İstanbul’un Doğal Kaynaklarını Planlamak

Arkitera Mimarlık Merkezi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi (İMP) işbirliği ile gerçekleştirilen "İstanbul Metropoliten Planlama Toplantıları"nın bu haftaki konusu "İstanbul'un Doğal Kaynakları" idi.

8 Şubat Perşembe günü İMP konferans salonunda Prof. Dr. Ahmet Samsunlu yönetiminde gerçekleştirilen toplantıya, İMP Tarım Alanları ve Toprak Araştırma Grubu Yürütücüsü, Namık Kemal Üniversitesi’nden Prof.Dr. Hasan Hayri Tok, İMP Orman Alanları ve Ekoloji Araştırma Grubu Yürütücüsü, İstanbul Üniversitesi’nden Prof.Dr. Bülend Seçkin, İMP Yer Altı Kaynakları Araştırma Grubu Yürütücüsü, İTÜ Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Mustafa Erdoğan, İMP Doğal Yapı Grubu Yürütücüsü, İTÜ Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Ahmet Cengiz Yıldızcı konuşmacı olarak katıldı.

İMP’de Doğal Yapı Grubu bünyesinde “İstanbul’un doğal kaynakları ve planlama süreci” bağlamında çalışmalarını sürdüren beş alt grup bulunuyor. Planlama sürecinde doğal yapıya yönelik planlama çalışmalarının ilk örneklerini sunan bu gruplar şöyle:

  • Tarım Alanları ve Toprak Araştırma Grubu
  • Orman Alanları ve Ekoloji Araştırma Grubu
  • Yerbilimleri Araştırma Grubu
  • Yer Altı Kaynakları Araştırma Grubu
  • Çevre Sorunları Araştırma Grubu

İstanbul Metropoliten Planlama çatısı altında, bu grupların çalışmalarının senteziyle, İstanbul’da mutlak surette korunması gereken alanlar belirlendi ve plana aktarıldı. “İstanbul’un Doğal Kaynakları” konulu bu haftaki İMP toplantısında da bu çalışmalara yönelik sunumlar yapıldı ve özellikle “2/B Alanları” konusunda önemli tartışmalara yer verildi.

Doğal Yapı Grubu yürütücüsü Prof.Dr. Ahmet Cengiz Yıldızcı, planlamanın temel kriterlerinden biri olarak sürdürülebilirlik ilkesi bağlamında yaptıkları çalışmaları anlatırken, İstanbul’un ekolojik – biyolojik kaynaklarından, yenilenebilir ekosistemlerinden ve ekosistemlerin doğal eşik sınırlarından bahsetti. İstanbul’daki fauna çeşitliliği, ekolojik – biyolojik kaynak alanları ve ekosistem çeşitliliğine değinen Yıldızcı, planlama bölgesindeki mega ekosistemler olarak Çatalca Yarımadası Kuzey, Orta ve Alt Bölge Doğal Mekanı Alt Ekosistemleri ile Kocaeli Kuzey, Orta ve Alt Bölge Doğal Mekanı Alt Ekosistemleri hakkında bilgiler verdi.

Orman Alanları ve Ekoloji Araştırma Grubu Yürütücüsü Prof.Dr. Bülend Seçkin, karasal ekosistemin en önemli öğesi olan orman ekosistemleri ile ilgili verdiği bilgilerde öncelikli olarak her yıl 300-350 bin hektarlık alanda ağaçlandırma yapıldığına, böylece Türkiye’de orman alanlarının her yıl arttığına değindi. Seçkin’in verdiği bilgilere göre, İstanbul’daki orman alanları, metropoliten alanın %48’ini kapsıyor ve bunun %88’i “verimli orman” niteliğinde. Seçkin, verdiği teknik bilgilerden sonra İstanbul’da arazi istismarına ve orman alanlarının işletilmesinden kaynaklanan önemli sorunlara dikkat çekti. İstanbul ormanlarının işletilmesinin İstanbul’da beş bölge müdürlüğüne bağlı olarak yapıldığını ifade eden Seçkin, arazi istismarının en çok baltalık ormanlarda yoğunlaştığına dikkat çekti. Baltalık ormanlardaki ağaçların kesilmesiyle açılan alanlarda, hemen yapılaşma baskısının oluştuğunu ifade eden Seçkin, bunu önlemek için 2006 yılında İstanbul Orman Genel Müdürlüğü’nce baltalık alanların “koruluk alan” statüsüne alınarak korunmaya çalışıldığını, böylece baltalık şefliğinin kapsam dışına alındığını belirtti. Orman alanlarının ekonomik, ekolojik ve sosyal fonksiyonları olduğunu ve yaptıkları planlama çalışmaları ile hangi alanların hangi fonksiyona hizmet edeceğinin belirlendiğini ifade etti.

Prof.Dr. Hasan Hayri Tok ise, yaptığı konuşmada toprak konusuna dikkat çekti. Toprağın çok pahalı bir meta olduğunu ve İstanbul’da çok önemli bir eşik analizi haline geldiğini ifade etti. Tarım alanları ve meraların ekolojik denge açısından taşıdığı öneme dikkat çeken Tok, tüketici ve üreticilerin özverili otokontrolleriyle koruma sisteminin ve bilincinin gelişebileceğini; STK ve kamu örgütlerinin müdahaleleriyle toprak varlıklarının korunması gerektiğini ifade etti. 1987 yılından kalma arazi envanteri ile çalışmalarına başladıklarını belirten Tok, toprakları koruyan bir müdürlüğün olmamasına ve toprak alanları üzerinde yapılan sınıflamaya dikkat çekti. Herkese sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı tanıyan 1982 Anayasasını ve 1993 yılında çıkan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) yasasını gösteren Tok, bu 22 yıllık sürede yönetmeliklerdeki gecikmelerden dolayı 600 bin dönüm alanın kaybedildiğini ifade etti. Tok, tarım alanlarındaki mülkiyet değişikliklerine ve yasal boşluklara, tarım alanlarının yanlış ve amaç dışı kullanımlarına dikkat çekerek, toprağın işletim sisteminin devre dışı bırakıldığını ifade etti ve yaptıkları plan çalışmasına göre Şile, Ağva ve Çatalca’nın ekolojik turizm ve tarım amaçlı kullanımını öngördüklerini sözlerine ekledi.

Yeraltı Kaynakları Araştırma Grubu Üyesi Prof.Dr. Mustafa Erdoğan ise İstanbul’daki madencilik potansiyelleri, faaliyetleri ve planlama süreci ile ilgili bilgiler verdi. Yürütülen madencilik faaliyetlerinin büyük çoğunluğunun orman dokusunda olduğunu ifade eden ve yaratılan tahribata dikkat çeken Erdoğan, bu faaliyetlerin, daha kontrollü ve bilinçli bir şekilde sürdürülerek ve rehabilitasyon süreçleriyle desteklenerek tekrar doğaya kazandırılabileceğini ifade etti ve buna örnek olarak Kutlan Madencilik Eski Kemerburgaz Ocakları’nı gösterdi. Erdoğan ayrıca, İstanbul’un doğal kaynaklarının çok iyi değerlendirilmesi ve planlanması gerektiğini, bu kaynaklar tüketildiği taktirde ancak çok uzak bölgelerden ve çok zor erişilebilirlik şartları altında yeni kaynaklara ulaşılabileceği uyarısını getirdi.

Ahmet Samsunlu, çevre düzeni planlarının yapılmamış olmasının şehirciliğin kötü gelişmesiyle sonuçlandığını ifade ederek Edremit Körfezi’ni örnek gösterdi. Nüfus artışına ve bunun doğal kaynaklar üzerindeki baskısına dikkat çekti. Madencilik faaliyetleri sonrası oluşan alanların özellikle tekrar doğaya kazandırılarak kamusal açık alanlar ve rekreatif amaçlı alanlara dönüştürülebileceğini ifade etti.

“İstanbul’un Doğal Kaynakları” tartışmasında ele alınan önemli konulardan biri de “2/B alanları”na yönelik öne çıkan uygulamalar ve planlama yaklaşımlarıydı. Bülend Seçkin, yöneltilen sorulara karşılık 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun 2. Maddesinin B Fıkrası uygulamasını karşılayan 2/B alanları ile ilgili açıklamalarda bulundu. Buna göre, 2/B alanları Anayasa’dan da destek alarak, sadece orman köylülerinin kullanımına izin verilen, orman vasfını kaybetmiş tarım alanları olarak ifade ediliyor. Ancak izleyen süreçte orman köylüsünün kalkındırılması için çıkarılan bu yasanın istismar edildiği, büyük ölçüde işgallerle bu alanların kaybedildiği ve yoğun konut yerleşimlerine dönüştüğü görülüyor. Buna karşın gündeme gelen yeni yasa ile bu alanların satışı ile ilgili yasal düzenlemelerin gündeme geldiği ve çözüm arayışları geliştiği görülüyor. Hazine arazisinin sahibi olduğu, amaç dışı kullanılan işgale uğramış bu alanlara ilişkin çözüm önerileri olarak; siyasi idarenin de arzu ettiği şekilde bazı yerlerin satışa çıkarılabileceği ya da bu alanların tekrar orman alanlarına dahil edilebileceği gösteriliyor.

Seçkin bu alanların orman müfettişlerinin tespitleriyle belirlenip tekrar ormana dönüştürülmesi yönünde çalışmalar bulunduğunu ancak açılan karşı davalarla bu süreçte sorunlar yaşandığını ifade etti ve 2/B arazilerinin dava ve arazi rantı yaratmış olduğuna dikkat çekti.

Dinleyicilerin de katılımlarıyla devam eden tartışmalarda, bu alanlardaki %6 yapılaşma hakkının yasal boşluklardan ve denetimsizlikten dolayı yoğun yapılaşmayla sonuçlandığına dikkat çekildi ve özellikle Acarkent ve Sultanbeyli uygulamaları ile bu süreç örneklendirildi.

İMP yürütücüsü Hüseyin Kaptan, planlama sürecinde “2/B alanlarının tanımsız alan olmalarından dolayı hukuki açıdan tanımlandıktan sonra bu bölgelerle ilgili karar üretilmesi” ile “planda tanımsız, fonksiyonsuz alan bırakılamayacağı” temel prensibi arasında yaşadıkları ikilemi dile getirdi. Buna karşın Ahmet Cengiz Yıldızcı, orman alanlarının tamamının Anayasa’da orman alanı olarak gösterildiğini, mülkiyetin ormana ait olduğunu, bunun dışına çıkılamayacağını ifade etti ve planlama sürecinde bu alanların korunmasına yönelik çözüm olarak; “mutlak surette yapılaşma yasaklı ağaçlandırılacak alan” olarak tanımlanması gerektiğini ifade etti. Sultanbeyli örneğini göstererek bu alanların güçlü bir irade ile kentsel dönüşüm yasaları kapsamında çözüme ulaşabileceğini belirtti.

Toplantı 2/B alanlarındaki tanımsızlıklar ve ağaçlandırılacak alanlardaki %6 yapılaşma hakkının taşıdığı riskler dile getirilerek, bu alanların yapı rantı getiren alanlar olmalarının engellenmesi, kuzeydeki orman alanlarının gösterdiği vazgeçilmezlik niteliği, doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi ile ilgili tartışmalarla son buldu. Özellikle Madencilik sektöründe katılımın yüksek olduğu toplantıda, dinleyiciler tarafından da sektördeki bilinç düzeyinin ve çevre koruma yaklaşımının arttığı da ifade edildi..

Bir sonraki İMP Toplantısı “Tarihi Yarımada ve Kentsel Koruma” başlığı altında İMP Konferans Salonu’nda 15 Şubat Perşembe günü saat 19:00’da gerçekleştirilecek.

Etiketler

Bir yanıt yazın