Katılımcı, Bir ‘Palimpsest’ Kent Olarak İstanbul ve Sonsuz Tasarım Katmanları

ULTIMATE HUT (NİHAİ BARINAK)

“Doğal insan, dinlenmek istemiş ve bir derenin yakınlarında bir çayıra uzanmıştır; ancak güneşten rahatsız olan insan ormana gitmiş ve ağaçların gölgelerinden faydalanmak istemiştir. Ormanda da yağmura yakalanan insan, kuru bir mağaraya sığınmıştır. Fakat mağaranın karanlığından korkunca tekrar dışarı çıkmak zorunda kalmıştır. Bütün bunların üzerine derenin, çayırın, ormanın ve mağaranın avantajlarını bir arada toparlayacak bir sığınağa ihtiyacı olduğunu düşünmüştür. Bunun sonucunda dört yüksek sağlam ağaç kütüğünü toprağa dikip yukardan bağlayıp boşlukları yapraklarla doldurmak yoluyla ilk kulübeyi inşa etmiştir.” (Marc-Antoine Laugier, Essai sur l’Architecture, 1753)

Marc-Antoine Laugier’in bahsettiği gibi, yüzyıllar önce insanlar barınma, korunma içgüdüsüyle ve mahremiyet gereksinimiyle ilk kulübeyi (primitive hut) inşa etmişlerdir. Sosyal bir varlık olan insanın barınma birimlerinin ve ortak kullanım alanlarının bir araya gelmesiyle köyler, kasabalar ve kentler oluşmuştur.

Dünya; zamansal, mekânsal, toplumsal, kültürel, teknolojik, siyasi, fiziksel, ekonomik ve politik dinamikler çerçevesinde sürekli değişip dönüşüyor. Böylece, gündelik yaşam pratikleri ve kentle kurulan ilişkiler de değişim ve dönüşüme uğruyor. Böylece kentler, her seferinde yeni görünümler kazanıyor. Bu süreçte yeni üretilen mekanlar, kentin var olan zamansal, mekânsal, sosyokültürel ve toplumsal katmanlarından besleniyor. Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan İstanbul, çağlar boyunca birlikte yaşam kültürünün hayat bulduğu bir kent olmuştur. Yıllardır farklı dinamiklerin etkisinde sürekli değişip gelişmekte, yeniden tanımlanıp keşfedilerek tekrar tasarlanmaktadır. Bu çok katmanlı eklektik devingen yapısıyla İstanbul, geçmişten geleceğe üst üste, iç içe, yan yana örülen yeni katmanları hala üretmeye devam ederek bizlere geçmişin, bugünün ve geleceğin izlerini okutuyor.

Ancak sürekli üretebilme gücüne sahip olduğunu varsaydığımız bu şehir, var olan katmanlarını hiçe sayarak, yok ederek yeniden düzen kurmaya çalıştığında ekümenopolise dönüşmeye başlıyor. Gün geçtikçe kentsel hafızasından uzaklaşıp tek tipleşen kapsül hayatın bir örneği haline geldiği görülüyor. Kontrolsüz artan nüfus, tek tipleşen toplu konutlar, AVM yaşantısı, aşırı tasarlanmış eylemler barındıran mekanlar, İstanbul’un kent kimliğini oluşturan katmanlarının algılanmasını güçleştiriyor. İstanbul’u İstanbul yapan değerler günbegün eksilip pasifleşiyor, bu kent artık köklerinden koparak hayatta kalmaya çalışıyor. Tüm bunların sonucunda birey kentten kopuyor ve bireyin kent ile tek bağı yaşadığı ev haline geliyor. Kapasitesini aşıp kontrolsüz biçimde büyüyen İstanbul’un son kaotik katmanı, gelecekteki insanların kent tarihi ile yüz yüze gelmesi için tasarlandı.

İnsanlık ve mimarlık tarihi, bireylerin artarak bugüne gelen ‘iştahını’ açık bir şekilde göstermektedir. En temel ihtiyaçlarla şekillenmiş olan ilk barınma birimlerinin, tarihteki her yeni adımla biraz daha büyüyüp – geliştiği görülebilmektedir. Aynı ‘iştah’ zamanla kentleri de değiştirmiş, dönüştürmüş; bir noktada her birinin kimliğini yok etmiştir. Tüm bu veriler ışığında; proje, sırtını insanın barınmaya dair temel ihtiyacına dayamıştır.

2100’lü yıllar… Yirmi ikinci Yüzyılın başları…

Modern yaşamda günbegün azalan kentsel donanımlar, yüzeysel yaşam biçimleri yaratarak insanları en başa dönmeye mecbur bırakıyor; yaşadığı çevrenin zararlarından korunmak için kendi barınağını yapmaya… Metropol kentler tek tek yaşanamaz hale geldikçe İstanbul, harcamakla tüketemediğimiz potansiyeli ve buna bağlı olarak hala üretebildiği yeni katmanı sayesinde yaşamaya devam ediyor.

Önerilen yaşam biçimi, tarihi İstanbul kentinde yeni ve provokatif bir barınmayı hedeflemektedir. Bu barınmanın kentin kaotik katmanını oluşturması planlanmaktadır. Her yerin aynılaştığı, karakterini yitirdiği günümüz kentlerinin farklılaşmasının – kendi dokusunu yeniden oluşturmasının yolu İstanbul’da böyle tanımlanmıştır. Proje, yapılı çevrenin var olan imkanlarının kullanılarak, temel barınma ihtiyacının karşılanmasına olanak sağlayan birimler oluşturmayı amaç edinmiştir. Umulan, yeni bir sistemin ilk adımlarını atabilmek, aidiyet duygusunun devam ettiği kent hafızasını canlı tutabilmektir.

Uzun vadede, öngörülen ev–insan ilişkisinin dönüştürücü bir rol üstlenmesi, İstanbul’a sirayet etmesi projeyi başarılı kılacak gelişmelerdir. Kentin bize ait en ufak birimi olan “ev”in dönüştürülebilmesi, İstanbul’un geleceği için son umuttur, denebilir.

Etiketler

Bir yanıt yazın