Mimarlık Bir Sosyal İdeoloji ve Katalizördür

Haydar Aliyev Kültür Merkezi projesinin Türk mimarı Saffet Kaya Bekiroğlu ile projenin tasarımdan üretimine kadar geçen süreci konuştuk.

Derya Gürsel: Biraz klasiklerden başlayalım. Kaç yıldır bu projedesiniz? Süreci biraz anlatır mısınız?

Ben 2006’dan beri yani başından beri içerisindeyim. Bu projenin tasarımcısı ve mimarıyım. Tabiki mimarlık bir takım işi. Ben ve takım arkadaşlarımla yıllarca üzerinde çalıştık bu projenin. Türk olduğum için, Türk bölgelerine baktığım için, otomatik olarak proje ilk bana geldi. Çünkü zaten geldiğim kültürde çağdaş mimari acaba nasıl olmalı diye bir sorgu içerisindeyim. Bence iyi bir şans oldu. Öneri yarışması yapıldı ve biz kazandık. 2007’de projeyi geliştirmeye başladık.

Türkiye’den DİA Holding hem uygulayıcı mimar olarak hem de, müteahhit olarak, 2007’den itibaren projeyi geliştirmeye başladı.

İkisi beraber?

Evet, mimarlık ve müteahhitlik yaptılar. “Design and Build” diyorlar İngilizcede. İlk projenin konseptini Londra’da çizdik. Yani, ondan sonra, 2006’nın sonu 2007’nin başı, şematik tasarım ve tasarım geliştirme dediğimiz süreçleri İstanbul’da bu ekiple gerçekleştirdik.

Her ay veya iki ayda bir, gerektiğinde, bazen o arkadaşlar Londra’ya geldi. Biz daha çok geldik. Ben tabii ki İstanbul’a gitmek için her bahaneyi kullandım… (gülüşmeler)


Fotoğrafların telif hakkı Helene Binet’e aittir. İzinsiz kullanılamaz.

Tabi bizim projemiz başından beri çok kompleksti ama güzel olan kısmı, DİA Holding de bu proje çok heyecanlıydı. Onlar da işte gerekli bilgisayar donanımlarını edindiler, Rhino’yu geliştirdiler vs. Yani herkes için bir karmaşık geometriyi anlama süreci oldu.

Sonuçta Zaha Hadid’le çalışmayı kaldırabilecek bir altyapıyı kurmaktan söz ediyoruz değil mi?

Ama insanlar heyecanlıydı ve dört elle sarıldılar işlerine. Yani çok dik bir öğrenme süreci diyebiliriz. Eğrisi de vardı tabii ki gelip adapte olma, insanlarla komünikasyon kurma, yani bilinmeyene girmek bence projenin heyecanlı kısımlarıydı. Zaten bilinen bir şeye giriyorsan heyecanlı olmaz.

Peki bölgeyi tanıyan, hatta oradan gelen birinin bölge ile ilgili projelerde konsept ya da uygulama aşamasında yer almasının projeye sağladığı olumlu ya da olumsuz etkilerini değerlendirirsek?

Kesinlikle olumlu. Neden çok olumlu? Bir, uluslararası standartlarda uygulama yapıyoruz. Ve kültürel bir bağımız olduğu için, mesela ben Taşkışla mezunuyum, oradaki çalışan birsürü İTÜ Mimarlık mezunu arakadaşımla çok rahat anlaşabiliyorum. Azeri Türklerinin de ne düşündüğünü anlayabiliyorum. Böyle olunca bir tasarımcı olarak o kültürün hangi damak tadını kaldırabileceğini biliyorsun.

Yani bizim ofis (ZHA) hem uluslararası olmasıyla hem de doğru kadrolamayla yüksek standart avantajını hem de tasarımcı ekiplerin geçmişlerine göre davranma avantajına sahip.

Biraz Haydar Aliyev Kültür Merkezi özelinde konuşacak olursak en çok merak edilen konulardan birisi de yapının üretim süreci… Bu denli büyük bir proje söz konusu olunca öncelikle malzeme üretim ve lojistiği ardından yapı denetimi gerçekten merak edilen bir konu oluyor…

Biz başından sonuna kadar projenin içindeydik diyebilirim. Çünkü bizim vizyonumuzun ödün verilmeden geçrekleştirilmesi gerekiyordu.


Fotoğrafların telif hakkı Helene Binet’e aittir. İzinsiz kullanılamaz.

Ne oldu, konsept aşaması proje %100 bizde (ZHA’da) başladı sonra sistematik tasarım geçince %90 sonra %70 vs derken projenin aktarılması süreci gerçekleşti. Yani daha teknik, daha üretime ve uygulamaya yönelik olmaya başlayınca bizim rolümüz azalmaya başladı. Yani DİA Mimarlık %70 oldu gibi. Tabii ZHA mimari tasarım ekip olarak DİA uygulama çizimlerini devamlı takip edip kontrol ettik. Bazen birlikte alternatif cozumler urettik.Yani şantiyenin sonlarına doğru ayda 1 gelip, 1 hafta kalıp bakıyorduk. İnşaat durum raporları hazırlanıyordu. Bir denge sağlandı.


Fotoğrafların telif hakkı Helene Binet’e aittir. İzinsiz kullanılamaz.

Diğer bir durum malzemelerin üretimi. Biz illa malzemeler Türkiye’den ya da Azerbaycan’dan olsun diye düşünmedik. Biz bir vizyonla geldik ve bunu ihaleye açtık. Bazıları numune sundu, fiyatlar karşılaştırıldı vs.

Mesela projenin en başarılı olan kısımlarından oditoryum, Ankara’da Sanset İkoor tarafından yapıldı. Ki Amerika’dan Çin’e kadar ihaleye çıkmıştı…

Peki o zaman bütçeyi konuşmanın yeri belki de. Projede bütçenin belirleyici rolü oldu mu? Hatta genel olarak ofisin projelerinde bütçenin rolü nedir? Yani Zaha Hadid tasarımdan, bütçe için ne kadar ödün verir? Bütçe tasarıma ne kadar yön verir?

Aslında birlikte yürür diyebiliriz. Yani burada sıradışı bir şey isteniliyordu ve tabiki onu kaybetmemek için belirli bir yere kadar ödün verip biryerden sonra ödün vermemek gerekiyordu. Yani biz de ödün verdik çünkü bazen fark yaratmadığını gördük. Önemli olan zaman kısıtlamasıydı. Mesela çok büyük camlar istiyorduk ama onları yapmak diyelim 2 sene sürecekti. Ona göre farklı alternatifler baktik. Yani uzlaşmacı bir tarafımız da var.

Biraz formdan bahsedelim. Yapıyı tanımlarken mimarlık ve kent kavramlarının bulanıklaşmasından söz ediyorsunuz. Peki yapının kent ile uyumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence çok bağlamsal bir bina. Zaten araziye bakıldığında çok serbest duran da bir bina. Yani mimarlık tabiki bir obje tasarımından farklıdır. Yanında bir bina varsa ona göre bir duruş gerekir vs.


Fotoğrafların telif hakkı Iwan Baan’a aittir. İzinsiz kullanılamaz.

Ve tabi bu zemin, yüzey ilişkisinin eski yeni Azerbaycan’ı simgelemesi durumu var…

Evet. Azerbaycan Cumhuriyet’i 1991 senesinde Sovyetler Birliği’nden aldı. Dolayısıyla henüz çok yeni ve ileriye bir yansıması olarak görmek lazım bu ve bunun gibi projeleri… Çünkü mimarlık bir sosyal ideoloji ve bir katalizördür aynı zamanda. Var olan durumdan çok, ileriyi ve ileride insanların nasıl mekanlarda yaşayacaklarını tasvir etmektir.


Fotoğrafların telif hakkı Iwan Baan’a aittir. İzinsiz kullanılamaz.

Yani aslında benim sorumda biraz gelecek ve bugün arasında binanın duruşu üzerineydi. Yani var olan kent ve bağlam ile uyumu…

Tabi, eleştirmek gibi olmasın ama bağlamsal olmak demek illa buradaki neo klasik cepheleri taklit etmekse bizim açımızdan tasvip edilen bir uygulama değil. Bizim yaptımız, topografiye uyuyor, insanların kültürüne uyuyor. Bu sert peyzaj, yumuşak peyzaj ve kentsel peyzaj gibi birçok farklı dinamikleri olan bir proje.

“Zaha Hadid’i herhangi bir mimar gibi görmemek lazım. Onu bir ekol gibi görmek gerek!”

Mimarlıkta kurumsallaşma ile ilgili bir sorum olacak. Özellikle yoğun üretime geçen, uluslarası çalışan ofislerde yaşanan bir imza durumu var. Bugün basın turu sırasında dikkatimi çeken bir konuşma yaşandı, katılımcılardan biri Haydar Aliyev Kültür Merkezi’nin Zaha Hadid’in eskizi olup olmadığını sordu siz de bunun üzerine Zaha Hadid Architects’te çalışan herkesin tasarım yaptığını belirttiniz.

Sizce içerisinde bulunduğunuz bu ortamda, yoğun bir üretimin olduğu bir ofiste kurumsallaşma nasıl mümkün? Mümnkünse bu beraberinde star mimarın çizgisini devam ettirmeyi, üretimin yinelenmesini mi getirecektir? Kurumsallaşma başka nasıl mümkün olabilir?

Ben bunun bir düşünce okulu olduğunu düşünüyorum. Çünkü araştırma ve üretme süreci farklı ekollerden oluşan bir ekiple başlıyor. Columbia Üniversitesi, Yale Üniversitesi gibi, ben mesela önce Taşkışla’ya ardından UCLA’ye gittim. Yani Zaha’nın Yale’de ve Viyana’da dersler vermesi bunun bir örneği… Akademi yaptığımız işin içerisinde olduğundan her daim avangarda ve deneysele giden bir süreç var. Yani hem kültürel dinamikleri hem de pazarlamaya yönelik dinamik bir süreç.

Dolayısıyla bu gibi ofisler kadrosuna da belirli insanları dahil ediyor. Zaha Hadid’i herhangi bir mimar gibi görmemek lazım. Onu bir ekol gibi görmek gerek çünkü o 80’lerden beri bir vizyon peşinde olan biri ve 80’lerde ve 90’larda yaptığı işleri tekrarlamak istemiyor. Dolayısıyla ofiste her zaman çok genç tasarımcılara yer veriyor. İnovasyona çok değer veriyor çünkü. Bu sebeptendir ki hep bir ayak akademide bir ayak pratikte.

Zaha Hadid daima bizleri; tasarımcılari, mimarları yeni tasarımlar yapmamız icin yol göstermiştir.Yani bizim yaratıcı ve inovatif olmamız için baskıcıdır. Tabi ki ofisin bir birikimi vardır, Zaha’nın oluşturduğu bir platform, bir zemin vardır tüm bunlar birbirini besler. Ama Zaha Hadid Architects ismi tabi ki belirli bir vizyonu bir standardı ortaya koyar.

Türkiye’de güncel mimarlık pratiğini takip edebiliyor musunuz?

Türk mütahitler çok saygı duyulan ve uluslarası çok başarılı bulunan insanlar. Ayrıca tasarımında değerinin de gitgide daha fazla anlaşılmaya başlandığını düşünüyorum. Çünkü tasarımın ürünün, binanın, değerini ne kadar arttırdığını gördüler. Ayrıca toplam inşaat maliyeti içerisinde tasarım o kadar küçük bir yer kaplıyor ki! %3 gibi bir rakam ile binanın değeri 2-3 katına çıkabiliyorlar.

Tasarım sadece güzel şekiller yapmak değildir, iyi düşünülmüş proje demektir. Yani güzel bir mekan, tabii bir ışık, programın çok iyi çalışması ile binanın ve insanın hayat standartını yükseltir. Ve Türkiye’de bu anlaşılmaya başlandı.

Biraz ileride yer alacağınız projelerden konuşalım mı?

Şu an birkaç küçük proje üzerinde çalışıyoruz. Biri İstanbul’da küçük bir müze projesi. Ama ismini ve detaylarını söylemek istemiyorum henüz çok erken. Heyecan verici çünkü çağdaş Türkiye’ye uygun bir müze nasıl olur bunu araştırıyorum, bunun kodlarını çözmeye çalışıyorum.

Londra’da bir ev gibi küçük projeler var. Tabi Haydar Aliyev gibi 100.000 m2 lik bir projeden sonra bir maraton gibi bu projeler devam ediyor. Disney Concert Hall’un içerisinde bir set projesi var. Endüstri ürünleri tasarımı ile uğraşmayı da seviyorum, hem onun geri dönüşü de daha kısa. Bu beni heyecanlandırıyor.

Mimarlıktan çok farklı bir süreç. Yani mimarlıkta üretim süreci, trendler, moda gibi çok hızlı değişmiyor. İstikrarlı olman lazım. İyiyi de kötüyü de absorb etmen gerek. Beklemen gerekli sabırlı olman lazım. İlk başladığımda çok sabırsızdım ama sonra olgunlaştım ve bunun benim için uygun olduğunu anladım. Ama hala küçük ölçekli tasarımlar da hoşuma gidiyor.

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın