İstiklal’i Ağaçlandırsak da mı Saklasak?

İstiklal Caddesi'ne ne olduğu (ve ne olacağı) sorusu aslında bizlerin kentten ne anladığımız ve nasıl birer kentli olduğumuz sorunuya birebir aynı eksende.*

Malum Beyoğlu’nun tarihi, bir yükselişler ve düşüşler tarihi. Hatta bir kısmımız “Ah nerede o eski Beyoğlu?” sorularını duya duya büyüdük. Son yüz yıldır kendini var edenleri defalarca kaybedip, defalarca el değiştirip, yine de inatla küllerinden doğmuş bir semt Beyoğlu. Bugün ise yine bir “düşüş” döneminin arefesinde.

Bir süredir zaten “Ah nerede o eski İstiklal Caddesi” veya “İstiklal’e ne olmuş?” soruları ortalıkta dolaşıyordu. Özellikle 2013 yılında, Gezi protestoları sonrası, Taksim Meydanı ve dolayısıyla da İstiklal Caddesi ve Beyoğlu yoğun bir değişim geçirmeye başladı. Önce Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında bölgenin sincap yuvasına çevrilmesi ve arkasından meydanın araçsızlaştırılmasıyla aslında bir yaya çölü haline getirilmesi, daha sonra Gezi Parkı’nın kapatılması ve en sonunda da Beyoğlu’nun Beyoğlu’nu üreten kesim tarafından yavaş yavaş terk edilmeye başlanması. Şimdilerdeyse 2005 yılı ve öncesindeki İstiklal Caddesi fotoğraflarını ve ağaçlı İstiklal Caddesi’ni anmaya başladık.

Son olarak “Beyoğlu İstiklal Caddesi Düzenleme İnşaatı” (https://ibbqr.ibb.gov.tr/beyoglu-istiklal-caddesi-duzenleme-insaati/ ) adı altında semtin kaldırım taşları yeniden granit olarak değiştiriliyor. Ortalık yine toz duman. Bir de ortaya proje görselleri döküldü. Bir projenin görseli, normalde, işin bittiğinde nasıl olacağını ballandıra ballandıra anlatmak için varken (elbette vardır başka amaçları ama ülkemizde şu anki işlevi bundan ibaret) bu projenin görselleri maalesef bakanı geleceğe dair kaygılandırıyor. Özellikle 2005 yılında canlı, hayat dolu ve ağaçlı İstiklal Caddesi fotoğraflarıyla bu yeni projenin insansız, steril ve bomboş görselleri yan yana getirildiğinde her şey daha da çarpıcı bir çirkinlik kazanıyor.

İşte tartışma da tam olarak burada başlıyor. Bir kesim, “zaten İstikal Caddesi’nin ağaçları niteliksizdi, zaten İstiklal Caddesi’nin tarihinde ağaç da yok ve zaten o ağaçların altları çöp sepeti niyetine kullanılıyordu” derken, başka bir kesim “ağaçla uğraşacağınıza önce altyapı sorunlarını çözün” diyor. Başka bir kesim ise 2005 yılından kalan ağaçlı İstiklal Caddesi’nin hayalini kuruyor hala. Peki gerçekten İstikal Caddesi’nin ağaçlara ihtiyacı yok mu? Veya bir kamusal mekan, bir kent caddesi için nedir ağaç? İstiklal Caddesi’nin sorunu gerçekten de salt altyapısal mı?

2005 yılında ne olmuştu? Hürriyet gazetesinde yer alan bir haberde (Topbaş: İstiklal Caddesi’ndeki ağaçlar gidecek çiçek ekilecek http://www.hurriyet.com.tr/topbas-istiklal-caddesindeki-agaclar-gidecek-cicek-ekilecek-3475719 2 kasım 2005) Kadir Topbaş, İstiklal Caddesi’nde yer alan ağaçların neden sökülmesi gerektiğini açıklıyor. Bu açıklamaya baktığımızda ilk problem olarak, ağaçların 1995 yılında ilk dikildiği zaman, ne araç giriş çıkışlarının düşünüldüğünü ne de ağaçlar için gerekli altyapının sağlandığını anlıyoruz. Yeni belediyecilik anlayışıyla bu problemler çözülmek yerine yıllar içinde büyüyen, serpilen, bordürleri kaldıracak kadar köklenebilen bu ağaçlar sökülüp atılıyor. Yerine önerilen ise daha da acıklı, bina cephelerine yerleştirilen saksılar. Çünkü yeşil bizim için bir süs, dekoratif bir nesne. Ama erişilmemesi de gerekli aynı zamanda. Ya yüksek bir yere koyulmalı ya da çevresi dikenli tellerle çevrilmeli. Neden? Çünkü nedense, her bulduğu yeşillikte piknik yapan, her tatilde, haftasonunda konvoy konvoy kendisini ağaca, yeşile, mangala, pikniğe atan bizim gibi bir toplum, şehir hayatının içinde bir ağaç görür görmez dibine çöp atmak, dalını yaprağını koparmak, gövdesini kazımak ihtiyacından kendini alamıyor.

Az önce bahsettiğimiz tartışmaya ve sorduğumuz sorulara geri dönelim o halde;
“zaten İstikal Caddesi’nin ağaçları niteliksizdi”
Bir ağacın nitelikli olup olmadığını tartışabilmek için hangi verileri kullanmak gerekir pek emin değilim. Fakat Kadir Topbaş’ın 2005 yılında yaptığı açıklamayı incelemek bile kesilen ağaçların nitelikleri hakkında bizi aydınlatabilir. Bunlar 10 yıldır dikildiği yerde kurumamış, kurumayı bırakın iyice yerleşip serpilmiş ağaçlar. O kadar ki kökleri bordürleri kaldırıyor, caddeden geçen taşıma kamyonlarına dalları ve yapraklarıyla “engel” teşkil edebiliyorlardı. Yayaları yağmurdan, güneşten ve rüzgardan koruyabiliyorlardı. O halde meselenin esası nitelik değil.

“zaten İstiklal Caddesi’nin tarihinde ağaç da yok”
Burada aslında koruma kavramını tartışma niyetinde değilim, hatta bazen bu kavramı Türkiye’de tartışmanın anlamsız olduğunu bile düşünmeye başlıyorum, arkama bakmadan koşa koşa kaçmak istiyorum. O yüzden İstiklal Caddesi’nin tarihinde AVM de olmadığını hatırlatarak bu kısmı kısa kesmek niyetindeyim.

“zaten o ağaçların altları çöp sepeti niyetine kullanılıyordu”
Eğer bir ağacın altı çöp sepeti olarak kullanılıyorsa elbette suç buna müsade eden ağacındır. Yoksa bizler kent yaşamını yeterince anlayamamış, adapte olamamış değiliz. Maalesef kentsel mekanını o kadar kendimizin görmüyoruz, kamusal mekanın aslında hepimizin ortak malı olduğundan o kadar bihaberiz ki kendi alanımızı koruma gereği de duymuyoruz haliyle.

“ağaçla uğraşacağınıza önce altyapı sorunlarını çözün”
Burada biraz uzun soluklanmak istiyorum. Ben, İstaiklal Caddesi’nin gerçek sorununun asla salt altyapısal olduğunu düşünmüyorum. Hatta belki de hiçbir kamusal mekanın problemi sadece altyapısal değildir. Elbette İstiklal Caddesi’nin belki tonlarca altyapısal ve üstyapısal sorunu var, o ayrı. Fakat ne kadar bir kamusal mekanı altyapı ve üstyapısal unsurların oluşturduğunu düşünsek de -ki fiziki olarak bu son derece doğru- aslında bir kamusal mekanı insan oluşturur. Orada yaşayan, nefes alan, geçip giden, durup bakan, çömelip soluklanan, çocuğuna oyun oynatan..vs insan. Jane Jacobs’u hatırlarsak, bir kamusal mekanın hayatına devam edebilmesine veya terk edilmesine sebep olan en önemli etmen her zaman insandır. Biz mimarlar ve plancılar ne kadar mükemmel mekanlar tasarladığımızı düşünsek de hayat her mekanı insanla sınar. Ondandır kamusal mekan dediğimiz şeyin fiziksel bir şeyden çok kültürel ve sosyal bir şey olması.

Konuya İstiklal Caddesi özelinde baktığımızda da durum pek değişmiyor. Mevcut politikalar ve mekana insanı yabancılaştıran yöntemler devam ettiği sürece, caddenin tüm altyapısal problemleri çözülse dahi orası yeniden bir kamusal mekana dönüşmeyecektir. Çünkü denklemin en önemli unsuru, insan, inatla bu denklemden çıkarılmak isteniyor. İstiklal Caddesi’nin -beğenelim veya nefret edelim- kendine göre bir kitesi, bir hayat tarzı ve kültürü vardı. Esas özlediğimiz şey de zaten ağaçlar değil aslında. Bu kaybedilmeye başlanan kültür.

Sonuç niyetinde söylemek gerekirse, İstiklal Caddesi’ne ne olduğu (ve ne olacağı) sorusu aslında bizlerin kentten ne anladığımız ve nasıl birer kentli olduğumuz sorunuya birebir aynı eksende. Bizler ne kadar iyi birer kentliye dönüşebilirsek, kamusal mekanlarımıza o oranda sahip çıkmaya başlar ve haliyle de daha kaliteli kamusal mekanlar kullanmaya başlarız. Yoksa işler “her sene kaldırım taşlarını değiştirelim” belediyeciliği ile çözülebilecek gibi değil. O yüzden de ben altyapı sorunlarının vs çözümünü yerel otoritelerden beklemenin şu noktada pek bir anlam ifade ettiğini düşünmüyorum. Bizler sahip çıkmadığımız taktirde (bkz. Gezi) kimsenin bizim olan kamusal mekanları bize iade edeceği de yok. O yüzden İstiklal Caddesi’ni kurtarırsa yine onu var edenler kurtaracak.

*Bu yazı daha önce Melis Aydın’ın bloğunda yayınlandı. Bloğa http://architescope.blogspot.com.tr/2017/06/istiklali-agaclandrsak-da-m-saklasak.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Etiketler

Bir yanıt yazın