“Döngüsel inşaat deprem bölgesini onarmada ve yeniden yapılanmasında çözüm olabilir mi?”

Hollanda Büyükelçiliği Bilim Elçisi olarak görev yapan Sultan Çetin ile yaptığımız röportajda, döngüsel ekonominin deprem bölgeleri üzerindeki potansiyel etkilerini konuştuk.

Ada Umay Cansız: Lisans eğitiminizin ardından Delft Teknoloji Üniversitesi’nde yaptığınız doktoranızda, döngüsel ekonomi üzerine çalışmışsınız. Ardından bu konu üzerinde araştırmalarınız ve çalışmalarınıza devam etmişsiniz. Şimdilerde ise konuyla ilgili birçok inovatif girişimde bulunuyorsunuz. Söyleşimizin de ana konusu olan 10-11 Ocak’ta düzenlediğiniz etkinlik konusuna girmeden önce sormak istediğim birkaç soru var. Öncelikle, döngüsel ekonomi üzerine odaklanmaya nasıl karar verdiniz?

Sultan Çetin: Belki biraz özgeçmişimi açabilirim. Ben Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği ve mimarlık okudum. Kariyerime Ankara’da, TH&İDİL Mimarlık’ta mimar olarak başladım. Sonrasında da Rusya ve Azerbaycan’da hızlandırılmış büyük ölçekli inşaat işlerinde çalıştım. Bunlardan bazıları Bakü Olimpiyat Stadyumu, Trump Tower & Hotel, Sberbank Konaklama Merkezi gibi projeler. Orada deneyimlediğim inşaat teknikleri, inşaat sırasında ortaya çıkan atıklar, malzeme ve enerji israfı gibi konular beni çok rahatsız ediyordu. Ardından yüksek lisans yapmaya karar verdim ve Eindhoven’a geldim. Eindhoven’da, enerji performansı yüksek binaların tasarımı üzerine çalıştım. Aynı zamanda Rotterdam’da bir ofiste (project development agency) çalıştım.

Bu ofis, partnerler bulup sıfırdan proje geliştiriyordu ve ben de orada “concept developer” olarak çalışıyordum.

Orada Twente Üniversitesi kampüsündeki eski bir binayı döngüsel olarak dönüştürme işi aldık. (Proje detayları) O zaman döngüsel ekonomi bana yabancı bir terimdi. Biraz araştırmaya başladığımda, çok iyi bildiğim bir konu olduğunu gördüm. Çocukluğumda, babaannem evden çıkan gıda atığını tavuğuna verirdi, tavuktan yumurta alırdı, o küçük bir döngü mesela. Kumaş atıklarıyla bize battaniyeler yapardı. Yani hiçbir şey atık olmazdı. Dolayısıyla konsepti içselleştirdim ve çok sevdim. Sonra çalışmaya başladım, o binayı tasarladım. Ardından da bu alanda kendimi geliştirmeye karar verdim.

Açıkçası yüksek lisanstan sonra akademide devam etmeyi hiç düşünmemiştim. Çünkü 7-8 yıl mimar olarak çalıştıktan sonra yüksek lisans yapmak çok zordu. Ama bir şekilde Delft Üniversitesi’ndeki pozisyonu gördüm ve büyük bir heyecanla başvurdum. Burada doktora yapmak bir iş olarak görülüyor. Yani başvuruyorsunuz, işe alınıyorsunuz, dört yıllık bir sözleşme veriyorlar ve size verilen konuyu özgür bir şekilde çalışıyorsunuz. Ben de bir Avrupa Birliği projesi kapsamında, buradaki sosyal konut kurumlarının döngüsel ekonomiye geçişinde ne tür dijital teknolojiler kullanabileceği konusunda çalıştım. Dijitalleşme ve döngüsel ekonominin yapılı çevredeki potansiyel uygulamalarını araştırdım. Doktoraya kadar olan hikayem bu şekilde gelişti.

Ada Umay Cansız: Bu çalışmalarınız sonucunda şu anda Hollanda Büyükelçiliği Bilim Elçisi (Dutch Embassy Science Fellow) olarak görev yapıyorsunuz. Bilim Elçisi olma süreciniz nasıl işledi ve bu göreve nasıl seçildiniz? Başvuru sürecinizin detaylarından ve deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz?

Sultan Çetin: Öncelikle programı biraz anlatayım. Elçilik Bilim Bursu programı, akademisyenlere diplomatik dünyada deneyim kazanma fırsatı vermek ve uzmanlık alanlarını Hollanda’nın dış politikasını bilgilendirmek için kullanma imkanı sunmak amacıyla oluşturulan yeni bir program. Bu bursla Hollanda’nın uzman olduğu bir alanı, başka bir ülkedeki güncel bir problemi ele alıp, konuya çözüm üretmeniz bekleniyor. Bu burs en az bir ay olmakla beraber, üç aya kadar o ülkeye gidip o ülkede araştırma yapmanız anlamına geliyor.

Ben aslında deprem olduğunda konuya çok sarsıldım. Beni hala derinden etkileyen bir konu. Depremden birkaç ay sonra bir platform başlattım, adı RIAR (Research Industry Alliance for Recovery). Çeşitli alanlardan uzmanlardan oluşan 60 kişiye yakın gönüllü topladık. Online görüşüp çözüm önerileri üretmeye başladık. Ben deprem konusunda kendi alanımı da işin içine katacak şekilde çalışmaya başlamıştım ve fırsat kolluyordum. Türkiye’deki Hollanda Büyükelçiliği’nden böyle bir duyuru gelince hemen var olan fikirlerimle başvurdum.

Bu burs benim dışımda Hollanda üniversitelerinde görev yapan 10 araştırmacıya daha verildi. Mesela Arjantin’e, Japonya’ya gidenler, nanoteknoloji ya da batarya teknolojileri gibi değişik konularda çalışan araştırmacılar da var. En önemli kriter ikna edici bir araştırma programı hazırlamanız ve doktoranızın olması. Ben başvurduğumda henüz doktoramı savunmamıştım. Yetişebilmek için de çok çalıştım. O da benim için büyük bir güçlüktü. Neyse ki kriterleri sağlayabildim ve bursu kazandım. Hollanda Büyükelçiliği, döngüsel ekonomiyle, döngüsel inşaat teknikleriyle ilgili deprem bölgesinde bir şey yapmak istiyordu. Yaptığımız toplantılar sonucu bu atölyeleri düzenlemeye karar verdik.

“Türkiye bir deprem ülkesi olmasına rağmen hala depreme dayanıklı tasarım konusunda öğrencileri eğitemiyoruz. Döngüsel mimarlıksa çok yeni…”

Ada Umay Cansız: Geçtiğimiz ay Ankara’da “Developing Circular Reconstruction Strategies for Turkiye” adlı çok kapsamlı 2 günlük bir etkinlik gerçekleştirdiniz. Etkinlikte deprem bölgesini derinlemesine inceliyor, ilk gün öğrencilerle, ikinci gün ise alanın uzmanlarıyla fikirler üretiyor, oldukça ilham ve umut verici bir süreç yürütüyorsunuz. Bu süreçte kolektif bir öğrenme ve üretme süreci geçirmişsiniz gibi gözüküyor. 2 günlük etkinlik deneyiminizden ve üretilen fikirlerden bahsedebilir misiniz?

Sultan Çetin: Büyükelçiliğin amacı sektör paydaşlarıyla bir araya gelmekti ama biz onu biraz genişletmek istedik. İlk günü akademi ve öğrencilere ayırdık, ikinci günü ise alanın uzmanlarına ayırdık ancak iki grup da iki aktiviteye de katılabiliyordu. İlk gün Bilkent Üniversitesi’ndeydik. Circular City Challenge üzerine çalışan Groningen Üniversitesi’nden Dr. Özlemnur Ataol ile birkaç adımda gençlerin yaşadığı kente çözüm olabileceği, döngüsel ekonomiye yönelik sorunları derleyip, aktörlerini tanımlayıp çözüm önerisi getirdiği bir atölye yaptık.

Atölyemize çoğunluğu Bilkent Üniversitesi’nden olmak üzere Gazi, TED ve Hacettepe üniversitelerinden de katılım oldu. Lisans öğrencileri çoğunluktaydı, birkaç tane doktora adayı vardı. Oradan bayağı güzel fikirler çıktı.

Atölye sırasında bir yandan çok önemli konular da tartışıldı. Bunlardan biri, Türkiye’nin bir deprem bölgesi olmasına rağmen hala mimarlık eğitiminin depreme dayanıklı tasarım konusunda çok zayıf olmasıydı. Depremin ne olduğu, binaları nasıl tasarlamamız gerektiği konularında öğrencileri eğitmiyoruz. Bu bence büyük bir ayıp ve her bir meslektaşımızın üzerine düşünmesi gereken bir konu. Öğrencilerin geri bildirimi de “bizim dersimiz yok, bu konuyla ilgili kimse bize bir şey öğretmiyor,” şeklinde oldu.

Ada Umay Cansız: Ben de iç mimarlık mezunuyum, böyle bir bilinç hiçbir zaman bize okul tarafından verilmedi. Hep kendimiz bu açığı fark edip üzerine çalışmak zorunda kaldık.

Sultan Çetin: Burada belki üniversite yönetimlerini bir yana bırakıp, öğrencilerin inisiyatif alması gerekiyor. Öğrencilerle de bu konuyu konuştuk. Örneğin Delft‘de öğrencilerin yaptığı işlerden bahsettik. 50 tane öğrenci Hatay’a geldiler, incelediler, konteynerde kaldılar. Aslında Türkiye’de deprem olmuş, onları herhangi bir şekilde etkileyen bir konu değil. Ama alanı yerinde görüp mimari çözümler üretiyorlar. Hatta oradan çıkan bir girişim bile var. Şu anda modüler ev üretiyorlar (Architectural Recovery Team). Bu konu, öğrencilerin de inisiyatif alması gereken önemli bir konu. Okullarda yeterli kadro yoksa mimarlar ve mühendisler de tecrübelerini paylaşarak yardım edebilirler.

Birincisi buydu, ikincisi de döngüsel ekonomi bilincinin artırılması. Bu Bilkent’in eğitim programında yoktu ama öğrenciler bayağı ilgi gösterdiler. Hatta birkaçı bitirme projesinde bu konuya eğileceğini söyledi. Ben de onlara sevinerek kaynak bulacağımı, yardımcı olacağımı söyledim.

O günün ardından 10 dakika uzaklıktaki Hacettepe İnşaat Mühendisliği Bölümü’ne gittik. Çok ilginçtir ki iki üniversite daha önce hiç bir araya gelmemiş. Kampüsler yan yana ama birbirlerinden haberleri yoktu ve komik bir an oldu, “Hollanda’dan bizi tanıştırmaya geldin,” dediler.

Orada Prof. Dr. Mustafa Şahmaran’ın laboratuvarlarını ziyaret ettik. Kendisi yıkıntı atığını kullanarak beton üretiyor ve bunu çeşitli uygulamalarla sergiliyor. Eklemeli, taşınabilir yapı (demountable building) örnekleri de var. Kampüs içerisinde onları da gezdik. Mimarlık öğrencilerinin bu tür uygulamaları görmesi, yeni malzemelerle tanışması da güzeldi. Benim açımdan da Türkiye’de bunu çalışan bir hocanın olması bir gurur kaynağıydı çünkü döngüsel beton gitgide önem arz eden bir konu olmaya başladı. Hem Hollanda’da hem de Avrupa Birliği’nde bunu daha ucuz, daha enerji tasarruflu hale getirmeye çalışan araştırmacılar ve şirketler var.

İkinci gün ise daha çok profesyonellere hitap ettiğimiz, hem bir bilinç uyandırmak hem de ikili ilişkilerin geliştirilmesi üzerine bir atölyeydi. Katılımcılar arasında mimarlar, sivil toplum örgütlerinden katılanlar, mühendisler ve Çevre Şehircilik Bakanlığı’ndan katılanlar vardı. İkinci gündeki önemli konu ise her iki konunun da aslında çok geniş kitle tarafından bilinmiyor olmasıydı. Dolayısıyla bir atölye yapmak için ilk önce konuları anlatmak gerekiyor. O yüzden iki panel düzenledik.

İlki deprem bölgesini, yapı stoğunu, malzeme ekonomisini anlamaya yönelikti. İkincisi ise Hollanda’dan gelen konuklarımızla; döngüsel ekonominin mimaride kullanımı, teknolojik uygulamalar, modüler yapı tasarımında ne tür veriler kullanılıyor, nasıl bir dijital altyapı gerekiyor gibi konulara değindik. Sonrasında öğrencilerle yaptığımız gibi hangi soruna odaklanalım, ne tür çözümler üretebiliriz, kimler önemli aktörler, ne tür problemler bizi bekliyor ve bunları nasıl aşabiliriz gibi konuları tartıştık.

“Atık yönetimini geçin atıkla ilgili herhangi bir durum söz konusu değil. Bazen bu atıkların denize yığıldığı oluyormuş.”

Ada Umay Cansız: Bu süreçte üretilen fikirlerden değerli gördüğünüz, değinmek istediğiniz örnekler var mı?

Sultan Çetin: Öne çıkanlardan birincisi inşaat atığı. Net rakam bilinmese de 200 milyon tona yakın atıktan bahsediyoruz. Oradan gelenlerin anlattığı kadarıyla, atık yönetimini geçin atıkla ilgili herhangi bir durum söz konusu değil. Bazen bu atıkların denize yığıldığı oluyormuş. Halbuki sadece içindeki donatılar ve değerli metaller değil geri kalanı da kullanılabilir. Yıkıntı atıkları, daha önce bahsettiğim Mustafa hocanın çalışmalarında da görülebileceği gibi döngüsel bir konu. Yani kırıp agrega yapıp beton olarak kullanılabilir ve malzeme sağlanabilir. Çoğunluğun üstünde durduğu birinci fikir buydu. Çeşitli zorlukları da var; yıkıntıyı taşımak, kırmak için ciddi bir enerji ve ekipman lazım. Diğer yandan yeni bina üretmek için malzeme ihtiyacı da var. Dolayısıyla orada bir fizibilite çalışması yapılması ve insanlara bu bilincin aşılanması lazım. Karar alma mekanizması her kimse onun bir şekilde bu sürece dahil edilip bunun anlatılması gerekiyor. En büyük problem bu.

İkinci konu ise modüler yapı. Prefabrik gibi fabrikada üretilip, çok hızlı bir şekilde yerinde monte edilebilir yapılar; flexible dediğimiz (örneğin bir çift yaşıyorsa genişletilip büyük bir aileye uygun hale, çocuklar evden çıktığında yaşlı çiftin yaşayabileceği küçük bir hale getirilebilecek yapılar) değişen kullanım amaçlarına göre tekrar adapte edilebilecek modüler yapılar yapılabilir. Deprem bölgesine seri üretim lazım, prebarikasyon da buna yardımcı oluyor. Şu an alanda çalışan Hollandalı şirketler var. Bütün modüler yapıların döngüsel olup olmadığı ise ayrı bir konu. Çünkü eklemlemeli yapılması lazım.

Burada tartıştığımız konulardan biri de kullanılan malzeme. Genelde modüler yapı dediğimizde bizim anladığımız, ahşap gibi biyo temelli malzemelerin kullanılması. Ama Türkiye pazarında bunun çok kullanılmadığı tartışıldı. İthal edildiği için çok pahalı hale geliyor. Bir girişimin, inşaat ahşabı üretimi için özel bir orman geliştireceği paylaşıldı. Bu tür şeyler aslında büyük bir potansiyel sağlayabilir. Çevreye zararı sınırlı ve karbon salınımını da azaltıyor.

Diğer bir konu da kapalı döngü sistemlerinin oluşturulması. Bünyamin Derman da konuşmacılar arasındaydı. Kapalı su döngüsü Hatay için hazırlanan masterplanda da işlenmiş. Herhangi bir su sıkıntısı yaşamadan kendine yetecek bir Hatay ya da enerjisini, gıdasını kendisi üreten kentler gibi konuları tartıştık. Tartışmaların ana eksenleri bunlardı.

Ada Umay Cansız: Döngüsel ekonomiye öncülük eden Hollanda’nın 2050’de tamamen bu düzene geçmesi hedefleniyor. Bu hedefler hangi stratejilere dayanıyor?

Sultan Çetin: Aslında iki tane hedef var. 2030’da yüzde elli oranında, 2050’de ise tamamen döngüsel ekonomiye geçmek. Aslında “tamamen döngüsel ekonomi modeli nedir?” sorusunun kesin bir cevabı yok. Bunu nasıl ölçeceğiz bunu da bilmiyoruz. Şu anda akademik çalışmalar var ama buralar biraz havada kalan konular. Yine de bir hedefin olması sektörleri bir şekilde tetikliyor. Ama şu anda bir yapı yasası yok. Daha çok belediyelerin teşvikleri var.

Dört ana strateji var. Birincisi ham madde kullanımının azaltılması. Bunu yapmanın çeşitli yolları var. Binaları tasarlarken eski bir binadan ya da yıkıntıdan alınan malzemeler tekrar kullanılabilir. Yeni bir tuğla üretmek yerine artık kullanımını yitirmiş bir binadan alıp kullanılabilir ve ham maddeye olan ihtiyaç azaltılabilir.

İkincisi çokça bahsettiğim, biyo temelli malzeme kullanmak. Yani doğaya herhangi bir yükü olmayan, doğada çözünebilen, herhangi bir atık bırakmayan malzemelerle ürünleri ya da binaları üretmek. Bir sürü alternatif malzeme geliştirilmeye başlandı. Örneğin mantardan izolasyon malzemesi üretiliyor ya da timber construction akla gelen ilk örnek.

Üçüncüsü ise ürünlerin yeniden kullanılması ve onarılması. Avrupa Birligi, “right to repair” adında yeni bir yasa tasarısı üzerinde geçici bir anlaşmaya vardı. Mesela cep telefonunuz bozulduğunda açıp tamir edemiyorsunuz. Bu yeni hakla beraber, eğer Avrupa pazarına bir ürün girecekse kullanıcının tamir edilebileceği şekilde tasarlanması gerekiyor. Benim bir önceki telefonum Fairphone’du. Bir Hollanda markası ve bütün telefon demonte edilebiliyor. Fair ismi aynı zamanda, tedarik zincirinde çalışan her kademedeki insanın hakkı olan parayı almasından geliyor. Fairphone, döngüsel ürün tasarımında da en çok örnek verilenlerden biridir.

Son olarak da geri dönüşüm. Eğer bu süreçlerden herhangi birini yapamıyorsak ürünleri tekrar dönüştürmek. Bir bina artık kullanımının sonuna geldiyse, onu kırıp döngüsel beton üretmek gibi. Bu noktaya gelene kadar binaları, ürünleri kullanımda tutmayı amaçlıyoruz ve ömürlerini uzatmaya çalışıyoruz.

Ada Umay Cansız: Dr. Julian Kirchherr ile depremlerden etkilenen şehirleri yeniden inşa etmede döngüsel inşaatın potansiyel uygulamaları ve zorlukları üzerine bir araştırma yürütüyorsunuz. Aynı zamanda dijital teknolojileri de araştıracağınızdan bahsediyorsunuz. Bu araştırma süreçlerinden, ileride bizi nasıl projeler ve etkinlikler beklediğinden bahsedebilir misiniz?

Sultan Çetin: Aslında bu atölye makalenin ilk adımıydı. Julian döngüsel ekonomi alanında uzman isimlerden, bilinen akademisyenlerden birisi. Onunla birlikte vakit buldukça konuyu beraber düşünüp bir akademik makale yazmak istiyoruz. Bu atölye bize güzel bir veri sağladı ama yeterli değil. Daha derin analiz yapmamız gerekiyor. Bu yüzden önümüzdeki aylarda konuyla alakalı olduğunu düşündüğümüz kişilerle röportajlar yapacağız. Dediğim gibi bu üç ay süreli bir program ama ben onu biraz uzattım. Üç ay Türkiye’de bulunmak yerine, zamanımın bir kısmını Hollanda’da hem makale üreterek hem veri toplayarak harcıyorum.

Dijital çözümlerle ise yapı stoğunu analiz etmek, jeofizik haritalarını kullanarak riskli bölgeleri tespit etmek, bina yaşı gibi verilere bakarak potansiyel bir depremde ne kadar risk altında olduğunu analiz etmek gibi çalışmalar yapılabilir. Bu tür şeyleri incelemek istiyorum. Ama döngüsel ekonomi konusunun Türkiye’de çok yeni olduğunu görünce, dijitalden önce bu konuya devam ederim gibi geliyor. Çok net değil.

Ada Umay Cansız: Çok keyifli bir sohbetti, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sultan Çetin: Yeniden bir şey inşa ederken çok basit stratejileri kullanabiliriz. Mimarlar da bunu yapabilir. Bilinç açmak için ne gerekiyor, bunları düşünmek lazım. O yüzden kendi adıma bu söyleşiyi görüp daha fazla bilgi almak isteyen olursa yardımcı olmak isterim. Benim için döngüsel ekonominin Türkiye’de yaygınlaşması gerçekten çok önemli.

Ada Umay Cansız: Teşekkür ederim, umarım dediğiniz gibi bu söyleşi konu ile ilgili bir tetikleyici olur.

Etiketler

Bir yanıt yazın