Muhalefetin İstanbul Adayı Olsa İdim!

Bir Mimar ve Kent Plancısı Olarak Neler Söylerdim?

Uzun süredir, ülkemizde, özellikle halka hitaben yapılan konuşma ve basın haberlerinde, yalan ile gerçeğin, doğru ile yanlışın iç içe geçtiği bir ortamda yaşıyoruz. Yaşamakta olduğumuz yerel seçimler sürecinde ise, bu durum daha da yoğun bir şekilde sürüyor. Bu durumun İstanbul’un sorunları ve çözümleriyle ilgili, yapacağımız açıklamaları zorlaştırmasını beklemiyor değildik. Ancak kentin ve kentsel yaşamın ülkenin çok kapsamlı siyasi sorunlarına göre çok daha somut ve anlaşılabilir olması, bu ifade zorluğumuzu hafifletecektir diye düşünürken, Sayın Cumhurbaşkanımız imdadımıza yetişti ve işimizi çok kolaylaştırdı. Sayın Cumhurbaşkanımız gerek kültür ve sanata, gerekse İstanbul’a ait öyle değerlendirmeler yaptı ki, artık ‘konuya ve söze nereden girersek, nasıl ifade edersek, halkımıza kendimizi daha kolay anlatabiliriz’ gibi bir endişemiz kalmadı.

Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımızın söylemlerini hatırlatmakta yarar var: “…İstanbul’a çok ihanet ettik, bunda benim de payım ve sorumluluğum var” ve “…Kültür ve sanat ülkelerin yaşamında en az ekonomi kadar önemlidir. Ancak Ak Parti döneminde, kültür ve sanat alanında başarılı olamadık ve bu durum içimde acı veren bir uhdedir” diyordu Sayın Başkan. Sayın Cumhurbaşkanımızın, tamamına katıldığımız bu saptama ve değerlendirmeleriyle, bize yaptığı yardım için teşekkür ediyoruz. Bundan sonra bu değerlendirmelerin açılımını yapıp, İstanbul’un sorunları ile ilgi ve ilişkilerini açıklamaya çalışacak, başka bir söylemle bu iki genel değerlendirmenin altını doldurmaya çalışacağız.

Yukarıda değindiğimiz ‟İstanbul’a ihanete ait konu ve hususlar” şöyle özetlenebilir;

  • En karmaşık ve bütünsel şehircilik sorunlarına, tek adam olarak tanı ve değerlendirme yapmak ve bunun sonucu ‟bilimselliğin en çok gerektiği, gerek planlama kurumunu, gerekse planlama kavramını dışlamak.
  • Kent ulaşımını, ‘özel oto’nun egemen olduğu bir yaklaşıma mahkûm etmek.
  • Ulaşımda toplu taşımaya, özellikle metroya duyulan ihtiyacın yıllarca farkında olmamak ve onlarca yıllık gecikmelere neden olmak.
  • İstanbul’un deniz ve kıyı potansiyeli olanaklarına hiç ilgi göstermemek.
  • Rantı, her çeşit ulaşım, arazi kullanma ve yapılaşma kavramlarında temel belirleyici etmen olarak kullanmak.
  • Aslında, bir sağlıklaştırma aracı olan ‟kentsel dönüşüm” kurumunu, kentsel dokuda yoğunlaştırıcı ve paralize edici bir araç haline getirmek.
  • Genelde kent gelişimine bir vizyon getirmediği gibi, kendi yaptırdığı ulaşım planlarında dahi yer almayan ve kentsel dağılmayı tetikleyen, kontrolden çıkaran 3. Boğaz Köprüsü, havaalanı ve Kanal İstanbul gibi yatırımlara karar vermek.
  • İstanbul’un kültür ve sanat yaşamının üretici ve besleyicileri olan opera, konser salonu, şehir tiyatroları vb. mevcut kurumları işlevsizleştirmek ve gelişmesini engellemek.
  • Kendi kültür kapasitesini ve beğenilerini esas alarak İstanbul kent mekânının mimarilendirilmesini oluşturmaya kalkmak. (çakma Osmanlı tasarımları vb.)
  • İstanbul’un en güzel coğrafi etmenlerinden olan orman dokularının kemirilmesi ya da yok edilmesine ilgisiz kalmak.
  • İstanbul’un eşsiz siluet değerlerini yaralayan gökdelenleri teşvik etmek.
  • Kentin açık alanları ve meydanlarını niteliksiz tasarımlara peşkeş çekmek.
  • İmar disiplininin yok edilmesini oluşturan girişim ve kakofoniyi teşvik etmek ve destek vermek.
  • Geniş taraftar kitlesinden oy almak amacıyla, ancak gerek yer seçimi gerekse araştırmasızlıktan kaynaklanan bilgisizlikle, atıl kapasiteli (çoğu seyircisiz) stadyum yatırımlarına karşın, oy getirisi yeterli görülmeyen, hiç bir kültür ve sanat yapısı yapmamak.
  • Yeterince geliştirilmemiş ihale yöntemleriyle her yapıyı (alt ve üst yapı) en az 2-3 katı fazlaya mal etmek ve halkın, dünyanın en pahalı kalkınma maliyetleriyle boğuşmasına neden olmak. (geleceğe ipotek koymak)
  • Uzunca süredir ülkenin ve İstanbul’un yaşamakta olduğu ekonomik krize rağmen, kentin özellikle işsizlerine ve alt gelir gruplarına yönelik hiçbir girişimde bulunmamak.
  • Bir yandan İstanbul’u dünyanın kültür ve sanat başkenti yapacaklarını söylerken, kültür ve sanatın olmazsa olmazı olan kaliteyi tüm yaklaşımlarından dışlamak.

vb. onlarca sorun bu dizgiye eklenebilir. Bu konulara ait açılımları biraz ayrıntılandırarak ve sorunların değerlendirmesiyle önerilerimizi bir arada sunmaya çalışacağız.

Ulaşım, Planlama ve Yeniden Örgütlenme Organizasyonları

İlk ve hemen yapılacak ve daha sonraki yıllarda da incelemesi, çözüm arayışları sürdürülecek proje konusu, kuşkusuz trafik ve ulaşım sorununa ait olacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki, her kentsel sorun gibi ulaşım da hem kent planlamasından, hem de bilimsel uzmanlıktan soyutlanamaz. Bir zincirin halkaları gibidirler. Yani, gündelik trafik disiplininden başlayarak yol, metro, köprü, otopark vb. ulaşım konularına ait proje kararlarını, ne belediye başkanları ne cumhurbaşkanı ne de herhangi bir birey kendi başına veremez. Yöneticilerin ve siyasilerin alınacak kararlara katılımları elbette önemlidir. Ancak bu kararları üretecek olan, ‟yeterli bilimsel özerkliğe sahip, planlama ve ulaşım organlarıdır”. (Akademik güçlerle de destekli komite, üst kurul vb.) Örneğin; Sayın Cumhurbaşkanı’nın bahsettiği ihanet suçlarından biri olan 3.Boğaz Köprüsü ve kuzeydeki ormanları yok eden çevre yolları, Cumhurbaşkanı’nın kendi yaptırdığı planda yer almıyordu. Ancak unutulmamalı ki, bu kararın benzerini hangi birey verseydi durum değişmeyecekti. Yeni havaalanı ve Kanal İstanbul projeleri de bundan farklı değildir. Bu projelerin İstanbul’a bilimsel olarak ne kazandırıp neler kaybettirdiğini, halkımız – en gelişmiş Avrupa halklarında olduğu gibi – bilemez, fakat bu tür yatırımlar halkımızın bireylerine hayal ve gönüllerini okşayıcı gelebilir. Ancak İstanbul halkının artık Avrupa halklarından bir farklılığı olduğunu düşünüyoruz. Artık İstanbul sokaklarında dolaşan sıradan insanlar dahi bu bilimsellik dışı icraatlarla “daha fazla kan, daha fazla gözyaşı” geldiğini, yaşadığı ulaşım ve trafik kaosunda görmeye başladı. Özetle yapılacak ilk icraat belediyenin iç örgütsel yapısında bu amaca uygun bir reorganizasyon yapmaktır. Bu asla bir siyasi örgütlenme değil, üst düzey bir uzmanlık örgütlenmesi olacaktır. Bu üst düzey uzmanlık organizasyonun ilk işi iki temel aks üzerinde gelişecektir:

  1. Aks, İstanbul’un vizyonunu belirlemektir. Bu işlem için öncelikle kentin sırtına yük olan sorunların uzmanca incelenip değerlendirilmesine yaslı olarak, “olabilecek hedef nüfus ve alan gereksinimlerini ve gelişme stratejilerini saptamak” gelmelidir. Mevcut nazım plan ve kritik kentsel alanların kontrolünü de kapsayan bu çalışma yeni yapılacak alan çalışmalarına dayanak sağlayacaktır. Bu çalışma kapsamında İstanbul yaşamını sağlıklaştırmaktan başlayarak, kısa orta ve uzun vadeli hedefler ve politikalar belirlenmelidir. Özetle yeni bir planlama süreci başlayacaktır.
  2. Aks, kısa dönemde (5 yıl) ve kentin günübirlik yaşamındaki sorunları kaldırmak ya da en aza indirecek müdahale biçimlerini saptamak ve uygulamakla ilgili olmalıdır. Örneğin; bu bağlamda ele alınacak proje konuları şöyle sınıflandırılabilir.

A. Ülke genelinden soyutlanmayacak sosyo-ekonomik sorunlar: Aslında belediyenin asal görevleri içinde doğrudan yer almasa da yaşadığımız dönem çok özeldir ve bir ülke nüfusuna sahip İstanbul kenti, bu sorunlarla gündelik yaşamında çok derinden etkilenmektedir. Üstelik yaşanan bu krizin önümüzdeki yıllarda sürme olasılığı güçlüdür. Böyle bir durumda açlığa, fakirliğe, işsizliğe, üretim ve pazarlamaya ait müdahale biçimleri oluşturulması kaçınılmazdır. Kuşkusuz bu işlemler de ciddi uzmanlık konuları olup siyasileştirilmeden oluşturulmalıdır. Fakir halk kesimleri kadar öğrenciler de bu yaklaşımının hedefindeki topluluktur.

B. Ülke genelinden soyutlanamayacak sosyo-kültürel sorunlar (ya da kültürel yoksunluk): Sayın Cumhurbaşkanımızın defalarca ifade ettiği “…Ak Parti olarak kültür ve sanat konusundaki başarısızlığımız, içimde bin uhdedir” tespiti bizce de çok doğru olup, bu durum, İstanbul için işlendiği söylenen ihanetlerin en önemlilerinden biridir. Örneğin, Ak Parti’nin yakın geçmişe kadar dile getirdiği iddialar vardı; “İstanbul’u Avrupa’nın değil, dünyanın kültür ve sanat merkezi yapacağız” diyorlardı. Gerçekten de bu çok saygı duyulacak ve kutsanacak bir vizyonu ifade ediyordu. Ayrıca bu çok da gerçekçi bir karar idi çünkü İstanbul, yerleştiği eşsiz coğrafi mekânlarıyla da, içerdiği sanatsal ve tarihsel değerleriyle de böyle bir hedef için büyük bir potansiyele sahipti. Ancak kültür ve sanattan nasibini almamış geçmiş Ak Parti yönetimleri, kültürel kapasitesizliklerinin doğal sonucu olarak, rantın öyle etkisindeydiler ki, kentin güzelim ormanlarını, çok sınırlı sergi mekânlarını AVM ve ticarethanelere tahsis etmekte, Süleymaniye gibi şaheser anıtların siluetlerine, hatta Boğaziçi’nin eşsiz siluetine gökdelenlerle tecavüz edilmesine ön ayak oldular.

Kültür adına yaptıklarına gelince, bunlar dini siyasete alet ettikleri cami mimarileriyle sınırlı kalmasına rağmen, bütünüyle olumsuzdular. Örneğin, Çamlıca mekanını yok eden Çamlıca Cami ya da Taksim mekan kimliğine uymayan, Taksim Camilerinin mimarlık kalitesi, mimarlık konvansiyonlarında dünyanın en kötü mimarilendirilmiş dini yapıları olarak değerlendiriliyor. Yakın geçmişte Ankara Kocatepe Cami ve Adana Sabancı Cami de bu utanç verici değerlendirmelere muhatap olmuştur. Oysa daha iyilerini yapamaz mıydık? Elbette yapardık… Tabii daha iyi mimarlarca yapılsalardı. Örneğin Vedat Dalokay’ın İslamabad Cami, Turgut Cansever’in Karataş Cami, Emre Arolat’ın Sancaklar Cami gibi örneklerimiz var. Geçmişten bugüne her dini inanca sahip toplumlar, en kutsal saydıkları dini yapıların mimarilendirilmesinde aynı hassasiyeti göstermişler ve onlara ait yapılarını en üst düzeyde mimarilendirmişlerdir. Hala da durum aynıdır. Örneğin, Fransa’da ki Ronchamp Kilisesi, komünist ve ateist olduğuna bakılmaksızın Le Corbusier’e yaptırılmıştır. Bizden çok geri olmakla nitelendirdiğimiz Pakistan’da, küçük mescit ve camiler İngiliz mimarlarına, başyapıtları ise bir Türk mimarına yaptırılmıştır.

İstanbul cami mimarlığına ait bu konuları fazla uzattığımızı düşünebilirsiniz ancak bu konu yalnızca mimarlık sorunu değildir; “İstanbul’un turizm ekonomisi ve mekânsal kimliği” sorunudur. Şöyle ki İstanbul, bütün dünyada – Rio De Janeiro’nun dev İsa heykeli, Paris’in Eiffel Kulesiyle anılması gibi – tarihi yarımadada yer alan Sultan Ahmet, Ayasofya ve Süleymaniye camileriyle taçlandırılan siluetiyle anılır. Bunlar İstanbul’un simgeleridir ve yabancı turist İstanbul’un ayrıcalığını bu mimariyle algılar. Yani cami mimarlarının İstanbul’daki ağırlık ve önemi mimarlıktan öte bir şeydir. Bu nedenle İstanbul’da sıradan cami mimarlıklarını uygulamak bu kadar kolay olmamalıdır. Ne İstanbul ne de Türkiye’nin böyle bir ayıbı hak etmediğini ve bu davranışa daha fazla izin vermeyeceğimizi söyleyebiliriz…

Ancak bundan daha vahim olan şudur: Cumhurbaşkanının yaptığı Ak Parti’nin kültür konusundaki başarısızlık tespitinin, Ak Parti yönetimini hiç de etkilemediği görülmektedir. İstanbul’un, Avrupa’nın ancak 500-800.000 nüfuslu kentlerinin sahip olduğu kadar kültürel donanıma sahip olması, buna karşın yıllardır harabeleştirilen opera, konser ve bale yapılarına ek olarak, şehir tiyatrolarını engelleme, orkestraların başarılı sanatçı kadrolarını dondurma gibi işlemler sürüyor. Bu politikaların temelinde, İstanbul halkının önemli bir kesiminin içine düştüğü ekonomik ve barınma öncelikli sorunlarıyla uğraşırken, kültür ve sanata ait sorunlara eğilememesi olgusu yatıyor. Bu durumu politikalarının en önemli dayanaklarından biri olarak belirleyen Ak Parti yönetiminin İstanbul kültür ve sanatına bir şeyler kazandırması elbette beklenmemektedir. Ancak bu konuları dert edinen bizim gibiler de bu engeli aşma doğrultusunda kültürel bilgilendirme yollarını aramak zorundayız.

Özetle söylemek gerekirse; alternatif bir anlayış olarak yönetime geldiğimizde, Ak Parti’nin kısa bir süre önce pankartlaştırdığı “İstanbul’u kültür ve sanat başkenti yapacağız” söylemini, kendimize hedef edineceğiz. Ancak Ak Parti’nin yaptığı işlerin tam tersini yapacağız. İstanbul’un kültür ve sanat dokusunu değiştireceğiz. İstanbul Belediyesi’ni kültür ve sanatın hem baş destekçisi hem de dinamosu şekline dönüştüreceğiz. Özellikle gençlerin ve öğrencilerin müze ve kütüphanelere ve kültürel etkinliklere katılımı için, özel eğitim organizasyonları dâhil, her şeyi yapacağız. Özellikle de üniversiteler ve sivil toplum kurumlarıyla ilişkileri en üst seviyelere çıkaracağız.

Su Kültürü ve İstanbul Potansiyeli

Su kültürü konusundaki zaaflarımız, tarihsel kökeni olan ulusal bir sorunumuzdur. Ancak bu alandaki sorunlarımızı gidermenin pilot proje ve uygulaması İstanbul’da yaratılabilirdi. Çünkü coğrafi yapısı ile İstanbul tam bir su şehriydi. Boğaziçi ve Haliç’le, koyları, gölleri ve adalarıyla eşsiz bir potansiyel sunmaktaydı. Günümüzde ise bu değerlerini, örselemiş de olsa koruyor. Bu nedenle kıyı mekânları, özel itina ile korunması ve çok nitelikli olarak değerlendirilmesi gereken alanlardır.

Bu alanların hem korunması hem geliştirilmesi için, çok farklı ve nitelikli bir tasarım yaklaşımı gereklidir. Ayrıca, deniz İstanbul yaşamına olduğu kadar ulaşım sorununa da ciddi çözümler sunan bir ögedir. 50 yılı aşkın zamandır, zaman zaman yapılan hamleler, bu konuda hala bir ulaşım sistemi oluşturabilmeyi sağlamamıştır. İstanbul’un yalnız ulaşımla ilgili olarak değil, yaşamsal kimliğinin en ciddi boyutlarından biri olan bu sorun daha fazla dondurulmamalıdır. Bu sorunun çözümü için de ciddi bir uzmanlık organizasyonunun gerekeceği açıktır. Bu bağlamdaki proje yaklaşımınızda proje alanının büyük olasılıkla Karadeniz’de Riva’dan, başlayarak Marmara Denizi’nin çok büyük bir kesimini kapsayacağını söyleyebiliriz. Böylece, İstanbul’a en keyifli ve özel deniz yaşamını geri kazandıracağımız gibi, hem turizm potansiyelini zenginleştirecek hem de kaotik hale gelmiş ulaşım sorununu hafifletecek bir potansiyeli değerlendireceğiz.

En çok bilinen ulaşım çarelerinden toplu taşıma ve metro sistemlerinin ana çözüm yaklaşımları olduğu fikri, başta şehircilikle ilgili kişi ve kurumlar olmak üzere, geniş halk kesimleri ile paylaşılırdı. Hatta 30 yıl önce Ankara’da çok ciddi bir adım da atılmıştı. Ayrıca, bütün gelişmiş ülke kentlerindeki metro sistemleri Ak Parti yönetimlerince de biliniyordu. Buna rağmen bu konuya eğilmekten kaçındılar. Çünkü olaya oy ve seçim kazanmak açısından yaklaşıyorlardı ve yaptıkları tespitler büyük ölçüde haklıydı. Gözle algılanmayan bu sistem, viyadükler ve katlı kavşaklar kadar kısa sürede etkili değildi.

Örneğin; Ankara, metrosunu hayata geçirmek muhteşem bir örnek olmuştur: CHP’li Karayalçın, kendisinin hayata geçirdiği metroya 25 yıl boyunca bir metre bile ilave yapmamış Melih Gökçek’e yenilmiştir. Metro için İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar (Asfalt Osman), “…Ben toprak altına yatırım yapacak kadar aptal mıyım?!” diyordu ancak daha da önemlisi, yaptığı yeni yollar ve köprüler, beraberinde yeni yerleşim ve gecekondu alanlarının kısa sürede oluşumuna sebep oluyor yani yeni oy kaynaklarını doğuruyordu. Bu nedenle de gerek raylı toplu taşım (metro) ve deniz ulaşımı, yakın tarihlere kadar, kentin ulaşım politikalarına giremedi. Oysa son 25 yılda, dünyanın metro sistemlerini (ki 100–150 yıl önce başlamışlardı) %50 genişleten uygulamalar, Ak parti yönetimlerine hiç örnek olamadı ve bu olgudan ders çıkarılamadı. Ancak İstanbul ulaşım sorununun oy kaybettirecek kadar kaotik hale gelmesiyle uyandılar. Son dönemlerinde metro yatırımlarına yönelmeye başladılar. Ancak metro ve ulaşım sorunları, kent planlama sorunlarından soyutlanacak bir alan değildir. Kent planlama olgusunu, gündemlerinden çıkarmışlardı ve onun yerine oy kazanmaya yönelik bir anlayışla ve panik içinde yaptıkları icraatların maliyeti normalin 2-3 katını aşıyordu. Doğal olarak da para yetmiyordu. Bu nedenle özel sektörün, daha doğrusu iç ve dış sermayenin tuzağına düştüler. Dünyanın hiçbir kentinde görülmeyen ve “garantilerle destekli ulaşım modellerini” hayata geçirdiler. İnşaatı 2-4 kat maliyetli, kullanılması 8-10 kat pahallı ve halkın fazla maliyeti karşılayacağı bu yönetimin sürdürülmesi halinde, gerek İstanbul’un, gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin, 1900’lerin sonunda Osmanlı’nın yaşadığı “düyunu umumiye” ortamına sürükleneceği açıktır. Peki… Ak Parti yönetimi dünyada uygulanan yap-işlet-devret yöntemleri gibi yöntemleri kamu yararları doğrultusunda iyileştirebilir ve geliştirebilir mi? Buna “maalesef kesinlikle hayır” diyebiliriz. Çünkü:

  1. Teknik olarak ulaşım, kent planlamasından asla soyutlanamaz. Mevcut yönetimin politikalarında ise planlamanın ağırlığı ve yeri yoktur.
  2. Politika olarak özel sektöre yaptırılacak projelerde, özel sektör karı ile dengelenen kamu yararı hiç gözetilmemektedir.
  3. Metro yatırımlarının, halkın kullanımına etkileri en az 5 yıl sürer. Yani bir orta ve uzun dönem yatırımıdır. Yani, ne kısa dönemde oy getiricidir ne de seçim palavralarına meze yapılacak bir konu değildir.

Örneğin, İstanbul’un altını, Moskova ve Paris’in 2 katı kadar çelik raylarla döşeyeceğiz gibi, “yalandan oy üretmek” amaçlı, Sayın Binali Yıldırım’ın söylemleri ile sergilenen gayriciddi yaklaşımla bir yere varılamaz. Ancak, her konuda olduğu gibi, ulaşım ve metro konusunda da İstanbul halkına durumu gerçekçi anlatmanın yolu ve söylemleri bulunmalıdır. Halkın ulaşım konusunda yaşadığı olumsuzlukların düzeyi, İstanbul halkının en az yarısında yeterli bilinci oluşturmuştur. Bu durumu halkın gerçekleri anlama ve gerçeklerle yüzleşme ihtiyacına yaslı olarak, seçilen için bir tarihi fırsat olarak kullanmasının yolu ve yordamlarını bulmak, önümüzdeki süreçte en başta gelen görevlerimizdendir.

Sayın Cumhurbaşkanı “İstanbul’a ihanet ettik” derken, Ak Partinin İstanbul adayları “yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” diyorlardı. Yani yukarıda değindiğimiz ihanet anlamındaki izahatların teminatı mı oluyor bu beyanlar? Bu yaklaşımı ciddiye alırsak İstanbul’un ulaşımı konusunda Ak Parti’den hiçbir yeni yaklaşım beklememek gerektiğini İstanbul halkına anlatmak zorundayız.

İktidarın “yalandan kim ölmüş” kurnazlığı ile uyguladığı yöntemin ulaşım ve metro konusunda da süreceği anlaşılıyor. Bu nedenle ve özellikle metro konusunda, çok zor şartlarda yapılan Ankara ve İzmir metroları, İstanbul için referans gösterilmelidir. Çünkü CHP için metro konusundaki icraatlar “yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” sözüne en yakışan olgulardır. İstanbul’a gelecek yeni yönetimin, ulaşım ve metro için de, yukarıda diğer sektörler için önerdiğimiz gibi, bir organizasyon ve yeniden yapılanma, sürecine girmesi kaçınılmazdır.

Son olarak değineceğimiz husus, son günlerde meydanlarda sıkça dile getirilen bir tehdit hakkındadır: Ak Parti Ankara adayı tarafından, seçimi CHP’nin kazanması halinde devletin ulaşım ve metro gibi konularda katkı ve katılımlarını kullandırmayacağı ifade (tehdit) edilmektedir. İstanbul halkına bu tehditlerin karşılığının olamayacağı anlatılmalıdır. Hiçbir iktidar özellikle de ulaşım sorunları işkence halinde yaşanan İstanbul halkını, kendisine oy vermedikleri için cezalandıramaz. Böyle bir cezalandırma gelecek genel ve yerel seçimlerde yüzde yüz kaybetmeyi sağlar. Bu nedenle bu tehditlerin uygulanma şansı yoktur. Kaldı ki böyle bir işlem yasal bir suçtur. Ancak bu durum İstanbul halkına açıkça anlatılmalıdır.

Arazi Kullanma ve Konut Politikaları (Dönüşüm)

Konut planlamasının en önemli sorunlarından biri olan bu konu, İstanbul’da bugün dahi şehircilik bilincinin ilke ve esaslarıyla bağdaşmayacak şekilde ve hatta aykırı olarak yürütülmektedir. Yapılanların tamamına egemen olan yaklaşım, ranta dayalı münferit müdahale biçimleridir. Ancak bu yöntemle yapılan uygulamalar beraberinde aşırı yoğunlaşmayı ve bu yoğunlaşmadan kaynaklanan ulaşım ve donanım eksikliği sorunlarını da tetiklemektedir. Bu yaklaşımla oluşan betonlaşmanın getirdiği görsel kirlilikle beraber, hava kirliliğinden kaynaklı doğal ve tarihi mekânlara verilen zararlar, kendisine kentsel sağlıklılaştırma amacı olarak bakılan dönüşüm uygulamalarında daha da öne çıkıyor. Örneğin, kentin yapı yoğunluğu zaten yüksek semtlerinde ve özellikle parsel bazında ve tek yapı uygulamalarında, yapı ve nüfus yoğunluğu iki kat arttığı gibi ne bahçe ne de ek otopark olanağı kalmıyor. Bu binalara servis veren yollar ve kaldırımlar otopark olmayı sürdürüyorlar. Oysa bu uygulama için hiç değilse “en az parsel büyüklüğü ya da ada bazı” koşulları getirilse, mevcut yolların otopark olma sorunu çözülebilirdi. Yani kelimenin tam anlamıyla kaotik bir yapılaşma aracı olan dönüşüm yaklaşımının, yer seçiminden, yayaya müdahale ayrıntılarına kadar revizyondan geçmesi gerekiyor. Özetle planlama araçları rant amaçlı güçlerin kontrolündeyken, bu uygulamalardan kamusal bir yararı gözeten sonuç beklemek hayal oluyor.

Bu ve benzeri konular, ulaşım konusunda da değindiğimiz gibi, konut planlamasının tüm boyutlarıyla birlikte gözden geçirilmesini ve yeniden yapılandırılmasını zorunlu kılıyor. Bu oluşumun getirmekte olduğu vahim durumu idrak edebilmek için Türkiye’nin daha fazla olumsuzluk örnekleri yaşamasının mantığı görülmüyor. Oysa İstanbul, bu olumsuz gelişmelerden kurtulmanın rol modeli olabilirdi ve halen de bir ölçüde şansı var. Aksi halde, Sayın Cumhurbaşkanının söylediği “İstanbul’a ihanet” sürecinin devam etmesi kaçınılmaz olacaktır.

Vizyon Oluşturma Mantığı ve Kanal İstanbul Projesi

Kanal İstanbul projesine de – Ak Parti’nin “olmazsa olmazı” olarak deklare edildiği için – kısaca değinmek istiyoruz. Şöyle ki; “Boğaziçi’nden geçen yabancı gemi sorununu hafifletmek” gibi özetleyebileceğimizin dışında, bilimsellik içeren hiçbir gerekçesi olmayan bu proje, kelimenin tam anlamıyla bir gösteriş ve kapris projesidir. Buna hayal değil, travmalardan sonra yaşanan halüsinasyon demek de mümkün. Proje eğer uygulanırsa İstanbul’u iki kat büyütecek gelişmenin de dinamosu olacaktır. Bu ise, İstanbul’un hem bugün hem de yakın ve orta gelecekte, en korktuğu olumsuzlukların başında gelmektedir. Sanırım İstanbul halkı, şehircilik ilke ve esaslarına dayanmayan ve kendisine elma şekeriymiş gibi sunulan bu projenin, İstanbul’a ne getirip ne götüreceğini artık algılayabilecektir. Gerek bilim ve akademi çevrelerinin, gerekse biraz düşünmesini bilen vatandaşların, ciddi olmaktan uzak bu tür kaprisler konusundaki mücadelemize destek vereceklerine inanıyoruz.

Bu durumu Sayın Cumhurbaşkanımızın “ihanet” saptaması bağlamında değerlendirdiğimizde, “İstanbul’a ihanet Ak Parti yönetiminin rüyalarına kadar işlemiş” diyebiliriz.

İmar Disiplini Sorunsalı (Yağma Kültürü ve Suçu Meşrulaştırma)

Bir kısım sosyal bilimciler, büyük ölçüde, halkın onay ve desteğini almadan oluşturulan disiplinleri sınıflarken şunları söylüyorlar: Askeri disiplin, eğitim ve imar disiplini ve bunlara sonradan eklenen trafik ve ulaşım disiplinleri, katılık ve dokunulmazlık açısından, tüm disiplinlerin önünde yer alırlar! Çünkü bunlara yapılacak yanlış müdahalelerin birey ve toplum yaşamına etkileri öylesine güçlü ve yıkıcı olabilir ki, bunların dışında kalan tüm disiplinler bundan nasibini alır.

Gerek İstanbul gerekse ülke kentlerinin yaşamakta olduğu imar disiplinsizliği, belki de geleceğimizi karartan en büyük sorunsaldır. Çünkü bu konuda siyasi yönetim ve konut güçlerince yaratılan erozyona halkın önemli ölçüde sıcak baktığı bir ortam yaratılmıştır. Giderek halkı daha da sarmalayan bu gelişme, neredeyse bir “yağma kültürüne” dönüşmektedir. Bu gidişi değiştirmeyi, halkın önemli bir kesiminin hoşnutsuzluğuna rağmen göze almamız gerekiyor ve bunu yapacağız. Bunu yadırgayan kesimler, bürokrasinin hastalıklı yapısı ve işleyişini değiştirerek başlayacağımız ve yolsuzluk ve rüşvetle haşır neşir olmuş bu adaletsizliğe son verme girişimlerimizi gördükçe, bize destek vereceklerdir. Çünkü adaletin, halkın gözünde avantacılık ve yolsuzluktan daha değerli bir kavram olarak sürmekte olduğuna inanıyoruz. Ancak, iktidarın kente karşı işlediği bu suçları İstanbul halkına anlatmak için bir ifade yolu bulma işini ivedilikle başarmamız gerekiyor.
İstanbul halkına, İstanbul’a karşı işlenmiş suçların “böyle gelmiş olsa da, böyle gitmeyeceğini” güçlü bir şekilde anlatmamız öncelikli işimiz olmalıdır. Ümit ediyoruz ki bu uzun açıklamaları süzerek üretilecek rafine ve etkili söylemler işe yarayacaktır.

İstanbul Depremi Beklentisi ve Aymazlık Sorunsalı

Deprem uzmanlarının önümüzdeki 30 yıl içindeki deprem beklentileri çok farklı olmasına rağmen, aradaki farklılıklar İstanbul halkı için ümit verici olmaktan uzaktır. 7-10 dereceli tahminlerin en düşüğü olan 7 dereceli depremi Marmara ve kısmen İstanbul yaşadı. Ve sanırsınız ki başına neler gelebileceğini tecrübeyle öğrendi ve bunu fırsata dönüştürerek, imar ve yapılaşma düzeninde ciddi gelişmeler yarattı… Hayır, biliyoruz ki hiç böyle olmadı! O amaçla işe başlandı ama oluşturulan müdahale yöntemleri, rant güçlerinin taleplerine göre şekillendirildi. Depremden kaçış için hayati olan açık alanlar dahi gözden çıkarıldı. Nasıl açıklanabilir ki bu durum?.. Türk halkı ölümden korkmaz mı, hatta topluca ölmekten zevk mi alır? Kanımca bu, İstanbul’a yapılan ve sürmekte olan ihanetlerin en önde gelenlerinden biridir. Bu ihanetin devam etmesine müsaade etmemeliyiz ve etmeyeceğiz de. Ama bu durumu da İstanbul halkına özlü bir şekilde anlatmanın yolunu bulmalıyız. Sanırım çok da zor olmasa gerek çünkü İstanbul halkı ne kadar cesur da olsa, pisipisine ölmeyi istemeyecektir.

Etiketler

Bir yanıt yazın