Memleketimden “Mimar” Manzaraları (Kısa Öyküler)

Yazılanların gerçeklikle olan tek ilişkisi, yazıyı okuyan herkesin onları gerçek sanabileceği bir ortamda ve dönemde yazılmış olmalarıyla sınırlıdır.

1.

Üniversitede öğretim görevlisiydi. Öğrencilik yıllarında en zeki, en çalışkan ve en yetenekli gençlerden biriydi. Bu nedenle çevresindekiler tarafından büyük coşkuyla akademik bir kariyere yönlendirilmişti. Çok çalışacak ve konusunda uzman gençler yetiştirerek memleketin gelişmesine katkı sağlayacaktı.

Yıllar boyu büyük bir heyecanla, canını dişine takarak çalıştı. Sonra kendisi kadar iyi olmadığını düşündüğü meslektaşlarıyla kendisinin durumunu karşılaştırmaya başladı. Hak ettiği ama elde edemediği şeyleri düşününce canı sıkıldı. Heyecanı zamanla hayal kırıklıklarına dönüştü.

O gece yine derin düşüncelere dalmışken, geç saatte yeme içme faslını biraz abartarak uyudu. Rüyasında cumhuriyetin ilk yıllarındaki eğitim hareketinin neferlerini gördü.

“Utanmalısın” diyorlardı. “Hani kendin gibi uzmanlar yetiştirip memleketin kalkınmasına yardım edecektin. Bu ülke ne yokluklar içinde senin gibilere eğitim olanakları sundu. Sense şimdi piyasaya kayıt dışı hizmet sunan, meslek etiğinden nasibini almamış birine dönüştün. Maaşınla iyi kötü geçinebiliyordun. Daha çok para kazanmak mıydı yani bütün hedefin? Mezun ettiğin öğrencilerinle aynı çorbaya kaşık sallayıp, onların yaşam alanlarını daraltıyorsun. Bu halinle, cazip dişi aslanla çiftleşebilmek için onun minik yavrularını, yani aslında kendi türünü, gözünü kırpmadan öldüren erkek aslan gibisin. Utanmalısın… Utanmalısın…”

Kan ter içinde uyandı. Kötü bir kabus gördüğünü anlayıp rahatladı.

Hemen kalkıp duşunu aldı, kahvaltısını yaptı ve üniversiteye gitti. Fakültenin girişinde ikinci sınıftan beri öğrencisi olmuş yardımcısıyla karşılaştı.

“Bugün çook ama çok işimiz var biliyorsun” dedi hoca.

“O firmaya malum arkadaşımızın şirketi üzerinden komple bir proje paketi için teklif vereceğiz, bugün son gün… Ayrıca bizden aylık 10.000 TL karşılığı danışmanlık vermemizi de istiyorlar. Döner sermaye üzerinden olan kısmını 2.000 TL gösterelim, gerisini elden verecekler”…

2.

Proje ofisi sahibiydi. Genellikle vasat projeler ortaya koysa da, yakın çevresinde saygı gören bir kişilikti. Memleketteki iş alma koşulları herkesçe biliniyordu. Hakedişler de zamanında ödenmeyince büyük sıkıntı yaşıyordu. Ofis giderlerini, ev giderlerini, çocukların okul taksitlerini alt alta yazınca hesap bir türlü denkleşmiyordu işte.

Sekreterine sordu: “Hala gelmedi mi o beklediğimiz ödeme? Günler önce ödenmesi gerekiyordu.” Gelmediğini öğrenince sinirlendi. “Söyle o dış cephe malzemesi satan hergeleye, eğer bir daha komisyonumuz bu kadar gecikirse, projelerimizde onun ürünlerine asla yer vermeyeceğiz.”

Ayağa kalktı. Pencereyi açıp biraz temiz hava alırsa kızgınlığının geçeceğini düşünüyordu. Kendi kendine söylendi: “Biz özel sektörden de devletten de alacaklarımızı aylarca tahsil edemiyoruz. Ama iş vergi ödemeye gelince, tıkır tıkır ödüyoruz. Bir gün bile gecikecek olsak, hemen gecikme faizini yansıtıyorlar. Haksızlık bu.”

Sonra sekreterini yanına çağırdı. Ona içi para dolu birkaç zarf uzattı. “Benim hiç keyfim yok, arkadaşlara maaş farklarını sen dağıtıver” dedi.

Kızgınlığı bir türlü geçmemişti. Kendi kendine söylenmeye devam etti:

“Bu memlekette iş yapmanın da hiçbir tadı kalmadı artık. Ortalık sahtekarlarla doldu.”

Bir bakımdan haklıydı…

3.

Üniversitede hocaydı. Öğrencileri tarafından çok sevilirdi. Sosyal ortamlarda görünmeyi, insanlarla sohbet etmeyi severdi. Son yıllarda mahkemelere bilirkişi raporları da hazırlıyordu.
Bir davette bazı eski öğrencileriyle bir araya geldi. Bir süre keyifle havadan sudan sohbet ettiler. Sonra söz döndü dolaştı, bir dönem için hayli popüler olan bir idari hukuk davasına geldi. Öğrencilerinden biri, davette sunulan içeceklerin de verdiği rahatlıkla sordu:

“Hocam yahu, bilirkişi raporunuzda tarihin göbeğine böyle bir rant tesisinin yapılmasına nasıl uygun görüş verebildiniz?”

Hoca bir süre durakladı. “Ben öyle gördüm” dedi.

Hukuken yapılmasının önünü açtığı işlerle ilgili olarak, kendisini yalnızca bir futbol hakeminin pozisyon hatası kadar sorumlu görüyordu. Çoook ama çok rahattı.

O an o ortamda bulunanlar, hocanın bu rahatlığından rahatsız oldular. Fakat hocaya olan saygılarından olsa gerek, sustular ve başlarını öne eğdiler. Sevgili hocalarının söz konusu davada “ne gördüğünü” sormaya cesaret bile edemediler.

Oysa susması ve başını öne eğmesi gereken onlar değildi.

4.

Kamuda yöneticilik yapıyordu. Akıllıydı, çalışkandı, özveriliydi. El attığı işlerden hızla sonuç almak isterdi. Tek kusuru, insan ilişkilerinde pek özenli olmamasıydı. Lakin o kadar kusur, kadı kızında bile olurdu.

Bir gün çalıştığı kuruma yolu düşmüş meslektaşları kendisini ziyarete gitti. Ziyaretçiler, yıllar önce o kurum için bir proje hazırlamış, ancak işler bir türlü hedeflenen hızda ve nitelikte gelişememişti.

Söz döndü dolaştı, malum konuya geldi. “Kabul edin ki, sizin de hatalarınız oldu” dedi yönetici. Oysa ziyaretçiler eksiksiz bir iş yaptıklarını düşünüyordu. İçlerinden biri dayanamadı:
“Bizim en büyük hatamız, sizin atadığınız kontrol teşkilatının birinci önceliğinin müteahhidin karlılığı olabileceğini öngörememekti” dedi.

Yöneticinin canı sıkılmıştı. “Öyle olmasaydı, şöyle olmazdı” mealinden birkaç açıklama yapmaya ve her zamanki gibi karşılaştığı bütün aksiliklerin sorumluluğunu karşısındakilere yüklemeye çalıştı.

Ziyaretçi devam etti:

“Uygun görürseniz, ben bu konuda yetkisi ve sorumluluğu olan bütün kişiler için suç duyurusunda bulunabilirim.”

Yöneticinin canı daha da çok sıkılmıştı. “Hiç öyle şey olur mu canım, o zaman işler iyice karışır” dedi. Sonra ortamı büyük bir sessizlik kapladı bir süreliğine. Masanın farklı taraflarında oturan herkes için yakıcı, yıkıcı ve sorumsuz bir sessizlik.

Sessizliği bozmak için masasının üzerindeki evrakları karıştırdı amaçsızca. Sekreterini arayıp, “falancadan haber var mı?” diye sordu. Yeni bir mail gelmiş mi diye bilgisayarını kontrol etti.
Müteahhidin ilişkilerinin kime kadar uzanabileceğini kestiremiyordu. Tahmin ediyordu elbette ama bir türlü emin olamıyordu. Bu yüzden, gelenlere konuyla ilgili bir şey söylemeyi ve kendi rahatsızlıklarını da anlatmayı istemedi. Müteahhidi el birliğiyle kollamazlarsa kendi halinin ne olacağının muhasebesini yaptı sessizce. Vicdan muhasebesini ise emekli olunca yapardı nasılsa.

Uzunca bir sessizlikten sonra dönüp ziyaretçilere sordu:

“Size ne söyleyeyim arkadaşlar? Birer demli çay içeriz değil mi hep birlikte?”

5.

Bir proje ofisinin sahibiydi. Yetenekliydi, çalışkandı. İş hayatında önemli başarılar kazanmıştı.

Sabah işe gittiğinde o günkü randevularına hızlıca göz attı. Ne kadar ertelese de, o malum gün gelmişti işte. Angarya gibi gördüğü bir iş için görüşmeye geleceklerdi. O üst düzey bürokrat da nereden sarmıştı ki bu işi başına?

Randevu saatinde ziyaretçilerle toplantı salonunda buluştu. “Hoş geldiniz” dedi sessizce. Anadolu’daki bir kamu kurumunu temsilen gelenler üç kişiydi. Bir amir, iki de memur. Memurların genç olanı meslektaşıydı ve çok heyecanlıydı. Daha fazla dayanamadı:

“Bu işi sizin yapacak olmanıza ne kadar sevindiğimizi anlatamam” dedi. “Artık ortaya çok iyi bir sonuç çıkacağından hepimiz eminiz, içimiz çok rahat. Sosyal amaçları olan ve bugüne kadar hep ihmal edilmiş insanlar için yapılacak bu tesisin projesini bedelsiz yapacak olmanız da ne kadar büyük bir jest.”

“Bir dakika yahu” dedi ofisin sahibi. “Ben sayın yöneticimizle görüşürken, ona bu işi bedava yaparım demedim ki, yalnızca imza paramı almam dedim, ama ofis masraflarını mutlaka almam lazım.”

İmza parası dediği şey, oda tarifesinde hesaplanan hizmet bedelinin 10 katı, ofis masrafı olarak gördüğü bedel ise oda tarifesinin 7 katıydı.

Ziyaretçiler ikram edilen çayları zorlukla bitirip, başka hiçbir şey söyleyemeden, izin isteyerek kalktılar. Bir kez daha anladılar ki, burası Türkiye’ydi ve burada işler böyle yürürdü.

Bedeli olmayan işler bile, asla “karşılıksız” yapılmazdı.

6.

Bir proje ofisinde çalışıyordu. Yetenekliydi, çalışkandı, özveriliydi. Ofiste üretilen projelerde ve elde edilen mesleki başarılarda büyük emeği vardı. Bazı günler geç saatlere kadar çalışıyor, proje teslim dönemlerinde ise cumartesi günleri bile çalıştığı oluyordu.

Bu nedenle, kimi zaman sevdiği arkadaşlarıyla hafta sonu tatillerini denk getirememekten sıkıntı duyar, “ne yapayım ben fazladan çalıştığım süre kadar hafta arası tatilini, salı günü kiminle nerede buluşabilirim ki” diye içlenirdi.

Ama yine de bu yapının bir parçası olmaktan ve kendi adının çalıştığı ofisin mesleki başarılarıyla birlikte anılmasından hoşnuttu.

Adının meslek ortamındaki karşılığını düşündü kısa bir süreliğine. Sahi, kendi adı ofis sahibinin ve diğer çalışma arkadaşlarının yanına yazılmadığında acaba ne ifade ediyordu? Düşündü, düşündü, işin içinden çıkamadı bir türlü.

Günün birinde yapmayı istediği şeyler vardı elbette, ama henüz o gün gelmemişti. Kendisini fırtınanın ortasına atmak için hiç de hazır hissetmiyordu doğrusu.

Canı sıkılmıştı. Yanındaki arkadaşına döndü. “Biliyor musun” diye fısıldadı sessizce.

“İthal yapı malzemeleri satan firmadaki arkadaşımız, primlerle birlikte ayda 8.000 TL kazanıyormuş.”

7.

Serbest çalışıyordu ve yıllar içinde iyi bir ofis oluşturmuştu. Ekip olarak yaptıkları nitelikli işlerle yıllardır haklı bir takdire konu olmuşlardı.

Günlerden bir gün ülkenin ekonomik ve siyasal yapısının en güncel prenslerinden biri çıkageldi. Devasa bir projeden söz etti ve “siz yapmak ister misiniz?” diye sordu. “Ama biraz netameli bir konu, çok eleştirilebilirsiniz, haberiniz olsun” diye devam etti.

Önce biraz tereddüt yaşadılar. Çünkü hizmet sunacakları adam, medyada birçok vesileyle yer almış, saygınlığından çok fırsatçılığıyla ve hükümetle kurduğu yakın ilişkilerle öne çıkmış biriydi. Projenin yapılacağı alan ise kent hafızasında bambaşka bir yeri olan, merkezi konumda ve çok değerli bir alandı.

Üstelik projenin bu alanda ve bu kişilerce yapılacak olması, işin içine kaçınılmaz emsal artışlarını, farklı kullanım türlerini ve rant beklentilerini de ekleyecekti. Bundan asla kaçış olmayacaktı.

Bir süre düşünmek için izin isteyip yatırımcıyı uğurladılar. Sonra bütün ortaklar kafa kafaya verip bir çözüm bulmaya çalıştılar. İşi yapmayı istiyorlardı. Fakat meslektaşlarının bir bölümü tarafından desteklenseler bile, her ortamda tepki alacakları kesindi. Diğer taraftan ülkenin gündemi hızlı, toplumsal hafıza da bir o kadar zayıftı.

“Bu işi nasıl formüle edersek en az tepkiyi alırız” diye düşündüler bir süreliğine. Madalyonun öbür yüzünde, ofisin birkaç yıllık geleceğini garantiye almak vardı.

Başka saygın proje ofisleriyle ve bazı danışmanlarla görüştüler. Böylesine yüksek karlılığı olan bir proje için çok iyi bir hizmet bedeli alacaklarını zaten çok iyi biliyorlardı. İşin bir bölümünü ve kazanacakları hizmet bedelini paylaşarak, gelebilecek tepkileri de diğerleriyle paylaşmak iyi olurdu doğrusu.

İşverenle bir sonraki buluşmada artık hiçbir tereddütleri kalmamıştı. İşi hemen kabul ettiler. Başka hiçbir kullanım seçeneğini ve kentin tam merkezindeki bu alanın kamu yararına kullanılabilecek olma olasılığını akıllarından bile geçirmediler. Çünkü devir, öyle bir devirdi.

Gerekçeleri ise zaten hazırdı:

Onlar kabul etmese, başka birileri bu işi nasılsa yapacaktı..

8.

Sivil toplum örgütlerinde gönüllü olarak görev yapıyordu. Üniversitede gönüllü olarak derslere giriyordu. Belediyelere ve ilgili kurumlara gönüllü danışmanlık yapıyordu. Her şeye gönüllüydü doğrusu.

Çalışkandı. Akıllıydı. Mesleğiyle ilgili konuları araştırmaya önemli bir zaman ayırıyordu. Mevzuatı neredeyse ezberlemiş, aksayan yanlarını ise uygun bir zaman ve zeminde düzeltilebilmek umuduyla not etmişti.

Dünyayı dolaşıp iyi örnekleri yerinde inceliyor ve ülkemizde bu tür işlerin nasıl yapılabileceğine kafa yoruyordu. Bu işler için çokça emek, zaman ve para harcıyordu. Çevresindekiler ise bütün bunları nasıl becerebildiğine şaşıyor, ona büyük hayranlık duyuyordu.

Hiçbir maddi karşılık beklemeden gönüllü olarak yaptığı katkılar nedeniyle, belediyelerin, sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin, diğer kurum ve kuruluşların yetkilileri ona karşı kendilerini hep “borçlu” hissediyorlardı.

Bu nedenle, etki ve yetki alanlarına giren işlerde hep ilk akla gelen kişilerden biri oluyordu. Her davette, her toplantıda yetkililerin hemen yanı başındaki koltukta o vardı. Hiçbir maddi karşılık beklemeden bir yerin sorunlarını dert eden, çözümler üretmek için yeni fikirler ortaya atan, farklı şeyler söyleyebilen bir insandan hiç kimseye zarar gelmezdi ne de olsa.

Öylesine muhterem biriydi ki, bunca emeği karşılığında idarelerin neredeyse silah zoruyla kendisinden aldığı hizmetlerin kazancını bile, o konu için çaba harcayan gençlere dağıtırdı.
Oysa memlekette olağanüstü karlı projeler üretmek için geliştirilen hınzır düşünceler hiçbir zaman durmazdı.

Karlılığın formülü ise çok basitti. Doğru konumda bir arsa almak, iyi bir proje geliştirmek, iyi projenin yapılabilmesi için ilgili kurumlarda yasal altlığı oluşturmak, gerekirse mevcut yapılaşma koşullarını değiştirmek, iyi bir inşaat yapmak, sonrasında ise iyi bir satış ve pazarlama organizasyonu… Hepsi bu…

Tablo tamamlanıyordu. Artık ülkemizde “kentsel alanlarda fırsat yönetim danışmanlığı” diye anılabilecek bir meslek grubu oluşmuştu. Bu meslekten olanlar, önce ulvi amaçlarla ve bedelsiz hizmetlerle muhtelif idarelerle ilişki kuruyor, zamanla yöneticileriyle yakınlaşıyor, karlı projelerini yöneticiye aktarmak isteyenlerin sözcüsü ve sırdaşı oluyor, sonra da yapılan işlerden kendi payını alıyordu.

Dışarıdan bakanlar ise, karşılarındaki bu mümtaz şahsiyetin “karşılıksız” olduğunu sandıkları çalışmalarını avuçları patlarcasına alkışlıyor, “ulen memlekette şöyle 20 tane adam olsa var ya” diye başlayan iddialı cümleler kuruyordu.

9.

Artık projecilik yapmıyordu, şantiyelerde de dolaşmıyordu. Yıllardır mesleki yayıncılığa yönelmişti. Bu saatten sonra başka bir iş yapmayı pek de düşünmezdi zaten. İşleyen bir düzeni, yıllardır özenle geliştirdiği müthiş bir ilişkiler ağı vardı.

Mesleği çok ama çok önemliydi, değerliydi. Hatta gönül rahatlığıyla aidiyet bağı kurduğu en önemli şeydi. Bu yüzden hem yurt içindeki hem de yurt dışındaki gündemi çok yakından takip ederdi. Tatillerinde bile mesleğiyle olan bağlarını geliştirecek bir şeyler bulmayı hep başarırdı.

Özenle kendi şablonlarını geliştirmişti zaman içinde. Onca karmaşanın, hızla değişen gündemin içinde her yere yetişebilmek ve her şeyi doğru hatırlamak, insan ne kadar zeki ve donanımlı olursa olsun, hiç kolay iş değildi. Şablonlar ise bu konuda büyük rahatlık sağlıyordu. Her durum için hazır çözümler, hazır yanıtlar, çoğu zaman hayat kurtarıcı oluyor, konuyu derinlemesine ya da yeniden düşünmek için fazla zaman harcaması gerekmiyordu.

Böylece yanlış olduğunu düşündüğü konuların düzeltilebilmesi için mücadele etmeye daha fazla zaman ayırabiliyordu.

Akıllıydı, çalışkandı, dürüsttü. Öyle ki, meslek alanındaki konularla ilgili eleştiri oklarını hiç kimseden, hatta en yakınlarından bile esirgemezdi.

Nedense bu eleştiri okları reklam verenlere ve sponsorlara hiçbir zaman erişemedi.

10.

Bir tür Dalgacı Mahmut’tu. Dünya yansa içinde merteği var mıydı, kimse bilmezdi. Arada sırada acemice yazılar yazardı. Çoğunu sonradan okuduğunda kendisi bile pek beğenmezdi.
Her meslek grubundan, çok ama çok sevdiği dostları vardı. “Yazdıklarım nedeniyle kimse kırılıp incinmez umarım” diye geçirdi aklından.

Bir meslek grubu için yazdıklarının, başka birçok meslek için de geçerli olduğunu, bunların kendi hayatına nerelerde dokunduğunu, nerelerde ıskaladığını düşündü bir süre. Kendisi sanki doğru bildikleriyle %100 tutarlı mıydı da, böyle bir yazı yazmayı kendine hak görebiliyordu.

Daha sonra bu yazıyı okuyan herkesin, benzerlerine tanık olduğu en az bir, hatta belki birkaç tane kısa öyküsü olabileceğini düşünüp rahatladı.

Ne de olsa hayat, bunlara benzer kısa öykülerin bir araya gelmesinden oluşmaktaydı..

NOT 1: Bu kısa öykülerde yer alan kişilerin, yerlerin ve olayların tamamı, ama tamamı hayal ürünüdür ve uydurmadır. Gerçekle en ufak bir ilgileri bulunmamaktadır. Yazılanların gerçeklikle olan tek ilişkisi, yazıyı okuyan herkesin onları gerçek sanabileceği bir ortamda ve dönemde yazılmış olmalarıyla sınırlıdır.

NOT 2: Yazıda “mimar” sözcüğüne yalnızca başlıkta yer verilmiştir ve asla bu meslek grubunu ya da bu meslek grubundan kişileri karalamak, yermek gibi bir amacı yoktur. Dileyenler bu yazıyı başlığa herhangi bir başka meslek grubunu da koyarak okuyabilir. Sonuç pek fazla değişmeyecektir.

obal@yalin-mimarlik.com, okanbal@yahoo.com

Etiketler

Bir yanıt yazın