“Mimarlık Eskiden Daha İdealist Öğrencilerin Seçtiği Bir Bölümdü”

2017 yılında Arkitera Genç Mimar Ödülü'nü alan ekiplerden biri olan SLASH Architects'in ortakları Şule Ertürk Gaucher ve İpek Baycan ile mimarlık eğitimi, nesillerin dönüşümü, Türkiye'de genç mimar olmak ve SLASH'in mimarlık yapma biçimlerini konuştuk.

Birlikte ofis açma kararı nasıl ortaya çıktı, nasıl bir araya geldiniz? Slash Architects’in kuruluşundan biraz bahsedebilir misiniz?

Şule Ertürk Gaucher: Ben yüksek lisans için yurtdışına gitmeden hemen önce sosyal bir ortamda tanıştık. Akabinde uzaktan da olsak bireysel olarak üzerinde çalıştığımız mimari ve akademik işleri birbirimizle paylaşmaya başladık. Bir araya gelme fırsatı bulduğumuzda da yarışma yaparak birlikteliğimizin ilk adımlarını attık. Sonrasında birimize küçük de olsa bir iş geldiğinde paylaşıp birlikte geliştirmeye başladık.

İpek Baycan: Şule’nin vize problemleri nedeniyle Fransa’dan Türkiye’ye döndüğü dönemde ben bir süredir çeşitli proje ortaklıkları yapıyordum. Şule ile bir şeyler filizlenmeye başlamıştı, tam o dönemde 38-30 Çiftliği Peynir Fabrikası projesi gündeme geldi.  Bu proje için geliştirdiğimiz önerinin uygulanacağı belli olunca biz de kendi ofisimizi kurmaya karar verdik.

Şule: “Türkiye’nin durumu ne olacak, genç mimarlar olarak işlerin sürekliliğini sağlayabilir miyiz, bir ofis nasıl kurulur?” gibi soruları sormaya pek de fırsat kalmadan, oldukça hızlı ve heyecanlı bir biçimde kendimizi birlikte bir ofis açarken bulduk.


38-30 Çiftliği (SLASH Architects + arkiZON Mimarlık)

Farklı ekoller ve uzmanlık alanlarından geliyorsunuz. Bu nasıl bir çalışma etkileşimi oluşturuyor?

İpek: İTÜ Mimarlık’tan mezun olmam, yine İTÜ’de yüksek lisans bitirmiş olmam ve sonrasında EAA’da projelerin konseptten uygulama her aşamasında çalışmış olmam bu ofisi kurarken ve sürdürürken yaptıklarımı şekillendiriyor tabii ki.

Şule: Ben ise Yıldız Mimarlık mezunuyum, yüksek lisansta “computational design” (bilgisayar destekli tasarım) üzerine çalıştım, mezun olduktan sonra çeşitli ofislerde mimari ve iç mimari projelerde bulundum ve şantiye deneyimlerim oldu. Fransa’da olduğum dönemde ise bambaşka bir alandan devam edip konsept, ileri modelleme teknikleri ve görselleştirme üzerine çalıştım. Özetle ikimiz de mimarlığı farklı uçlarından tutarak çeşitli tecrübeler edinmiştik.  İkimizin bu zamana kadarki bilgi birikimleri ve deneyimleri birleştiğinde iyi bir bütünlük oluşturdu ve birbirini tamamladı.

Tasarım ve uygulama sürecinde nasıl bir iş bölümünüz var?

Şule: Öncelikle ikimiz de tasarımın en başından itibaren projenin başında bulunuyoruz. O an kimin aklında nasıl bir fikir var ise, kendi yöntemleri ile bir taslak çıkarıyor. Bazen on tane alternatif çıkıyor, bazen tek bir fikir oluyor. Akabinde birimiz plandan, diğerimiz kütleden ilerliyor. Bu öneriler bazen birleşiyor bazen ayrışıyor; arada rolleri değişiyoruz ve projeleri bu şekilde inceltiyoruz. Sonraki süreçlerde İpek uygulama projelerini yönetiyor, ben ise genelde görselleştirme, sunum, modelleme gibi işleri veya şantiyeleri yönetiyorum.

İpek: Projelerin genel anlamda iyiliği için, birbirimizin alanlarına veya işlerine müdahale etmekte hiç çekinmiyoruz. Sürekli devinim ve eleştiri ile en iyi sonuca vardığımızı düşünüyorum. Hiçbir zaman “bu fikir değişmez” demiyor kimse.

Kendi aranızdaki bu müdahale ve eleştiriye açık tutumu işverenleriniz ile de sürdürebiliyor musunuz?

Şule: Müşteriyle bu kadar açık bir süreç yaşamıyoruz. Zaten kendi aramızda az önce bahsettiğim gibi yoğun geçen bir süreçten sonra işverene yaptığımız sunum, sebep sonuç ilişkilerini belirttiğimiz şeffaf bir sunum oluyor. Bu da ikna edici oluyor sanırım.


Batı Ortodonti Diş Polikliniği (SLASH Architects)

Yarışmalar, kentsel tasarım projeleri, hatırı sayılır miktarda iç mekan tasarımı, mimari projeler gibi yaygın bir üretim alanınız var. Bu yayılım, piyasada yer edinmeye çalışan genç bir ofis olmanın zorluklarından mı yoksa farklı farklı ilgi alanlarınız olmasından mı kaynaklanıyor?

Şule: Öncelikle, ikimiz de mimarlık mezunuyuz fakat yüksek lisansta ikimiz de kentsel tasarım üzerine çalışmalar yaptık. Ben bilgisayar destekli tasarım üzerine yoğunlaşırken, İpek daha sosyolojik kavramlar üzerine çalışmış; fakat benzer ölçeklere kafa yormuşuz. Ben yurtdışında da kentsel tasarım üzerine çalışmaya devam ettim.

Öte yandan yaptığımız iç mimari işleri, mimarlık ve iç mimarlık olarak çok da ayırmıyoruz kafamızda. İç mekan projelerine dekorasyon değil, mimari müdahaleler ve yapısal hamleler ile yaklaşıyoruz; mekanların potansiyelini araştırıyor ve ona müdahale ediyoruz. Yapısal ölçekten en ince detayına kadar projelendirmelerimizi aynı hassasiyette yapmaya çalışıyoruz. Nitekim tasarım kavramını bir bütün olarak aldığımızda, biz mimarlar olarak tüm bu ölçeklerde yorum yapabilme ve iş yapabilme becerisine sahibiz.

Sormadan edemeyeceğim, bu kadar fazla diş sağlığı merkezi tasarlamış olmanız tesadüfi mi?

Şule: Evet, çok tesadüfi. Yurtdışında olduğum dönemde bir tane diş hekimi arkadaşım “bir projem var, klinik yapmak istiyorum, bana yardımcı olur musun?” demişti. İstanbul’a geldiğim bir dönemde ilk bu projeyi hazırladık. Önce onun arkadaşı sonra arkadaşının arkadaşı beğendi derken, ardından birçok proje geldi. Hızlı da yayıldı çünkü bu zamana kadar klinikler hep soğuk veya hastane gibi tasarlanıyorken bir anda bizim gündelik hayatın parçası olarak ele aldığımız mekanlar ile karşılaştılar. Sonuçta artık günümüzde herkes kendini daha rahat hissedeceği daha sıcak ortamlar arıyor.

Ayrıca biz hekimler ile çalışmayı seviyoruz. Diş hekimliği, çok farklı ve mikro bir ölçekte de olsa, mimarlık ile benzer bir uğraşları, sorunsalları ve yaklaşımları olan bir meslek.

İpek: Diş hekimliğinin estetik bir tarafının olması aslında diğer tıp dallarından farklı olarak hekimlerin yaklaşımında da hissediliyor. Diş hekimleri ile iyi anlaşmamızı sağlayan etkenlerden biri de bu oldu. Bu sayede tasarımlarımız karşı taraf tarafından daha rahat algılandı ve uygulamaya gidebildi.


Dentagram Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği (SLASH Architects)

“Genç mimar” kavramı konusunda ne düşünüyorsunuz?

İpek: “Genç mimar” kavramı belki de mimarlıkta genç olup da yapı üretebilmenin nadir bir durum olması ile ilişkilendirilebilir; ne de olsa mimarlık ciddi bir tecrübe işi. Bu anlamda dikkat çekilmesi gereken bir mesele haline geliyor. Genç mimar olarak, kabul gören bir noktada olmak ve yaptıklarımızın anlaşılıyor olduğunu hissetmek bizim için önemli.

Genel anlamda genç olmanın, mimarlık üzerine katı kabuller olmadan hareket etme özgürlüğü olduğunu ve mesleğe yeni bir şeyler katabildiğini düşünüyorum. Genç mimarlar bu yönleri ile öne çıkıp mimarlık ortamını güncel kılabiliyor. Benzer bir biçimde yeni nesil teknoloji ve inovasyonları kullanmaya yatkınlıkları ile birlikte gelen güncel medyaların kullanımı da mimarlık ortamını çeşitlendiriyor bize göre.

Şule: Genç mimar olup yapılarını uygulatabilmek gerçekten çok değerli. Öte yandan, birçok avantajı olduğu gibi bir o kadar da dezavantajı var bu durumun. Genç olmamız, bazen müşteriler tarafından dinamik bulunup olumlu değerlendirilirken bazen de ön yargı oluşturabiliyor. İnsanların nazı daha çok geçebiliyor.


The Perspective Ofis Yapısı (SLASH Architects)

Birlikte mezun olduğunuz jenerasyonu ve bunun içinde kendinizi nasıl görüyorsunuz? Akranlarınız oluşturduğu mimarlık ortamının gün geçtikçe birbirine yaklaştığını veya belirginleştiğini düşünüyor musunuz?

İpek: ABOUTBLANK, Halükar Mimarlık, Kolektif Mimarlar, Praxis gibi belli bir dönem arkadaşları, aynı hızda ve dönemde kendi ofislerimizi açtık. Şu an artık aktif üretimler yapan bu neslin arasında ciddi bir dayanışma var. Bu dayanışma Türkiye’deki mimarlık ortamını zorlayan parametrelere karşı tasarımcıların birbirini anlamasıyla da ilgili. Sorunun ikinci kısmına cevap verecek olursak, bence oldukça özgün işler çıkabiliyor fakat hala yurtdışında yapılan mimari öneriler ve yapılara oranla piyasanın koşullarının yaratıcılığın sınırlarına olan etkisi hissediliyor.

Şule: Bizim jenerasyonumuz çok donanımlı hocalarla çalışma fırsatı bulmuş, düşünen araştıran bir jenerasyondu. Tüm dönem arkadaşlarım gerçekten mimarlığı seven ve mimarlık yapmak isteyen, üretim yapan insanlardı. Bu noktada bizim geliştirdiğimiz mimarlık pratiğinin öğrenimlerimizde edindiğimiz özgür düşüncenin imarelerini barındırdığını düşünüyoruz.

Yeni nesil, tam da şu an sizin jenerasyonun elinde büyüyor aslında çünkü özel okulların sayıları arttıkça, yan iş olarak stüdyo yürütücülüğü yapan genç mimar sayısı da benzer biçimde arttı. Yaşlarınız göreli olarak oldukça yakın olmasına rağmen neden aranızdaki bu kadar fark var sizce?

İpek: Söylediğiniz bir bakıma doğru ama bu durum sanırım biraz da Türkiye’nin içinde bulunduğu bu yıllar ile ilgili. Yılların bilgi birikimi ile sağlam temellere oturmuş ekol sahibi üniversiteler çok kan kaybetti. Buna alternatif olarak kendi ortamını yaratan çok iyi özel üniversite ekipleri oluştu. Bu da bir geçiş süreci. Ben açıkçası biraz buna bağlıyorum.

Şule: Bir de güncel durumda her şeyin tüketime yönlendirilecek şekilde sunulması, kolaycılığa alıştırılmak, emek vermeden bir yerlere hemen gelmeye çalışma zihniyetinin her alanda belirmesi ve her şeyin çok hızlanması… Mimarlık ortamında, proje üretim sürecine dair en büyük beklenti (özellikle büyük ölçekli projelerde) çok hızlı olunmasına yönelik. Bu durum beraberinde kopyala yapıştır mantığını getiriyor, yeni nesiller bile bu hıza ayak uydurmak için bu şekilde düşünmeye başladı denebilir.  Özel okulların sayısının artması ile üniversiteler bir anda çok fazla mezun vermeye başladı. Bu hıza ve sayıya yetişecek nitelikli öğretim elemanı eksiği var. Öğrenciler tam yetişmeden, mimari kültürü benimseyemeden mesleğe atılıyorlar.

İpek: Bence ülkede son 15 yılda patlayan inşaat sektörü ile beraber mantar gibi okul türemiş olmasıyla da alakalı. Çünkü eskiden mimarlık daha idealist öğrencilerin seçtiği bir bölümdü, şimdi biraz daha müteahhitlere yönelik bir hizmet sektörüymüş gibi bir algı var. Bizlerden sonraki genç mimar jenerasyonları nasıl olacak merakla bekliyoruz.

Şule: Biraz klişe olacak ama bizler okuyan bir nesildik. Şu an kimse okumuyor, çok araştırmıyor, sanatı, ressamları tanımıyor, kültürden bihaber. Mimarlık bu öğeler üzerine kurulu ama bunları bilmeyince “giydirme cam cepheler, güzel oluyor, ferah oluyor” diyen öğrenciler ile karşı karşıya geliyorsunuz. Çünkü yakın çevresinde gördüğü, algıladığı bu tablo.

Hazır konu eğitime kaymışken, Bahçeşehir Üniversitesi’nde verdiğiniz ‘Mimarlıkta Profesyonel Hayata Geçiş’ dersinden bahsederek devam edebiliriz. Türkiye’de, İstanbul’da, profesyonel hayata geçmek nasıl bir deneyim, öğrencilere neler aktarıyorsunuz?

İpek: Bu dersi kurgularken mimaride ifade biçimleri ve iletişim biçimleri üzerine çok düşündük. Tasarıma yaklaşırken, mimarlığı ele alırken nasıl yaklaştıklarını sorarak başlıyoruz derse. Sonuçta sadece üretim yapmakla bitmiyor, kendi mimarlıklarını aktarıyor, iyi ifade ediyor ve savunabiliyor olmalılar.

Öğrencilerin kendilerine dönüp bunları keşfetmesini sağlamaya çalışıyoruz. Normalde proje derslerinde tek bir projeye odaklanılıyor, bu derste ise o ana kadar yaptıkları projelere bir bütün olarak bakmalarını, kendilerini değerlendirmelerini ve eleştirmelerini sağlamaya çalışıyoruz.

Profesyonel hayatta kendilerini ve projelerini – başka bir değişle mimarlık kimliklerini – nasıl yansıttıklarını göstermeyi hedefliyoruz. Dersin bir de uygulamalı bölümü var. Bu bölümde öğrencileri tasarım briflerini alacakları bir müşteri ile karşılaştırıyor, müşteriyle karşılaştıklarında dahi bir yarışma projesi sunarmış gibi hazırlanmış olmaları gerektiğini anlatıyoruz. Dersin sonuç ürünü olarak da, gerçek bir müşteri ile karşılaşıp onun isteklerini anlayıp, tasarım brifini doğru yorumlayarak bir proje geliştirmelerini istiyoruz.

Şule: Hayata veya mezuniyet sonrasına dair bir simülasyon aslında… Bu sayede, öğrencilerin normalde ancak mezun olduktan sonra düşünecekleri konuların tohumunu atmayı ve şimdiden farkındalık yaratmayı amaçlıyoruz. Aksi halde öğrenciler mezun olduktan sonra sudan çıkmış balık gibi oluyor. Biz de öyleydik… Çok büyük hayallerimiz oluyor ama gerçeklerin bu hayallerle alakası olmayabiliyor. Bunun da ötesinde, mimarlık mezunu olan öğrencilerin yönelebileceği çeşitli kanallar ve mimarlığın farklı potansiyelleri üzerine düşünmesini de sağlıyoruz. Mezun olduktan sonra tasarım ile ilişkili ilgilerini çeken herhangi bir konuda çalışmalarını sürdürebilir, mimari bir ofiste çalışabilir, kendi işini yapabilir, akademiye yönelebilir ya da fotoğraf – görselleştirme gibi pek çok konuya yönelebilirler. Ders boyunca panellere davet ettiğimiz profesyonellerden kendi rotalarını çizme hikayelerini anlatmalarını istiyoruz ve tartışmalı bir ortam kurguluyoruz.

Etiketler

Bir yanıt yazın