Sultanahmet’teki anıtları tanıyor musunuz?

Sultanahmet Meydanı'nda dolaşmaya devam ediyoruz. Bu sefer meydanda yer alan anıtların ve taşların hikâyesini dinleyelim.

Aristo ve Büyük İskender’i gören Yılanlı Taş’ın başına neler geldi? Alman Çeşmesi’nin hikâyesi nedir? Meydandan çalınan heykeller şimdi nerede?

Geçen hafta dünyanın en eski meydanlarından biri olan Hipodrom’un kuruluş hikayesini ve ilk katkıyı sağlayanları konuştuk. Roma İmparatoru Konstantin ve Theodosios’un meydanı nice anıtla süsleme çabalarından bahsettik. Özellikle de Dikilitaş’ın etrafında döndük durduk. Çünkü her bir yüzü bize neler neler anlattı.

Peki bu kaidenin üzerinde duran ve Dikilitaş diye adını andığımız taş da neyin nesi? Aslına bakarsanız bu taş, İstanbul’da insan eli ile şekillendirilmiş en eski sanat eseri. MÖ 1500’lerde Mısır Firavunu 3. Tutmosis tarafından yatağından çıkarılarak şekillendirilmiş. Peki Dikilitaş’lar eski Mısırlılar tarafından neden dikilir ve üzerinde ne yazardı?

Eski Mısır toplumu ölümden sonraki hayata inanmış bir inanç yapısına sahiplerdi. Gerçi adresi şaşırdıkları için putperest bir toplumdular ama asıl hayat için dünyevi de olsa ciddi çabaları vardı. İkinci diriliş için mabetler yaptırıyorlardı. Bu mabetlerin ana kapısının iki yanına da birer dikilitaş diktiriyorlardı. Taşın uç sivri kısmını altın ile kaplıyorlardı. Taşın üst figürlerinde AmonRa’ya ithaflar bulunuyordu.

Peki ne işe yarıyor bunlar? Onlara göre asıl hayatta dirilişe. Güneşe taptıkları ve onu en büyük tanrı ilan ettikleri için ölüm sonrasında güneş ışınlarının ruhlarını besleyeceğine inanıyorlar. Sabah güneş önce en yükseklere vurur. Yani Dikilitaş’ın tepesine. Sonra yükseldikçe ışınları aşağıya doğru kayar ve dikilitaşın üzerindeki yukarıdan aşağıya doğru yazılmış yazının üzerinde akar. Derken Firavun’un isminin bulunduğu yuvarlak kartuşa gelir. Böylece adrese teslim AmonRa’nın ışınları güya ruhu besler.

Bu taş en eski İstanbullu!
Kime niyet kime kısmet demişler. Tutmosis kendisi için taş yaptırıyor, Romalılar onu söküp yeni başkentleri Konstantinapolis’e getiriyorlar. Osmanlılar da bu taşa dokunmayarak yüzyıllarca meydanın ortasında koruyorlar. Ve İstanbul’un en eski, en yaşlı şahidi hâlâ orada durmaya ve ibretle etrafını gözlemeye devam ediyor. Düşünsenize bir konuşabilse idi bize neler anlatırdı neler. Mısır’da başlayan putperestlik serüveninden, Romalılar tarafından sökülüşüne, bir kısmının kesilip üçte ikilik kısmının tahıl yükü içine yatırılıp özel bir gemide İstanbul’a getirilişine ve Theodosios tarafından buraya dikilişine kadar neler gördü kim bilir. Sonra Justinyanus’un Nika Ayaklanması’nı burada bastırışını, Latin İstilasının tüm çirkefliklerini, Fatih’in şehri fethini, Sultan Süleyman’ın çocuklarının sünnet törenlerini, yeniçeri ayaklanmalarını ve daha neleri…

Yunanistan’da eridi, İstanbul’a dikildi
Dikilitaş’ın az ilerisinde meydanın ikinci yaşlı şahidine doğru yaklaşıyoruz. Pek bir şeye benzemiyor ilk bakışta. Burgulu bir gövdesi var. Direk şeklinde bir sütun o kadar. Halk arasındaki adı ile Yılanlı Taş. Aslında taş da değil, tunçtan bir anıt. Onu da buraya getiren yine şehrin kurucusu Konstantin. Yunanistan Delphi’deki Apollon Tapınağı’ndan getirilmiş. Zaten yeryüzünde iki büyük Apollon Tapınağı var. Biri Delphi, diğeri bizim Ege’deki Didim Apollon. Bu anıt da ilginç olayların şahidi. İlkçağ’da Perslerin Anadolu’yu istila edip Balkanlar’a sarktıkları dönemde, 22 Grek Şehir devletinin birleşerek Persleri yenmesi ve Pers askerlerinin tunç silahlarını eriterek yaptıkları bir zafer anıtı bu.

Üç yılanın birbirlerine sarılmış ve başları dışarıya bakar halde bir formu vardı bu anıtın. Tabii yılanların başları üzerinde de altın bir vazo bulunuyordu. Persleri yenmelerinin bu sembolünü, Apollon Tapınağı’na diktiler ve yüzyıllarca orada kaldı. Bu anıt orada bulunurken de kimleri kimleri gördü. Mesela burada öğretmenlik yapan Aristo’yu gördü, Aristo’nun üç sene yine burada öğrencisi olan Büyük İskender’i de gördü. Peki bu anıt bugün ne oldu da böyle şekilsiz bir hale geldi?

Neden Latin külahı görmektense Osmanlı kavuğu görmek istediler?
Anıta ve meydana ilk büyük zararı Latinler vermiştir. 1204 yılında 4. Haçlı Seferi’nde, Kudüs’ü işgal etmeye giderken yön değiştirip İstanbul’a saldıracaklardır. Ve Meydan, hayatının en büyük yağması ile karşı karşıya kalacaktır. Saldıranlar Katolik Hıristiyanlar, şehirde istilaya uğrayanlar Ortodoks Hıristiyanlardır. Aslında bugün Fatih’in İstanbul’a nasıl girdiğini merak edenler, öncelikle Katoliklerin nasıl girdiğini incelemelilerdir. Fatih’e yağma yaptı iftirasını atanlar yağmanın nasıl bir şey olduğunu Latin istilasından öğrenmelilerdir. Sadece evleri, insanları değil, Hıristiyan oldukları halde kiliseleri, kutsal Ayasofya’yı bile talan edeceklerdir. Bakire yüzlerce rahibeye tecavüz etmekten, lahitlerdeki Roma imparatorlarının kemiklerini çıkarıp yakmaya kadar neler neler yaparlar. İşte bundan dolayıdır ki Fatih’in İstanbul kuşatmasında Hıristiyan halk; “Şehirde Latin külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz” demişlerdir.

Bu gözü dönmüş güruh, Hipodrom Meydanı’nın güzelim anıtlarına da saldırırlar. Bir kısmını söküp ganimet diye ülkelerine kaçırırlar. Bir kısmının üzerindeki madeni parçaları söküp eritip para basarlar. Bu saldırıdan Yılanlı Taş da nasibini alır. Üzerinde bulunan Altın Vazo sökülerek eritilecektir.

Yılanın başı Londra’da!
Peki Yılanlı Taş’ın yılan başlarına ne olmuştur? Osmanlı döneminin pek çok minyatüründe bu taşları yılanları ile görmekteyiz. Fatih, askerleri ile meydanda şeşber oynarken ya da 3. Mehmet’in ve 3. Ahmet’in çocuklarının sünnet törenlerindeki o meşhur geçit törenlerinde başlarındaki yılanları ile bir köşede durmaktadır. Kesin olmamakla birlikte yeniçeri ayaklanmalarında güç gösterisi amacı ile ya da bir yıldırım düşmesi neticesinde bu başların koptuğu sanılmaktadır. Ama uzun yıllar bu üç tunç yılan başından kimse bir haber alamamıştır. Ta ki, İngilizlerin İstanbul’u işgal yıllarına kadar. Her girdikleri yeri gizliden talan etmeye meraklı İngilizler aynı şeyi İstanbul’da da yapmaya çalışmış, o günün Sultanahmet Meydanı’nda yaptıkları kaçak kazılarda bu yılan başlarından birinin başına ait çene kısmını bulmuşlardır. Ayrıca bir de skarebe böceği heykeli bulacaklardır. Bugün meydanımıza ait bu buluntular Londra Bristish Museum’da sergilenmektedir.

1950’li yıllarda Adnan Menderes döneminin İstanbul Şehir Planlama Çalışmalarında, meydan yeniden elden geçirilecek ve bu sırada yapılan kazılarda yılanlardan birinin başına ait üst kısım bulunacaktır. Muhtemelen Londra’ya kaçırılan çenenin üst kısmı olan bu parça gözleri ve burnu ile belirgin bir şekilde kendisini göstermektedir.

Meydan, bu hafta da üzerindeki anıtları konuşturarak bize kendisinden nice şey anlattı. Ama daha her şeyi değil.

Haftaya: Meydanın Ayasofya ile bütünleşmesi…

Hipodrom’dan kaçırılan anıtlar
Meydanın anıtsal giriş kapısının üzerinde bulunan Quadrika, yani dört at heykeli sökülerek nice hırsızlık yağması ile birlikte Venedik’e kaçırılır. Bugün bu dört at heykeli Venedik’teki St. Marco Kilisesi’nde muhafaza edilmeye devam etmektedir. Yine meydandan kaçırılan altın bir ejderha heykeli önce Latinlerin aralarında bulunan Norveçliler tarafından Norveç kralına hediye edilir. Yıllarca Norveç Kraliyet Gemisi’nin uç kısmını süsler. Sonra Belçika-Norveç savaşında mücadelenin galibi Belçikalılar tarafından savaş ganimeti olarak alınır ve getirilip Gent şehrinin kulesinin (Belford) tepesine konulur. Hâlâ orada durmaya devam ediyor.

Meydanın en yeni anıtı: Alman Çeşmesi
Osmanlı Devleti ile Almanya’nın yakınlaştığı 1880’lerde, Alman Kralı 2. Wilhelm bir sıra İstanbul ziyareti gerçekleştirmiştir. Bunlardan ikincisi 1898 yılında gerçekleşmiş olup, Wilhelm, Osmanlı-Alman dostluğunun anısına bir çeşme yaptırmaya karar verir. Bazı rivayetlere göre Wilhelm’in miğferini andıran bu çeşmenin kubbe içi, mozaik süslemelerle kaplıdır. Ayrıca Wilhelm ve Sultan 2.Abdülhamid Han’ın monogram ve tuğraları vardır.

Örmetaş ve akıbeti
Bugün meydanın en önemli üçüncü anıtı olan Örmetaş, diğer anıtlar gibi dünyanın farklı yerlerinden getirilmemiş olup, bizzat İstanbul’da imal ve inşa edilmiştir. Romalılar, bu meydanda bizim de bir dikilitaşımız olsun dercesine bunu muhtemelen 1. Basil döneminde inşa etmişlerdir. Üzerinde kalın bir tunç tabakası olan taşın, parlak göz alıcı bir görüntüsü olduğu ifade edilmektedir. Bu tunç tabaka üzerinde Basil’in kahramanlık kabartmaları bulunmaktadır. Ancak meydana gelen Latin istilasında, Katolik işgalciler bu tuncu eritip kullanacak ve taş günümüze bu çıplak hali ile gelecektir.

Etiketler

Bir yanıt yazın