Eşdeğer Ödül, Bir ‘Palimpsest’ Kent Olarak İstanbul ve Sonsuz Tasarım Katmanları

Bir Hatıranın İnşası

1- Şehir ve Hafıza

Duyduğun, gördüğün, gece rüyanda göreceğin, bilincinin ve hafızanın bütün mekanları olan ‘şehir’.

Senin çoğalttığın, senin inşa ettiğin ve seni güne doğuran, çoğaltan; şehir.

Seni oluşturan, genlerinden sonra seni sana işleyen; yine şehir.

Dar bir yokuştan, kaptırdığında kendini denize doğru; aklına gelen şey.

Ve anılarının biricik sahnesi, düşüncelerinin zemini senin dünyan; yani şehrin. Yerlerini arşınladığın, göklerini kurşunladığın; şehrin.

Sahiplendiğin, üstüne söz söylediğin ya da laf ettirmediğin şehrin, sokaklarında kaybederken seni,

sana verdiği sadakat ve korku; senin şehrinin.

Seni çevreleyen, seni yücelten ya da küçük düşüren o.

Gece biter, gündüz başlar, gündüz biter gece başlar.

O hep kalır.

Geçip gittiğin yer sensen, aklında kalan; senin şehrin.

Yapılı ve doğal çevreler bütünü olarak şehirler, insan hayatının ana sahneleri, belleklerinin zeminlendiği yerlerdir. Şehrin mimarlığı, tüm samimiyetiyle fakat bir o kadar da bilinçsizce insanın tasarlanmış hafızasını oluşturur. Tasarlanmış olan insanı; hatıralarını ve bilinçaltını şekillendirerek yeniden üretir. Bu yeniden üretim karşılıklıdır. Hatıralar da şehri yeniden üretme gücüne sahiptir.

Çünkü, her hatıra ayrı bir şehir tanımı içerir. Hatırayı oluşturan, öznel deneyimler ve duyguların mekanı artık olayın gerçekleştiği yer değildir. O yer, artık geçilen olmanın ötesinde biricik bir hatıranın ana mekanıdır ve orada kontrol artık belleğin sahibindedir.

İstanbul, var olduğu andan beri, kendine dokunmuş veya teğet geçmiş sayısız zihinde muhtemelen sonsuz kez bu şekilde yeniden inşa edildi. Bir nesne olarak İstanbul, ona atfedilen bütün anlamını oluşturduğu belleğe sahiptir.

Kent ile insan arasındaki bu ikili şekillenme, yani bellek zaman ve değişim gibi kavramları içine alarak, yere dair üzerlerinde bıraktığı algının ve hislerin farklı yollarla üretilmesi ve tasarlanmasıyla oluşur. Bu, geçmişin tasarlanmasıdır. Bugüne taşınan tasarlanmış imgeler (gravür, gezginlerin anıları veya eski fotoğraflar vb.) bütün nostaljilerinin yanında, geçmiş–bugün ve bugün-gelecek ilişkisini kıyaslamaya, okumaya ve öngörmeye yararlar. Dolayısıyla kent-zaman-değişim gibi olgular paralelinde bu kıyaslamalar, yapan bizler anlarız ki; aynı İstanbul’a ikinci kez bakmak mümkün değildir.

Hatıranın sahnelendiği, ‘vuku’ bulduğu şehrin mekanları, zamanla değişime uğrayabilirler. Bu değişim, öyle ki, fiziksel mekanlardan sanal mekanlara evrilmek dahi olabilir. Bugün, insanın içinde var olduğu, gerçek olana alternatif olan elektronik iletişim ağları , insana yeni bir boyutta düşünmeyi ve yaşamayı sağlıyor. İnsanın, içinde bizzat bulunmadığı fakat, dünyamıza giren ve nesnelerden soyutlayan sanal dünya, insanın ikincil bir yaşam alanı olarak görülebilir.

Sanal gerçeklikler ve hologramlar dünyası, bir fantezi olmaktan çıkıp bizzat ihtiyaca göre mekan üretiminin ya da ‘mimarlığın’ yeni tanımı olabilir. Fiziksel olarak inşa etmek yerine, mekan ve anı üretimi tamamen sanallaşabilir. Eğer kenti oluşturan, hatıralarsa ve bunu sanal mekanlar yapabiliyorsa, yakın veya uzak gelecekte fiziksel bütün üretimleri durdurup tamamen sanal olan üzerinden ilerlenebilir.

Bu, hem kaynak tüketimini dengeler hem de esnek mekanların üretimini kolaylaştırabilir. Kalıcı hiçbir üretimin yapılmaması, kenti fiziksel olarak rahatlatır öte yandan hatıra üretimi sürdükçe şehir yaşamaya devam eder. Şehir değiştikçe, alışkanlıklar ve değişen sistemler, bilinci ve bellek oluşturma şekillerini değiştirir. Şehrin bize ulaştığı yollar, yani onu algılayabildiğimiz duyular zamanın getirdikleriyle hatıralarımızı da etkilerler.

Değişmeyen ise, hatıralarımızın şehri; şehrimizin ise hatıralarımızı inşa ettiğidir.

Etiketler

Bir yanıt yazın