Mimarlık ve Sanat Buluşmaları – 02: Kerem Piker & Murat Germen

Fotoğrafı bir ifade / araştırma aracı olarak kullanan ve genellikle kent, planlama ve mimarlık içerikli akılda kalan seriler üreten Murat Germen’in yeni sergisi “Feyezan” 10.09.2020-10.10.2020 tarihleri arasında Ferda Art Platform’da izleyici ile buluşuyor.

Fotoğraf: Murat Germen

Sergide, “Başka Tas Başka Hamam”, “Düşünce Heykelleri” ve “Beraberlik Manzaraları” adlı serilere ve bir video işine yer veriliyor. İlk bölümde; sosyal ve fiziksel mesafelerle yaşadığımız zamandan bağımsız ve en önemlisi din, dil, ırk, cinsiyet, kimlik ve yaş farkı gözetilmeden dünyanın farklı yerlerinden yüzlerce kişinin haberleri olmadan çekilmiş fotoğraflarını görüyoruz. 1107 adetten oluşan fotoğraf seçkisini belli bir yönlendirme ile gezerken fotoğrafları çevreleyen serginin ikinci ve üçüncü bölümlerini su içer gibi ve kendiliğinden deneyimliyoruz.

Fotoğraflar ve işler sergi mekanını kuruyor. İzleyicileri alışılagelmiş bir fotoğraf sergisinden farklı olarak Kerem Piker tarafından, fotoğrafı bir mekânın kurucu öğesi yapma sorgusuyla hazırlanmış bir sergi tasarımı karşılıyor. Küratörlüğünü Necmi Sönmez’in üstlendiği “Feyezan” üzerine Murat Germen ve Kerem Piker ile bir söyleşi gerçekleştirdik…

Heval Zeliha Yüksel: Feyezan ismi ile başlayalım istiyorum. Adı nereden geliyor? Sergi fikriniz nasıl oluştu?

Murat Germen: Serginin küratörü Necmi Sönmez ile birlikte isim alternatifleri üzerine yazışmalarımız oldu. Serginin genelinde ağır bir eleştiri getirdiğim, dünyaya hakim örgü (grid) sisteminin başlığa bir şekilde gelmesi gibi bazı niyetlerim vardı ama Necmi ikna olmadı. Sergi 3 farklı ama ilintili seriden oluştuğu için kendisi daha çok “akış” kavramı üzerinde duruyordu, ama bu da sergi başlığı (ve hatta sanat akımı) olarak tüketilmiş bir kelimeydi. Sonunda, karantina dönemi sırasında yoğun bir üretim içine girmiş olmamdan türeyen “fazla” mefhumu üzerinden “fazlasıyla akış” olgusuna geldik, oradan “overflow” çıktı; ben de “taşma” yerine biraz daha geniş bir anlam yelpazesine sahip “feyezan”ı önerdim. Bu kelime akılda “hezeyan”ı da çağrıştırdığı ve çok tüketilmiş bir kelime olmadığı için içime sindi.

Heval Zeliha Yüksel: Siz nasıl bir araya geldiniz?

Murat Germen: Ferda ile olası sergi masrafları ve sergileme biçimleri üzerine konuşurken “tipik sergilemeden kaçınalım ve duvara asılan tekil eserlerden oluşan bir sergiden çok, içeriğin nasıl farklı ve akılda kalır bir şekilde sergilenebileceği ihtimallerini masaya koyalım” dedim. Ferda’nın aklına hemen Kerem geldi. Kerem’in ismini, yaptıklarını biliyordum ve bu iş birliği olasılığı bana çok heyecan verici geldi. Kerem de olumlu cevap verince hemen yola koyulduk.

Kerem Piker: Murat’ın da anlattığı gibi benim projeye dahil olmam, okul yıllarından arkadaşım, mimar ve Ferda Art Platform’un kurucusu Ferda Dedeoğlu’nun davetiyle oldu. Ben Murat Germen’in işlerini uzun zamandır izliyordum, ancak kişisel olarak bir tanışıklığımız yoktu. Ferda’nın varlığı, Murat Germen ile birlikte üretme heyecanı, hem de yine uzun zamandır ilgiyle izlediğim küratör Necmi Sönmez ile iş birliği bu teklifi benim tarafımda çok heyecanlı kılan unsurlardı. Dolayısıyla Ferda’nın davetini tereddütsüz kabul ettim.

Fotoğraf: Emre Dörter

Heval Zeliha Yüksel: Sergi birbiri içine geçmiş üç ayrı bölüm ve bir video işinden oluşuyor. Bizi serginin girişinde 1.170 adet fotoğraftan oluşan “Beraberlik Manzaraları” serisi karşılıyor. “Başka Tas Başka Hamam” işleri “Düşünce Heykelleri” ile “Beraberlik Manzaraları” adlı fotoğrafları çevrelerken son dönemde yaşadığımız biyolojik afeti sorgulayan bir video işini de görebiliyoruz. İlk bölümde; sosyal ve fiziksel mesafelerle yaşadığımız zamandan bağımsız ve en önemlisi din, dil, ırk, cinsiyet, kimlik ve yaş farkı göz edilmeden dünyanın farklı yerlerinden yüzlerce kişinin haberleri olmadan çekilmiş fotoğraflarını görüyoruz. Bugün belki maskeler ardına gizlenecek yüzlerin açık seçik okunduğu bu seriyi nasıl çektiniz, seri kaç yılda ve fikren nasıl oluştu? Hangi ülkelerden çekildi? Çekerken ve biriktirirken neler düşünmüştünüz?

“…Genellikle mimarlık ve kent içerikli seriler üreten birisi olarak biliniyorum. Sadece bir kutuya dahil edilmekten hoşlanmadığım için bu seride kent değil insan odaklı bir bütün üretmeyi arzu ettim.”

Murat Germen: Genellikle mimarlık ve kent içerikli seriler üreten birisi olarak biliniyorum. Sadece bir kutuya dahil edilmekten hoşlanmadığım için bu seride kent değil insan odaklı bir bütün üretmeyi arzu ettim. İnsanların çehrelerinde ve vücutlarında samimi, doğal ifadeler, duruşlar yakalamak istedim. Makineyi öznelere fark edilir bir şekilde doğrultmadan ve tipik fotoğrafçı duruşuyla makinenin bakacından bakmadan çekim yapma yöntemini benimsedim. Çok geniş açılı (15 mm) bir lens kullanarak bel hizasından çektim tüm fotoları. Başlangıçta biraz zorlansam da hemen alıştım bu yönteme. Çekerken, kent çekmeye göre farklı bir bilinç ve algı söz konusu idi. Bu seriye çalışırken edindiğim insan fotoğraflama tecrübesinden, daha sonra 2013’deki Gezi direnişi ve onu takip eden kitlesel insan hareketlerini belgelerken faydalandım.

Fotoğraf: Emre Dörter

Bu seriyi sergilemek arzum vardı, ama ne o sırada birlikte çalıştığım galeri ne de başka bir kurum ilgi beyan etmedi, ben de fazla zorlamadım ve 2009-2011 yılları arasında üç sene boyunca çektiğim, zaten çok sayıda fotoğrafın biriktiği bu seriyi kızağa çektim. “Nasıl olsa günün birinde doğru yer ve ortamı bulacak!” rahatlığı vardı içimde. Sonunda salgın ve diğer siyasi konjonktürlerin direttiği fiziksel mesafe zorunluluğu devreye girince “küresel dayanışmanın zamanıdır” diye hissettim ve 1.107 fotoğraftan oluşan bu seriyi sergiye “Beraberlik Manzaraları” adıyla dahil etmek istedim. Bin küsur fotoyu küçük ebatlarda yan yana sergilemeyi düşlüyordum yıllardır, bu hayali Kerem’e aktarınca o da galerinin ortasındaki organik formlu strüktürü önerdi ve hiç tereddüt bile etmeden anında benimsedim bu birleştirici çözümü. Sergide yer alan fotoların çekildiği kentlere, ülkelere ve sayılara gelirsek: İstanbul, Türkiye (54); Atina, Yunanistan (77); Osaka – Tokyo, Japonya (177); Marakeş, Fas (97); Berlin, Almanya (50); Amsterdam, Hollanda (96); Leeuwarden, Hollanda (55); Kopenhag, Danimarka (58); Stockholm, İsveç (63); Paris, Fransa (32); Londra – Oxford, İngiltere (226); Seattle, A.B.D. (52); Vancouver, Kanada (70). Kerem bu 11 x 33 cm (baskıyı taşıyan pleksiler ise 11 x 37 cm) ebadındaki bu fotoğrafları taşıyan strüktüre 63 adet de ayna dahil edip sayıyı 1.170’e tamamladı.

“…Murat’ın işleri her defasında farklı içeriklere sahip olsalar dahi denilebilir ki fotoğrafın iki boyutlu algısını zorlayan, onu üçüncü boyuta taşımaya gayret eden işler. Daha ilk toplantıdan itibaren, herhangi bir eskiz üretmeden önce işlerdeki bu arayışın mimari mekana nasıl taşınacağı üzerine konuşmaya başladık.”

Heval Zeliha Yüksel: Çok teşekkürler. Serginin diğer iki bölümüne geçmeden evvel Kerem Piker’e sormak istiyorum. 1.107 adetten oluşan fotoğraf seçkisini belli bir yönlendirme ile gezerken fotoğrafları çevreleyen serginin ikinci ve üçüncü bölümlerini tabir yerinde ise “su içer gibi” ve “kendiliğinden” deneyimliyoruz. Fotoğraflar ve işler sergi mekanını kuruyor. İzleyiciye hiçbir belirsizlik yaşatılmadan izlek sunuyorsunuz. Aslında belki de çok geniş bir sergi mekanı olmamasına rağmen mekanı çok iyi kullanılarak çok zarif bir askı sistemi ile çoklu görsel seçki sunan bir seriyi izleyiciye bir bütün olarak görülmesini sağlıyorsunuz. Orta bölümde gezerken bu arada da duvarlar ile hemhal oluyor izleyici. Siz sergi tasarımına başlarken nasıl bir kurgu düşündünüz? Duvara asılı ve dayalı işler ile orta bölümde yer alan 1.107 adet fotoğrafı sergileme tasarımına nasıl başladınız? Süreci anlatır mısınız?

Fotoğraf: Murat Germen

Kerem Piker: Değerlendirmeniz için teşekkür ederim. Benim yaptığım işin temelinde üç belirleyici unsur var diyebilirim; birincisi işlerin içeriği. Murat’ın işleri her defasında farklı içeriklere sahip olsalar dahi denilebilir ki fotoğrafın iki boyutlu algısını zorlayan, onu üçüncü boyuta taşımaya gayret eden işler. Daha ilk toplantıdan itibaren, herhangi bir eskiz üretmeden önce işlerdeki bu arayışın mimari mekana nasıl taşınacağı üzerine konuşmaya başladık. İkincisi işlerin nicel yönü, yani diğer bir deyişle sayısal olarak çokluğu. Binin üzerinde fotoğraftan oluşan “Beraberlik Manzaraları” serisi her sergide karşılaşabileceğiniz türden bir iş değil; Necmi Sönmez’in özgün bakışıyla oluşturulan küratöryel seçki benzer ölçeklerdeki sergilere nazaran bu yönüyle başkalaşıyor. Üçüncü olarak da sergi mekanının kendisi önemli bir belirleyici unsur; mekanın büyüklüğü, kurgusu, iç ilişkileri… Üç farklı serinin mekanın içerisinde bir bütünsellik içerisinde izlenmesi, serileri birbirinden ayrıştırarak değil de birbirinin içine geçirerek sergilemek, önemli bir soruydu.

Heval Zeliha Yüksel: Peki “Başka Tas Başka Hamam” serisi nasıl oluştu? Nasıl bir fikir ile yola çıktınız bu seriyi oluştururken?

Murat Germen: Salt kâr odaklı iş dünyası kendisi dışında hiçbir şeyi yeteri kadar umursamıyor ve insan haklarına aykırı yöntemlerle yoluna devam ediyor. Halbuki bizler tüketici olarak varsak siz varsınız, bizi tüketirseniz sonunda siz de tükenirsiniz! Bunu salgın sayesinde deneyimledik; her ne kadar bazı firmalar kârlarını katlamış olsa da, dünyanın en vahşi kapitalizminin yaşandığı Amerika’da ekonomi üçte bir oranında küçüldü ve küçük-orta ölçekli birçok firma, işletme kalıcı olarak kapandı. Buna gönderme olarak aklıma İngilizce “business as usual” tamlamasından yola çıkarak “business as unusual” kelime oyunu geldi. Buradaki “alışageldik”lik boyutu üzerinden “aynı tas aynı hamam” deyişimizi “Başka Tas Başka Hamam” olarak değişime uğrattım. Artık birçok şey bildiğimiz gibi yürümeyecek; normal, küçük, orta ölçekli iş sahibi kapitalistlerin bile, mega-kapitalistlerin oyunlarına ve egemenlik kurma yöntemlerine “PES!” diyecekleri zamanlara geleceğiz… Ya da geldik bile… Ne yazık ki liberaller tarafından yere göğe konulamayan Elon Musk adlı gaddar oligark, Bolivya’nın değerli başkanı Evo Morales’in askeri darbe ile görevinden alınmasıyla olan, hiç de saklamadığı bağı eleştirildiğinde “Nereye ne şekilde darbe yapacağıma kimse karışamaz” mealinde bir cevap verdi! Gerçekten akıl alır gibi değil.

Fotoğraf: Emre Dörter

Heval Zeliha Yüksel: Peki, duvara asılan işleri köşelere getirip aynalar ile sunarak derinlik verdiniz. Biraz bahsedebilir miyiz? Bu tür kararlar verirken; küratör ve işlerin sahibi ile nasıl diyaloglar gelişti?

Kerem Piker: Sergide yer alan işlerin içerisinde bazı ortak unsurlar var diyebilirim. “Düşünce Heykelleri” serisinde malzeme olarak ayna yüzeylerin kullanımı, “Başka Tas Başka Hamam” serisindeki aynalama ile çoğaltılan imgeler, böyle bir öneri sunma konusunda bana cesaret verdi. İşlerin bütünlüğünü bozmadığını düşündüğüm, sergi izleme rotasına göre de kullanışsız sayılabilecek iki köşede işleri aynalarla birlikte sergilemeyi önerdim. Ama aynalarla ilişkili öneri bununla sınırlı değil. “Beraberlik manzaraları” serisinin aralarına karışan 63 tane ayna daha var. Bütün bu aynalar sayesinde işlerin farklı perspektiflerden görülebilmesi, işlerin aynalarla yeniden üretilmesi, aynalarla ilişki kuran izleyicinin anlık da olsa işlerin bir parçası olan kendi imgelerini üretebilmesi gibi fikirler hem Murat hem de Necmi tarafından kabul görünce sergide yerini aldı.

Fotoğraf: Murat Germen

Heval Zeliha Yüksel: Evet, üç seride de aynalar var. “Başka Tas Başka Hamam” serisi aynalar ile birlikte duvara asılmış, maketlerde aynalar var, fotoğrafları gezerken arada fotoğraflar ile aynı ebatlarda aynalara denk geliyor izleyici ve kendisi de fotoğrafı çekilen insanlardan biri oluyor. Murat Germen’e de sormak istiyorum, ayna yerleştirmelerinin kaynağı neler idi?

Murat Germen: Ayna önemli bir nesne, olgu, kavram. “Gerçeğe ayna tutmak” diye bir terim vardır. Ayna olduğu şekilde (ama ters) yansıtabilen bir nesne olduğu için nesnelliği temsil ediyor, hakikatin de olabildiğince nesnel sunulması gerektiğinden ayna burada ideal bir kavram olarak ortaya çıkıyor. İlk olarak “Düşünce Heykelleri” heykel serisinde ayna kullanma eğilimim oldu. Bunun nedeni önceki bir kişisel sergimde; basamaklarının üzerine fotoğraflar giydirttiğim, mekânın neredeyse üçte birini kapsayan bir merdiven inşa ettirdiğim Merdiven Art Space’de tüm duvarları kaplayacak yoğunlukta bir ayna kullanımı söz konusu olmasıydı. “Merdiven: Adım adım” yerleştirmesi inşa edilmeden önce, fikir konusunda doğal olarak tereddüt içinde olan galeri ekibini ikna edebilmek üzere 1/25 ölçekli bir temsili maket inşa etmiştim. Bu maketten artakalan az miktarda ayna pleksi levhalar vardı ve bunları “Düşünce Heykelleri” heykel serisinin bazılarında kullandım. Bu arada, İngilizcede “reflection” kelimesi hem yansıma hem de düşünce anlamına geliyor ve özellikle ayna içeren heykellerde seri başlığı “cuk” yerine oturuyor 🙂

Fotoğraf: Murat Germen

Bu boyut dışında, Kerem’in ayna unsurunun heykeller dışındaki diğer serilere de entegre edilmesi önerisini takiben her seride var olmasının (Düşünce Heykelleri, Beraberlik Manzaraları, Başka Tas Başka Hamam) ayrıştırıcı düzene karşı önerilen birleştiriciliğe katkı sağladığını düşünebiliriz. Çünkü izleyici serginin her aşamasında kendini bir şekilde içeriğin parçası olarak görebiliyor.

“…İçinde yaşadığımız mekânlar kullanıcıları tarafından rahatça şekillendirilebilmeli, işgal edilebilmeli ve farklı ihtiyaçlara cevap verebilmeli. Bu yüzden fazla duvar, bölünme olmaması; bazı bölmelerin kayar, kıpırdatılabilir olması gerekiyor. Şahsen yaşadığımız mekânları, şimdi doğru kararlar olduğunu gördüğümüz, bazı kişisel gereksinimlere istinaden şekillendirmiştik. Bu yüzden zorunlu izolasyon sırasında hiç sıkılmadık, daralmadık çünkü oluşumunda söz sahibi olduğumuz güvenli limanımızdaydık; evi hem ev hem de atölye olarak kullanabildim…”

Heval Zeliha Yüksel: Mesafe kavramını sorgulayan “Düşünce Heykelleri” de aslında pandemi döneminde yaşadığımız karantinaya atıf mıdır? İçinde yaşadığımız mekanları sorguladığımız karantina süreci sizlere mimar olarak neleri hatırlattı?

Murat Germen: Evet, bütünüyle. Salgının zorunlu kıldığı eve kapanma olmasaydı, büyük olasılıkla bambaşka bir sergi ile karşınıza çıkacaktım; değil bu heykeller, serginin tümü ve Kerem ile olan işbirliğimiz de olmayacaktı belki… Dolayısı ile “her şerde bir hayır vardır” düsturu gene devreye girdi 🙂

İçinde yaşadığımız mekânlar kullanıcıları tarafından rahatça şekillendirilebilmeli, işgal edilebilmeli ve farklı ihtiyaçlara cevap verebilmeli. Bu yüzden fazla duvar, bölünme olmaması; bazı bölmelerin kayar, kıpırdatılabilir olması gerekiyor. Şahsen yaşadığımız mekânları, şimdi doğru kararlar olduğunu gördüğümüz, bazı kişisel gereksinimlere istinaden şekillendirmiştik. Bu yüzden zorunlu izolasyon sırasında hiç sıkılmadık, daralmadık çünkü oluşumunda söz sahibi olduğumuz güvenli limanımızdaydık; evi hem ev hem de atölye olarak kullanabildim…

Fazla tasarlanmış iç mekânlardan, her yeri tasarım nesnesi doldurulmuş ve kişiselleştirmesi zor “showroom” tadındaki steril evlerden hiç ama hiç hoşlanamıyorum, rahat hissedemiyorum kendimi bu tür yerlerde. Ev gerektiğinde kirlenebilmeli, dağılabilmeli, misafirlerle veya üretimle işgal edilebilmeli yani kısacası kalıcı ve geçici sakinlerinden iz taşıyabilmeli…

Fotoğraf: Emre Dörter

“…Yeni normal üzerinden yapılan konuşmaların böylesine mekanları parlatan sonuçlara varması gibi bir ihtimal var ve bu benim açımdan da fevkalade tatsız. Olağanüstü zamanlardan geçiyoruz. Bu olağanüstü hali normalleştirmek ve yaşantıyı bu koşullara adapte etmektense bu koşulların olağanüstü olduğunu kabullenmeyi ve yeni normlar aramaktan olabildiğince kaçınarak yaşantımızı sürdürmeyi daha sağlıklı buluyorum.”

Kerem Piker: Steril mekanlarla ilgili düşüncene tamamen katılıyorum; yeni normal üzerinden yapılan konuşmaların böylesine mekanları parlatan sonuçlara varması gibi bir ihtimal var ve bu benim açımdan da fevkalade tatsız. Olağanüstü zamanlardan geçiyoruz. Bu olağanüstü hali normalleştirmek ve yaşantıyı bu koşullara adapte etmektense bu koşulların olağanüstü olduğunu kabullenmeyi ve yeni normlar aramaktan olabildiğince kaçınarak yaşantımızı sürdürmeyi daha sağlıklı buluyorum. Dolayısıyla bu dönemin yargıları ile değerlendirmelerde bulunmanın gelecek için sağlıklı kararlar üretmemizi sağlayacağı konusunda tereddütlerim var. Senin tarifinden de yola çıkarak iyi bir ev, iyi bir ev olduğu için iyi bir evdir diye düşünüyorum; salgın koşullarına uygun bir ev olduğu için değil. Umarım önümüzdeki yıllar beni yanıltmaz.

Karantina sürecinde, yani hiç olmadığımız kadar mesafeli olduğumuz koşullarda bu işbirliğinin gündeme gelmesi ve yürütülebilmesi ise benim açımdan çok umut verici; demek ki içinde bulunduğumuz koşulların tuhaflığına rağmen hala birlikte düşünmek, üretmek ve paylaşmak mümkün.

Fotoğraf: Murat Germen

Heval Zeliha Yüksel: Sergi fikrinin oluştuğu karantina sürecinde toplum olarak kolektif bir geçiş yaşadık. Belki zaten geçilecek olana hızlıca geçildi. Fiziksel mesafe kavramını çok sorguladık, uymaya çalıştık. İnsanı var eden sosyal doku yara aldı bu süreçte. İnsandan uzak kaldık. Serginin en derininde sorguladığı mesafeler hakkında neler düşünüyorsunuz?

Murat Germen: Burada sergi kavram metninden alıntı yapmak isterim: “ ‘Fiziksel mesafe’ diyemediler de ‘sosyal mesafe’ buyurdular dünyayı yönetenler, çünkü istedikleri bu! Birleşmeyelim, hep ayrılalım, ayrışalım; fikir ve dava birliği içinde olmayalım! Ne kadar çok alt grup bölünmesi olursa o kadar iyi, onları birbirine çatarsın; onlar birbirini yerken keyfine bakarsın! İnsanları bedenen birbirinden ayırarak birçok şeyi çevrimiçi ortama yığıyorlar ki insanların kişisel ve mahrem verilerini daha kolay toplayabilsinler; eğilim araştırması adı altında eğilim belirlesinler ve bize istedikleri yaşam formlarını dikte edebilsinler. Onların dayattıklarını tükettikçe tükenelim, biz tükendikçe onlar bizi ticari tıp marifetiyle tekrar tüketmek üzere diriltsinler: Zamane pilleri gibi; tüket, şarj et, tüket, şarj et, tüket, şarj et, TÜKET!”

“…Mimarlıktaki müşteri talepleri hayli örseleyici olsa da, sanatçı mimara göre daha kırılgan bir şahsiyet gibi geliyor bana. Çünkü beğeni-sonuç arasındaki ilişki mimarlıkta çok net, müşterinin beğenmediği bir binanın inşa edilme ihtimali zayıf görünüyor. Bu netliği seviyorum; diğer yandan mimar müşterinin talepleri, kaprislerine çare üretmek durumunda olduğundan sorunlarla baş etmeyi daha iyi becerebilecek iletişim, meslek, kriz yönetimi tecrübeleri ediniyor…”

Fotoğraf: Murat Germen

Heval Zeliha Yüksel: Peki, sizce mimarlık ve sanat ilişkisinin sınırı ne olmalıdır ya da var mıdır? Mimarlık çoğu zaman sanat ve zanaat ile ortak anılır ve kendi içlerindeki kompleks ilişkinin ayırdı veya tarifi değişkendir. Sizce sınırı nedir ve birbiri içine hangi noktalarda geçer?

Murat Germen: Ortak boyutlardan çok farklılıklar hakkında konuşmak daha kolay olacak. Mimarlık ve sanat bazı ortak zeminleri olan yaratı alanları ama temel farkları süreç ve sonucunda müşteriyle olan ilişkilerde ortaya çıkıyor. Mimarlıkta müşterinin kim olduğu belli ve onun taleplerine göre iş şekilleniyor, çok tanınan büyük bir isim olmadığı sürece kontrol tümüyle mimara bırakılmıyor. Müşteri “parayı bastırdığı” için, doğru ya da yanlış, kendinde sürece dahil olma hakkı görüyor. Sanatta ise müşteri meçhul ve/veya müstakbel. Her ne kadar nabza göre şerbet eserler üretiliyor olsa da, yaratılan eserin satılıp satılmayacağı, satılacaksa da kime satılacağı genellikle bilinmiyor. Sanatçı kişisel hazzının müşterek hazza dönüşeceğini umabiliyor, amiyane terimi ile bireysel orgazmı müşterek bir aleme dönüşsün isteyebiliyor 🙂 Mimarlıktaki müşteri talepleri hayli örseleyici olsa da, sanatçı mimara göre daha kırılgan bir şahsiyet gibi geliyor bana. Çünkü beğeni-sonuç arasındaki ilişki mimarlıkta çok net, müşterinin beğenmediği bir binanın inşa edilme ihtimali zayıf görünüyor. Bu netliği seviyorum; diğer yandan mimar müşterinin talepleri, kaprislerine çare üretmek durumunda olduğundan sorunlarla baş etmeyi daha iyi becerebilecek iletişim, meslek, kriz yönetimi tecrübeleri ediniyor ve bu tecrübe mimara “tamam ya, bir şekilde hallederiz!” türünden bir özgüven sağlıyor. Mimar bu yüzden daha kolektif düşünebilen bir yaratı insanı, sanatçı ise genellikle çok bireysel hezeyanlar ölçeğinde ilerliyor ve dolayısıyla kriz yönetimi gerektiğinde afallayabiliyor, çuvallayabiliyor. Sanatçının ürettiği eserin beğenilmeme olasılığı ise hep var ve bu da bazı sanatçılar üzerinde, kendi istediği sanatı külliyen icra edememek zorunda kalacak kadar baskı yaratabiliyor.

Kerem Piker: Mimarlık ve sanat ilişkisini tarif etmeyi istemem açıkçası; mimar ile sanatçı tarafından bu ilişkinin ya da işbirliğinin işe göre yeniden icat edilmesi güzel bir ihtimal.

Heval Zeliha Yüksel: Kerem Piker’e; Sanatçı ile çalışmak nasıl bir deneyimdi? Mimar olarak bir sanat işinin içinde olmak nasıldı? Birbirinize olan katkılarınız nelerdi, karşılıklı alışverişleriniz ne üzerine kuruldu?

Kerem Piker: Benim açımdan süreç çok rahat ilerlerdi diyebilirim. Murat’ın mimarlık kökenli oluşu, mimari bir soruna nasıl yaklaştığımızı izah etmek ve önerdiğimiz projenin en doğru şekilde kavranması açısından müthiş bir konfor. Aynı dili konuşabildiğiniz, aynı dünyayı paylaşabildiğiniz bir ortamda kendinizi üretken kılmanız çok daha kolay; bu ortamı kuran Ferda Dedeoğlu’na da bu vesile ile bir kez daha teşekkür etmek isterim.

Fotoğraf: Emre Dörter

“…Farklı yaratıcı alanlardan bireylerin işbirliği bireyi kendi kutusundan, ininden, dünyasından, mikro evreninden dışarı çıkartıyor; başka türlü düşünemeyeceğiniz şeyleri düşünür hale gelebiliyorsunuz. Bu iş birliğinin Konstrüktivizm, Dada, Bauhaus gibi eski “dava” oluşumlarında gözlemlediğimiz sinerjiye yol açması insanı çok umutlandırıyor. Serginin ana teması olan birleştiricilik burada devreye giriyor ve kendi yolunda kendi bildiği gibi devam eden yaratıcı bireyler; içgüdüsel ezberleri, bildikleri, alıştıklarından farklı bir şekilde davranmak zorunda kalarak başka türlü üretmeyecekleri bir şeyler üretiyorlar.”

Heval Zeliha Yüksel: Murat Germen’e; Diğer ucundan soracak olursam; Siz de mimarsınız ve bir sanat işinde bir mimar ile çalışmak nasıl bir deneyimdi?

Murat Germen: Kesinlikle zenginleştirici bir deneyim oldu, ortaya çıkan sonuçtan çok memnunum, mimarlık geçmişim olduğu için de ayrı bir haz duydum süreçten. Farklı yaratıcı alanlardan bireylerin işbirliği bireyi kendi kutusundan, ininden, dünyasından, mikro evreninden dışarı çıkartıyor; başka türlü düşünemeyeceğiniz şeyleri düşünür hale gelebiliyorsunuz. Bu iş birliğinin Konstrüktivizm, Dada, Bauhaus gibi eski “dava” oluşumlarında gözlemlediğimiz sinerjiye yol açması insanı çok umutlandırıyor. Serginin ana teması olan birleştiricilik burada devreye giriyor ve kendi yolunda kendi bildiği gibi devam eden yaratıcı bireyler; içgüdüsel ezberleri, bildikleri, alıştıklarından farklı bir şekilde davranmak zorunda kalarak başka türlü üretmeyecekleri bir şeyler üretiyorlar. Ferda Dedeoğlu Bozkurt’a, herkesin moralinin yerlerde olduğu böyle bir dönemde, hiç eksik olmayan güler yüzü ve heyecanıyla morali yüksek tutarak bizlere bu esnek zemini hazırladığı için içtenlikle teşekkür etmek isterim. Sayesinde ilerde akılda kalacak işbirlikleri üretebilmemizin temelleri atılmış oldu.

Heval Zeliha Yüksel: Mimari ile sanatın birleştiği işlerden ve elbette size dokunan akılda kalanlardan örnekler verebilir misiniz?

Murat Germen: Bu ikiliyi en iyi şekilde bir araya getiren sanat kurumu Londra’daki Serpentine Gallery. Arada istisnalar olsa da, bu galeride açılmış sergileri ve galerinin dış mekânındaki geçici sanat+mimarlık müdahalelerini çok değerli buluyorum. Türkiye’de de böyle zemin sağlayan bir sanat kurumu olsun çok isterdim.

Kerem Piker: Serpentine’e ilave olarak, Chicago’daki Millenium Park aklıma geliyor. Kamusal mekanın sanat işleri ile nasıl canlı kılınabildiğini gösteren en heyecanlı örneklerden bir tanesi benim için.

Heval Zeliha Yüksel: Bu birlikteliğinizin devamı gelecek mi?

Murat Germen: Şahsen Kerem ile ilerde işbirliği yapmak konusunda, kendisi de arzu ettiği sürece, çok heyecan taşıyorum 🙂

Kerem Piker: Muhakkak gelecektir, ben de aynı heyecanı paylaşıyorum.

Heval Zeliha Yüksel: Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

Murat Germen: Rica ederim 🙂

Kerem Piker: Ben teşekkür ederim.

Etiketler

Bir yanıt yazın