Mimarın zamanı

Her Çarşamba Taraf Gazetesi'nde yazıları yayınlanan İhsan Bilgin, bu haftaki yazısında mimarlık mesleğini konu alıyor.

Geçen haftaki yazımdan mimarın sosyal rolü ve iş yapma biçimi ezel-ebet aynıymış da, sanki sadece iç-mimar, dekoratör sonrasında mutasyona uğramış gibi bir sonuç çıkmış olabilir. Oysa gazetenin yer ve mizanpaj kısıtları ile uyumlu olup yayınlayamadığım “Mimarın Zamanı” başlıklı mimarlık mesleğinin tarihini ve bugününü kritik gözle konu eden uzun yazımı da okutabilseydim, asıl mutasyona uğrayanın mimar olduğunu göstermiş olacaktım, o zaman yazının özetini yaparak telafiye çalışayım.

Taraf’ta bir süre önce NewYork Times’a atıfla verilmiş bir haber vardı: Sinan, dünyanın ilk “yıldız mimarı” seçilmiş. Bu, zamanları şaşırıp bir dönemin olgularını alakasız bir döneme taşımak demek olan anakronizm hatasının tipik bir örneği. “Yıldız” sıfatı ancak geç-kapitalizmin günümüzdeki son evresinde bazı mimarlara da uygun görülen bir yakıştırmadır ve Sinan gibi çağdaşımız olmayan bir mimarın böyle adlandırılmasının herhangi bir anlam taşımaz. İkon bina, gayrımenkul ve inşaat sektörü ile bina metaının piyasaları egemenliği altına aldığı günümüzde “gösterişçi tüketim” nesnesi haline gelen eksantrik binalara takılan isimdir ve bunları tasarlayan mimarlara da yıldız sıfatı takılmaktadır. Bu sıfatın tabii ki Hollywood’dan başlayıp önce başta spor, her tür gösteri alanına ardından da diğerlerine sıçrayan yakıştırma, asıl anlamı olan ışıma ve parıldama vaatleri ile mimarlık mesleğini de kuşattı ve ikonları yapacak iş alma kapasiteli mimarlar yıldız olarak anılmaya başladı. Tabii en önemli soru hâlâ cevaplanmadı: bu vaatler, bunları yaparken köklü bir mesleğin zihinsel ve tinsel tatminlerinden vazgeçmeye ve ayrıca da bu görgüsüz prestij yarışının tâ 1400’lerdeki yangından beri morfolojisini korumuş dayanıklı Ortaçağ Londra’sı “City”yi bile darmadağın edebilen tahribatına ortak olmanın itibar kaybını telafi eder mi? Sinan’ın olmadığı öteki şeyle, yani kendi çağdaşı olmasına rağmen Rönesans dönemi ticaret kapitalizminin tamamen gönüllülük ve karşılıklılık esaslı rekabetçi piyasa ilişkilerinin mümkün kıldığı sivil-toplum ortamının ürünü (*) Vicenzalı Palladio benzeri bağımsız meslek insanı mimarla da farkının altını çizmek gerekiyor. Sinan, güçlü bir imparatorluk devletinin yapı ve bayındırlık işlerinden sorumlu teşkilatının zirvesindeki pozisyonuyla, Sokullu’nun devlet politikalarının sonucu olan işlerle vazifeli biçimde becerisini ve mesleki tecrübesini edinmiş, devlet türevli bir mimardı. Dolayısıyla formasyonu itibariyle, çağlar sonrası kadar, çağının başka yerlerindeki mimarlarından da farklıydı. Sonuç olarak, erken ticaret kapitalizmi kadar; güçlü emperyal devlet bürokrasisi ve geç- sanayi kapitalizminin küresel işleyişi de formasyonu işlerinin kaynağı ve iş yapma biçimiyle birbirinden farklı mimarlar üretebilmişlerdi; ki bu değişimin sadece iki yüzyıl içinde dekoratörden iç-mimara dönüşen bir mesleğe oranla çok daha radikal bir mutasyon olduğuna kuşku yok. Bu değişim genellikle gözardı edilip; mimar sanki tarih boyunca ve her yerde bugün yaptığının benzeri işleri benzer şekilde yaptığı kanısı yaygındır. O kadar ki, tarihsel-maddeciliğin mucidi Karl Marx bile kapitalist işbölümünü çözümlediği ünlü analojisinde, petek yapan arı ile bina yapan mimarı kıyaslayıp insanı ayırdedenin güdüleri yerine, zihnini kullanmak olduğunu söylerken, kastetmeden de olsa mimarın da arı gibi sabit bir fenomen olduğunu imâ etmişti. Tabii bu sürçmede yapım teknolojisinin ve mimarın sanayi kapitalizmi ile geçirmesi beklenen radikal dönüşümün Marx analizini yaparken değil, politik erk kadar, Bauhaus ve Werkbund gibi bu işleve adanmış örgütlerin de zorlamasıyla ancak yüz yıllık bir gecikmeyle gerçekleşmesinin payı olsa gerek.

Tabii bu arada, resim ve yapım zanaatlarından kopmuş her Rönesans ve sonrası mimarının da yazdığı kitaplar, ve akademik angajmanı kadar, Veneto’nun kentlileşmeye hevesli kır aristokrasisinin kendisine iş verme yarışından, kendine özgü bir üslup çıkartan, üslubu kadar çeşitlemelerini de türetme iradesi, hırsı ve bireysel yeteneğe yatırımı ve deneyciliğiyle; ve neo-‘ları yüzyıllar boyunca ve Britanya’ya kadar yayılan çağımızın modern ve nihayet postmodern mimarının atası olmaya en fazla yaklaşan proto-modern mimar Andrea Palladio (1508-1580) olmadığını unutmamak gerekiyor. Tabii bir de en az diğer çağdaşları kadar Palladio’nun da yıldız unvanıyla bir alakası olamayacağını.

Sinan’a gelince, Ataşehir’deki yerini şaşırmış camiye adı verileli işler iyice karıştı, gözüküyor, neredeyse, Üsküdar’da bürosu olan, TOKİ gözdesi mimar muamelesi görecek.

(*) Rönesans’ta neyin değiştiğini, bu gelişmeleri tetikleyecek neler olduğunu Türkçeye çevrilmiş mükemmel bir kaynaktan izlemek için: King,Ross; Brunneleschi’nin Kubbesi, YEM Yayınevi; Rönesans ve sonrası mimarın tarihi için iyi bir kaynak Kostof, Spiro (derl.): The Architect.

Etiketler

Bir yanıt yazın