“Half Houses”ı Tasarlayan Bir Mimar Bir Kenti Nasıl Yeniden İnşa Eder?

2010 Şili depremi ardından Aravena’nın ofisi Elemantal'ın katılımcı yaklaşımı ile danışmanlık firması Tironi Associates ve Arup ortaklığında, deprem sonrası yeniden inşa sürecine giren kent Constitución'ın hikayesini derledik.

“400 kilometreyi etkileyen ve kabaca 300.000 birimin hasar gördüğü bir depremden bahsediyorum. Farklı birçok şehir bir plan yapmak zorunda kaldı. Benzer bir yaklaşım izlemeyen diğer şehirlerin ilk tepkisi, insanlara sormanın süreci yavaşlatacağı ve daha pahalı hale getireceği yönünde oldu. Çoğu prensip olarak, daha fazla zaman olsaydı, katılımcı tasarım yapardı lakin acil bir durumda bunu tercih etmediler. Ve bizim inancımız, katılımcı tasarımı yanıt almanın bir yolu olarak değil, soruyu tanımlamanın bir yolu olarak düşünmenin, kaynakları nasıl tahsis edeceğimiz ve yeniden yapılandırma için yanıt süremizi nasıl harcayacağınız konusunda daha verimli olacağı yönündeydi.”

Bu içeriğin büyük bir kısmı 2010’daki Şili depremi ardından şehrin katılımcı bir süreçle yeniden inşa çabalarının nasıl yürütüldüğünü kamuyla paylaşmak adına Amanda Kolson Hurley tarafından 26 Eylül 2019’da hazırlanan makaleden alınmıştır.

Şubat 2010’da Şili’de 8,8 şiddetinde, şu ana kadar ölçülenlerin en büyüğü, bir deprem meydana gelmişti. Başkent Santiago’nun kuzeyinde küçük bir kasaba olan Constitución’da meydana gelen deprem deniz seviyesini 4-4,5 metre kadar yükselten tsunamiyi tetikledi. Constitución’da çok sayıda insan hayatını kaybetti, evlerin çoğu hasar gördü ve şehir hayalete dönüştü.

Constitución’un yeniden inşa çabalarına öncülük etmek için Alejandro Aravena kente geldi. Santiago’da bir tasarım ofisi olan Elemental’ın kurucusu olan Aravena sosyal problemlere yanıt arayan mimarlık anlayışıyla bir üne sahipti. “Half-a-House” projesindeki sosyal konut tasarımı yaklaşımı ile uluslararası bilinirlik elde eden Aravena, dar gelirli aileler için düşük maliyetli ev inşasını akıllara getiriyordu. Aravena, daha büyük, daha güzel bir evin yarısını inşa etme ve diğer yarısını sakinlerin kendi elleriyle veya yerel “mikro müteahhitlerin” yardımıyla kendilerinin bitirmesine bırakma fikrine tutunmuştu.

Elemental’dan mühendisler ve danışmanlarla beraber çalışarak 100 gün içerisinde şehre bir yeniden inşa planı düzenlemesi istendi. Half-houses inşa edildi, ancak daha sonra; ilk olarak, “felaket sonrası kurtarma”nın ne anlama geldiğine dair varsayımları değiştiren sağlam (sıkıştırılmış olsa da) bir halk diyaloğu geldi.

Constitución, Elemental’ın tasarladığı yeni bir kültürel merkez ve kıyıda manzara noktaları da kazanarak yeniden gruplanmaya başladığında Aravena’nın ünü arttı. 2016 yılında dünyanın en büyük mimarlık etkinliği olan Venedik Mimarlık Bienali’nin küratörlüğünü yaptı. Aynı yıl Pritzker kazandı.

“Bizim inancımız, katılımcı tasarımı yanıt almanın bir yolu olarak değil, soruyu tanımlamanın bir yolu olarak düşünmenin, kaynakları nasıl tahsis edeceğimiz ve yeniden yapılandırma için yanıt süremizi nasıl harcayacağınız konusunda daha verimli olacağı yönündeydi”

CityLab daha sonra Aravena ile görüştü ve ona felaketten kurtarma, kentsel tasarıma halkın katılımı, sürdürülebilir mimarlık ve mimarlık stajları hakkında sorular sordu.

CityLab: Constitución’daki yeniden inşa süreci, gerçekten alışılmadık derecede bir halk katılımını içeriyordu. Bunun projenin parametrelerini nasıl etkilediğini açıklayabileceğinizi umuyordum.

Aravena: Başlangıçta, %80 oranında yıkılmış bir şehriniz olduğunda, insanları yeniden yapılanma sürecine dahil etmedikçe onu yeniden inşa etmenin bir yolu olmadığına dair bir önsezimiz vardı. Sadece kamu ve şirket parasıyla şehri yeniden inşa etmek imkansız. Dolayısıyla normalde insanların kendi kaynaklarının dahil edilmesi gerekiyor.

Şehrin yeniden inşası için plan ve tasarım yapmamız için bize 100 gün verildi. Ve yaptığımız ilk şey, şehrin ana meydanına bir açık ev inşa etmek oldu: insanların toplantılar ve program hakkında bilgilendirileceği fiziksel yer burası.

İki haftada bir daha büyük meseleler hakkında büyük tartışmalar yapardık; ayrıca belirli bir yer hakkında konuşan “hibrit forumlar” dedikleri şeyimiz de vardı. Mesela Maule Nehri kıyısı: Orada, ulusal güvenlik önemli bir yer olduğu için orduyu davet etmek zorunda kaldık. Ama balıkçılarınız var, turizmden dolayı ticaret odanız var, ev sahipleri var. Dolayısıyla bu karmaşık bir tartışma. Ama ara sıra tüm şehir düzeyinde toplandık.

400 kilometreyi etkileyen ve kabaca 300.000 birimin hasar gördüğü bir depremden bahsediyorum. Farklı birçok şehir bir plan yapmak zorunda kaldı. Benzer bir yaklaşım izlemeyen diğer şehirlerin ilk tepkisi, insanlara sormanın süreci yavaşlatacağı ve daha pahalı hale getireceği yönünde oldu. Çoğu prensip olarak, daha fazla zaman olsaydı, katılımcı tasarım yapardı; lakin acil bir durumda bunu tercih etmediler. Ve bizim inancımız, katılımcı tasarımı yanıt almanın bir yolu olarak değil, soruyu tanımlamanın bir yolu olarak düşünmenin, kaynakları nasıl tahsis edeceğimiz ve yeniden yapılandırma için yanıt süremizi nasıl harcayacağınız konusunda daha verimli olacağı yönündeydi.

“Tekrar tekrar ‘Tsunamiye dayanıklı bir şehir yaptığınız için çok teşekkür ederim’ dediler. Ama bizim asıl sorunumuz tsunamiler değil.”

Görevimiz özetle şehirlerin tsunamilere karşı koyabilmesini sağlamaktı. Meydanda yaptığımız açık eve gittik ve ailelere sorduk, “Tamam, yeniden inşa etmek için, şehri tsunamiden korumak için farklı alternatifler var. Ne düşünüyorsunuz?” Sonra sunduğumuz A, B ve C seçenekleri arasında oy kullandılar. Ama defalarca söyledikleri en önemli şey şuydu: “Biliyor musunuz? Şehirde yaşadığımız son tsunami 60-70 yıl önceydi. Bu nedenle, tsunamiye dayanıklı bir şehir yaptığınız için çok teşekkür ederiz. Ama asıl sorunumuz tsunamiler değil.”

Sel ve kamusal alanla ilgili bir sorun vardı. Kamusal alanın gerçekten kötü olduğu hissi vardı. Bunu ölçtük: Kişi başına 2,2 metrekare vardı. Uluslararası standartlar yaklaşık 9 metrekare öneriyor. Şili’de zengin bir mahallede bu rakam 18’i gösteriyor. Londra’da ise 44.

Yani haklılardı. “Ne yaparsanız yapın, kamusal alanların kalitesini artırdığınızdan emin olun, çünkü topluluk burada bir araya geliyor” dediler. Ve bu normal şartlar altında düzeltemeyeceğiniz bir şey.

“Eski binaların yıkılması üzücü ama bizim kimliğimiz eski binalara ve mimariye bağlı değildi. Kimliğimiz aslında coğrafyaya, nehre bağlı.”

Ve son olarak, deprem nedeniyle tüm binaların yıkıldığı, dolayısıyla kültürel mirasın – şehrin hafızasının – kaybolduğuna dair bir tür varsayım vardı. Ama kentliler, şehir dedi ki, “Biliyor musunuz, eski binaların yıkılması üzücü ama bizim kimliğimiz eski binalara ve mimariye bağlı değildi. Kimliğimiz aslında coğrafyaya, nehre bağlı.”

Ancak nehir 15 aileye aitti, bu nedenle halka açık erişim yoktu. Bunu anlayınca nehir kıyısına gittik ve “Coğrafi bir tehdide karşı, coğrafi cevap” dedik. Bir tsunamide denizin gücüne karşı koyamazsınız. Bu nedenle, doğanın enerjisine direnmek yerine, şehir ile okyanus arasında su kütlesine kaos getiren bir ormanla onu dağıtalım, böylece su parçacıkları rastgele hareket etsin. Buna ek olarak bir orman, kamusal alanda bir artış anlamına geliyordu. Demokratik, halka açık bir kıyıydı. Daha önce durum böyle değildi.

Katılımcı bir anlayışla, zamanımızı boşa harcamak veya yanlış soruyu cevaplamak yerine, nereye gideceğimiz ve ne yapacağımız konusunda yol bulmada daha verimli olduk.

Bu daha büyük olan sürecin bir parçası olarak, insanlar yeniden yerleştirildi. Amerika Birleşik Devletleri’nde ve şu anda dünyanın birçok yerinde, kıyılarda ve nehirlerde yaşayan insanlar bununla uğraşmak zorunda kalıyor. Karar vermelerini sağlayan şey neydi? Çünkü birçok insanın taşınmaya karşı çok dirençli olduğunu düşünüyorum.

Normal şartlar altında bu asla değişmezdi. Çünkü mülkün sahibi sensin ve sonunda hükümet “Riskli bölgede olduğun için seni kamulaştırmak istiyorum” diyebilir. “Tamam, hadi mahkemeye gidelim ve savaşalım.” Burada bir afet yaşandı ve kamunun parası bu alana yatırılıyor. Ve kanunen, kamu parasını riskli bir alana yatırmak yasaktır. Bu bir seçim bile değildi; çok yasal, net, ikili bir karardı.

Ama buna ek olarak kamuoyu baskısı da vardı, çünkü peşinden koşulan bir ortak çıkar vardı ve size sahip olduğunuzdan daha iyi bir alternatif sunulurdu: “Bir parkın önünde yaşayacaksınız; daha önce durum böyle değildi.” Dolayısıyla bu, makul şeylerle müzakere etme meselesidir. Ve normalde soyut bir şey haline gelen konuşmaları yapmaya ve beklentileri yönetmeye hazır bir sisteme sahip olduğunuz an, bu da çok önemlidir.

Deprem ve Tsunami Sonrası Halk Kütüphanesi

Etiketler

Bir yanıt yazın