“Ürünümüzün görülüp dokunulabilir oluşu, sürdürülebilirliği gerçekçi kılıyor”

YAPI Fuarı - Turkeybuild İstanbul'da Atık: "Geleceğin En Heyecan Verici, Yeni Yapı Malzemesi" başlıklı bir konuşma yapan, StoneCycling'in kurucu ortaklarından Ward Massa ile kısa bir söyleşi.

Hollandalı genç girişimci ile “geri dönüştürülmüş yapı malzemeleri”nin gelecek vaadi ile ilgili konuştuk ve yeni firmalarının ilk adımlarından bahsettik.

İstanbul’daki konferansta, ortağınızla firmanızı kurduğunuz zaman materyal olarak tuğlayı seçmenizin nedenlerinden bahsediyordunuz. Bir yandan yenilikçi olup, bir yandan da geleneksel bir materyal üretmek size nasıl bir anlam ifade ediyor? 2000’li yıllarda olduğu gibi, yenilikçilik artık fütüristik bir görünüme ihtiyaç duymuyor gibi görünüyor.

Hem nicelik (“kaç kilo dönüştürebiliriz”) açısından, hem de yapı endüstrisinin temel taşı olmasından ötürü sembolik açıdan etkili bir ürün seçmek istedik.Tuğlanın fazlasıyla kullanılan ve oldukça iyi bilinen bir ürün olmasının, iyi bir başlangıç noktası olabileceğini düşündük. İlk önce ürünün, normal bir tuğlaya benzeyen atık esaslı bir versiyonunu yapmaya çalıştık. Ancak sayısız mimarla görüştükten sonra, daha deneysel ve egzotik görünümlü WasteBasedBricks’i geliştirmeye karar verdik.

Ortağınızla bu işi kurmaya nasıl karar verdiniz?

Fikir Tom van Soest’e aitti, fikri işe dönüştürecek birine ihtiyacı vardı. Bu yüzden bu işi birlikte yapma kararı aldık.

Küçük ölçekli, yenilikçi bir firma olduğunuzu biliyorum. Tuğla bloklarını nerede imal ediyorsunuz?

Hollanda’nın güneyinde bir fabrikada. Ölçeklendirme sürecinde bir süredir birlikte çalışıyoruz. Yüksek kaliteli ürünler üretmek, StoneCycling ve üretim şirketleri arasında her zaman karşılıklı bir şekilde gelişti.

İnşaat sektöründe hangi aktörler WasteBasedBricks’e daha sıcak yaklaşıyor? Mimarlar, tasarımcılar, inşaat şirketleri, geliştiriciler…? Atık esaslı maddeler söz konusu olduğunda bu onlara ne ifade ediyor?

Biz daha çok mimarlarla konuşuyoruz. Yüzyıllık, eski bir ürünü yeni ve sürdürülebilir bir şekilde kullanabilme fikri hoşlarına gidiyor. Ayrıca gayrimenkul yatırımcıları da sürdürülebilir gayrimenkul yaratma fikrini seviyor, bu durum daha iyi satış yapmalarına veya daha iyi ödeme yapan kiracılar bulabilmelerine yardımcı oluyor. Ürünümüzün görülüp dokunulabilir oluşu, sürdürülebilirliği gerçekçi kılıyor.

Anladığım kadarıyla ürünlerinizle ilgili estetik ve dokunsal endişeleriniz var. Farklı renkler ve dokularla farklı “tarifler” üretiyorsunuz. Bu tarifler ve sonuçları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Benzersiz ürünler yaratmak için çeşitli atık yığınlarını kombine ediyoruz. Ayrıca ürünlerin üretim şekillerinin, estetik üzerinde de etkileri oluyor. Büyük projeler için, ürün tasarım sürecine mimarlar veya müşterilerimizi de dahil ediyoruz, böylece atıklardan yapılma kendi kişiselleştirilmiş tuğlalarını elde edebiliyorlar.

Geri dönüşüm için hangi atık maddeler uygun? Örneğin, bütün bir binayı geri dönüşüme sokup, WasteBasedBricks haline getirebilir misiniz?

Henüz değil. Seramik, izolasyon malzemesi gibi temiz atık yığınlarını ve çeşitli sektörlerden endüstriyel atıkları kullanıyoruz. Kaynaklarımızı gizli tutmak isteriz.

Hollanda’da atık esaslı malzemelerin inşaat alanlarında kullanılmasını destekleyen herhangi bir düzenleme mevcut mu? Veya hazırlık aşamasında böyle bir düzenleme var mı?

Hükümet genel anlamda çeşitli fon programları aracılığı ile yenilikçi şirketleri destekliyor. İçinde bulunduğumuz alana dair politikalar da, döngüsel ekonomiye daha geniş kapsamda odaklanmanın bir parçası olarak geliştirilmekte. Ama maalesef politikalar her zaman piyasa gelişmelerinden daha yavaş ilerliyor.

Atık esaslı materyallerin “ayrıcalıklı tercihler” haline geleceğini düşünüyor musunuz? Ya da sürdürülebilir bir inşaat döngüsü için bir “norm” olabilmeleri gibi bir olasılık var mı?

Ben on yılda birer norm haline geleceklerini düşünüyorum. O zamana kadar durum piyasaya bağlı. Fakat paradigma hızla değişiyor, sürdürülebilir binaların kalıcı olacağından eminim.

Etiketler

13 yorum

  • mert-cayirlioglu says:

    Elinize sağlık, ders niteliğinde nefis bir yazı.

  • faruk-ozgokce says:

    İçerisinde tartışmaya değer çok önemli noktaların olduğu bu yazıda asıl konu ister istemez mimari avan projelerin hak olarak korunması kısmına geliyor. Bahsedilen sivil toplum örgütü’nü merak ettim ve açıkçası bu konuda ciddi önlemlerin alınması gerektiğini düşünüyorum.

    Müteahhitler özellikle genç ofislere avan proje çalıştırıp, bilabedel proje çıktılarını alıp, hatta bazen dwg’lerini (mühendislikleri çalıştıracağım gibi türlü bahanelerle) isteyip, daha tecrübeli mimarlık ofislerine götürüp uygulama projelerini çizdirebiliyor. Bunları yapan müteahhit hiç utanmazken mimar da meslek etiği kavramından bihaber işi kabul ediyor ve sonrasında kendi projesi olarak övünüyor.

    Bildiğim kadarıyla odadan avan proje onaylatıldığı takdirde, hak sahibi olunabiliyor ama çok basit noktaları değiştirerek, biz aynı projeyi kullanmadık diyebilme durumları var.

  • cemal-cobanoglu says:

    Sinan Bey biz genç meslektaşlarınız olarak Narmanlı’da neler olup bittiğini de çok merak ediyoruz. Arkitera için bir de “Narmanlı’nın Hikayesi”ni yazarsanız çok seviniriz.

  • mert-cayirlioglu says:

    Dün Akşam Narmanlı Han’ın önündeydik. Gidenler bilir uzun bir süredir etrafı tamamen çelik trapezle kapalı.

    Dışarıdan trapezden gözüktüğü kadarı ile fotoğraf almamıza oradaki güvenlik izin vermedi. Bizi İstiklal’deki güvenlik kameralarının tespit edebileceği ve hem kendisinin hem bizim başımızın belaya girebileceği yönünde tehdit etti.

    Evvel ki işlerini bildiğim için Sinan Genim’e inanıyordum. Siyasi duruşu pek de umurumda değildi. Lakin bu tutum beni biraz germişti. İçeriyi görmek, inancımı yitirmemem için önemliydi.

    Ardından, tesadüfen tekrar Han’ın önünden geçtik. Bir hafriyat kamyonu ağır ağır içeri giriyordu. Bu vesileyle kapı açılmıştı ve maalesef gördüğüm tek şey eski ön cephenin ardındaki 15 metrelik hafriyat çukuruydu.

    Üzülerek söylemeliyim ki bir tarihi mahvolmuş. Türkiye’deki mimarlığa inancımı tamamen yitirdim. Keşke o kapı açılmasaydı ve hiçbir şey görmeseydim.

  • m-sinan-genim says:

    Sanırım kırk yılı aşkın bir zaman önce, bir dönem bürosunda çalıştığım rahmetli Yılmaz Sanlı ile birlikte bir hastane konkuruna çalışıyorduk. Bir gün bana gel birlikte hastaneye gidelim dedi. Özellikle gelişen ameliyat teknolojisini mimariye nasıl yansıtmamız gerektiği konusunda endişelerimiz vardı. Hastaneye gittik ve başhekim bizi ameliyathaneye götürdü. Hijyenik kıyafetler giydik ve ameliyathaneye girdik, bir grup doktor, bir hastanın karnını açmış ameliyat yapıyorlardı, üstleri başları kan içinde idi. Yılmaz Hoca önce sarardı, sonra olduğu yere yığıldı, gördüklerinden dolayı bayılmıştı, zor bela ameliyathanenin dışına taşıdık. Bir daha bırakın ameliyathaneye girmeyi, hastanenin önünden bile geçemez olduk.

    Bir inşaat ameliyat gibidir, gerçekten bilgisine güvenen insanlar en zor ameliyatları başarı ile yapmaya çalışırlar, o sırada ortalık kan gölüne dönebilir. Ama aradan bir süre geçtikten sonra hasta iyileşir ve hayatına devam eder. Bilgisine güvenmeyen, yapılması gereken radikal müdahalelere cesaret edemeyenler, hastalarına aspirin verip yollarlar, radikal bir ameliyat gerektiren hastaları aspirinle tedaviye çalışmak onları ölüme mahkum etmektir.

    Ben bilgime güvenirim ve dünyada yapılanları takip ederim, hemen her yapım da radikal müdahaleler yaparım, bu benim tercihimdir ve yaptığım yapılar beğeni toplar, insanları mutlu eder. Biraz sabırlı olup Narmanlı Han’a yaptığım müdahalenin sonuçlanması bekler, onu halkın kullanışına açtığımız zamanki halini görürseniz ne diyeceğinizi gerçekten merak ediyorum.

    Kapıdan gördüğünüz çukur, yürürlükte olan İmar Kanunu ve yönetmelikler gereğince bu türden her yapıda yapılması zorunlu olan sığınağın yapımı için açılan hafriyat çukurudur. Mimarlık üzerine yorum yapmak için yola çıkan meslek mensuplarının yapılan iş hakkında fikri değil bilgisi olmalıdır.

    Günümüzden yaklaşık bin yıl önce Ömer Hayyam bir rübai yazmış, belki ilginizi çeker.

    Hiç, hiç bir şey bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar
    Şu cahillere bak, dünyaya egemen onlar.
    Onlardan değilsen eğer, sana kâfir derler
    Onlara aldırma Hayyam, yoluna devam et.

    Ömer Hayyam 1072

  • cem-yildirim says:

    Umarım ameliyata girdiğiniz doktor hastaya ve hasta yakınlarına ameliyatın ne için olduğunu, çıkınca ne değişiklikler olacağını açıkça belirtmiştir. “Benim tecrubelerime güvenin, radikal bir karın ameliyatı yapacağım ve çok memnun kalacaksınız” dememiştir.

  • mert-ekin says:

    Jenerasyon farkı… Sinan beyin zamanındaki doktorlara hastalar kendilerini sorgusuz sualsiz teslim ederlerdi, iyi doktorsa ne yapsa doğrudur diye. Şimdi profesör bile olsa hasta bilgilendirilmek istiyor, sosyal medya çağında… Ne kadar güzel bir iş yapılıyor da olsa iletişim zayıflığı işin kalitesini düşürebiliyor. Tabi ki burada suç ne kadar mimarın ne kadar mal sahibinindir? Sinan bey istese de gizlilik sözleşmesi varsa Narmanlı Han hakkında şu anda bir şey söyleyemez. Esasında sorun Narmanlı Han gibi bir yapıya “ben radikal çalışmayı seven bir mimarım” diyen bir mimarın atanmasındaki süreçlerin araştırılmasıdır. Eğer ki o yapıya yapılacak “radikal” dokunuşlar hataysa… En baştan süreçler şeffaf olmadıkça en sondaki mimara sataşmanın bir faydası yok sanki…

  • cem-yildirim says:

    Sosyal medya sorgulatıyor ve kaliteyi düşürebiliyor yorumunuza kesinlikle katılmıyorum. Gerisine saygı duyuyorum.

  • mert-ekin says:

    Yanlış anladınız, sosyal medya kaliteyi düşürmüyor, tam tersine sosyal medyayı kullanmamak, iletişim kurmamak iş kaliteli bile olsa kalitesizmiş gibi gösterebiliyor -yada en azından çabaya yazık ettiriyor- bu devirde. Sadece sonucu değil iletişim dahil süreçleri de tasarlamak gerekiyor artık. O nedenle “ben çok iyi mimarım, bina bitince görürsünüz hepiniz” demek naiflik ve hatta bencillik bu çağ için…

  • mert-ekin says:

    Emek Sineması vardı, hani yıkılıp üst katlara -ama aynen, aslına sadık olarak- taşınınca çok çok güzel, hatta daha da güzel olacaktı orijinal haline göre… Mimarı, müteahhiti, yatırımcısı, tüm ekibi, hepsi o yönde sözler sarfetmişti, kullanıcılar, sanatçılar ve “halk” dışında… Gerçekten ne oldu o sinemaya?

  • murtaza1 says:

    Sinan Bey, Narmanlı Han hayatımda gördüğüm en berbat restorasyon işi olabilir.

    Sanıyorum siz de benimle hemfikirsinizdir. İnsanlara aşağıda cahil demişsiniz. İşin ustasıyım bana bırakın demişsiniz. Bir de bitince görün demişsiniz. Ama açıkça görülüyor ki yanılmışsınız. Bu tarihi binaya bakınca tebeşir kolonlar ile taksi sarısı Bakırköy apartmanları duvarı görmemizin müsebbibi siz olduğunuz için bizden özür dilemenizi rica ediyorum.

    Binanın sahibi zengin açgözlü zatlardan aldığınız para size helal olsun. Onu keyfinizce yiyin. Ama bari bir özürü de bize çok görmeyin.

  • murtaza1 says:

    Sinan Bey, özür dileyecek misin herkesten?

    https://goo.gl/NBBR9v#

  • azat-yalcin1 says:

    Belediye Encümeni tarafından doğrudan temin usulü ile işin size verildiğinden bahsetmektesiniz. Doğrudan teminin esası yasalar tarafından belirlenmiştir. Sizi ilgilendiren en önemli lafzı, fikri ve sanatsal tekellik durumu. Aksi takdirde doğrudan temin gerçekleştirilemez. Olayı kısaca irdelediğimde, öncesinde, ETİK OLMAYARAK bahsedilen işin size doğrudan temin yoluyla Belediye Encümenin kararı ile verildiğini görüyorum. Ardından, haksızken haklı durumuna düşmüşsünüz çünkü intihal oluşmuş. Bu konu Yüce Yargıya taşınmalı. Nedeni basit. Özgün işin uygulamasını gerçekleştiremediniz ve sonra yerinize başka birisi bu işi yapabildiyse doğrudan teminin şartı hileli olur. İdari yetkililere ve şahsınıza cezası bellidir bunun. Açıkçası ben, suçluların hakettikleri cezayı bulmasını istiyorum çünkü bu zamanda yed-i vahid ile kimse zenginleşemez. Bu yüzden, bu yazı ilgi tutularak TMMOB Mimarlar Odasının bir suç duyurusunda bulunmasını doğru buluyorum.

Bir yanıt yazın