Eşdeğer Ödül, “Sonsuz Bir Artikülasyon Mekanı Olarak İstanbul” Öğrenci Fikir Yarışması

Eşdeğer Ödül, “Sonsuz Bir Artikülasyon Mekanı Olarak İstanbul” Öğrenci Fikir Yarışması

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü 4. Sınıf öğrencisi Nida Bilgen ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü 4. Sınıf öğrencisi Ahmet Can Karakadılar’ın, IAPS-CS Culture & Space Network: Kültür ve Mekan Buluşmaları 4 – Ulusal Öğrenci Fikir Yarışması’nda Eşdeğer Ödül alan projesi


PROJE RAPORU

Kenti Benimseme Metodu Olarak Ev – MÜDAHALEV

“Köklerinden sökülmüş insanların, değerlerin sınırsızca çarpıştığı modern kentlerde, sabitliğin yerini gelip geçicilik; organik cemaatin yerini de ‘kalabalıklar’ alır. Modern çevrelerin kaosu herkesi “bir girdabın içine döker; sürekli parçalanmanın ve yenilenmenin, mücadelenin ve çelişkinin, belirsizliğin ve acının girdabına”. Organik hayatın ve onun sabitliklerinin mümkün kıldığı ‘ev’, yitirilir. Modern insan, ‘evsiz’dir.” Roysi Ojalvo, 2011 [1]

Çok katmanlılığın ve hızın örgütlediği bir metropolde, sürprizlerin, fırsatların, yeni ilişkilerin, yeni birleşmelerin ve yeni ihtimallerin doğması beklenir. Peki, İstanbul gibi çok katmanlı – çok değişkenli – çok yoğunluklu; yani ‘çok’ların hüküm sürdüğü bir şehir, gerçekten de ‘çok’ ihtimali içinde barındırıyor mu? Yoksa bu şehrin çokluğu, içinde yaşamayan ama hayatta kalan modern ‘evsizlerin / yersizlerin’ ihtimallerini mi yutup azaltıyor?

Günümüzde Kurtuluş olarak adlandırılan, yerleşimin 19. yüzyıl başlarına uzandığı bölge bu ‘çokluk’lar itibariyle tam da bir İstanbul temsili teşkil ediyor. Hala bir Ermeni/Rum Mahallesi olarak anılsa da aslında Kurtuluş, içerisinde her türlü etnik gruptan, ekonomik sınıftan insanlar barındıran ve bu özelliklerinden ötürü renkli olması beklenen bir semt örgüsü kuruyor fakat yukarıdan inme kararlarla* kentlinin kente dair haklarını gözetmeksizin yapılan uygulamalar bu örgü içinde yaşayanların müdahalelerine izin vermiyor. Halbuki yaşadığı mekâna yabancılaşmış yersizler ancak ona müdahale ettiklerinde kenti kendilerinin yapabilirler. Evde kendine ait bir köşe yaratmış olan insan, kamusal alanda da müdahale ettiği köşeler yarattığında kente aidiyet hissini geri kazanır. Evin parçalarını kamusal alana taşımak, evi kente taşımak da işte bu noktada bir müdahale metodu olarak karşımıza çıkar.

“…Evimden ayrılarak aşağıda yaşayan veya o izlenimi veren renkli topluluğa karışmıştım. Bu insanları evlerinde hayal edemiyordum. Mahalle, kaldırımdan bakıldığında çok farklı görünüyor. Evlerinde yaşayan büyük çoğunluk, çalıştıkları uzak semtlere gitmek dışında pek dışarı çıkmıyor. Kaldırım, onlar için metroya veya otobüse, markete veya fırına gitmek için bir geçiş alanı. Burada pek oyalanmıyorlar.” [2]

Yersizlerin yer bulma ihtimali uğruna sürdürdükleri arayışlarındaki tekdüzelik, şehri çok sesli bir kakafoniden ziyade, sesleri boğuklaştıran ve sonunda kulakları farklı seslere duyarsızlaştıran bir sessizliğe dönüştürüyor. Üzerine parça parça asfalt dökülmüş Arnavut kaldırımı sokaklar anılarının izlerini taşırken hala, oyalanmayı unutup geçip giden yolcular için sokak, sokak vasfını koruyamıyor. Birbirinin yanına dikilerek zamana karşı duran her biri bir başka hikâyenin yazımı olan binalar, bir sahneden ibaret kalıyor. Yansıyan pencereden akıp giden görüntüler… kimsenin müdahele edemediği, yabancılaşan, jenerikleşen, kimliksizleşen ya da kimliğini yitiren mekanların toplamı bir şehir eder mi?

Heiddeger, insanları yer ve aidiyet duygularından arındıranın çağdaş yaşamda yabancılaşmanın artması olduğunu öne sürerken şeyleri günlük hayattaki varoluşun gösterişsiz ama önemli yönlendiricileri olarak görür. [3] Bir benimseme methodu olarak evi kente taşıdığımızda evi ev yapan şeyler ölçek değiştirerek kişi tarafından yapılabilen müdahale ile kamusal alan yaratıcı mekanlara dönüşürler.

Mahalle ölçeğine taşıdığımız ev, bu kurguda duvarlarından arınarak sınırlarını bulanıklaştırır ve mahalleliyi “aynı çatı altında toplamaya” yarar. Yani evsiz kent, sakinleri tarafından ev(cil)leştirilmiş olur. Sınırları kentin içinde kaybolmaya başlayan bu mekân, modern kent insanının kişisel alan ihtiyacıyla kendini duvarlar arasına kısıtlayan bireyleri özgürleştirir. Böylece ihtimallerin giderek azalmakta olduğu kent yeni heyecanlara gebe kalır, kent ortam sağladığı yeni senaryolarla kentli için sonsuz ihtimalli bir ev olur.

“Kamusal alanın ardından özel alanın, öznelliğin kalesi olan evin ele geçirilerek nesne(l)leştirilmesi elbette uzun sürmeyecekti. Ev, fenomenolojik bağlamından koparılarak boyutlandırılacak, ölçülüp biçilerek matematiksel araçlarla tanımlanacak; parçalarına ayrılıp standartlaştırılacak, rasyonel nesnel dünyanın yöntem ve kurallarının test edileceği yeni, verimli bir egzersiz alanı olarak belirecekti.” [4]

Referenslar
[1] Modern Kültürde ‘Ev’ ve ‘Evsizlik’ Üzerine Bir Tez, Roysi Ojalvo, 22/11/2011, skopbülten
[2] Evsiz Bir Adamın Güncesi, Marc Augé, 2018, Yapı Kredi Yayınları
[3] Mimarlar İçin Heidegger, Adam Sharr, 2013, YEM Yayın
[4] Bir Arzu Nesnesi Olarak Ev, Nilüfer Talu, 12/3/2012, skopdergi, sayı 2

 


Etiketler

Bir yanıt yazın