“Yalın Mimarlık’ın Projeleri, Tarihe ve Yerin Karakterine Gerçek Bir Bağlılığı Yansıtıyor”

Küresel iklim değişikliği, ekolojik sorunlar, pandemi, kapıda olduğu söylenen gıda krizinin dile getirilmesi ile dünyanın baş etmesi gereken zorlu konular sürekli gündemini koruyor. Bu zorluklar yaşanırken yapılı çevreyi kuran mimarın sorumluluğu artıyor ve mimarlığın misyonu genişliyor. Geçtiğimiz günlerde Paris’te sürdürülebilirlik, yerellik ve ekolojik mimarlık konularına vurgu yapan UNESCO himayesinde Sürdürülebilir Mimarlık Küresel Ödül’leri sahiplerini buldu.

Ödül, ekolojik mimarlık alanında çok prestijli kabul ediliyor ve UNESCO desteklerinde verilmesi önemini arttırıyor. 2007 yılından beri her yıl düzenlenen, ekolojik konulara dikkat çeken ödül, bu yıl Türkiye’den Yalın Mimarlık’a verildi.

Mimar ve akademisyenler tarafından kurulan Sürdürülebilir Mimarlık için Küresel Ödül programı (The Global Award for Sustainable Architecture TM), her yıl bilimsel komite tarafından daha sürdürülebilir kalkınma konusunda ortak bir inancı paylaşan ve kendi toplumlarında, batılı ve gelişmekte olan ülkelerde, mega kentlerde ve kırsal alanlarda yenilikçi ve bütünsel yaklaşımları deneyimleme özelliğini paylaşan, yerel malzeme kullanımı konusunda ısrarcı olan beş mimarı onurlandırıyor. Ödül programı, bağımsız nominatörlerin aday göstermesi ve bağımsız bir jürinin değerlendirmesi ile sonuçlanıyor. Ayrıca organizasyon heyeti, seçilen ofisleri daha sonra kendi şehirlerinde ziyaret ederek, üretimlerini inceliyor ve mümkünse yapılarını geziyor.

2010 yılı itibariyle UNESCO vesayetinde verilen prestijli Küresel Sürdürülebilir Mimari Ödülü’nün 2022 teması; “Bölge: tehdit mi fırsat mı?” olarak açıklanmıştı. Tema, bölge kavramını ve bu kavramın mimarlık ile ilişkisini inceliyor. Bölge terimi, tarihçiler, şehirciler, coğrafyacılar tarafından kullanılırken fiziksel, insani, ekonomik tüm coğrafyaları birleştiriyor. İklim krizi ve ekolojik sorunlar giderek daha somut hale geldikçe, bölge olarak tanımladığımız yüzey olmaktan ziyade, yaşadığımız çevrenin hayati ama tehdit altındaki bir arka planı haline geliyor. Program bu yılın seçkileri ile “Yok etmeden inşa edilebilir mi? Bölgeyle yeni ilişkimizi nasıl görmeliyiz?” sorularına cevap arıyor ve ekliyor;

“Bugün mimarlar, çevrelerine bakma sorumluluğunu her zamankinden daha fazla hissedip, dünyayı çevre bilinci ile donatmanın yeni bir yolu için bir model önerebilir ve sağlayabilir.”

Ödülün 2022 kazananları; Anupama Kundoo (Auroville, Hindistan – Berlin, Almanya), Dorte Mandrup (Kopenhag, Danimarka), Martin Rauch (Schlins, Vorarlberg, Avusturya), Ömer Selçuk Baz ve Okan Bal (Yalın Mimarlık, İstanbul, Türkiye) ve Gilles Clément (Crozant, Fransa) isimli mimarlara ait seçili işler Paris Mimarlık Müzesi olarak bilinen Cité de l’Architecture et du Patrimoine sergi salonunda sergileniyor ve bir kitapta toplanıyor.

Birkaç hafta önce bir iş vesilesi ile Paris’e gitmiştim ve Paris Mimarlık Müzesi’ndeki sergi salonunu küratoryal ekip ile gezme ve seçilen projeleri yerinde görme imkanım oldu. Böylece Sürdürülebilir Mimarlık Küresel Ödülü’nün kurucu başkanı, mimarlık ve şehircilik profesörü Jana Revedin ve Cite de l’Architecture’ın kültürel gelişiminin eski direktörü, Ecole Speciale d’Architecture, Paris Dekanı Marie-Hélène Contal ile söyleşi gerçekleştirdim.

Paris Mimarlık Müzesi’nde Ödül Seçkisi / Fotoğraf: Heval Zeliha Yüksel

Paris Mimarlık Müzesi’nde Ödül Seçkisi / Fotoğraf: Nevzat Sayın

Heval Zeliha Yüksel: Günümüz dünyasında “sürdürülebilirlik” kelime olarak çok sık kullanılan ancak gerçek anlamda nadiren takip edilen bir kriter olarak yerini alıyor. Mimarlık, toplumsal hayata dokunduğu için küresel sorunların dönüşümünden nasibini alan disiplinlerin başında geliyor. Bu yıl 15. yılını kutlayan Küresel Sürdürülebilir Mimarlık Ödülü, mimarların çevresel ve politik bağlılığına yönelik paradigma değişikliğini kanıtlıyor. Sürdürülebilir Mimari için Küresel Ödül, 2006 yılında Jana Revedin tarafından oluşturuldu. O zamandan beri ödül her yıl bir dizi mimar, şehirci, peyzaj tasarımcısı veya teorisyenine veriliyor. Öncelikle ödülün tarihçesinden bahseder misiniz?

Marie-Hélène Contal: Venedik ve Wernberg yakınlarında ofisleri olan bunlara paralel olarak 2004’te Brüksel’de ve IUAV Venedik’te Aldo Rossi’ye bilimsel asistanlık yapan başarılı bir genç mimar olan Jana ile tanıştım. O dönem Avrupa Komisyonu AB 2000 programı tarafından finanse edilen, sürdürülebilir mimaride ilk öğrenci yarışmasını düzenlemek için en iyi adayı arayan Avrupa Komisyonu Jüri üyesiydim. Jana, diğer adayların aksine rekabetten çok, işbirliği vedeğişime dayalı bir konsept önerdi.

Avrupa’daki sürdürülebilir tasarımda en gelişmiş on mimarlık üniversitesini yeniden bir araya getirmesi olası görünmese de jüri onu seçti. Konsepti, bu okulların iki yıl boyunca atölyelerde birlikte çalışacakları ve en iyi ekipleri bire bir sürdürülebilir bina prototipleri oluşturmak için Venedik Bienali’ne gönderecekleri üzerine idi.

 

HZY: 10 okulu toplamayı başardı mı peki?

MHC: Yirmi topladı. Ve ilk önerisi ile, TU Viyana’nın iki öğrencisiyle birlikte tasarlanan ve Bienal Bahçeleri’nin önündeki rıhtımda kamusal alanda inşa edilen Palet Evi dünyayı dolaştı. Proje, basit geri dönüştürülmüş paletlerden yapılırken, teknik olarak enerji ve karbon sıfır performansıyla donatılmıştı. Bu proje, Jana’nın mimari söyleme dahil edilecek bir “Doğru Teknoloji” çağrısını mükemmel bir şekilde temsil ediyordu.

Jana Revedin: Bu işbirliği sayesinde, sonraki üç yarışma turunun yönetimini devralan Marie- Hélène ve Cite de l’Architecture oluşumunu tanıma şansım oldu. Palet Evi hakkındaki dünya çapında merakı deneyimlerken, “Öğrencilerin mimariyi farklı düşünmeleri ve yapmaları için bir paradigma değişikliğini teşvik edebilirsem, meslektaşlarımın zihniyetlerinde de teşvik edebilirim” diye düşündüm. Ve sadece Avrupa düzeyinde değil, küresel düzeyde. Küresel Ödül konseptini yarattım, Berlin ve Viyana’daki Kalkınma Bakanlıklarına ve aynı zamanda Cité’nin başkanına sundum.

HZY: Ve görüyoruz ki burada, Paris’te bu fikir kabul gördü ve uygulandı. Her yıl tüm kıtalardan beş meslektaşınızı ödüllendiriyorsunuz. Neden bir değil de beş?

“Kamuoyunun kültürel, sosyal ve politik bir itici güç olarak mimariye bakışını değiştirmek için, her yıl ödül kazananların seçiminde büyük sürdürülebilir öncüleri bilinmeyen yeteneklerle birleştirmeyi planladım.”

JR: Uzun yıllardan beri UNESCO’ya delege ve bilim uzmanı olarak hizmet ederken, gezegenimizi çok çeşitli kıtalardan oluşan mozaiği aracılığıyla anlamayı öğrendim. Yirmi yıl sonra değil, üç yıl sonra kritik bir meslektaş kitlesine güvenmek istedim. Kamuoyunun kültürel, sosyal ve politik bir itici güç olarak mimariye bakışını değiştirmek için, her yıl ödül kazananların seçiminde büyük sürdürülebilir öncüleri bilinmeyen yeteneklerle birleştirmeyi planladım. Bu şekilde gezegeni nispeten kısa sürede bir isyancı ağıyla kaplamayı başardık çünkü sürdürülebilirlik acil bir konu.

“Eleştiri ve medya, 1980’lerden beri mimari yıldız sistemine alışmıştı, ancak biz burada, Paris’te, isimsizleri yıldızsızlarla birlikte sunmaya cesaret ettik.”

MHC: Bu kavramın radikalliğini hatırlamamız gerekiyor. Eleştiri ve medya, 1980’lerden beri mimari yıldız sistemine alışmıştı, ancak biz burada, Paris’te, isimsizleri yıldızsızlarla birlikte sunmaya cesaret ettik. Christopher Alexander, Balkrishna Doshi, Thomas Herzog veya Patrick Bouchain gibi sürdürülebilir düşünce liderlerini sunduk. Uluslararası eleştiri, bu kokteylin ne kadar ışıltılı olduğunu Avrupa’dakinden çok daha hızlı fark etti…

 

HZY: Ödülün üçüncü yılı olan 2009’da o zamana kadar hiç bilinmeyen tasarım aktörleri olan Wang Shu, Alejandro Aravena, Rural Studio, Carin Smuts veya Bijoy Jain olarak ödüllendirmenizi, New York Times Küresel Ödül’ü “İsyankar Pritzker” olarak adlandırmıştı…

JR: Ve bu benim fazlaca tanınmama vesile oldu.

HYZ: Son yıllarda Pritzker benzeri ödül programlarında da mimarın değer üretimi, yerel olana sahip çıkması ve malzeme anlamında deneysel mimari çalışmaları ödüllendirildi. Yirmi yıl önce çok yüksek teknolojili yüksek katlı yapılar öncelikli olarak ödüllerde yer bulurken son yıllarda insan odaklı küçük ölçekli hatta dönüşüm ile yeniden kullanılan yapılar ödüllendiriliyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

JR: Paradigma değişikliği aşikar, mimari eleştiri ve teori artık geriye bakmayacak. 1970’lerin sonlarında kurulan Pritzker Ödülü, II. Dünya Savaşı’ndan sonra mimarlığa daha geniş bir bakış açısının tezahürüydü. Ve soğuk savaş. 1970’lerde Venedik’te Mimarlık Bienali’ni icat etmek Aldo Rossi ve Vittorio Gregotti’nin meziyetiydi ve Pritzker ailesi bu genişleyen ufku son derece bağışlanmış bir ödülle takip etti. Oysa otuz yıldır sadece ABD, Avrupa ve Japonya onların “odağında”ydı. 2007’deki ilk Küresel Ödül kazananlarımızdan biri olan Çinli Wang Shu’ya verilen 2012 Pritzker ile gezegen yeniden dönmeye başladı. Ardından Güney Amerika’dan ödüllü Alejandro Aravena, Pritzker Ödülü sahibi oldu, ardından Hindistan’dan Balkrishna Doshi, Afrika’dan Francis Kéré…

HZY: Global Award seçim komitesini kim oluşturuyor? Ödül alacak mimarları hangi kriterlere göre değerlendiriyorsunuz?

MHC: Avrupa öğrenci yarışmasından bir miras olarak Jana, en başından beri ödüle sadık olan seçkin üniversiteleri Bilimsel Jüri’ye çağırdı. Adaylık açık ve demokratiktir, kişi kendini aday gösterebilir, aynı zamanda meslektaşlarını da aday gösterebilir. Dünya çapında bir bağımsız uzmanlar, bilim adamları, araştırmacılar, eleştirmenler, gazeteciler, inşaatçılar ağı… Her yıl aday göstermeye davet edilen Küresel Ödül kazananların kendileri kadar bir aday havuzu görevi görür.

JR: Ve seçim kriterleri basittir. Her yıl çok önemli bir yıllık tema oluşturuyorum ve bu konuya en iyi kimin işi ve bağlılığı yanıt veriyorsa, jüri üyelerinin kısa listesinde hızla tırmanıyor. Ayrıca konu ile ilgili tecrübesi ve uzmanlığı olan iki eski ödül sahibini jüriye davet ediyorum.

HZY: 2022 teması “Bölge: Tehdit mi Fırsat mı?” idi. Bu soru nasıl ortaya çıktı ve İstanbul’dan Yalın Mimarlık nasıl seçildi?

“2022 teması, yenilik yapmayı bilen, ancak yerini, coğrafyasını, jeolojisini, iklimini, atmosferlerini ve anlatılarını yücelten mimarları aradı.”

JR: Uzun yıllar boyunca tabula rasa şehri, batılı geç modernistlerin, din gibi belirlenmiş bir “uluslararası üslup” olarak adlandırılan “ideal şehir” tanımı idi. Mimari söylemin diğer tarafında, savaş sonrası dönemin yeniden inşası ve geri dönüşümü senaryoları vardı. Daha 1960’larda, bölge kaynaklarının akıllıca ve sorumlu bir şekilde kullanılmasına, bir yerin kendine özgü atmosferine saygı gösterilmesine yönelik “genius loci” olarak tanımlayabileceğimiz dünya çapında bir harekete güvendik. 2022 teması, yenilik yapmayı bilen, ancak yerini, coğrafyasını, jeolojisini, iklimini, atmosferlerini ve anlatılarını yücelten mimarları aradı. Yalın Mimarlık şanslı bir giriş oldu. Projeleri, tarihe ve yerin karakterine gerçek bir bağlılığı yansıtıyor, yenilikçi yapısal ve maddi çözümlere meraklı, yerel malzemelere ve duyusal izlenimlere özen gösteriyorlar ve kamusal alan aracılığıyla olası bir demokratik yetkilendirmeyi savunuyorlar.

HZY: Mimarın toplumdaki konumunun değiştiğini görebiliyoruz. Bu ödül sayesinde mimarlar, sizin de belirttiğiniz ve az önce açıkladığınız gibi “sürdürülebilir bir mimari etik” için çalıştıkları için onurlandırılıyor. Ödül programında mimarlığı, toplumu güçlendirme, geliştirme ve yurttaşlık hakları için bir araç olarak tanımlıyorsunuz. Bu konuyu birkaç örnekle açıklayabilir misiniz?

MHC: Bugün tüm kıtalardan 75 meslektaşın yer aldığı Global Ödül topluluğu, geçtiğimiz on yıl boyunca kolektif topluluk projelerinde aktif oldu. Örneğin balıkçı liman projesi sahibi Chinas Zhou Shan ile Wang Shu ve diğer on ödüllü, Kahire’nin Çöp Şehri’nin, kendi inşa ettikleri fotovoltaik fenerler ile aydınlatarak sürdürülebilir şekilde yeniden canlandırılmasında, Bijoy Jain, Carin Smuts ve Sami Rintala ile Kevin Low ile Rio de Janeiro’nun Favelas’ındaki toplum merkezlerinin toplu inşaatında rol oynadılar. Ama aynı zamanda uluslararası Bienal ve Sempozyumlarda ödül alanlarımızın yerleştirilmesi kadar uygun yeni bir mimari ve tasarım teorisinin acil olarak yazılmasında da aktifler. Yakın tarihli bir örnek, bu yılki Versay’daki Mimarlık ve Peyzaj Bienali’ydi; Jana ile birlikte Amerika, Doğu ve Asya’dan şaşırtıcı malzeme yeniliklerini ortaya koyan ilk uluslararası sergi olan “Land in Sight!”ın küratörlüğünü üstlendik. Rozana Montiel, geri dönüştürülmüş Meksika balık ağlarından yapılmış karo zemin, Ammar Khamash geri dönüştürülmüş ahşaptan ve Ürdün çölünden bazalt taş kakmacılığıyla inşa edilmiş soylu bir Belvedere kulesi sergilendi. Boonserm Premthada, üçlüyü gerçekleştirmek için Tayland fillerinin gübresinden yapılan dünya çapındaki ilk tuğlalardan küçük bir tiyatro besteledi.

JRM: Ve son olarak, öğretim ve araştırma alanında. Akademi, birçok küresel bağlamda hala en agresif ancak en umut verici yenilik alanıdır. Ama orada da ilerliyoruz, ödül alanlarımızı, kötü şöhretli fildişi-kule jürilerinin reddedeceği kaçınılmaz konumlara yerleştiriyoruz.

HZY: Marie-Hélène, Fransa’nın en büyük ve en liberal mimarlık okulu Ecole Speciale d’Architecture’ı yönetme çağrısını takip etmek için Cité’den ayrılmayı mı seçtiniz?

MHC: Gerçekten öyle oldu çünkü öğretme süreci içerisinde bu konulara bağlılığımızın aciliyetinin yattığını düşünüyorum.

HZY: Sizce genç mimarlar sosyal ve politik sorumluluklarının ne kadar farkında?

JRM: Her gün daha fazla. Kendim mezun olduğumdan beri geleceğin meslektaşlarını oluşturma onuruna ve zevkine sahibim. Her ilk dönem Tasarım Stüdyosu’nun başında öğrencilerime şu soruyu soruyorum: “Nasıl bir mimar olacaksın? Bir sıfat, lütfen.” Otuz yıl önce, birinci sınıf öğrencileri ilk başta dehşete düşürecek şekilde “ünlü”, “yenilmez”, “zengin” vb. sıfatlar kullandılar. Bugün bu sığ statü simgeleri ortadan kalktı. Bunun yerine genç meslektaşlarım “faydalı”, “güvenilir”, “dikkatli” veya basitçe “yerine getirilmiş” olmak istiyor.

Okan Bal ve Ömer Selçuk Baz’a 2022 Küresel Sürdürülebilir Mimarlık Ödülü

Etiketler

Bir yanıt yazın