Cezayir’de Bir Türk Mimar

Cezayir ve İstanbul'da ofisleri bulunan Proje Design'ın kurucu ortaklarından Selçuk Erdoğmuş ile iki ülkedeki farklı tasarım ortamları ve gerçekleştirdikleri projeleri üzerine bir söyleşi yaptık.

Betül Atasoy: Öncelikle kendinizden, Proje Design’dan ve çalışma yapısından bahseder misiniz?

Selçuk Erdoğmuş: 1987 yılı Galatasaray Lisesi ardından 1994 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldum. Aslında ben de pek çok mimarlık öğrencisi gibi çalışma hayatına henüz üniversitedeyken atıldım. Hemen ertesinde 1995 yılında üç arkadaş kendi firmamızı kurduk. İşte o günden bugüne ortağı olduğum Proje Design Mimarlık firmasında yüksek mimar Seda Bildik ile beraber devam ediyoruz.

Proje Dizayn Mimarlık ekibi olarak ana ilkemiz; mimarlık eyleminin yoktan var etme süreçlerini, işveren-işlev, işlev-biçim, biçim-mekan, mekan-kullanıcı uyumu arayışını temel alarak, konumun yerel dilini tasarımın evrensel doğasını tercüme ederek yürütmek. En azından biz bunu hedefliyoruz diyebilirim. Ve hatta yurtiçi ve yurtdışındaki pek çok mimari uygulamamızda, yoktan var etme imkanlarını Dünya gezegenine egemen bir bakışla değil, öncelikle doğanın, sonra kentin ve olagelmiş mimari mirasın yanında yer alarak kullanmayı tercih ediyoruz. Eğer bir çalışma şekli tarif etmemiz gerekiyorsa bunları söyleyerek başlamak isterim.

1995-2004 yılları arasında mimari tasarımın yanı sıra, ağırlıklı olarak iç mekan tasarımı yapan ofisimiz, 2004 yılında Cezayir ofisinin kurulması ile birlikte giderek daha büyük ölçekli proje işlerini yüklenmeye başladı. Benim Cezayir Mimarlar Odası’na kayıtlı olmamla beraber sahip olduğum imza yetkisi ile mimari tasarımın yanı sıra, statik, mekanik, elektrik tasarımlarını da kendi bünyemizde gerçekleştirmeye başladık. Yapının ihale sürecine kadar gerekli tüm şartnamelerinin hazırlanmasını da üstlendik. Bu üstleniş, koşullar içerisinde gelişmenin yanında, aynı zamanda bilinçli bir tercihti. Projenin bütünlüğü açısından işler daha iyi yürüyordu.

Cezayir ile ofisimizde değişim başladı. Proje Design o tarihten beri İstanbul merkez ve Cezayir ofisi ile tasarım alanında çalışmalarını sürdürüyor. Amacımız Cezayir’in bize kazandırdıkları ile uluslararası alanda proje üretmek. Henüz sonuçlanmamış olsa da Çek Cumhuriyeti’nin en büyük mühendislik ofislerinden biriyle ortaklık görüşmelerine ve Prag’da AB kanunlarına tabi üçüncü bir mimarlık ofisinin kuruluş çalışmalarına devam ediyoruz.

Özetle, Proje Design olarak Cezayir ofisimizi; Radhia Merabet, Redhouane Tahraoui ve Souıssı Sıhem ile birlikte ben yürütürken, ortağım Seda Bildik İstanbul merkez ofisimizde; K. Bora Yorulmaz, Emel Noyin, Gizem Kaya, Yeşim Kocaağa, Özlem Altıner Seferoğlu, Arlet Orunöz, İbrahim Korkut ile beraber harika bir ekip oluşturuyorlar.

2011 yılı itibari ile de ISO 9001 kalite yönetimi belgesine sahip ender mimarlık ofislerinden biriyiz. Uluslararası alanda tasarım yapma hedefimiz nedeniyle kalite yönetimini önemsiyoruz. Bu aynı zamanda bir oto-kontrol da sağlıyor.

BA: Cezayir’de bir ofis kurmaya nasıl karar verdiniz? Sizi buna iten sebepler nelerdi?

SE: 2002 yılında Cezayir’de toplu konut ihalesine hazırlanan bir Türk firmasının ofisimizden tasarım hizmeti talep etmesi sonucunda Cezayir ofisimizin ilk adımları atılmış oldu. Hazırlamış olduğumuz yaklaşık 2000 kişilik toplu konut yerleşimi tasarımını Cezayir’de o zaman imza yetkimiz olmadığı için yerel bir mimarlık ofisi ile ortak yürütmek durumunda kaldık.

Cezayir’de mimarların mimari tasarımın yanı sıra, yapının gerçekleşmesi için gerekli ihale şartnamesi de dahil olmak üzere tüm tasarım süreçlerinde tek yetkili olması ve bu yetkinin özel bir kanunla koruma altına alınmış olması ofis açmamızdaki en önemli etkendi. Zamanla gördük ki mimarın yetkilerinin bu kadar geniş olması hem kenti hem de meslek etiğini koruyordu.

Cezayir’de konuşma dili olarak Fransızca’nın kullanılması, Galatasaray Lisesi’ni bitirmiş olmamdan kaynaklanan Fransızca’ya olan hakimiyetim ve Türkiye ile kurulan tarihsel dostluk, geleneksel ortaklıklar ilişkilerimizi kolaylaştırdı.

BA: Cezayir ve Türkiye’de tasarımdan uygulamaya çalışma şartları arasındaki farklar neler? Türkiye’den bir mimar olarak zorluklarla karşılaşıyor musunuz?

SE: İşin ilginç yanı, bu süreçte beni en çok şaşırtan nokta Cezayir’de işverenin yanı sıra, sokaktaki sade vatandaşın dahi tasarım ve proje sürecinin önemi konusundaki bilinç düzeyinin yüksekliği oldu. Türkiye’de bu bilinç büyük kentler dışında henüz uyanmış değil.

Cezayir ile Türkiye arasında tasarım ve uygulama sürecinde iki temel farklılık var; birincisi Türkiye’de herhangi bir noktada tasarım sürecine başlamak istediğinizde yürürlükte olan imar kanunu ve yönetmelikler nedeni ile daha tasarıma başlamadan yapıdaki doluluk boşluk oranından neredeyse kontur gabariye kadar her şeyin tanımlandığı, tasarımı engelleyici bir süreçle karşı karşıyasınız. Oysa Cezayir’de tasarım yapacağınız bölgenin bağlı olduğu, tamamen mimari bir ekipten oluşan “Kentsel Tasarım Birimi”ne başvuru yaptığınızda bölgenin mimari özelliklerini ifade eden, tamamen tavsiye niteliğinde tasarım ilke kriterlerinin belirtildiği bir belge ile sürece başlıyorsunuz. Yapmış olduğunuz tasarım kentin siluetini ve kent yaşamını doğrudan etkileyecek bir noktada ise valinin başkanlık ettiği, aksi durumda sadece “Kentsel Tasarım Birimi” yetkililerinin katıldığı bir komisyonda inceleniyor ve özellikle belirtmek istiyorum teknik açıdan değil, kente yapacağı mimari katkı üzerinden değerlendirmeye alınıyor. Tasarımın başlangıcından itibaren mimari açıdan cesaretlendirici bu süreç bence Türkiye ile Cezayir arasındaki en temel fark olarak öne çıkıyor.

Bir ikinci önemli nokta ise, yapının uygulayıcısı olan yüklenicilerin süreç içindeki konumları. Türkiye’de müteahhit tasarımın başlangıcından itibaren, tasarım sürecini etkileyen karar verici bir noktada yer alırken, Cezayir’de, mimari tasarım sonrasında, diğer tüm tasarım süreçlerinin sona ermesi, ihale şartnamesinin de tasarım grubu tarafından hazırlanmasının ertesinde, en son aşamada, en az üç yükleniciden biri olarak sürece dahil olabiliyorlar.

Cezayir’de Türk mimar olarak zorluklarla karşılaşıyor muyum sorusuna gelince; Cezayir Mimarlar Odası’na kayıtlı tek Türk mimar olmamın yanı sıra, iki ülke arasında tarihten gelen iyi ilişkilerin etkisiyle bırakın zorluk yaşamayı, diğer yabancı mimarlara oranla avantajlı olduğumu söyleyebilirim. Cezayir’deki tasarımlarımızda ortak zengin kültürel geçmişimizi tasarım sürecine bir şekilde dahil ediyoruz. Sahip oldukları mimari miraslara karşı keskin bir korumacı anlayışımız var. Mesela bir villa inşaatının havuz yapım aşamasında toprak altında çok eski bir mahzen olduğunu keşfettik ve bütün projeyi mahzeni koruyarak ve işlevin içine katarak yeniden düzenledik.

Yapıları yeni biçim arayışları ile çağdaş bir anlayışla kurguluyoruz ama iç mekan kullanımlarında onların geleneksel ihtiyaçlarını yadsımıyor, alışageldikleri yaşam biçimlerinden uzak, soğuk tasarımlar yapmamaya gayret ediyoruz. Yine mutlak bir “yeni”nin içindeyiz ama yaşam biçiminin kutsallığına da saygılıyız. Bu nedenle olsa gerek, LandRover, Jaguar, MAN, IFRI gibi ülkenin önemli grupları tarafından tercih ediliyoruz.

Ancak yurt dışında iş yapmanın zor yanları var. Çok sık seyahat etmek zorunda kalıyorum Ayın 15 günü Cezayir’deyim. Proje süreçleri çok uzun sürüyor. 5 yıla varan bir uzunluktan söz ediyorum. Tüm bu zorluklara rağmen uluslararası deneyimimize Cezayir’den başlamış olduğumuz için memnunum.

BA: Her iki ülkede de çalışmalarda bulunan bir ofis olarak iki ülkenin tasarım, uygulama ve müşteri potansiyellerini değerlendirebilir misiniz?

SE: İki ülkeyi nüfusu ve yapı sektörü açısından değerlendirdiğimizde Türkiye açık ara önde gözükmesine karşın maalesef tasarım ve uygulama açısından Cezayir öne çıkıyor. Sebeplerine gelince, Cezayir’de kamu adına yapılacak tüm hizmetlerde tasarım hizmeti mimari proje yarışmasıyla elde ediliyor. Dolayısıyla özellikle mesleğe yeni atılan genç tasarımcılar için bu süreç önemli bir alan oluşturuyor.

Özel sektöre baktığımızda ise özellikle son yıllarda Türkiye’de gerçekleştirilen yatırımlar nedeniyle göreceli olarak Türkiye’de yerli-yabancı tasarımcılar için önemli bir yaşam alanı oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu süreçten Türkiye’deki büyük ölçekli tasarım ofisleri olumlu olarak yararlanmış olsa da küçük ölçekli tasarım ofisleri için daha zorlu geçtiğine inanıyorum.

Cezayir’de 1991-2001 yılları arasında yaşanan, Cezayirlilerin “Les années Noires” diyerek andığı kara yıllar nedeni ile kaybedilen süreci yakalamak adına kamusal alanda inşaat sektörü yoğun bir şekilde üretim yapıyor. Son yıllarda ülkenin iç kargaşayı atlatması, güvenli bir sürece girmesi sonucunda, özel sektör devlet teşvikleriyle yatırım sürecine dahil olmaya başladı. Böylece Cezayir’de tasarımcılar için önemli bir potansiyel oluşuyor.

BA: Tasarımlarınızda farklı ölçekler ve bina tipolojileri üzerinde çalışıyorsunuz. Son dönemde üzerinde çalıştığınız projelerden söz edebilir misiniz?

SE: Mimar olarak bizler için kullanıcının ihtiyaçları çerçevesinde farklı ölçeklerde ve tipolojide tasarım yapmak kaçınılmaz. Türkiye’de Kazdağları’nda doğanın topoğrafik yapısı içinde eritmeye çalıştığımız özel bir konut çalışmasının yanı sıra, Büyükada’da yaklaşık 100 yıllık tarihi bir konağın restitüsyon ve restorasyon projesini hazırlıyoruz. Tasarım anlamında bizi besleyen önemli bir unsur olduğuna inandığımız için farklı ölçeklerde konut ve işyerinin iç mekan tasarımı ve uygulamasını da bu süreçte devam ettiriyoruz. Nişantaşı’nda konut, Yenibosna’da Armada Groupe yönetim merkezi tasarımı, Etiler’de sanat galerisi, mücevher fuarında Carna stand tasarımı, farklı ölçeklerde Türkiye’deki son çalışmalarımızdan bazı örnekler.

Cezayir’de ise son dönemdeki çalışmalarımıza örnek olarak; MTCI Grup; MAN Cezayir ve Oran şehirleri showroom ve idari bina tasarımları, Marouf Grup; Land Rover, Jaguar ve BMW motosiklet showroom ve idari binaları ile 4 yıldız ve 3 yıldız otellerden oluşan Cezayir/Babezouar karma kullanımlı yapı tasarımı, Cezayir’in en büyük su ve gazlı içecek üreticisi IFRI’nin Bejaia’daki genel müdürlük ve ek tesislerinin tasarımı, Alger’de bir yarı eko-otel tasarımı, Constantine şehrinde otel, rezidans, alış veriş merkezi ve donatılardan oluşan kısacası çoğunlukla yatırım amaçlı çok işlevli kullanım alanı olan yapı projelerini verebiliriz.

BA: Cihangir’deki ofisinizin bulunduğu Havyar Sokak’taki iyileştirme çalışmalarınız ve “Cihangir’in Çocukları” gibi yürüttüğünüz projelerin benzerlerini Cezayir’de de uyguluyor musunuz? Ya da böyle planlarınız var mı?

SE: Mimar olarak yaşadığınız kente karşı kayıtsız kalmanız mümkün değil. Yıllardır ofisimizin bulunduğu semt ile organik bağ kurmak, mekanların iyileştirilmesi, semtlilerin ve özellikle çocukların yaşamına olumlu yönde bir katkı sağlamak adına gönüllü çalışmalarda bulunmaya çalıştık. Hatta bu anlamda Cihangir semti ile kurduğumuz gönül bağı bana Cihangir Güzelleştirme Derneği Başkanı olarak altı yıl boyunca hizmet etme şansını verdi. Keza eşim Seda Bildik çocuklarla kent bilinci çalışmalarına sürekli devam ediyor ve daha kapsamlı olarak katkı sağlamayı uzun vadede planlıyor.

Cezayir’deki ofisimiz kentin en eski yerleşkelerinden biri olan “Vieux Kouba” Eski Koubada bulunuyor. Kim bilir Cezayir’de daha yoğun kalmak gibi bir karar verirsem, Kouba Güzellleştirme Derneği’ni kurup, Koubalı çocuklarla ortak proje üretmemiz mümkün olabilir. Bunun için öncelikle Seda’yı Cezayir’e uzun süreli götürmemiz gerekli.

Son olarak bu söyleşi vasıtasıyla, Türkiye ve Cezayir’deki yaşam ve mimari deneyimlerimi paylaşma fırsatı verdiğiniz için siz Arkitera’ya teşekkür ederim.

BA: Biz teşekkür ediyoruz.

Etiketler

Bir yanıt yazın