Mimarlığın içi, dışı

İhsan Bilgin'in Taraf'ta yayınlanan yazısı.

Aslında bu hafta için yazımı, mimarın tarihine ve bugünkü işlevine ilişkin daha uzun eleştirel bir yazıyla birlikte yayınlamak üzere hazırlanmıştım ancak yer ve mizanpaj sınırları nedeniyle tek başına bu yazıyı kullanmak durumunda kaldım.

İşin dışında olanların farketmediği ama içinde olanları çileden çıkaran bir soru var: “mesleğiniz ne?”, “mimar”, devam: “iç mi? dış mı?” Haydi iç neyse de dış neyin nesi oluyor? Binanın dış kabuğu mu? Oysa bina da tıpkı öteki ‘iş’ler (work) gibi parçalanamaz bir bütün: bir film düşünün uzak planlarını Godard, yakın planlarını Fassbinder çeksin; nasıl bir ucube çıkardı kimbilir ortaya. Ya da bir roman, monologları yani iç konuşmaları, Adalet Ağaoğlu, dış sesleri, yani diyalogları Orhan Pamuk yazsın, sonuçtan ikisi de dehşete düşerdi herhalde. Ya da beste, tiz sesleri biri pesleri öteki bestelese… Sorun iki ayrı kişinin uyum sorunu da değil, ürünün parçalanmışlığı: hiçbir ürün böyle iç ve dış diye ikiye ayrılamıyor. Peki nereden çıkıyor o zaman bu ayrım? Birbiriyle alakasız iki ayrı yerden: birincisi endüstri. Her türlü nesneyi ve nesne grubunu mıknatıs gibi kendine çekip kendine tâbi kılan endüstri, mobilyaları ve iç mekan donatılarını da dışarıda bırakmadı ve standardize ederek ve birbirlerinin türevi haline getirerek yepyeni gramerler oluşturdu. Öyle ki mobilya ve donatı işi de zamanla mimarlıktan uzaklaşıp endüstri tasarımına yaklaştı, 20. yüzyıl başı Almanya’sında, donatı ve yapımda endüstrileşmenin savunulmasına öncülük eden Werkbund örgütlerinin bile hesaba katamadığı, dolayısıyla pozisyon alamadığı bir gelişmeydi bu.

İlk standart ve endüstri işi mobilyayı 19. yy. ortasında Avusturyalı Thonet biraderler yapmıştı. Evet, bugün antika diye eskicilerden toplanan Thonet sandalyeler ilk endüstriyel mobilyalardı ve montaj/paketleme kolaylığı nedeniyle sinema tiyatro gibi toplu seyir alanlarında da tercih konusuydu (meraklısı için Viyana MAK müzesinde iyi bir Thonet kolleksiyonu mevcut ). Endüstrinin temel mantığını anlayıp bunun yeni (zanaattan farklı) bir form dili de gerektirdiğini farkederek tasarlanmış olması, Thonet’in yakın zamana kadar üretimine devam edilmesinin ve iç mekan, dış mekan, konutlar, işyerleri, eğlence mekanları vs düşünebildiğimiz her yerde tercih edilmesinin başlıca nedeniydi.

Ayrım suni de gözükse iç mimarlığı mümkün kılan ve vareden ikinci gelişme 20. yüzyılda tahayyül edilemez biçimde yükselen refah seviyesi ve tüketim standartları oldu. Öncelikle de Amerika’da ve batı Avrupa’da, özellikle de Amerika’da iş o hale geldi ki oturulan, yaşanan evi kurcalamak ve değiştirmek, sıradan bir hobi uğraşısına dönüştü. TV’lerin yemek pişirme benzeri ev döşeme programları bunun kanıtıdır. 1920’lerden itibaren refahın yükselmesi profesyonel hizmet talebini de artırdı, evde değişiklik yapmak, mutfağı, banyoyu, havuzu ve bahçe peyzajını yenilemek orta sınıfın sıradan bir tüketim alışkanlığına dönüştü. Öyle ki ev kadınları kendilerini farklı ve iyi hissetmek için kuaför yerine dekoratöre gider hale gelebildiler. O kadar ki bugün standart bir Amerikalı ailenin düzenli hizmet aldığı bir psikoloğunun, avukatının ve dekaratörünün bulunması bir norm haline gelmeye başladı. Amerikan dizileri bu eğilimlerin manupüle edildiği ve izlenebileceği elverişli ortamlardır.

Ayrıca son dönemde inşaat ve şantiye süreçlerinin esnemesi, dairelerin donatıları tam bitirilmeden kullanıcı tercih ve zevkine bırakılarak satılması imkanını doğurmaktadır ki bu da başlıbaşına yeni bir iş kapasitesi anlamına geliyor. Binaların artık/fazlalık köşe-bucaklarının değerlendirilmesi de başlıbaşına yaratıcı bir iş kapasitesi demektir. İyi bir örnek Teşvikiye’deki Maçka Sanat Galerisi’dir. Bir apartmanın ilk bakışta garaj, depo ya da tesisat dairesinden başka bir şey olamayacağı düşünülecek karanlık ve havasız zemininden Türkiye’nin kayda değer mimarlarından Mehmet Konuralp tarafından tek malzeme (mat beyaz seramik) kullanılarak türetilmiş yaratıcı bir iç-mimari üründür ve de herhalde Türkiye’nin en cazip sanat galerilerinden biridir.

Ne yazık ki yine Teşvikiye-Shütte civarlarında yine zemin katında ama bu kez beyaz değil, parlak siyah seramikle şekillendirdiği Sevim-Butik yıkılmıştır.

Dolayısıyla iç-mimar vardır ama bunun dışı yoktur, ona düpedüz mimar denir. İç mimarlığı da daha ziyade yekûnu hiç de küçümsenmemesi gereken tadilat işleriyle ve mobilya ve donatı sistemlerinin endüstrileşmeye yatkın kanallarıyla ilgilenen bağımsız bir meslek olarak görmek gerekiyor. Bu ayrım, ayrışmanın bu biçimi, hem üretim süreçleriyle hem de tüketim kalıbı eğilimlerinin değişimiyle uyumlu olduğundan iç-dış gibi absürd değil, mantıklı ve gerçekçidir. “Peki bu dekoratör de kim?” sorusu akla gelmiştir mutlaka. İşi, zevki ve piyasa bilgisiyle mevkiler ile evlerin döşenmesinin denkliğini ve uyumunu sağlamak olan bu meslek, 19. yüzyıl öncesinde soylulara sonra da burjuvazinin soylulara özenebilen elit kesimine hizmet veriyordu. Dekoratörün yerini “iç mimar”ın alması ise refahın yükselmesiyle bu hizmetin 1920 ve 50’lerden itibaren orta sınıflar içinde de yayılmasının işaretidir.

Ama hepsi bu kadar da değil, yapılı çevre üretimindeki işbölümünü anlayacaksak bir de inşaat mühendisi var ama onun binanın mekan düzeni ve şekil grameriyle ilgisi yok. O mimar tarafından tasarlanan, şekillendirilen binanın dengeli biçimde ayakta duruşunu garantiye alacak hesapları yapmaktan ve taşıyıcı sistem unsurlarını (iskelet sistemi vb.) boyutlandırmaktan sorumlu oluşuyla yapı üretiminin vazgeçilmez rol sahiplerindendir. Ve mimarın işbirlikçisi ve destekçisidir. Tıpkı binanın elektrik ve mekanik yüklerini hesaplayıp tasarlayan, elektrik ve makina mühendisleri gibi.

Peki ya müteahhit, dendiğini duyar gibiyim, o da inşaatın gerçekleşmesinin ticari sorumluluğunu üstlenen yani başta ayrılan kaynak ile sonda elde edilen ürün arasındaki dengeyi ve uyumu sağlayan bir piyasa aktörü olarak adlandırılabilir ya da gayrımenkulün piyasaya sürülen meta değeri ve maliyeti arasındaki dengeyi sürecin başından itibaren gözeten bir piyasa aktörü. Tüm bu işbölümünün ve ayrımların izinin en fazla 19. yüzyıla kadar sürülebildiğini, diğer bir kırılma noktasının da refahın hızla artmaya başladığı 1950’ler olduğunu ve tümünün modern dünyanın yenilikleri olduğunu hatırlatayım. Ondan önce çok daha düşük bir hız ve miktarda gerçekleşen yapılı çevre ve mobilya üretimi loncaların marifetiyle gerçekleşiyordu.

Etiketler

Bir yanıt yazın