“Adhokrasi Lafı Eskilerde Bir Teori İken Şimdi ise Bir Pratik”

İstanbul Tasarım Bienal'i küratörlerinden Joseph Grima ile Bienal'in genel kurgusu ve Adhokrasi sergisinin kavramsal çerçevesi üzerine çok özel bir söyleşi yaptık.

Sergi mekanlarından biri olan İstanbul Modern’de yaptığımız söyleşide Grima, Bienal’in genelini şöyle tanımladı: “Şeffaf ve provakatif duruşuyla tasarımın tam da ihtiyacı olan bir bienal!”. Tasarım Bienali’ne gitmek isteyenler ya da merak edenler! İşte o keyifli söyleşi;

Çiğdem Çoban: İstanbul Tasarım Bienali yolculuğu nasıl başladı?

Joseph Grima: Öncelikle bu işte birçok kişinin imzası var. Vitra Tasarım Müzesi Direktörü Alexander von Vagesack ile iç mimar ve Sevil Peach Architecture and Design kurucusu Sevil Peach’in tavsiyeleri ve tabi İKSV’nin de yardımıyla bu ilk bienalin ve serginin gerçekleşmesi sağlandı. Böyle bir konuşma yapıldı. İstanbul Modern ve Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nda böyle bir çalışmanın yapılmasına karar verildi. Ben bu organizasyona katılmak konusunda çok heyecanlıydım, hele ki bu organizasyonun İstanbul gibi son zamanlarda hem yaşadığı değişimler ve hem de kimliği ile en ilgi çekici şehirlerden birinde olması ve bu şehirde birçok güzel şeyi sergileyebilme fırsatının bulunması bana çok çekici ve yakın geldi.

Derya Gürsel: Peki serginizin temasını nasıl belirlediniz? Sonuç olarak üstten gelen bir Kusurluluk başlığı vardı. Ona bağlı kalma güdüsüyle mi yola çıktınız, küresel dinamikler mi gözettiniz yoksa İstanbul’a özgü pratikler mi size ilham verdi? Bu bağlamda ekibinizi nasıl oluşturdunuz?

JG: Özlem ile bu anlaşmayı yaptıktan sonra bir plan yaptık ve bu sergi için konu olarak da Adhokrasi’yi seçtim. Bu organizasyonda birçok kişi, yazar ve küratörle çalıştım, örnek olarak Elian ve Pelin Tan’ı verebilirim, ki onunla çalışmıştım. Ve Ethal’la. Benim için bu insanlar Adhokrasi’nin tasarım sürecinin farklı noktalarını oluşturuyorlar ve bir araya geldiklerinde de tam bir bütün ortaya çıkıyor. Mesela Elian açık kaynaklar ve teknolojiler ile internette kültür değişimleri, yeni üretim süreçleri ve tasarım konularında uzman. Pelin ise, sosyolog ve bu benim için çok önemli. Kendisi aynı zamanda akademisyen ve İstanbul’da dünya üretimi hakkında bağlantılarının olması hem teorik hem de akademik anlamda oldukça önemli. Ethal ise çok farklı sosyal gruplarla ve insanlarla çalışmış biri. Ayrıca network konusunda ve gruplar konusunda da çok bilgili insanlarla çalıştım. Bu insanları bir araya koymam daha özel ve yetkin bir sergi ortaya çıkmasını sağladı.

DG: Adhokrasi teması bu bienalde kurgulanmış zemin miydi yani Kusurluluk temasına bağlamsal linkler vermek için mi oluşturuldu yoksa daha önceden üretilmiş başlamış bir düşünsel çalışma var mıydı?

JG: Sanırım “Adhokrasi” fikri daha önce üzerinde çalıştığım ve merak ettiğim bir konuydu. Yeni konuların sosyal düzende tasarımı nasıl etkilediği konusu kafamda hep vardı. İstanbul da bu fikre yatırım yapmak için kültürel anlamda çok uygun bir yer. Çünkü bu serginin kritik noktası endüstrileşme. Üretim ve tüketim hakkında birçok fikir sunuyor. Temiz kısım ve üretimin olduğu kirli kısım var. 21. yüzyıl teknolojisi ise bunları biraraya getiriyor. İstanbul’da bunun çok net bir örneği. Ben birçok bienale, mimarlıkla ilgili etkinliklere gittim ve davet edildim. Ve gördüm ki sanat ve üretim konuları bu şehri oldukça etkiliyor. Bu etkilenme çoğu yerde tam anlamıyla gerçekleşmiyor. İstanbul’daki birçok proje bu etkileşime uygun. Network, yani ağlar çok önemli ve İstanbul’daki çoğu önemli çalışma bu ağlarla gerçekleşiyor. Belki Amerika’daki belki Japonya’daki tasarımcılar tarafından yapılıyor ama bunu es geçemeyiz, network çok önemli ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.

Bu sergi de İstanbul’un birçok durumuna dikkat çekiyor, birçok bağlantılı durum barındırıyor. Bu şehirde yaşayan birçok insana hitap ediyor. Bu yüzden biz de bu projeyi burdan başka bir yerde yapmak istemedik.

ÇÇ: Serginin üretim sürecinden ve Adhokrasi konseptinin nasıl ortaya çıktığından bahsettik. Adhokrasi konseptli bu serginin üretim sürecine katkıda bulunan tasarımcı ve mimarlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

JG: Bence Adhokrasi temel olarak endüstri ve endüstriyel üretimi esas alıyor. Eğer ki 20. yüzyılda endüstriyel üretim oluşturulduysa ve verimli olmaya yönelik bir yolda ise bu bürokratik bir yol ile olmaktadır ve hiyerarşik, katı bir düzenin kurallarını barındırır. En alt safhada işçi ve çalışanlar varken, ki işleri kol gücü ile yaparlar, en üstte direktörlerin bulunduğu bir piramit vardır. Tarihin bu anında, bir değişim oldu. Alman bilim adamı Maxvell’in modeli çok etkiliydi, 1900’lerin başında bürakrotik ve teorik bir model oluşturdu. Şu anda ise bir değişim var ve bürokrasi ise bu hızlı değişimde, bu fikirlerin hızlı değişim dünyasında endüstriyel hıza ayak uyduramayan bir model olarak kaldı. Adhokrasi ise bu yolda bir model bulmaya çalışmaktadır. Mimari anlamda da bürokratik dünyadan şu anki değişime ayak uydurmaya çalışmaktadır. Bu nedenle biz bu sergide 1960’lardan mimari örnekler taşıyoruz çünkü Adhokrasi uzun bir geçmişe dayanıyor. Yani Adhokrasi lafı eskilerde bir teori iken şimdi ise bir pratik. Genç mimarların bile, spontane olarak bunu uyguladığı birşey haline geldi.

Televizyon ve interneti düşünecek olursak, internet bottom up ve internette sen ne yapman gerektiğini kendin seçebiliyorsun. Televizyon ise top down ve bir parti ya da bir şirket gibi, biri senin ne yapman gerektiğine karar verip söyler. Bu yüzden genç kuşak tasarımcılar için bu durum bir teori değil, bir pratiktir. Ve Adhokrasi sergisi bu durumu fotoğraflamayı amaçlayan bir çalışmadır ve zaten olan bu durumu teoratik çerçevede bir araya getirmektedir.

DG: Henüz işler için açık çağrı yapılırken Emre Arolat ile bir söyleşi yapmıştık ve iki sergi arasında herhangi bir ortak nokta, bir platform olup olamayacağını sormuştuk. Kendisi ilk bakışta bir ortak zeminin yakalanmasının zor olacağını fakat ziyaretçiler biraz yakından bakarlarsa bazı ortak noktaları, mesela bir ev ile bir objenin ilk kullanımı ile ilgili ortak söylemleri yakalayabileceğimizi belirtmişti. Şimdi işler ortada. Peki sizin yorumunuz ne? Sizce iki serginin ortak bir yorumu oldu mu?

JG: Bence iki sergi zaten birbirinin parçası gibiler. Emre’nin kenti ele aldığı Musibet, sosyal yaşantının değişiminin mekana yansımasını analiz eden, kentleşmeyi somutlaştıran bir sergi. Ayrıca serginin, hele ki mimarlık yapmaya devam eden bir mimar için, olağan geleni bu kadar açık ve net söyleyebiliyor olması da önemli. Adhokrasi ise birşekilde yoğulaşan birikimden süzülerek bir alternatif üretebilmeyi hedefliyor. Dolayısıyla bence Emre’nin fotoğraflamasıyla Adhokrasi bu anlamda çok iyi örtüşüyor. Önce burayı görüyorsunuz sonra oraya ya da tam tersi. Bizimki belki ölçek olarak çok daha fazla tasarım alarak gözüküyor, çok fazla tasarımcıdan, çok daha farklı ölçekler, Emre ise genel olarak kentleri odağına alıyor ama kesinlikle kuvvetli bir bağ kurduklarına inanıyorum.

DG: Bir editör gözüyle sizce İstanbul Tasarım Bienal’ini diğerinden farklı kılan nedir? Sizce gereken ilgiyi alıp, hakkettiği noktaya gelebildi mi? Bu bienal neden gelip görülmeli?

JG: Enteresan olan eşzamanlı olarak bir çok bienalin ve trienalin olması oldu. Sao Paolo’da Lizbon’da çoğu yerde. Ama tasarım bienali belki 1 ya da 2 tanedir. Guangzhou Design Biennale vardır belki önemlilerinden onun harici çok az sayıdadır. Ki bence bu çok enteresan çünkü bence tasarım artık 21. yy en önemli disiplinlerinden biri haline geldi.

İKSV’nin sadece kutlamalar değil, çağdaş sanat adına yaptığı çalışmaları çok önemli buluyorum. Ama daha önemlisi topluma yaptığı provakasyonları daha değerli buluyorum. Çünkü yaptığı şey bugün çağdaş sanatın geldiği noktayı en iyi noktalara taşımak adına çok önemli çalışmalar yapmak ki bence bugün tasarım bienalini en iyi 3 bienal arasına sokmak mümkün. Ayrıca niteliği açısından bakıldığında diğerlerine en az eşit olan şeffaf ve provakatif duruşuyla tasarımın tam da ihtiyacı olan bir bienal.

DG: Tekrar çok teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için ve tebrik ederiz.

JG: Ben teşekkür ederim.

Etiketler

1 Yorum

  • nuseybe says:

    Merhaba ; Din adımı yada akademisyen değilim ancak mektubununuza cevap vermek istedim.merakınızı ne kadar giderir emin değilim ancak Peygamberimizin şehrin ağaçlık alanlarını, tahribatı engellemek için haram bölgeler ilan ettiğini biliyorum.
    İslamda insana dair her konu ele alınmıştır, ama bu konular pek gündeme gelmiyor ne yazık ki..Ben de merak ediyorum ve araştıracağım ..saygılarla..

Bir yanıt yazın