilen son dokunuş olarak değerlendiriliyor. Ama bu proje özelinde bence cephenin veya binanın mimari kimliği ile birebir örtüşen bir aydınlatma tasarlandı. 

Ender Ergün: Belki yüklenici firmanın cepheye olan desteğinden de bahsetmek lazım.

Eser Ergün: Evet, aslında iş ilk bize geldiğinde firma buradaki çıtayı yüksek tuttu, yani özellikle cepheyle ilgili beklenti yüksekti, alışılmışın dışında bir cephe talebiyle geldi bize. Biz de bunun verdiği teşvikle malzeme çeşitliliğini ve kullanımını olabildiğince esnetmeye çalıştık.

Ender Ergün: Belki şöyle bir şey daha ekleyebilirim; bu isteğin karşılığında bizim ortaya çıkardığımız cephe tasarımının uygulanması biraz maliyet gerektirdi. Normal bir giydirme cephe sisteminin dışında maliyet gerektiriyordu; fakat yüklenici projeye inandı diyelim, benimsedi ve maliyetlerden dolayı projeye engel koymadı. Bu da çok önemli çünkü bu genelde çok karşılaştığımız bir şey, bina beğeniliyor ama maliyetler çıktığı zaman hep geri adımlar atılıp tasarımlar bambaşka binalara dönüşebiliyor. Burada öyle bir şey yaşamadık.

“Ortada bir değer var, eğer o değer artıyorsa mimar bunu çözümlemekle sorumlu.”

 

“Binanın şurasını farklı yapsaydık keşke” dediğiniz bir durum oldu mu tasarımda?

Eser Ergün: Tamamen mimari açıdan ve işverenin kaygılarını bir kenara bırakan, mimari kaygıları ön plana getiren bir cevap olabilir belki ama imar değişmeseydi güney cephesindeki ilk kurguladığımız kademeli yapı kalsaydı keşkesi var bende mesela.

Ender Ergün: Ortada bir değer var, eğer o değer artıyorsa mimar bunu çözümlemekle sorumlu. Bu tip yapılarda bazen rakamların mimariyi yönlendirdiği bir gerçek.

Etiketler

3 yorum

  • ahmet-turan-koksal says:

    Yazınız çoğu önemli gerçeği gözler önüne seriyor. Katıldığım noktalar çok fazla.

    140 karakter hakkında çok bir şey yazmammışsız Sayın Yılmaz. Bu arada Mimarlar Odası’nı sert belki de aforoz edilme tehdidine rağmen daha sert şekilde eleştirdiğim de olmuştur. Biz de sizdeniz yani. “Tek ben cesaret ederim” değil yani :-)))

  • mehmet-karadeniz says:

    Başlıkların her biri çok zihin açıcı tartışmalara evrilebilir. Kaleminize/klavyenize sağlık. Öğrenciliğinin son 2-3 ayını yaşamakta olan biri olarak özellikle “Mimarlar Odası” mevzusu benim için gayet ilgi çekici. Yakında oda ile “resmen” tanışacağız ne de olsa. Bu arada yazı başlıkları arasında “mimarlık eğitimi” de olsaydı keşke. Özellikle mesleğin itibarını tartışacaksak eğitim konusunu konuşmadan tartışma eksik kalır gibime geliyor.

  • omer-yilmaz says:

    Sayın Köksal,
    140 Karakteri Emre Arolat’a Twitter’dan direkt olarak bildirdim. Buradan da çağrıda bulunuyorum. 😉

    Mimarlar Odası ile ilgili elbette pek çok kişi eleştiri geliştiriyor; sosyal medyada bunları dillendiriyor, dillendiriyoruz. Lakin bunu bir yazıda (yine AKP’lilerce yapılanları saymıyorum.) görmedim hiç. (Tekrar not: Konu Oda’ya kilitlenmesin. Yazının gündemine aldığı Oda ya da örgütlenme değil mimarlığın itibarı.)

    Sayın Karadeniz & Abdi Güzer,
    Bunları derli toplu bir defada yazmak lazım. Ayrı ayrı zaten yazıyoruz. Eğitim konusundaki uyarınız mesela çok doğru, onu buraya ayrı bir not olarak gireceğim.

    Sayın Güzer deme nedenim Twitter’da Emre Arolat’ın 140 karakterine yazdığım yoruma verdiği yanıtlar. Orada cevapladım ama asıl mecrası burası, açarak bir daha yazayım. Elbette her konuya kısa kısa değiniyor. Herhangi birisini derinleştirdiğimi iddia etmek hata olur. Ama zaten bu yazının öyle bir amacı yok. Tam da Emre Arolat’a 140 karakter yerine 6 sayfalık bir yazı yazdım, senin de bu konulardaki yorumlarını alalım bakalım demişken gelen şu tivit:

    “her sorunu birarada ele alıp, her konuya kısacık değinince bu da 140 karakter tarzı olmuş sanki:)”

    tiviti açıkçası beni çok tedirgin etti. Buradan sana ve Emre’ye beraberce sormak istiyorum: Bu yazıyı yazmak ODTÜ’nün en parlak zihinlerinde birisi olan Abdi Güzer’e (ben öyle düşünüyorum) ya da Türkiye’nin en çalışkan, aykırı, hırslı, gustosu yerinde ve ekonomik refaha ermiş mimarlarından olan Emre Arolat’a mı yoksa bana mı düşmeli. Bugüne kadar bu veya benzeri değerlendirmeleri neden yapmadınız?

    Bu yazı suya sabuna dokunmuyor olabilir. Siz suyun yakınından bile neden geçmediniz? Hiç kızmadan, içtenlikle soruyorum.

Bir yanıt yazın