Kenti Düzenleyenler

İdeal kent, uygarlıktan önce gerçekleşemeyecek bir rüyaydı.


Las Vegas, Kaynak: Vegas Online

Plato’dan Thomas Moore’a, Leonardo da Vinci’den Le Corbusier’e kadar her dahi ideal kenti hayal etti fakat hiçbiri ona ulaşamadı. Kent bizim en karmaşık buluşlarımızdan biri. Mimarlar, şehirciler, sosyologlar ve tarihçiler her zaman kenti bileşenlerine ayırmaya çalıştı. Bir şehrin işleyişini ne sağlar, bir şehri güzel kılan nedir gibi sorular yönelttiler fakat bu sorular cevaplanamadı. Şehir inatla mükemmel olmayı reddetti.

Gezegenimizin tarihinde ilk defa dünya nüfusunun yarısı şehirlerde yaşıyor ve araştırmalara göre 2050 yılında bu oran %75’lere ulaşacak. Şehirler geleceğimiz fakat uzmanlar, yatırımcılar ve politikacılar şehirlerin oldukça kusurlu, kalabalık, tıkış tıkış ve sakat olduğunu düşünüyor. Çünkü cam ve çelik malzemeyle yükselen yeni binalar burunlarının dibindeki kirli tuğladan yapılmış barakaları yansıtıyor. Bu nedenle de dünya çapında değer yaratabilecek kadar enerjik yeni bir şehir yaratma arzusu gittikçe kabarıyor.

Kenti tanımlama çabasının son önemli atılımı 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşti. İngiltere’de Milton Keynes ve Harlow, Hollanda’da Almere, Brezilya’da Brasilia, Amerika’da Las Vegas kentleri buna iyi birer örnek. İngiltere’de elit konutlar, arabalar, yeşil alanlar vurgulandı. Hollanda’da amaç Amsterdam’ın dışında yaşayanlar için kocaman bir “yatakhane” yaratmaktı. Brasilia’daki durum kolonyal başkentten kaçarak yeni bir ulusal imge oluşturma ihtiyacıydı. Vegas’taki Strip ise tek bir tema (kumar) üzerine kurulu, tamamen yeni bir tür kasaba yapısının örneğiydi.


Milton Keynes, Fotoğraf: ©Adrian Warren

Milton Keynes ve Almere defalarca ele alındı. Brasilia modernist mimarinin ortasında yer alıyor olmasına rağmen merkezde yer alan gözalıcı kamusal alanlarında çeşitli problemler var. Bu mekanların en büyük problemi fazlasıyla sıkıcı olmaları. Vegas ise ne kadar şehirlilikten uzak olsa da iyi bir planlamaya sahip. Günümüzde planlanan her yeni şehir ise bir temaya sahip olması gerektiğini öğrenmiş gibi.

Tema, modern şehir planlamacılığının ana motifi haline gelmiş durumda. İnsanları yeni bir kasabada yaşamaya ikna etmek için ortaya büyük bir fikir, bir marka, şehri daha iyi, diğer her yerden daha özel kılacak bir şey koymak gerekiyor. 20. yy’ın sonlarında tema kavramı eskimiş bir kavramdı. Güney İngiltere’deki Poundbury, Galler’deki Prince ve Amerika’daki Seaside ise model kasabalar olarak görülüyordu. Seaside’ı Truman Show filminin yıldızı olmasından hatırlayabilirsiniz. Bu filmde Seaside büyük bir televizyon setiydi. Gerçekte ise bu Amerika’daki ufak kasabaları yeniden planlamak için harcanan müthiş çabayı gösteriyor; iyi komşular, yürümeye müsait alanlar, ev gibi evler. Florida’da gerçekleşen kutlamalar ise benzer bir durumun ürkütücü örnekleri. Çünkü burası Disney Şirketi’ne ait ve Disneyland’la komşu. Bütün bunlar yükseklerde yaşam, otobanlar gibi modernist tahayyüllere bir tepki sonucu ortaya çıkarak modern öncesine öykünen yeni bir kentleşmeyi gösteriyor.


Seaside, Florida, Kaynak: Greatbuildings.com

Fakat bu yerleşimler bizlere geleceği göstermiyor. Bunlar tek kültürlü ve sınırlı kalıyor. Çünkü esas ihtiyacımız olan şey iyi girişimlerde bulunmak yerine farklı ekonomik tabakalardan gelenlerin karışımıyla oluşturulacak sürdürülebilir bir toplum.
Herkesten çok kentsel tasarım konusunda tutkulu ve gerçekçi bir yandaş olmuş olan eleştirmen Richard Sennett: “Yeni şehirler faklı kıyafetler içerisinde ortaya çıkıyor fakat hepsi aynı problemle yüzleşmek zorunda: baştan sona planlama” diyor ve ekliyor: “Büyük bir şehir bir komplekstir ve doğası gereği önceden tasarlanmıştır fakat inşa edildiğinden beri her şey değişmiştir ve planlaması eskimiştir. Bir diğer problem ise ölçekten kaynaklanan tekdüzeliktir. Eskiden yapılmış hiçbir Londra caddesi birçok elden çıkmamıştır. Hiçbirinin yapımı esnasında girişimciler, mimarlar, inşaatçılar ve zanaatkarlar bulunmadı. Yeni yapım çalışmalarındaysa maliyetin artması ve ekonominin istismar edilmesi korkusu nedeniyle ayrışmalar azalıyor. Londra sokağı “şehirli” ve organik. Bu iyi bir şey.”

Sennett’e Amerika’nın temalı kasabaları hakkında ne düşündüğünü sordum, sorumu: “Bu kasabalar ve yeni şehircilik anlayışı adi şeyler üretmeyi bıraktı fakat bu anlayış olgunlaştıkça şehirlere hayat verenin karmaşıklık olduğuna dair bir kabullenme oluşuyor. Poundbury’deki sorun estetik bir sorundan çok ekonomik bir sorun. Bu bölge işlemiyor, burası adeta Dorchester’ın yatakhanesi ve zengin bir adamın deliliği gibi. Seaside’da yatırımcılar ne ekonomiyi ne de sınıfsal farklılıkarı düşünmüş. Bunlar hemen kuruluveren şehirler değil, hemen kuruluveren banliyöler aslında” şeklinde yanıtladı.

Bu tür alanlardaki ekonomiyi düşünmemek, farklı iş alanları oluşturmamak bu bölgelerin kısa ömürlü olmalarına sebep oluyor. Eğer uzun süreli olmayı başarırlarsa bile bir şehir gibi büyüyemiyorlar. Eğer yeni şehirciliğin önceden ayarlanmış şehirlerinin beklentileri düşük kalıyorsa hemen başka bir tema ortaya atılıyor: ekolojik şehir. Dünya nüfusunun neredeyse yarısını barındıran şehirler dünyada üretilen enerjinin %75’ini harcıyor. Bu nedenle de yeni dalga ütopik şehir planlaması bu küresel ısınma krizine bir cevap olacak.


Green Utopia, Foster & Partners

Bu yeni dalganın en heyecan verici ve belki de en garip yanı ise dünyanın en önemli mimarlık ofislerinden biri olan Foster & Partners tarafından tasarlanıyor olması. İçinde yer aldığı ülke gibi kendi varlığı da petrole bağlı olan Abu Dhabi dünyanın ilk karbon salınımsız şehri olarak tasarlanıyor. Foster & Partners’ın kıdemli ortağı Gerard Evendent: “Biz bir şehri bir bağlam olarak yeniden tasarlıyoruz. Bu geleneksel bir model içinde yer alan modern bir bağlam. Tasarımda güneşten koruma sağlayacak dar sokaklar, 4 katlı, termal kütleli binalar yer alıyor. Projedeki bütün çatılar fotovolkaik panellerle kaplı. Şehir duvarlarla çevrili. Arabalar kapılarda duruyor ve içeride ulaşım hafif raylı sistemle sağlanıyor. Ve bu hafif tramvaya şehir içerisindeki herhangibir yerden en uzun yürüyüş mesafesi 200 m.”

Bir şehri ve enerjiye aç komşularını önceki yerleşimcilerinden bu denli ayıran şey endüstri. Şehrin merkezinde sadece yenilenebilir enerji üzerine dersler veren ve araştırmalar yapan bir üniversite yer alıyor. Bu her yönüyle sürdürülebilir bir şehir.

Ne kadar tasarımcılarının yegane amacı şehri karbon salınımsız bir hale getirmek olsa da bu ilk yeni ekolojik şehir değil. Bir diğer ekolojik şehir de farklı disiplinleri kapsayan İngiliz Arup firması ve Şangay Endüstriyel Araştırmalar Şirketi işbirliğiyle, Yangtse Nehri’nin ağzında, Dongtan’da inşa ediliyor. Şehirde 2050 yılı itibariyle yarım milyon kişinin ikamet etmesi bekleniyor. Şehir neredeyse Manhattan’ın dörtte üçü büyüklüğünde. Şehir aynı zamanda oldukça güzel bir sulak alanın yanında yer alıyor. Arup’un sürdürülebilirlik alanındaki yöneticisi Peter Head: “Bütün taşımacılık hidrojenle veya pille sağlanacak. Böylelikle sessizlik sağlanabilecek. Umarız yan taraftaki sulak bölgedeki kuşların ötüşlerini de duyabileceğiz. Ayrıca bölgede birçok yeşil alan ve biyolojik çeşitlilik mevcut. İnsanlar şehirde rahatça yürüyüp bisiklete binebilecek. Gördüğümüz kadarıyla internete ve bloglara günümüzde yoğun rağbet var. Bence insanlar birilerinin şehirleri yeni bir doğrultuya yönlendirmesini bekliyor.

Çin’in yaptığı hesaplamalara göre köylerden şehirlere göç eden 300 milyon insanı barındırmak için gelecekte en az 40 tane yeni şehir inşa etmek gerekiyor.

Dongton, Guangzhou gibi Çin dünya pazarına açıldıktan sonra ortaya çıkan ve ne kadar yeni olsa da bir şekilde eskimiş izlenimi veren şehirlerin yanında adeta bir cennet. Asıl soru yeni şehirlerin zaman içerisinde eski kültür ve ekonomi merkezleri gibi olup olamayacağı.

Eğer modernist şehirlerin ilk dalgasını tekrar gözden geçirirsek yanlışlar kadar gayet açık şekilde doğru olan yanlarını da görebiliriz. HawkinsBrown Mimarlık’tan Roger Hawkins şehir merkezini canlandırma projesinde çalışıyor. Şehir merkezine oldukça basit çözülmüş bir sanat merkezi inşa ediyor.

İngiltere’nin 1950’lerdeki yeni kasabalarından birini katederek: “Corby’de şehir planlama yanlıştı. Fakat aynı dönemde inşa edilen Harlow doğruydu. Avrupa o dönemde 40.000 nüfusuyla Avrupa’nın en büyük kasabasıydı. Fakat daha bir tren istasyonu bile yoktu ve içerisinde yer alan sadece yayalara açık alanlara kısa süre içerisinde plazalar inşa edilmeye başlandı.” Belki de, mimarların çizimleri ne kadar aksini söylese de yeni kentler ve kasabalar pek İngiliz tarzı değil. İngiltere’de en popüler ve başarılı alanlar her zamanlar sokaklar olmuştur: Edinburgh’daki Princes Street, Oxford Street ve Soho’nun sokakları ile Londra’daki Shoreditch gibi. Londralılar’ı kaç kere Covent Bahçeleri veya Trafalgar Meydanı’nda gördünüz ki.

Sonuç olarak Sennett’in de açıkladığı gibi esas problem zaman. O, bu durumu: “Bir şehrin ilemesini sağlayan şey ağlardır. İnsanlar bu ağların içerisinde yer almak isterler ve bu ağların oluşması uzun zaman alır. Bir şehir yavaş yavaş olgunlaşarak bünyesindeki ağları geliştirir. Bu yüzden de insanlar daha eski yerleşimleri tercih ediyor” şeklinde açıklıyor.

Amerika’da, belki Çin’de ve Dubai’de yeni yerleşim bölgeleri tüm yanlışlarına rağmen yaşama şansına sahip. Çünkü bunların hepsi yeniyi eskinin yanında özelleştiriyor. Fakat İngiltere’de ve Avrupa’nın büyük bir bölümünde hala eskiyle kırılması zor bir bağ var. Yine de buna rağmen yeni şehirler kurulmalı. İngiltere’de Gordon Brown yeni inşa edilen bölgelerde 100.000 adet ekolojik ev inşa ediyor.

Fakat yeni bölgeleri planlamak, inşa etmek ve gelişimini tahmin etmek oldukça zor. Ama bir yerlerden başlamak gerekiyor. Modern mimarinin en başarılı polemikçisi Rem Koolhaas (ki kendisi yıllardır Almere’nin yenilenme çalışmalarıyla ilgileniyor) bu belirsizlikten hoşnut. Koolhaas: “Kumdan kaleler yaptık. Şimdi de tüm bunları alıp götüren denizde yüzüyoruz. Yanlışın aleni ortada olması bizi eğlendirmeli. Modernizasyon bizim en önemli ilacımız olmalı. Sürekli devamsızlık arz eden bir manzarada kentleşme üzerine ciddi kararlar almalıyız. Pek eğer ortada bir kriz olmadığını açıklarsak ve şehirle ilişkimizi şehri kuranlar noktasından değil de şehrin içerisindeki nesneler noktasından yeniden tanımlarsak ne olacak? Sonuçta elimize bir tek şehirler kaldı” diyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın