Lakin Hünkarım

Tarihi bir dizi olan Türk-Rus ortak yapımı "Kalbimin Sultanı" dizisinin mimari olarak incelenmesi.

Yıllar önce Ege’deki adalardan birinden diğerine feribotla geçerken, yolcu salonundaki televizyonda yunanca dublajlı Muhteşem Süleyman dizisine rast gelmiştik. Bir ara geminin anten sisteminde ufak bir arıza oldu 20-30 saniye kadar ekran karıncalandı. Salondaki yolcuların protestolarını ve endişeli halini görmeliydiniz. Sanki gemi su alıyor, o denli heyecanlandılar. O anda fark ettik ki yolcu salonunda çeşitli yerlere dağıtılmış ekranlardaki diziyi takip etmeyen bir tek biziz. Yani Türk yolcular… Kaptanın dahi diziye kapılıp seyir güvenliğini tehlikeye atacağından korktuk. O derece…

Uzun lafın kısası tarihi Türk dizilerini seyredilme oranları, sadece ülke içinde değil yurt dışında da çok yüksek. Göğsümüz kabarıyor. Ben bir mimar olarak dizi izleme hakkımı başka dizilere ayırdığımdan, Muhteşem Süleyman’ı ancak tekrarlarına rastladığımda izleyebildim. Fark ettim ki dizi genelde koridorda geçiyor. Evet, tüm entrikalar, böyle bir oyuncunun diğerine beylik bir laf edip diğerinin 6-7 saniye şaşırmış bakması filan genelde koridorda geçiyor. Tabii her mekânın rekonstrüksiyonu (yeniden yapımı) çok maliyetli olacak. Senaryoyu mekanlara yayamadıkları için, kahramanlar devamlı sarayın koridorlarında filan karşılaşıp kozlarını paylaşıyorlar.

Bu yazının konusu ise “Kalbimin Sultanı” isimli dizi. Dizinin başında “İzleyeceğiniz bu dizi ilhamını tarihten almış bir MASALdır. Gerçeklerle hiçbir alakası yoktur!” uyarısı çıkıyor.


“MASAL” kelimesi büyük de “dır” niye ufak harfle?

Yalnız o işte öyle yazınca olmuyor, bitmiyor. Sorumluluk kalkmıyor. Esma Sultan ismini kullan (ki senaryoda tahtı ele geçirmek isteyen bunun için İstanbul’u ateşe verecek kadar hain pis ama güzel kadın) Yeniçeriler devamlı ayaklansın (ona kazan kaldırma derler, numunelik bir kazan bile koymamışlar) ve hatta ayaklananlar tüfekle kurşuna dizilsin ve en önemlisi açık ve seçik olarak Halet Efendi’nin ismini zikret sonra “Bu dizi ilhamını tarihten almış, gerçeklerle alakası yoktur” de kurtul. Olmaz!

Başka bir bilgi “ilham” kelimesi “esinlenme” manasında kullanılsa da kelime olarak ilham, “bir şeyi birden yutturmak” anlamındadır. Ayrı mesele deyip geçiyoruz.

II. Mahmut tedbili kıyafet ile dolaşırken bir muallimenin hayatını kurtarıyor, sonra onu saraya alıyor, sultanın çocuklarında Fransızca öğretiyor. Mahmut’un 35 evladı olduğu düşünürsek bir sınıf toparlarmış aslında. Tabii ne yazık 18’si erkek 17’si kız evladı olan Sultan II. Mahmut, hastalık ve kazalar nedeniyle çocuklarının 30’unun ölümüne tanık olmuş. Öyle mükemmel bir dershane olacak durum filan yok sarayda. 30 çocuk ölüyor, yazıyla otuz.

Fakat dizinin heyecanlı bir bölümünde, ne hikmetse Sultan, yeniçerilerle Et Meydanı’nda karşılaşmasın diye sarayın balkonunda neredeyse sarılarak ona öğüt verilebiliyor muallime. Bazen böyle öpüşür gibi filan oluyorlar ama öpüşmüyorlar. Galiba hiç öpüşemeyecekler zira reytingler düşükmüş, dizi yayından kalkacak.

(Dizinin Youtube’daki bir parçasından aktarıyorum, https://www.youtube.com/watch?v=iMVOj21Rah0 7. Bölüm “Yağmur imdada yetişti”)


Yağmur yağdı diye yangın sönüyor ve sultan yeniçeri ile meydanda buluşmuyor. Tehlike geçiyor, yeniçeri çok vahşi, sultanı öldürecek yani. Akabinde sultanın muallime ile olan sevinci gözleniyor.


Sadrazam neresi olduğu belli olmayan bir haritada elindeki çubukla öne Eyüp’ü sonra Hocapaşa’yı gösteriyor. O sırada sultan savaş kıyafetleri ve tabii miğferiyle haritadan gelecek ani bir saldırıya hazır şekilde bilgi alıyor.


İstanbul haritası (ki 1800’lü yıllarda da böyleydi, Yenikapı miting alanı pörtlememişti ve köprüler yoktu sadece) Evirdim çevirdim ama Hocapaşa ile Eyüp’ün aynı karede gösterilmesini dizideki haritayla bağdaştıramadım. Peki bunun maddi imkansızlıkla ne ilgisi var.

Tarihçi değilim ama bu “anakronizm” terimini açıklamamı engellemiyor. Anakronizm, herhangi bir olay ya da varlığın içinde bulunduğu zaman dilimi ile kronolojik açıdan uyumsuz olması. Özellikle edebiyat ve sanatta genellikle eserin geçtiği tarihi döneme ait olmayan varlıkları ve uygulamaları belirtmek için kullanılır. (Vikipedi)

Yani senaryoda geçen anakronizm örneklerini gözler önüne sermeyeceğim. Sebepleriyse şunlar:

1- Uzmanlık alanım değil.
2- Bir işe yaramaz.
3- Zaten dizi çıtır çekirdek şekilde izleniyorsa, zamanın olaylarının nasıl cereyan ettiği konusunda kimse zaten meraklı değil. Ayrıca limse yanlış yoktur iddiasında değil. Herkes çok rahat, “kafana takma” diyen çok.
4- Dizinin çekilmesi sırasında maddi manevi imkanlar kısıtlı, zaman yok, plan filan yapılmamış. Herkesin sığınacağı birden fazla geçerli mazereti var. Herkes rahat.
5- Muhteşem Süleyman’da “Hürrem Sultan’ın o denli derin göğüs dekoltesi olur mu olmaz mı” tartışmasından öte geçmez benim yazacaklarım.Sadece mimari açıdan diziyi irdelersem beni rahatsız eden yönleri paylaşırım. Amacım kimseyi kırmak değildir ama gördükçe ben geriliyorum, bana da yazık. Bari yazayım, Arkitera editörleri de yayınlarsa yazlık bir konu çıkmış oluverir.

Bir de kusura bakmayınız II. Mahmut dönemi öyle çıtır çekirdek dönem değildir. Gerçekten değildir.

Tarihi bir olayı aktarmak oldukça zordur. III. Selim ve II. Mahmut zamanında geçen bir roman yazdım ama neler çektiğimi ben bilirim. 10.000 adet basıp piyasada nüshası zor bulunur hale gelecek kadar satmasına rağmen bir yanlışım çıkmadı şükür.

Söz konusu dizi Kocaeli’nde eski SEKA fabrikasının arazisini kiralayan Maya Film Platoları şirketinin sunduğu hizmetle çekiliyor. Aynı zamanda Rusya’da bir kanalda da yayınlanıyor. Her bölüm 2 saat 15 dakika. Nuri Bilge Ceylan yıllar sonra çektiği Ahlat Ağacı filmi aynı uzunlukta diye eleştiri aldı. Bu dizinin sadece bir bölümün süresi bu. Her hafta bölüm yetiştirmek delicesine bir iş.

Yine de 2 saat 15 dakikalık her bölümde en az 75 defa geçen “lakin” kelimesiyle zamanın dilini iyi yakaladıklarını düşünüyorlar olsa gerek. Fakat o kadar sırıtıyor ki, herkesi irite ediyor.

Senaryoyu dümdüz geçtiğimize göre mimari yöne kayalım. II. Mahmut Topkapı Sarayı’nda dünyaya gelmiş. (Yeni saray diye geçiyor, Eskisi de Tarihi Yarımada’da). Fakat Sultan Topkapı’dan tamamen taşınmış, Beşiktaş Sarayları denen bölgeye, şimdiki Dolmabahçe’nin olduğu yer civarları. Sonra kullanışsız olduğu gerekçesiyle Dolmabahçe Sarayı yaptırılacak, Balyanlara.

3-4 dakikalık bir gugıllamayla D’ohsson’un Beşiktaş Sarayları gravürüne erişmeniz olası.


Beşiktaş Sarayları gravürü

Fakat dizide sahne geçişlerinde kullanılan 3 boyutlu modelin alakası yok. Madem modelleyeceksiniz bir bilene sorsaydınız. Ne rıhtım var ne de rıhtımda demir korkuluklar ne de bu şekilde pencereler.


3 boyutlu model

III. Selim’in katli ve sonra II. Mahmut’un tahta geçmesi konusu oldukça önemlidir. Bir de uzun ve acılı bir Osmanlı Rus savaşı var. Savaş sırasında sultan bu saraylarda değil, Rami Kışlası’nda ikamet etmiştir.

Halet Efendi ise (Osmanlının gördüğü en sinsi devlet adamlarından biri olduğu doğrudur) tüm entrikalarını saraydaki bir muallimeyle ilişkilendirmek ve tabii Esma Sultan’a rapor veriyor hale getirmek seyirciyi memnun etmekten öte anakronizmin zirvesidir.


Napolyon’un taç giyme töreninde Halet Efendi, 1805. (Dört yıl kadar Paris’te bulunmuştu)

Biz yine mimariye dönelim. Et Meydanı kapısından ayaklanan birazdan tüfekle sıradan kurşuna dizilecek olan yeniçeriler çıkıyor. Yeniçeriler ellerinde kılıçlarla saldırıyor, saray muhafızları ise ateşli silah kullanıyorlar. Yeniçeri de barut kullanırdı, onlar tüfeğe karşı neden kılıçla saldırıp telef oluyorlar. Bunun dizi çekerken yaşanan imkansızlıkla ya da MASAL olmasıyla ne ilgisi var.


O mermerleri çapraz boyamasaydınız keşke. Bir de kapının ortasında neden çeşme var bilinmez. Normalde çeşme kapının içinde değil yanında olmalı. Orada kaputluk çuha mahzeni girişi ve oda olmalı. TDV’nin İslam Ansiklopedisi herkese açık.

Ayrıca Yeniçeri ortalarının bayrakları siyah olmaz. Renkleri oldukça önemli bir detaydır. Bu arada gerçek kapının fotoğrafı dahi var.


Kapının oranları fotoğraftan anlaşılabilir.


Dizinin ne yazık teknik altyapısı da çok fena. Galata’dan Tarihi Yarımada’ya geçerken kayığın sağ cenahında Marmara Denizi olmalı, arka plan atmasyon. Yeşil perde önünde açık alanda aktristin sırtına öyle gölge mi düşer? Yıl olmuş 2018. Ya da 1818 mi demeliydik.


Burası sarayın cümle kapısı. İlk yağmurda o altın varaklar şişer.

İÇ MEKANLAR

Sarayın iç mekanları CNC ve lake MDF işçiliğinden geçilmiyor. Bir mimarlık tarihçisine danışsanız ne iyi olurdu.


Kolonlardan hamam etkisi görülebilir ancak MDF’den CNC marifeti ile kesilmiş ayırıcıları anlamış değiliz.


Tavana kadar duvar kâğıdı arkada 8mm malzeme ile doğrama yapılmış, 5-6 metrelik doğrama.


Çalışma odası. Arkadaki pencere Jules Verne’nin denizaltısı Nautilus tadı verse de en çok arkadaki merdivenleri beğendiğimizi beyan edelim.


1800’lerin başında beyaz mobilya nereden çıktı, lake dolaplar. Şükür ki kitaplar sadece cilt, böylece raflar sehim yapmamış.

SONUÇ

Cüneyt Arkın Rumelihisarı’nda Malkoçoğlu’nu çeker ve savaşan askerlerin kolunda Casio saat vardır. Bununla dalga geçenin o saat kadar aklı yoktur. Bunu biliyoruz.

Dönem dizileri, filmleri çekmek sadece mekanlar açısından oldukça masraflıdır belki bu setleri hazırlamak için çaba sarf edenler ne kadar büyük zorluklarla çalışıyorlar. Haftada 2 saat 15 dakika süren dizinin senaryosunu yazmak, oynamak, makyajını yapmak, yönetmek, kostümünü hazırlamak, figüranları bile bulmak, servisle Kocaeli’ne getirmek, yönetmenin planladığı tüm sahneler için setleri ayarlamak büyük iş. Sadece mekanları bilgisayarda modelleme ve efektleri ortaya çıkarmak bile mesele. Yeşil perde ile çekilecek sahneleri bile dikkatlice ışıklandırmak lazım.

Küçümsemiyorum, emeğin gerçek karşılığı var mıdır, iyi kazandırır mı bilmiyorum. “Çok bilmiş bir mimar olarak sen bu bütçeyle bu işi kotarabilir misin? Eleştirmek kolaydır” diyebilirsiniz. Demeyiniz. Çünkü yapmazdım.

Ekmek parası, yapmak kabul etmek zorundalar mı, işte o zaman sanatçılar oynamayacak bu dizide daha iyi bir yapım isteyecekler. Bir ara dizi senaristleri çok uzun senaryolar isteniyor diye ayaklandılar. Haklarını aldılar ama sonra yine birileri direnişi baltaladı herhalde.

Bu diziyi yayınlayan kanal bu özensizliği kabul etmeyecek. O olmadı seyirci daha iyi yapıma dönecek. Kolay değil biliyorum. “Elimizde 100.000 TL var bununla bir saldırı helikopteri yap” nasıl denmiyorsa böyle dizi de çekilmemeli.
Bu dizi öyle oldu diye kimse ölmez diyebilirsiniz fakat tamam biz de eleştirirsek kimse ölmez. Fala inanma falsız kalma, aynı şekilde bunları biliniz sonra zevkine izleyiniz. Hint filimi, Yeşilçam tadında izlenilmesine razıysa yapımcı bana göre hava hoş. Bu yazı bile okunmaz doğru dürüst.

Sonra “Ne yayınlayacak kanal ne de seyirci bu detayları talep ediyor, bu olsa olsa senin kuruntun” denebilir. Hatta “Sana ne oluyor” diye ekleyebilirsiniz. Yaz dizisi bu, zaman geçsin güzel bir kadın, yakışıklı sultanın gönlünü çalsın ama bu da öyle yavaş yavaş olsun. İş uzasın başına “MASALdır” yazalım kurtulalım ama isimleri gerçek seçelim, yeniçeri olaylarını çarpıtsak, sorun olmaz diyorlar.

1956’da vizyona girmiş “Kral ve ben” filminin senaryosunu alıp, Osmanlı’nın en önemli dönemlerinden birinin sultanı ile yoğurmayın. Buna yeltenirseniz, biz de eleştiririz. Kızmak yok.

Bir bölüm 2 saat 15 dakika olmasın. İyi planlama yap, daha iyi mimar çağır, marangoz ile bütçesiz sahneler yapma, tarihçiye daha fazla söz ver. Senaryo daha özenli olsun. Madem yapımın “gerçekliği” gerekli değil, o zaman tiyatro sahnesi gibi yap, oyunculuk önde olsun. Yani madem masal, anlatım için daha soyut bir yol seç. İlla her şey gerçekçi olacak deyip CNC işçiliği yaldıza, lakeye boyayıp gözümüze sokma.

1980’de IV.Murat oynadı TRT’de. Başrolde Cihan Ünal. Ne bütçe var doğru dürüst ne de teknik ekipman ne de plato. Sadece dört bölümdü.


Dogville, tamam öyle bir yaratıcılık istenmiyor ve böyle bir yapım belki reyting almaz ama mobilyalarda boya var mı acaba?

Bollywood bile artık evrildi, lütfen dönem dizisi yapacağız uzun tutacağız diye boya küpü yapmayın tüm ekranları. Doğal olarak bu tür kes yapıştır işleri görenlerin doğru bir şehirde yaşamaları ve özenli bir işe değer vermeleri zor oluyor. Özensizlik kutsanmış oluyor.

Bu yazı bir amaca ulaşamayacak, fakat her rastladığımda binlerce kez “lakin” duyduğumda ve bu mekanları görünce sinirim zıplıyor duruyor. Yazdım işte…

Şimdi cevaben, şu eksik bu eksik, çalışma şartlarımız zor, yapmazsak ekmeğimizden oluyoruz demeyiniz, o zamanlar Yeşilçam zamanlarıydı ve o mazeretler kullanıldı. Biz de aldık kabul ettik. Bu CNC işlerini pekala en azından mimari açıdan kabul etmeyebiliriz.

Kusuruma bakmayınız hem bu dizide emeği geçenler hem de zevkle izleyenler…

Etiketler

Bir yanıt yazın