Jane Jacobs (1916-2006): Yaşam İçin Kentler

"The Death and Life of Great American Cities" (1961) insanların planlama ve kentin karakteri ve sokaklar üzerine geliştirilen düşüncelerini değiştirdi. Jane Jacobs, bu kitapta farklı bir mesaj veriyordu. Roger Scruton, yazısında bu mesajın günümüz ile ilişkisini ortaya koyuyor.

Jane Jacobs hayatı boyunca çok fazla yazı yazmadı. Kent planlama üzerine profesyonel anlamda bir eğitim almadı. O, çoğu kişi tarafından göz ardı edilen veya hiçbir zaman uygulanamayacağı düşünülen fikirlerin savunucusu oldu.

Hayatı boyunca kent planlamada en temel öğenin insan olduğunu savundu. Jacobs, 25 Nisan 2006 tarihinde Toronto’da hayata veda etti.

Kendisi belki de başarılı kentsel mekanların ancak koordinasyon problemi çözüldüğü ve bu tip problemlerin bir tek kapsamlı planla kentin her bölgesi için eşit olarak çözülemeyeceğini savunan tek kişiydi.

Ona göre kentler, organik ve kendiliğinden gelişmeliydi. Gereksinimler sonucunda yapılan müdahalelerin toplum içinde kolayca sindirileceğini ancak bundan sonra barışçıl evrimin gerçekleşeceğini savunuyordu.

Gerçek bir şehir yaşayanları tarafından kurulmalıydı. Böylece kentler, birkaç uzmanın bir araya gelerek yarattığı planlardan değil kentlinin ortak gereksinimleri sonucu ortaya çıkan, ihtiyaçları giderenler yapıları yansıtacaklardı.

Modern konut projeleri insanları sokaktaki yaşamdan uzaklaştırarak düşeyde konut bloklarında yaşamaya mahkum etti. Bunun sonucunda toplumda yabancılaşma ve sosyal parçalanma ortaya çıktı. Zonlama kuralları ile kent farklı bölgelere ayrılıyordu. Sanayi bir uca, ofisler başka bir uca, alışveriş bir başkasına uzaklaştırılıyordu. Bunlardan tamamen farklı bir bölgede yer alan konut alanları gün içerisinde terk edilmeye mahkum kalıyor ve sosyal iletişimi güçlendiren kanallardan uzak kalıyordu.

Tüm parsele yayılan aynı tarz bina tipleri, yaya yollarını tanımlayan binaların köşelerde keskin dönüşleri, sokağın kamusal mekanın temel prensiplerinin varolmasını engelliyordu.

Evlerin kapılarının açıldığı sokaklar kentin arterleri ve damarları, akciğerleri ve sindirim sistemidir, tüm iletişimin akıp gittiği kanallarıdır. Hiçbir şey kentsel yaşamı korumaktan daha önemli değildir. Ne otobanlar, ne blok yerleşimler, ne de tüm kenti tekil, geçici ve işlevi bitince çürüyüp gidecek bir alana indirgeyen bütüncül planlar. Sokaktaki yaşamla beraber insanlar da kendi kendilerini yenilerler.
Jacobs’un kehanetleri Amerikan kentlerinin bugününü anlatıyordu. Orta sınıfın banliyölere kaçışı, kent merkezindeki çok katlı otoparklar, dev otobanlar, suç oranlarındaki artış…

Günümüzde Detriot ve Minneapolis’te Jacobs’un yıllar önce ortaya koyduğu tablo izlenebilir. Aynı şekilde 2005 Ekim ayında Paris’in banliyölerinde çıkan çatışmaların temel nedeni 30 yıl boyunca beton bloklarda yaşayanların birbirine yabancılaşmasıdır.

Jacobs’un mesajı geçtiğimiz yıllarda James Howard Kunstler tarafından ele alınarak yeniden incelendi. Kunstler, The Geography of Nowhere (1994) isimli kitabında zonlama kuralları ile yapılan planlama sonucunda ortaya çıkan Amerikan kentleşmesinin psikolojik ve estetik felaketini anlatıyor.

Kunstler, The Long Emergency (2005) isimli kitabında bu felaketin içgüdüsel tek çözümü olan banliyöleşmenin sürdürülebilir olamayacağı ve Amerika’nın benzin tükendiği zaman ortaya çıkacak duruma müdahale için acil eylem planı hazırlamakta olduğunu vurguluyor.

Kunstler”in felaket senaryosuna cevap ne olursa olsun, Jacobs’un temel tartışması kentlerin geleceği tartışmasında saygın bir yer kazanmasına neden oldu. İngiltere’deki The Commission for Architecture and the Built Environment (CABE), RIBA ve English Heritage gibi birçok kurum Jacobs’un düşüncelerini benimsedi ve kendi projelerinde kullandı.

Aslında onun deyişlerindeki başarısı her yerde izlenebilir. Coverty’ye ya da Milton Keynes’e veya İngiltere’deki herhangi bir planlama zihniyetini ele aldığınızda Jacobs’un öngördüğü felaket senaryolarıyla karşılaşabilirsiniz. Boş merkezler, yalnız banliyöler, çirkin yüksek katlı binalar, gözlerini, ciğerlerini ve ruhlarını kaybetmiş sokaklar ve onların yerine tüm kenti sarmış otobanlar.

Ayrıca açık demokrasilerdeki kentleşme ve planlama üzerine tartışmalarda Colin Ward, Ben Plowden, Jane Ridley, Sophie Jeffreys, Leon Krier ve daha bir çoğunun yazıları bulunur.

Spontane Planlamaya Karşı

Jacobs’un sorusu bizi tek bir yerde yanıtsız bırakıyor. Bu karmaşadan nasıl kendimizi kurtaracağız? Eğer problem planlama da ise, bundan korunmak için nasıl planlar yapılmalı? İyi ve kötü plan arasında belli bir ayrım var mı? Herşeyi bir kenara bıraktığımızda, Venedik’te planlanmamış mıydı? Veya Efes ve kentleşmenin diğer binlerce zaferi? Herkesin özgür kalabilmesi için kentlerin gecekondu bölgesine dönüşmesine izin mi vereceğiz?

Belki bu tartışma da Jacobs’un en zekice yanıtı pozitif planlar ve negatif sıkıntılar arasındaki ayırımı iyice belirtmesidir. Serbest ekonominin gerekliliğine rağmen, ekonomik koordinasyon sorununu çözeceksek, özgürlük mutlaka yasa tarafından da kapsanmalı. Yasal yan tehditler hilelerin gelişmemesini sağlamalı. Kenttekine benzer olarak, planlama olmalı; ancak pozitiften öte negatif olarak da düşününebilen, yan tehditleride göz önünde bulundurabilen bir sistem olmalı. Bir anlamda nerede ne olursa olsun onu ele alabilecek bir sistem.

Helsinki’de 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında hiçbir binanın gölgesinin sokağın tümünü kaplayamayacağı yönünde kurallar vardı. Bu kurallar sayesinde kentin insancıllığını koruyabildiğini söyleyebiliriz. Buna benzer kurallar Cenova ve Washington’da da var. Bu kurallar kentlerinde kendi karakterlerini korunmasını sağladı. Yine Fransa’nın Provence Bölgesi’ndeki kentsel peyzajı koruyanda bu yönde konulmuş kurallardır.

Malzemelerini stillerin, yüksekliklerin ve ebatların üzerindeki bu baskılar işlevden öte sokağı en basit kamusal mekan ve yayaları da onun temel kullanıcıları olarak kabul etmedir; cephelerin ve sokak önelerinin korunması, arkalarındaki işlevi değiştirilebilir; tüm bu uğraşlar yavaşça – zamanla kendiliğinden ortaya çıkan (örneğin Baltimore’un yenilemesinde ve diğer hasar gören Amerikan kentlerinde) ve Poundbury’de Leon Krier tarafından görselleştirilen ve şiddetle savunulan ve Amerika ve İtalya’daki Yeni Kentçiler “New Urbanist” – hepsi Jane Jacob’a sayısız şey borçlular.

Malzemenin, stillerin, yüksekliklerin ve boyutların üzerindeki bu baskılar işlevden öte sokağın temel karakterini korumasına yöneliktir. Onun en basit kamusal mekan çeşidi olduğu ve yayaları da onun en temel kullanıcısı olduğunu kabul etmesidir. Her ne kadar arkadaki işlevler değişsede sokak cepheleri korunmalı, evlerin kapılarının sokağa açılmalıdır. (Örneğin Baltimore’daki yenilemede ve diğer hasar gören Amerikan kentlerinde)

Poundbury’deki Leoan Krierve İtalya ve Amerika’daki “Yeni Kentçiler” Jacobs’a çok şey borçludur. Onlarda sonunda Jacobs’un savunduklarını kabul ettiler, planlama yerine kendiliğinden gelişen kentsel sisteminde sonunda var olamayacağını savunuyorlar. Amerikan kentlerinin yok oluşunun nedeni planlama değil, yanlış şeylere yönlendirilen yanlış çeşit planlamadır.

Kaynak: opendemocracy.net Yazan: Roger Scruton

Etiketler

Bir yanıt yazın