“Bu Yapı Asla Benim Binam Olarak Anılmayacak”

Yüzyılı aşkın süredir inşaatı devam eden Sagrada Familia Katedrali'nin tamamlama projesinin mimarı Mark Burry ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Yüzyıl öncesinde, çok farklı bir vizyonla tasarlanan bir yapıyı bugünün koşullarında inşa ettiğinizi, yılarca emek harcadığınızı ve sonunda o yapının sizin dışınızda bir mimarın eseri olarak anılacağını düşünün. Antoni Gaudi’nin şaheseri olarak anılan Sagrada Familia Katedrali’nin tamamlama projesini yürüten mimarlar tam da bu durumla baş başa. Tam 35 senedir projenin yürütücülüğünü yapan mimar Mark Burry, projenin büyük bir hızla ilerliyor olmasından gurur duyuyor ve bu yapının bir takım işi olduğunu da üstüne basarak vurguluyor. ARKIMEET 2014 için İstanbul’a gelen Mark Burry’yi yakalamışken aklımıza takılanları sorduk.

Arkitera: Yıllardır Sagrada Familia tamamlama projesi üzerine çalışıyorsunuz. Projeye nasıl dahil oldunuz?

Mark Burry: Hikaye 35 yıl önce başladı. Üniversiteden mezun olmuş genç bir mimardım. Gaudi’yi biliyorduk elbette ama çok hakim değildik. Gaudi’yle ilgili daha çok şey öğrenmek için Barselona’yı ziyaret ettiğimde Sagrada Familia’nın hala inşa ediliyor olmasına çok şaşırmıştım. Aslında terkedilmiş gelmişti bana. Proje yöneticileriyle konuştum, genç mimarlardı ama zamanında Gaudi’nin birkaç dersini alma imkanı bulmuşlardı. Projenin nasıl tamamlanabileceğini konuşurken onların daveti üzerine ekibe katılmaya karar verdim ve Gaudi’nin aslında ne yapmak istediğini anlamaya çalıştım.

Mimarlar genellikle kendi dönemleri veye gelecek yıllar için inşa ederler. Fakat siz geçmişten gelen bir yapıyı inşa ediyorsunuz ve yıllar öncesinin vizyonunu anlamaya çalışıyorsunuz. Bu iki tasarım görüşü arasında farklılıklar var mı sizce?

Sagrada Familia projesinde beni en çok heyecanlandıran konu şu; elbette Gaudi’ye inanıyoruz ve bir dahi olduğunu kabul ediyoruz ama artık hayatta değil ve bizler için ardında büyük bir iz bıraktı. Yani bu asla benim binam olarak anılmayacak, belki de hatırlanmayacağım. Bu bir ekip işi, hatırlanacak olan ekiptir. En son New York’ta büyük bir sergi hazırladık, Architectural Record yayını “Bu sergi Gaudi veya Sagrada Familia ile ilgili değil; gerçekle ilgili” diye yazmıştı. Gerçek de yapıyı ortaya koyan bir takımın olduğu. ARKIMEET konferansındaki tartışmalar da geleceğin paylaşımların üzerine kurulacağını göstermiş oldu. Mimarlar tek başına başarılı olamaz. Aksi takdirde bugün sahip olduğumuz kentleri yaratamazdık. Mimarların kendi başlarına değil, insanlarla birlikte iletişim halinde geliştirebileceği yeni yollar aramalıyız.

Konferansınızda büyük binaların büyük şeyleri koruması gerektiğini söylediniz.

Evet. Eğer sürdürülebilir mimarlıkla ilgilenen biriyle konuşursanız burası beton, burası çelik diye kiliseyi eleştirebilir. Belki kriterleri sağlayan bir bina değil ama sosyal anlamda sürdürülebilir. Çünkü neredeyse her yıl 4 milyon insan içine giriyor, 10 milyon insan o yapıya dışarıdan bakıyor. İnsanların birbirleriyle karşılaşması bile o binayı sürdürülebilir yapabilir. Benim görüşüm böyle büyük bir yapının kültürel ve sosyal sürdürülebilirliği sağlayacak bir mekan programı yapılması gerektiği.

“20 yıl önce biz bu imkanlara sahip değildik ve neler başardık demeden duramıyorum.”

Sizin için projenin gerçekleştirilmesi sırasındaki en büyük zorluklar nelerdi?

Bu yapı dünyanın en karmaşık yapılarından biri. Bir yapıyı, inşaat süresince 4 milyon insanın da ziyaret edeceği şekilde nasıl daha az karmaşık yapabilirsiniz? Projenin sıkıntıları her zaman var. Para devletten, şirketlerden veya kiliseden gelmiyor, sadece yapıyı ziyaret edenlerin desteğiyle yürütüyoruz. Yani biz mimarların parayı çöpe atacak bir karar vermememiz gerekiyor. Eğer parayı boşa harcamış olursanız insanların fedakarlığını da çöpe atmış olursunuz. Zorluk her zaman olacak, amacımız yapıyı daha iyi ve ucuz şekilde nasıl ortaya çıkarabileceğimiz.

Aslında bu kadar uzun soluklu ve karmaşık bir iş, teknolojinin bu denli hızlı değiştiği bir döneme de denk geldi. Ve siz bu projeye başladığınızdaki imkanlar ve teknoloji ile bugünkü çözümler arasında çok fark var. Siz hiç “Biz başladığımızda bu imkanlar olsaydı her şey çok daha kolay olurdu” diyor musunuz? Yada başladığınız dönemde kullandığınız teknolojilerin bugün sizi yavaşlattığını düşünüyor musunuz?

İtiraf edeyim, bazen kıskandığım oluyor… (Gülüşmeler) Bu konuda aslında hep iki taraflı düşünüyorum; biri elimde olmadan kıskanma. Tüm bu harika teknolojileri, araçları gördükçe çok daha kolay olabilirdi diyorum. Diğeri ise biraz gurur, çünkü genç mimarlara baktığımda ellerinde olan fırsatların pek de farkında olmadıklarını düşünüyorum. 20 yıl önce biz bu imkanlara sahip değildik ve neler başardık demeden de duramıyorum.

“Tamamlama projesine yöneltilen eleştiriler mimari değil, politiktir.”

Peki binanın tamamlanması hakkındaki karşıt görüşler ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Yani büyük bir kesim de binanın olduğu gibi kalmasının çok daha iyi olacağı görüşünde.

Normalde tüm bunlar, her ne kadar mimari konular gibi gözüküyor olsa da politik mevzular– olduğu için konuşmak istemiyorum. Ama bir mimari dehanın bu kadar önemli bir eserinin İspanya gibi ekonomik sıkıntılar yaşayan bir ülkede büyük bir bütçeyle tamamlanıyor olmasının iyi değelendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü projenin kente katacağı değeri, kentin tüm algısının neredeyse yapıya ve yapının mimarının estetik anlayışı üzerine kurulu olduğunu öngörmüş bir yönetim var. Ayrıca Gaudi’nin neler planladığını keşfedebilme şansı…

Bu biraz kentsel ölçekte, yapıyı bir piyon olarak kullanmak gibi… Fakat eleştiriler yapının kendisini savunur ve onun kendi niteliğini, kendi tamamlanmamışlığındaki devingenliği korumak ister gibi. Yani biraz daha alt ölçek…

Kesinlikle, doğru bir tespit. Fakat bu eleştirilere katıldığımı söyleyemem. Size büyük resmi anlatmaya çalışıyorum. Sadece tüm kariyerini bu proje üzerine kurmuş biri olarak sanırım elimizden gelenin en iyisini yaptık diyebilirim.

Etiketler

3 yorum

Bir yanıt yazın