“Turizm Alanya’yı yok etmiştir. Ancak Antalya’da ise eski Antalya’yı, oradaki konakları ortaya çıkarmıştır”

Mimar Kaya Arıkoğlu, Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof.Dr.Aykut Karaman ile birlikte gerçekleştirilen söyleşide, Prof.Bechhoefer'a Türkiye'deki kentler ve kent planlamasına dair soruları Arkitera adına Ömer Kanıpak yöneltti.

1973-74 yılları arasında Afganistan’da Fulbright-Hays eğitmeni olarak görev yapan William Bechhoefer, Maryland Üniversitesi, Bölgesel ve Uluslararası Çalışmalar bölümünde, ağırlılıklı olarak geleneksel dokularda çağdaş uygulamaların sonuçları konusunda master programını yürütüyor. Türkiye, Tunus, Afganistan ve Sri Lanka’da pek çok çalışması bulunan Bechhoefer’un “Seminar in Regionalism” çalışması 1990’da AIA Eğitim Ödülleri Programında “kaydedeğer başvuru” olarak değerlendirilmiş, 1995’te ise, “Bütüncül Tasarım Stüdyosu ve İleri Teknoloji” çalışması ile AIA Onur ödülünü almıştır. Yurtiçi ve dışında pek çok çalışması yayınlanmış olan Bechhoefer, 1971’den beri de ödüller kazandığı pratik mimarlık hayatını sürdürmekte. 1993-94 yıllarında, Maryland Üniversitesi, “Distinguished Scholar-Teacher” payesini William Bechhoefer’a verme kararı almıştır.

Rejyonolizm (Regionalism) ve çok-kültürlülük (multi-culturalism) ağırlıklı mimarlık teorisi dersleri veren ve bu konuları da içeren projelerde stüdyo yürütücülüğü yapan, Maryland Üniversitesi Profesörlerinden William Bechhoefer, geçtiğimiz günlerde Karadeniz Bölgesi’nde incelemeler yapmak üzere Türkiye’ye geldi. Mimar Kaya Arıkoğlu, Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof.Dr.Aykut Karaman ile birlikte gerçekleştirilen söyleşide, Prof.Bechhoefer’a Türkiye’deki kentler ve kent planlamasına dair soruları Arkitera adına Ömer Kanıpak yöneltti.

Ömer Kanıpak: Daha önce defalarca Türkiye’ye geldiniz ve çeşitli şehirlerde bulundunuz ve hatta öğrencileriniz ile bu şehirlere yönelik projeler yaptınız. Şunu sormak istiyorum: Türkiye’deki pek çok şehirde olduğu gibi tarihsel dokunun, gelenekselliğin hakim olduğu ortamlarda mimarlar yeni mimarlığın, fonksiyonların ve yaşam şekillerinin doğurduğu ihtiyaçlara nasıl cevap vermeliler, bu paradoks nasıl aşılabilir sizce?

William Bechhoefer: Bana göre cevap verilmesi gereken iki temel fonksiyon var: Birincisi otomobilli yaşama uygun tasarım yapılması, ikincisi ise çağdaş Türk yaşamı eskiden olduğundan çok farklı ve buna cevap verilmeli. İkinci ihtiyaca bakarsak, çağdaş apartman tasarımı yapmak çok zor olmasa gerek. Birinci ihtiyaç olan otomobilleri düşünürsek ise, cevabın toplu taşıma olduğunu söyleyebilirim. Bu, Amerika’da bizim yaptığımız bir hata idi; toplu taşımayı ihmal ettik ve otomobille ulaşıma çok ağırlık verdik ve sonuçta otomobillere göre tasarlanmış şehirler ortaya çıktı.

Geleneksel Anadolu kent planları, bana göre önemli özellikler gösteriyordu. Evler, manzarayı, rüzgarı, doğal iklimlendirmeyi, topoğrafyayı, her evin bir bahçesi olmasını dikkate alıyordu ve bu çok insani bir tutumdu, peyzaja ve topoğrafyaya saygılıydılar. Sanırım modern mimari de bunu yapabilir. Modern mimarlığın asimetrik, dört köşe bloktan oluşan, topoğrafyayı, manzarayı, rüzgarı dikkate almadan yerleştirilen apartmanlarla yaratılması gerekmiyor.

Ömer Kanıpak: İstanbul’un çevresinde sayıları hızla artan ve dışa kapalı siteler olarak tabir edeceğimiz, çoğu Amerikan kentdışı yerleşimleri model alınarak inşa edilmiş yüksek gelir grubuna yönelik pek çok yerleşim oluşmaya başladı ve sanırım bu modeler kopyalanırkan Amerika’da yapılan hatalar da buraya getiriliyor. Kaya Bey (Arıkoğlu) ile sohbet ederken, Amerika’da bu tip yerleşimlerde tek eve ait minimum arazi boyutunun 5 dönüm olması şartının burada uygulanamamasından dolayı çıkan sorunları konuşmuştuk. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

William Bechhoefer: Çok kötü bir durum. Taklit etmeye çalıştığınız Amerika’daki durum şu anda değişiyor: Farkedildi ki, banliyö tip yerleşmelerde yoğunluk bir topluluk yaratamayacak kadar düşük ve otomobile fazlası ile bağımlı bir model. Şu anda Amerika’da pozitif olarak gördüğüm iki yaklaşım var: Birincisi “smartgrowth” modeli olarak da adlandırılan ve daha kompakt topluluklar ve kente daha yakın durumlar oluşturmayı hedefleyen model. Toplu taşıma da önemli bir rol üstleniyor bu modelde ama esas olan, evlerin birbirine daha yakın olması, insanların alışveriş, eğlence mekanlarına daha yakın olması. Dolayısı ile geleneksel Amerikan banliyö modelinden uzaklaşıyoruz artık. Ne yazık ki dünyanın pek çok ülkesinde, bizim artık çalışmadığını gördüğümüz bu modelin taklit edildiğini ve uygulandığını izliyoruz. Bunu değiştirmek bizim için de zaman alacak ama eğilimimiz artık o yönde, çünkü geleneksel banliyö sistemimiz işlemiyor artık.

İkinci hareket “new urbanism” olarak da adlandırılan “yeni şehircilik” modeli. Aslında kötü bir isim çünkü “yeni şehircilik” aslında “eski şehircilik” modellerini izliyor. Daha ufak kentlerin şehircilik anlayışını yansıtıyor ve banliyölere nazaran daha yaşanabilir bir model sunuyor. Şu anda tüm Amerika’da uygulanmaya başlayan bu eğilimin sorunu ise, yine kent dışı yerleşimlerde uygulanıyor olması. Daha yeni yeni “yeni şehircilik” modelinin şehirlere yakın yerlerde uygulanması başlıyor ve bu modelin öngördüğü şehir planları şemalarının kente uyarlanması hedefleniyor.

Ömer Kanıpak: Sanırım bunun bir örneğini “Truman Show” adlı filmde de gördük hep beraber. Florida’daki Seaside yerleşimi. Yeni yaratılmış bu yerleşimi “Yeni Şehircilik” modelinin bir örneği olarak adlandırabilir miyiz?

William Bechhoefer: Bu sanırım “Yeni Şehircilik” anlayışının ilk ve en ünlü örneklerinden biri idi. Pek çok sorunu var. Daha çok zengin insanlar için yapılmış oldu ve toplumun tüm kesimlerini kapsamıyor ve daha çok “kapalı site” olarak adlandırılabilir. “Truman Show” bu sorunları bir şekilde gösterdi aslında ama yine de alışageldiğimiz banliyöden daha iyi işleyen bir model olduğu da kesin.

Ömer Kanıpak: Bildiğim kadarı ile Amerika’daki New York, Boston, San Fransico gibi büyük şehirlere yakın banliyölerde yaşayanlar, artık şehirlerin merkezine dönüyorlar. Buralarda terkedilmiş durumda olan binalara bile yüksek kiralarla yerleşip şehirde yaşamayı tercih ediyorlar. Sizce de İstanbul bu süreci yaşayacak mı ileride?

William Bechhoefer: Umarım öyle olur. İsmini yanlış hatırlamıyorsam, İstanbul dışında Kemer Country diye bir yerleşim var ve bir “yeni şehircilik” örneği aslında. Bu yüzeysel bir şekilde Türk stili kokuyor ama tam anlamı ile bir yanılsama ve gerçekten bir Amerikan banliyösü yaratılmak istenmiş. Bunlar ileride ölecekler mi bilemem ancak iyi bir girişim olmadığını düşünüyorum.

1987’den beri İstanbul’a geliyorum ve izlediğim kadarı ile gitgide bozulan Boğaz’daki bu köylerin arasında yeşil alanlar ve ormanlar oldukça hoş bir düzen sergiliyorlar. Bu kadar süre içinde çoğunun kendi karakteristik özelliklerini yitirdiklerini ve aradaki yeşil boşlukların da dolduğunu görüyorum. Kaya (Arıkoğlu) ile nasıl bir modelin işleyebileceğini konuşmuştuk daha önceleri. Köprülerden sahile doğru beslenen toplu taşıma hatları ve deniz taşımacılığı ile bunların birbirine bağlanması bana Kemer Country gibi yerlerin yaratılmasından çok daha doğru geliyor.

Eğer şehir dışında bu tip yerleşimlere illa ki ihtiyaç var ise, o zaman şehrin sınırları dışında bir yeşil kuşak yaratılmalı ve Kemer Country gibi bu yeni yerleşimler bu yeşil kuşağın da dışına çıkarılmalı ve geleneksel Anadolu kent planlarındaki prensipler de esas alınarak yeni yerleşimler tasarlanmalı. Örneğin Bahçeşehir örneği çok daha iyi bir örnek sanırım. Çünkü tam anlamı ile bir şehir. Çok çeşitli evler var ve dışında bir üretim alanı da var sanırım.

Aykut Karaman: Bahçeşehir içinde bir üniversite var ve ileride bir üniversite şehri de olacak.

William Bechhoefer: Bu da çok iyi bir fikir, üniversite olması yani. Ama sanırım şehirle bağlantıyı sağlayacak toplu taşım sorunu var hala.

Aykut Karaman: Şu anda otobüs hatları var ileride raylı sistem de entegre olacak buna.

Ömer Kanıpak: Biraz İstanbul dışına çıkalım isterseniz. Anadolu’daki kentler hakkında ne düşünüyorsunuz? Karakterlerini kaybediyorlar ve hepsi birbirine benzemeye başladı.

William Bechhoefer: Maryland Üniversitesi’nde Akşehir ile ilgili bir stüdyo çalışması yaptık.

Aykut Karaman: Akşehir’de kötü bir durumda olan bir bölgeyi ele aldık ve William’ın stüdyosunda bu bölgeyi, komşuluk konseptini de dikkate alarak yeniden tasarladık.

William Bechhoefer: Benim için planlama prensipleri, kentsel tasarım prensipleri sürekli öğrendiğimiz şeyler. En önemli nokta, her kentin kendine özel çözümler gerektirdiği. Akşehir’de yaptığımız gibi, oranın tarihine, topoğrafyasına, iklimine özel çözümler üretmeniz gerekiyor.

Öyle sanıyorum ki, Ankara’dan veya başka yerlerden o şehirdeki plancıların ve mimarların ne yapması gerektiğine dair fazlası ile müdahaleler oluyor. Buna Amasya’da şahit olduk. Ankara’dan bir takım talimatlar geliyordu, ancak Amasyalı’lar öyle olmasını istemiyorlardı. Kendilerine özgü çözümler istiyorlardı. Dolayısı ile her durum farklı çözümler gerektiriyor. Aynı apartman bloğunu veya bulvarı alıp heryere uygulamayazsınız.

Ömer Kanıpak: Peki turizm sizce kentlerimizi nasıl etkiliyor? Olumlu mu olumsuz mu etkileniyor şehirler?

William Bechhoefer: Bu nereden baktığınıza bağlı. Örneğin turizm Alanya’yı yok etmiştir. Ancak Antalya’da ise eski Antalya’yı, oradaki konakları ortaya çıkarmıştır. Öte yandan artık eski Antalya gerçek anlamda bir şehir olmaktan çıkmış, turistik bir yer olmuştur.

Amasya’da halk, her ne kadar ekonomik olarak önemli bir kaynak olsa da, geleceklerini tamamen turizm üzerine kuramayacaklarını anlamışlardı. Turizm normal ekonominin bir parçasıdır sadece. Amasya’da da bir üniversite olacak ve bu onların ekonomisi için de önemli bir girdi oluşturacak. Tabii ki şehir turistleri istiyor ve onların ekonomisi için önemli ancak tamamen turistlere bağımlı da olmak istemiyorlar. Örneğin ufak ve yerel otelleri olsun istiyorlar, büyük zincirlere bağlı oteller istemiyorlar. Turistlerin birer misafir olarak algılanmasını istiyorlar, birer ticari mal olarak değil.

Ama elbette toplu turizm diye bir şey de var. Kemer örneğin, sanırım kabul edilebilir bir yaklaşım. Turistleri şehrin dışında bir yerleşimde toplamak şehre zarar vermiyor. Bodrum örneğin tükenmiş bir yer kanımca.

Turizm zor bir konu. Turistlerin seveceğini düşünerek yapıyorsunuz çoğu şeyi ve kendi insanınızı dışlıyorsunuz maalesef.

Ömer Kanıpak: Çağdaş mimaride geleneksel elemanların kullanılmasını nasıl buluyorsunuz. Özellikle tarihsel dokunun Türkiye gibi baskın olduğu yerlerde? Sizce bu çağdaş mimarinin gelişimine engel değil mi?

William Bechhoefer: Geleneği, zaman içinde donması gereken bir şey olarak görmüyorum. Geleneğin zaman içinde sürekli gelişmesi gerektiğine inanıyorum. Dolayısı ile “geleneksel stil” olarak da adlandırabileceğimiz bu yaklaşımın iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum.

Tarihi dokuda çok iyi uyum gösteren modern ve çağdaş binaların tasarlanabileceğine, mimarinin çağdaş olabileceğine inanıyorum. Önemli olan stiller değil prensiplerdir.

Ömer Kanıpak: Ama medya ve turizm sürekli geleneksel mimariyi arzulatıyor?

William Bechhoefer: Yanlış yapıyorlar. Bunun aksinin gerçekleşebileceğini gösterdiğiniz örnekler var. Turgut Cansever örneğin. Demir Tatil Köyü ile müthiş bir iş yaptığını düşünüyorum. Yerel malzemeler kullandı, iklime doğru bir şekilde cevap verdi, kültürel olarak doğru ama eskiyi taklit etmedi. Bu benim de benisediğim bir yaklaşım işte. Ve sanırım pek çok turist de orada olmaktan mutludur. Turistlerin illa ki “tarihi” dokuda yaşamak istediklerini düşünmüyorum.

Ömer Kanıpak: Ama biliyorsunuzdur belki, Antalya’da bir takım tatil köyleri Kremlin Sarayı veya San Marco meydanını yaratıyorlar turistler tarihi yerler istiyorlar diye.

William Bechhoefer: Bu büyük bir hata.

Ömer Kanıpak: Türkiye’de kamusal alanın kullanımında bir sorun var. Sizce bu nasıl çözülür?

William Bechhoefer: Katılıyorum size. Sanırım en iyi işleyenler yüksek yoğunluklu ticari alanların ortalarında olanlar. Örneğin Bursa’da Koza Han’ın önündeki alan oldukça iyi işliyor. Amasya ve diğer pek çok şehirde oldukça geniş meydanlar var ve bunlar sadece belirli günler dışında kullanılmıyor. Buralarını cazip gösterecek cafe ve restaurantlarla çevrili değil pek çoğu, dolayısı ile ölü alanlar.

Konut alanlarındaki ufak meydanlar da oldukça iyi kullanılabilir kanımca. Bir ağaç altındaki kahve, toplanmak için gayet iyi bir mekan yaratabiliyor.

Kaya Arıkoğlu: Geleneksel cami avlusu aslında bir meydan sayılamaz mı? Kent dokusuna baktığımızda toplum tarafından kullanılan ideal meydan formuna sahip bir yer. Avrupa modelinde bir meydan göremiyoruz çünkü.

William Bechhoefer: Avrupa tarzı bir meydan etrafında orayı besleyecek ticari aktiviteler olmadığı sürece işlemez. Tabii ki, geleneksel cami avlusunda orayı besleyen arasta bulunuyordu.

Ömer Kanıpak: Ancak küreselleşen ve gitgide birbirine benzeyen yaşam standartları ile geleneksel cami avlusu da fonkisyonelliğini yitirdi. Sanırım artık belediyeler de bu yeni yaşam standartlarını ve ihtiyaçlarını dikkate alarak planlama yapmalılar. Mimarlar bu süreç içinde nasıl yer alabilirler sizce?

William Bechhoefer: Birileri tasarlamak zorunda. Mimarlar politikaya atılmalı belki de. Kaya’nın (Arıkoğlu) bana hatırlattığı bir şey var. Geleneksel şehirciliğin iyi taraflarından birisi, alışveriş merkezinin kent dokusununun önemli bir parçası olması. Amerika’daki gibi uzaklarda arabanızla gittiğiniz bir nokta değil. Buradaki Kapalıçarşı ve benzerleri şehrin birer parçası ve dolayısı ile hayatın bir parçası ve gerçekten muhteşem bir sosyal çevre yaratıyorlar.

Önemli bir şey daha var: Amerika’da artık insanlar alışveriş merkezi lafını sevmiyorlar. Yeni alışveriş merkezleri inşa etmek de istemiyorlar. Yeni yapılanlar daha çok kent sokakları şeklinde tasarlanıyor. İnsanlar aslında dışarıda olmayı seviyorlar, kutu içinde kapalı kalmak istemiyorlar. Washington veya Florida gibi hem çok soğuk hem de çok sıcak yerlerde bile artık bu alışveriş merkezleri açık yapılmaya başlandı. Yolların veya sokakların üstleri kapalı ama yine de açık havadasınız.

Kapalıçarşı bütün alışveriş merkezlerinin anasıdır ne de olsa ve verdiği en önemli ders, günlük hayatın içinde kent dokusuna entegre olmasıdır kanımca.

Evet, Türkiye’de Avrupa tarzı bir yaşam var kabul etmek gerekirse. Ortaköy gibi bu yaşamın gereksinmelerine cevap veren yerler de var aslında.

Ömer Kanıpak: Bu sonuca ulaşmak için tek çözüm otomobilleri dışlamak, onların giremeyeceği yerler mi yaratmak. Otomobillerin de yer alabileceği bir meydan modeli geliştirilemez mi?

William Bechhoefer: Pek çok Avrupa meydanı, İtalya’daki ve eski pek çok şehirde sadece otopark olarak kullanılıyor. Ama pek çoğunda otoparklar meydanların altında ve bu insanlara yer açtığı gibi otomobili de dışlamıyor.

En önemlisi, meydan şehir hayatının bir parçasıdır ve Türkiye’de cami avlusunun meydan fonksiyonunu artık yerine getirip getirmediği konusunda emin değilim. Üzerinde tartışılması gereken bir argüman. Ama cami avlusu pek çok meydandan biri olarak algılanabilir. Bölye bir avluyu kamuya daha açık bir meydanın da yanında bulabilirsiniz, Kütahya’da veya Eminönü’nde olduğu gibi.

Ömer Kanıpak: Çok teşekkür ederiz zaman ayırdığınız için.

William Bechhoefer: Ben teşekkür ederim.

Etiketler

1 Yorum

  • oruc-kenan-yildirim says:

    Ankara büyükşehir belediyesi varolan asırlık ağaçları söktüğünden, eskişehir yolu dibine bina diktiğinden daha sürüsüyle şehirleşmedeki hatalarından dolayı, yeşil bir alan yaratma kapasitesinin olmadığı kanaatindeyim. Şu anda Atatürk bulvarındaki kaldırımların genişliği bir tarafta 40 cm öbür tarafta ise 1 metreye düştü. Bundan 20 sene önce o kaldırımlardan bir tanesi 4 m karşıdaki ise 1,5 metre genişliğindeydi. Değil bisiklet sürülmesi yürümek bile imkansız. Sıfırdan kurulmuş Ankara’nın bu kadar kötü bir şehir haline gelmesi son büyükşehir belediyesi döneminde çok hızlandı. Yeşil alana saygı duymayan bir belediyenin ülkede bir değeri olamaz ve olmamalı. AOÇ’de yaşanacak olan yeşil alan katliamından başka birşey olmayacak.

Bir yanıt yazın