Bir otelin inşaat çalışmaları sırasında ortaya çıkan…

Müze Otel Antakya, Temmuz 2019’da açıldı.Açılışından tam 10 yıl önce, 2009’da -yatırımcısının sözüyle- bu arsada bir otel yapma fikri oluşmuş. Turizmin hareketlenmeye, Hatay’ın parlamaya başladığı o yıllarda büyük bir talihsizlik olarak Suriye’deki istikrarsızlık baş gösterdi. İnşaatın tamamlanıp otelin açılmasının üzerinden altı ay geçmeden de pandemi başladı. Turizmi son derece olumsuz etkileyen bu iki durum halen devam ediyor. Otel bu koşullar altında, geçtiğimiz iki yılda ilk ziyaretçilerini ağırladı.

Yapı, Antakya Çarşısı’nın 2 kilometre kadar kuzeydoğusunda 17 dönümlük bir parselde yer alıyor. Yatırımcı ASF Otelcilik 2001 yılına kadar çok hisseli parseldeki arsaları satın alıyor. 2009’da otel yapım süreci başlıyor. Hilton’la görüşülüyor. Hilton iki bodrum kat talep ediyor. Bunun üzerine III. derece arkeolojik sit alanı olan arsada bir sondaj kazısı yapılıyor. Ve kazıdan buluntular çıkmaya başlıyor. Ardından koruma kurulunun talebiyle bilimsel bir kazı başlıyor ve kazı 7 ayda tamamlanıyor. Süreci ayrıntılı dinlemek isteyenler için Emre Arolat Antakya Müze Otel’i Anlatıyor.

Güneydoğusundaki Habibi Neccar Tepesi’nden akıp gelen ve zamanında arsanın ortasından geçen derenin izini kullanmak; bodrum katlarda yapılamayan tüm otel servislerini çatıya taşımak; otel odalarını prefabrike olarak hazırlayarak zeminle çatıdaki otel servislerinin arasına “istiflemek” temel kararlarıyla Müze Otel şekilleniyor. Otelin de müzenin de koridorları açık havada. Sadece ihtiyaç duyulan mekanlar kapalı.

Yazının buraya kadar olan bölümünü bilenler olabilir ama konudan habersiz olanlar için bu kısa giriş yazısının da burada durması gerek.

Otelin inşaatını 2015’te dışarıdan, 2016’da şantiyeye girerek görme şansını yakalamıştım. Açıldığı günden bu yana da gidip göremedim, bu nedenle bir tivit bile yazamadım. Sonunda geçtiğimiz hafta gittim, gezdim, uyudum, yedim, bir daha gezdim.

Mimarlık üretimi tartışmaları içinde önemli bir yer tutacağı belli olan yapı ile ilgili bugüne dek en kayda değer yazıyı Arkitera.com’da -kendisi de Antakyalı olan- Ömer Selçuk Baz’ın yazdığını söyleyebiliriz. Baz yazısında özet olarak ne olursa olsun böyle bir parselde bir otel yapılamayacağını keskin bir dille vurgulamıştı. Baz’ın samimiyetle ve başka zaman ve platformlarda da vurguladığı mimarlık eleştirisinin olmadığı tezini ispatlarcasına yazının ve yapının açılmasının üzerinden 2,5 seneden uzun bir zaman geçtiği halde bu kadar önemli bir yapı ile ilgili yazılanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.

Yapıyı sevenler ve sevmeyenler çok. Öncelikle kendi pozisyonumu netleştireyim. Bence EAA ve ASF Otelcilik inanılmaz bir işi başarmışlar. Çok sayıda eleştirim var ancak yapının -tam da Baz’ın yazısında bahsettiği gibi- ve fakat “amasız” çok iyi olduğunu düşünüyorum.

Belki de içinde bulunduğumuz ortamdan her meseleyi uçlarda yaşıyoruz. Sevgimizden ya da nefretimizden öldürebiliyoruz önümüze gelenleri… Savrulmadan, kimseye yaranmaya çalışmadan yazmaya çabaladım, savrulmadan okunabilir umuyorum ki.

Yapı olumlu yönleri şunlar bunlar diye sıralamaya gerek olmayan bir başyapıt. Olumsuz yönlerini ise temelde üç başlıkta toplayabiliyorum: Çevresine kapalı; buluntuların sergilenişindeki rasyonellik sorunu; yerin bağlamından kopuk cephe ve kabuk.

Çevresine Kapalı

Otel çevreye kapalı. 100m’ye 200m’lik parselin çevresi belli yerlerdeki girişler hariç cam bir duvarla tamamıyla çevrelenmiş. Bir başka deyişle yapının zemin kotunu cam duvarlar oluşturuyor.

Hafif eğimli arsasının zemin, zemin altı ve zemin üstü kotlarındaki fonksiyonlar; lobi, otele ait iki restoran, müze ve yine otel müşterilerinin kullanımına ayrılmış olan ve dua odası olarak adlandırılan mescit. Kuzeydoğu ve güneybatıda yer alan birer güvenlik kontrolünden geçtikten sonra lobi, lokantalar ve mescidin bulunduğu üst yürüme platformuna; arsanın güneydoğusundaki Süreyya Halefoğlu Caddesi üzerindeki girişten de müzeye erişiliyor. Bu girişler dışında alt ya da üst gezinti platformlarının bulunduğu alana erişim mümkün değil. Güneybatı yönündeki lobi girişinin ise daha çok otel müşterileri tarafından içeriden dışarıya doğru kullanıldığını söylemek mümkün. Bu açıklamalar sonrasında müze ve otelin kentle kurduğu ilişkinin iki kontrollü kapı ile olduğunu söyleyebiliriz. “E bu bir otel elbette öyle olacak” diyemeyiz çünkü bu bir müze ile otel ve zemin, zemin altı ve zemin üstü kotları kentsel ilişkileri destekleyecek fonksiyonlarla zenginleştirilebilirdi. Otelin zemin kattaki lokantaları da kapalı, içeride ve bu merkezi kontrolden geçtikten sonra girilen yerler. Yani lokantalara ayrı bir giriş yok. Bu durum kuşkusuz otelin işletmesi açısından büyük avantajlar sağlıyor ve bu açıdan anlamak mümkün ancak…

Otel’in Antakya çarşısına uzaklığı 2 kilometre, Sen Piyer Kilisesi’ne uzaklığı ise 400 metre. Her iki mesafe de yürümek için oldukça ideal ancak otelden ne merkeze ne de Sen Piyer’e yürünmüyor. Yürünmüyor çünkü yürümeyi teşvik edecek hiçbir şey yok. Kaldırım yok, geceleri yürümek için iyi bir his vermiyor, kışın hava kirli vesaire…

Otelin bulunduğu mahallenin adı 5. Mıntıka hemen güneydoğusunda Sen Piyer’in karşısındaki mahalle 4. Mıntıka Mahallesi bulunuyor. Bu iki mahallenin arasından geçen Süreyya Halefoğlu Caddesi belirli bir yerden sonra Kurtuluş Caddesi adını alıyor. Bu cadde otelden Antakya çarşısına yürümek için kullanılacak yol, ve yürümek mümkün değil.

Kentin yakın çevresindeki açık alan konforu o kadar yapının mükemmele ortamından uzak ki otelin kuzeydoğusundaki komşusu Hacılar Sokak’ta yol refüj ile ayrılmış ve yaya otelden çıktıktan sonra karşıya bile geçemiyor.

Etrafını Dönüştürme Miti Neden Çalışmıyor?

Bilbao etkisi kavramı ya da ondan bağımsız çevreyi dönüştürmek için oraya bir mimarlık tohumu atmak meselesi neden bizde çalışmıyor? Bu kadar nitelikli bir mimarlık ürününün içinde bulunduğu mahalleyi, Sen Piyer’i değil tüm Antakya’yı dönüştürmesini beklemek hakkımız değil mi?

Geçtiğimiz bir yıl İBB’de danışmanlık yaptım. Ortalamada her gün 14-15 saatimi İBB Kasımpaşa Ek Hizmet Binası’nda geçirdim. Binada 3.000’e yakın çalışan var ve İBB’nin burasını ek hizmet binası olarak kullanmaya başladığı 2015’ten bu yana çevresine hiçbir katkısı olmamış. Çünkü kapalı. Tüm giriş çıkışlar bir yerden ve içeride her türlü servisi sunuyor.

Etrafını dönüştürmek için iyi mimarlık, iyi işletme, beyaz yakalı vb. yeterli olmuyor. Yapının / yatırımın kentle kurduğu ilişki de çok önemli. Müze Otel açılalı 2 yılı aşkın bir zaman geçti ama Müze Otel’den Sen Piyer’e yürüyecek bir yaya düzenlemesi yok, zaten kimse de yürümüyor; siyah Vitolar, beyaz minibüsler içinde taşınıyor 400 metrelik mesafeye otel konukları.

İstanbullu bir “seçkin” uçağa biniyor, Hatay Havalimanı’ndan araçla alınıyor, otele yerleşiyor. Sonrasında yine her operasyon araçlarla yapılıyor. Müze Otel’in bir yatırımcının müthiş oteli olmaktan öteye geçmesi için işletmecilerin ve kent yöneticilerinin bu konuda kafa yorması gerek.

Buluntuların Sergilenişi

Yapıyla ilgili eleştiri konusu olabilecek diğer bir konu buluntu katındaki yapısal düzenlemeler. Malzemesi son derece özenle seçilmiş ve buluntu düzenleyici olarak kullanılan yapı elemanları (uzaktan ne olduğu okunmuyor mozaik, toprak, prekast…) büyüklüklerine ve yayılışına son derece özen gösterilmiş çakıl, çakıldan arta kalan yerlerde serilen irice -ama eşit büyüklükte ve titizce düzenlenmiş taşlar, mozaik ve çakılın arasında adeta titizce döşenmiş bir drenaj borusunu andıran eski su seramikleri, mozaik ve çakılla düzenlenmiş merdiven basamakları… Fazla mükemmel.

2,5 metre çapında açılan 66 temel ve yapının tüm çevresini dönen prekast perde duvarı ile beraber düşünülünce ister istemez düşündürüyor ve buluntu katındaki düzenlemelerin bu kadar cetvelle çizilmiş gibi olması garipseniyor.

Mimarı Emre Arolat yapıyı anlattığı konuşmasında kazının 7 ayda tamamlandığına birkaç kez vurgu yapıyor. Bu vurgunun hemen ardından ise kazının nitelikli yapıldığının altını kalınca çiziyor. Böyle bir kazı için 7 ay yeterli bir süre mi bilmiyorum. Ama Türkiye’de bu tür alanlarda ay değil on yılların harcandığını biliyorum. Ve şunu da biliyorum: zamanı parayla, iş gücüyle ya da nitelikle değiştirmek mümkün değil; zamanın yerine bir şey konamaz.

 

Başka Ne Yapılabilirdi?

Arsa kamulaştırabilirdi. Bugün o civarda arsa fiyatları 1.500 TL/m² civarında; 17.000 m² olan parsel kamulaştırılsa 25 milyon gibi bir tutar oluşurdu ki oldukça önemsiz bir rakam. Kamulaştırılsaydı “Bir otelin inşaat çalışmaları sırasında ortaya çıkan…” sözüyle başlayan, üzerinde muhtemelen bir saçağı olan, turkuaz renkli cam ve paslanmaz çelik kullanılarak düzenlenen bir açık hava sergimiz olacaktı. Açıldığında bir iki kez haberini -belki- duyacak, sonra unutup gidecektik.

Söz konusu düzenlemenin projesi en iyi ihtimalle doğrudan temin ya da 21F ile yaptırılacak ya da açık ihale yöntemiyle alınacak tasarım hizmetinde -zaten olması gerekenin üçte bir olan yaklaşık proje maliyetinin de üçte birine- adını hiçbir zaman duymadığınız bir mimarlık ofisi işi alacak ve buraya bir saçak, turkuaz renkli camları olan yürüme yolları tasarlayacaktı.

Müze Oteli Roma’da yapmakla Türkiye’de yapmak aynı şeyler değil. “Böyle söylendiği için Roma olamıyoruz” demek de çözüm değil.

Mevzuatımızın, mimarlık kültürümüzün ve iletişim alanımızın bir araya gelerek oluşturduğu bir koruma ortamımız var. Bu kültür “koruyormuş” gibi yapmak üzerine kurulu. Koruma mekanizmalarının temelini oluşturan kurullar sistemi garip bir mesnetle, tutarsız ve liyakat esaslı yürümüyor…

Türkiye’de buluntu söz konusuysa ilk hamle üzerini bir camla kapatmak oluyor. Turkuaz ya da koyu mavi renkli bu camlara çoğu zaman paslanmaz çelik ya da bütçe kısıtlıysa alüminyum korkuluklar eşlik ediyor. Türkiye’yi yeterince geziyorsanız ne demek istediğim gözünüzün önünde canlanmış olmalı.

Öte yandan Hatay’da yakın zamanda (2014) açılan, mozaiklerinden övgüyle bahsedilen, Şuppiluliuma Heykeli ile hepimizin zihninde yer eden, Müze Otel’e sadece 1 km mesafede ve yaklaşık eşit büyüklükte inşaat alanına sahip Hatay Arkeoloji Müzesi gündemimize neredeyse hiç girmedi.

Şanlıurfa’nın tarihi merkezindeki belki de en değerli parselde yapılan Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi de benzer büyüklükte. Türkiye’nin en büyük arkeoloji ve mozaik müzesi söylemiyle 2015 yılında açıldı, gündemimize girmedi.

Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi

Biraz daha geriye gidersek 2011 yılında Zeugma Mozaik Müzesi açıldı. Benzer büyüklükte, yakın coğrafyada ve gündemde çok az yer işgal etti.

Bu üç müzeden hiçbirisini görmek için bölgeye gitmez ancak Müze Otel’i görmeye gidersiniz. Neden?

“Müze Otel burada değil başka bir yerde de yapılabilirdi” eleştirilerini bu gerçekler eşliğinde düşünmek gerekiyor. Arsa, miras, yatırımcı ve tasarımcı bir araya geldiği için konu gündemimizde. Bunlardan bir tanesini alırsak ortaya bu sonuç çıkmayacak, hep alışkın olduğumuz Türkiye durumu ile karşılaşacaktık.


Dipteki Notlar

Yazarken düşündüğüm ve kenara not ettiğim ancak yazının özü ile biraz daha uzak duran notlarımı da buradan sonrasına eklemek istiyorum:

Bugüne kadar yapı ile ilgili yapılan çok sayıda yorum var. Google Harita, Foursquare, Tripadvisor gibi bilgi siteleri ve otel rezervasyon sitelerindeki değerlendirmeler oldukça olumlu. Tek tük işletme kaynaklı olumsuz görüş var. Mimarlık alanı ise yapıya oldukça mesafeli duruyor. Bu mesafeli duruşun nedeni üzerine düşünmek lazım.

Akropolis Müzesi

Dünyada kalıntıların üzerine yapılan ve gündemimizde yer bulan, benzer büyüklükte yapılar var. Bunlardan en önemlisi sanıyorum Akropolis Müzesi. İki yapı karşılaştırıldığında Müze Otel’de strüktürün ve aşağıda kalanların çok daha iyi sergilendiğini düşünüyorum.

Doğu Garajı

2005 yılında açılan Antalya Kent Merkezi Doğu Garajı ve Halk Pazarı Alanı Düzenlenmesi Mimari Proje Yarışması’nı Ozan Erkal’ın temsilcisi olduğu Erkal Mimarlık ekibi kazandı. Yarışmayla da yapılmış olsa ne yazık ki Doğu Garajı da bu yazıda savunduklarımın dışında kalamıyor.

Müşteri Kitlesi

Otelin fiyatı ve genel konumlanışı oldukça belirgin bir kitleyi hedefliyor. Bu durum bir eleştiri konusundan çok (toplumsal sistem eleştirisi yapılmayacaksa) tercih olarak düşünülebilir. Anadolu’da otellerde görmeye alıştığımız kitlelerin sadece belirli bir kısmını burada görmek mümkün. Öte yandan otelin 17 dönümlük alanı onu çevreleyen cam duvarla bu kitlenin hareketinin sınırlarını da belirliyor.

Otel müşterileri otelin terasına konumlandırılmış olan kahvaltı salonunda kahvaltılarını yaparken Antakya’nın mimari dokusunun ve kış havasının (bol duman) keyfini çıkarıyorlar.

Müze Düzenlemesi

Müzenin sergileme düzeni oteldeki tasarımın çekiciliğinden uzak. Böyle bir bütüncül tasarımın en can alıcı noktalarından birisi olması gereken müze yapının genel hali ile karşılaştırıldığında sıradan bir şekilde tamamlanmış görünüyor. Öyle ki müzede otelin ve buluntuların bir arada gösterildiği, basılı, okunacak büyüklükte bir grafik dahi yok. Böyle bir müzenin yapım süreci en az malzemeler kadar önemliyken bu süreç müze alanındaki 4 ekrandaki videoya indirgenmiş.

İşletme

Zemin katta kapalı cam bir mekandan oluşan lobiden odalara erişim dış hava koşullarındaki koridorlardan yapılıyor. Bu da çalışanların da açık alanlarda hizmet vermesi demek oluyor. Buna rağmen otel çalışanlarının kurumsal aidiyeti oldukça yüksek. Nasıl bir binada hizmet verdiklerinin farkındalar.

Dış hava koşullarındaki koridor ve diğer açık alanların toz nedeniyle bakım yükü klasik bir otele göre oldukça fazla. Spayı kullanacak bir müşteriyseniz kışın odanız ile spa arasındaki ulaşım nedeniyle oldukça cesur olmalısınız.

 

Tüm fotoğraflar yazara aittir.

Etiketler

3 yorum

  • Efecan KUYUSUZ says:

    Dünyanın en iyi işi de olsa bir şaheser de kabul edilse tarihi araç olarak kullanıp rant sağlayan ve belirli bir zümreye hitap edip ötekileri adeta psikolojik bir sınır ile zenginlikten mahrum bırakan seçici geçirgen bir anomaliden başka bir şey değil. Bir de müze “otel” yazıda akropolis müzesiyle karşılaştırılmış. Bu iki yapı arasındaki program farkının bilincinde miyiz? Gerçekten derdin arkeolojik bir alana yapı yapmak olduğunu mu düşünüyoruz? Eğer tarihi o kadar önemseyen bir iş ise oraya cam duvarlarla çevrili bir rant nesnesi mi koyulmalıydı? Evet bir saçağı olan, turkuaz renkli cam ve paslanmaz çelik kullanılarak düzenlenen bir açık hava sergisi daha iyi olabilirdi. Bilbao etkisi hayaliyle de bakış açısı gerçekten daha iyi yansıtılmış. Eğer mimarlık kötü bile olsa kenti sterilize eden bir araç olarak görülüyorsa şu an bu eleştirinin bile yazılması çok anlamsız. Bu işgalci tavırdan ve seçkinci bakış açısından kurtulup kenti ne zaman anlayacağız acaba? Tabi ki de kazı 7 ayda bitecek, tabi ki de cetvelle çizilecek. Başka ne beklenirdi ki! “Müze Otel burada değil başka bir yerde de yapılabilirdi.” Yapılsaydı sadece otel olurdu. Yatırımcı daha az kazanırdı. Tasarımcı bu işiyle daha az gündemde kalırdı. Tarih araç olarak kullanılamazdı. Yani kimsenin işine gelmezdi. Kendimizi kandırmaya devam edelim.

  • Ömer YILMAZ says:

    Çevrenizde, ülkemizde her şey normal, yapılanlar bilimsel ve meslek etiği çerçevesinde yürüyor, tarihsel çevreyi koruma konusunda yüksek duyarlılık sahibi bir toplumuz, işleri nitelikli bir şekilde yaptırmak için liyakat kelimesi gündemimizden hiç düşmüyor… Biliyoruz ki bunların yakınından bile geçmiyoruz, geçseydi işte o zaman anomali sözcüğü gediğine otururdu. “Ben yapmasam TOKİ yapacak” meselesine indirgeyerek de yazmadım bunu. Yazıda uzun uzun anlattım. Vurgu yaptığınız konuların hemen hepsi zaten metinde var. Hepsi. “Bir de” diyerek bahsettiğiniz Akropolis’in müze Antakya’nın “seçkin” bir otel olduğu da var. Dolayısıyla yorumunuzun önemli bir kısmını diğer argümanlarınızı desteklemek için kullandığınız dolgular olarak okuyarak yanıtladığımı bilmenizi isterim.
    ___
    Turkuaz cam renkli koruma çatısına ve bu kazıya göre -büyük olasılıkla- daha niteliksiz bir kazıya siz razı olabilirsiniz. Ben değilim. Koruma açısından hiçbir farkı olmayacaktı. Mimarlık sterilize ediyor, rant sağlıyor, yatırımcısına yaptırıyor vesaire… Sterilize etmek bir yana dursun Antakya merkezinin çeperindeki yani o zamanların (Gördüğüm kent çizimlerine göre) ve 10 yıl öncesinin Antakya gettosundaki bu kalıntılar kaldırılır, Hatay Arkeoloji Müzesi niteliğindeki bir binaya konur, sonra da burada otel çok daha ucuza yapılırdı. Böyle oluyor Türkiye’de. Ha siz İsveç’ten yorumluyorsanız bilemem. Ama bu coğrafya yıkımlarla, kentsel acılarla ve de niteliksizlikle dolu. Bir de hem sizin yazınızda hem de Twitter’dan yazıyı okumadığını, binayı görmediğini, Arolat’ın binayı anlattığı sunumu izlemediğini, inşaat mühendisinin statik sunumuna bakmadığını anladığım bir durumla herkes rant diyor (Yatırımcıyı tanıyor, mimarlık ofisini gayet iyi tanıyorum ancak bahsettiğim bilgilerin hiçbirisini onlardan istemedim, hepsi açık olarak webde var, siz de erişip bakabilirsiniz).
    ___
    Yerinde bir görün, üzerine düşünün. Bakın bakalım akıl karı mı rant sözcüğünü ortamda dolaştırmanız. Türkiye’de inşaat işleri bir garip yürüyor, mesela bu otel sahibi inşaatı da kendisi yapmış. Velev ki Türkiye’de boş bir parselde bunu yapsa böyle bir beş yıldızlı otel için 1.000-1.500 $ m2 maliyet konuşacaktık. Bu hali ile iki katına çıktığını tahmin etmek oldukça kolay. 34.000 m2 ve 1.000 $’dan dahi hesaplasanız %50 doluluk ortalaması ile yılda 3.5 milyon $ gelir oluşur. Bu da yatırımın geri dönüşünün üzerine 10-15 yıl eklemeniz demek oluyor. 15 yıl ise 25-30 yıl demek istiyorum. Rant diyorsanız bunun üzerine düşünüp söylemeniz gerekir.

  • Efecan KUYUSUZ says:

    Öncelikle gerçekten ülkemizin normal olmadığı, koruma konusunda yüksek duyarlı olmamamız ya da liyakatın sadece sözde kullanılması bu durumu meşru kılmaz. Dolayısıyla yapılabilecek en iyi haliyle yapılmış olması da yeterli bir önerme değildir. Bu bakış açısıyla bir yol kat etmemiz mümkün gözükmüyor. Bir şeyi herkesin yapıyor olması doğru olduğunu göstermez. Bu demek olmuyor ki çıkan kalıntılar müzelere taşınsın. Evet, coğrafyamız kentsel acılarla ve yıkımlarla dolu. Harcanan paralar bireysel bir amaca hizmet ederse tabi ki nitelikli bir çevre bulamayız. Diyorsunuz ya, hizmet için neredeyse 25-30 yıllık kayıp zarar ile yaptı. (Ki hiç öyle düşünmüyorum. Bunu birazdan açacağım.) O hizmet kent yararına kullanılsa o sokaktan yürümeye çekinmezdiniz. Bu sandığımız kadar zor bir durum değil de. Sadece biraz iyi niyet gerekiyor. Ki, bu gerçekten iyi bağlantılarla sit alanına inşaat izni çıkartmaktan daha zor olmasa gerek. Gelelim rant meselesine. Gerçekten rant için değil de başka ne için!? Kendi değiminizle söylüyorsunuz “burası Türkiye”. Yanlı hesabınızı bir yana bırakalım. “Otel” hesaplarıma göre yaklaşık 10-15 yıl arasında kendini yeniliyor. Bu süre zarfı vizyon sahibi bir iş adamı için hiç de uzun bir süre değil. Rantın sadece dolaysız yoldan sağlanan gelir olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bırakalım da müze oteli yapmış olma namıyla yürüsünler. Eminim iyi bir reklam olmuştur. Bir kere köklü bir tarihin üstüne kara bir bulut gibi “çökmek” etik olarak yanlış bir şey. Otelin altında kalan tarih harcanan tüm paralardan daha kıymetli olduğunu tekrarlamak istiyorum. Malesef; müze otelde hiç düşünmeden günlerce kalabilecek, tadını çıkarabilecek konumda değilim. Ha, o konumda olursam (ki bu kafayla zor) müze otelde hoşuma gider belki. Kim bilebilir ki..!

Bir yanıt yazın