Galata Rum Okulu Nasıl İşlev Değiştirecek?

Galata Rum Okulu Vakfı ve Netherlands Architecture Institute tarafından düzenlenen, Merve Bedir ve Chris Luth'un küratörlüğünü üstlendiği, Galata Rum Okulu Çalıştayı'nda yapının yeniden işlevlendirilmesinin farklı boyutları tartışıldı.

Görgün Taner, Laki Vingas, Meri Komorosano ve Chris Luth’un açılış konuşması ile başlayan etkinlikte ilk olarak Galata Rum Okulu’nun tarihsel süreçte ve Rum cemaatinin kimliğindeki bağlamı tartışıldı.

Eğitimde, Kimlikte Galata Rum Okulu Bağlamı

İlk konuşmacı Edhem Eldem Galata bölgesinin tarihsel sürecine değinirken, 19. yüzyıl ile birlikte bölgenin çok dilli ve dinli, kozmopolit bir gelişime sahne olduğunu belirtti. Jön Türkler ve Cumhuriyet ile bölgede önemli bir değişimin gerçekleştiğini vurgulayan Eldem, 80’lerden itibaren küresel sermayenin yönlendirmesiyle bölgede kurgulanmış, rahatsızlık verici bir kozmopolitizmin geliştiğini kaydetti. Galata’daki soylulaştırma tehdidinden yola çıkarak tarhsel realizmin yapıda yer almasından söz eden konuşmacı, tarihe dekoratif ve kozmetik bir araç olarak bakılmamasını gerektiğini vurguladı. Yeniden işlevlendirirken de bu çatışmalı ve problemli tarihin yansıtılması gerekliliği üzerinde durdu.

Elçin Macar ise Rum okullarının gelişimine dikkat çekerek, öncelikle eğitimin Patrikhane’nin elinde olduğunu ancak 1830’larda ulusallaşma sürecinin başlamasıyla beraber eğitimin sivil hale gelmesi ve modernleşmesi üzerinde durdu. Ari Çokona ise Rum cemaatinin iktisadi, siyasi ve kültürel olarak daha etkin olduğu 20.yüzyıl başından günümüze demografik açıdan sayısal analizini yaptı. Hasan Kuruyazıcı öncelikle yeniden işlevlendirme sürecinde katılımcı bir sürecin ele alınması gerektiğinin altını çizerken, dönemin Batılılaşma ile gelişen yeni tipolojileri olan okul yapılarını üslupsal özelliklerini, bu dönemdeki önemli eğitim yapılarını aktardı.

Nasıl Bir Kültür Yönetimi ve Programlama?

İkinci oturumda moderatörlerden Ayça İnce, İstanbul’daki kültür kurumlarının eski ve yeni işlevlerini Feshane, Darphane-i Amire, Ayazağa Kültür Merkezi, Koç Müzesi, Kadir Has Üniversitesi, Santralistanbul, Sütlüce Kültür Merkezi, Hasanpaşa Gazhanesi, İstanbul Modern, Depo, Tophane-i Amire ve Galata Rum Okulu örnekleri üzerinden değerlendirdi. Görgün Taner ise okulun “Mutlaka bir kültür-sanat mekanı mı olmalı?” sorusu üzerinden değerlendirerek, ön kabullerle yeniden işlevlendirmenin gerçekleştirilmemesini, nihayetinde yapının bir entelektüel faaliyetin ifadesini yansıtacağını belirtti. Bunun dışında yerel yönetimlerin bu tip tartışmalara uzak kaldığını, bu sebepten sonuçların başarısız olduğunu belirten konuşmacı, yerel yönetimlerin karar verme mekanizmalarında yer alması gerektiğini dile getirdi. Taner ayrıca bu tarz işlevlendirmelerde mutlaka karışık ve dengeli bir fonlamaya gidilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Pieter Kuster ise kendi çalıştığı eski bir okul olan sanat enstitüsünden söz ederken, öğretme ve öğrenmenin binayı dönüştürürken ilginç konular olabileceğini, ayrıca yapının hala bir mahalle içerisinde olduğunun göz önüne alınması gerektiğini ifade etti. Osman Kavala ise Depo’nun tütün deposu binasının dönüşüm sürecini, bu süreç zarfında gelişen kurguyu ve nasıl uygulandığını izleyenlerle paylaştı. Agathoniki Tsilipakou ise Selanik’te, önemli bir kentsel simge olan White Tower’da yer alan Museum of Byzantine Culture örneğini anlattı. Kyriakos Koutsomallis ise önemli olanın farklılıklarıtyla kişilerin ve grupların birbirini anlaması olduğuna dikkat çekerken, yapıda evrensel bir dil olan sanatın bir araç olarak kullanılması gerektiğini belirtti. Konuşmacı ayrıca dinamik bir merkez oluşturabilmek amacıyla doğrudan devlet finansmanının kullanılmaması gerektiğinin altını çizdi. Eva de Klerk ise bu tip yeniden işlevlendirmelerde kullanıcının rolü üzerinde durarak kendilerinin gerçekleştirdiği NDSM örneğine değindi. Asu Aksoy öncelikle okulun vakfa iadesinin önemli bir başarı olduğuna değindi ve yapıda çok işlevliliğin önemini vurguladı. Aksoy ayrıca yapının kamusal kültürün bir parçası haline gelmesi gerektiğinin ve sürdürülebilir bir yönetim yapısının olması gerektiğinin altını çizdi.

Yeniden İşlevlendirmede Mimarın Rolü ve Mimarlık

Oturumun moderatörlüğünü gerçekleştiren Aykut Köksal, yeniden işlevlendirmeye tarihsel perspektiften bakıldığında geleneksel dünyada böyle bir problematiğin olmadığını, yıkıp yapma yerine, yeniden işlevlendirmenin kendiliğinden gelişen bir durum olduğunu, antik dönemden ortaçağa geçişte ve ortaçağda bu anlamda bir sürekliliğinin olduğunu ifade etti. Yeniden işlevlendirmeyi ancak modern zaman için ele alabileceğimizi belirten Köksal, konuyu dört başlık altında değerlendirdi: Koruma odaklı tekrar işlevlendirme, koruma değeri taşımasa da ekonomik ömrünü yitirmemesi sonucu yapının yeniden işlevlendirilmesi, yeni imar sorunlarından kaçınmak için, antrepolar örneğinde olduğu üzere, yapıyı koruma ve tekrar işlevlendirme ve erken Cumhuriyet döneminde Dolmabahçe Camisi’nin Deniz Müzesi olarak kullanılması örneğinde görüldüğü gibi siyasal ve ideolojik nedenlerle yeniden işlevlendirme.

Köksal bunun yanı sıra, “Koruma nesnesi olan bir yapı işlev değiştirerek tekrar bir koruma nesnesi olabilir mi?” sorusunun cevabını, Vallaury’nin tasarımı Sanayi Nefise Mektebi’nin, Nezih Eldem’in müdahalesiyle Eski Şark Eserleri Müzesi olarak işlevinin değişimi, bir başka örnek olarak Çiftesaraylar’ın Sedad Hakkı Eldem tarafından bir üniversite binası olarak yeniden işlevlendirilmesi örnekleri üzerinden açıkladı. Sonrasında söz alan Han Tümertekin ise kendisinin görev aldığı Sümerbank binasının bir otel olarak yeniden işlevlendirilmesi ve Osmanlı Bankası binasının SALT olarak tekrar açılması projeleri üzerinden bir mimarın müdahale sırasında deneyimlediklerine değindi. Buna göre kendisinin en önem verdiği konunun mümkün olduğunca az müdahale ile yeni bir dolaşım sistemi senaryosu oluşturmak olduğunu dile getirdi. Tümertekin ayrıca müdahalelerin, mimarın egosu ve binanın değerleri arasındaki çok hassas dengeden geçtiğini dile getirdi.

Nevzat Sayın ise yapıda en az müdahale çözümünün çok daha derin bir bakış açısı gerektirdiğini, günümüzde korunması gereken ürünlerle, insanlar arasında genetik bir bağ olmadığını, insanlar ancak hayatlarının bir parçasıysa ürünleri koruduklarını ifade etti. Santralistanbul’daki koruma problemi üzerinden kendi müdahalelerini değerlendiren Sayın, üçüncü bir dil oluşturmamayı başardıklarını dile getirdi. Korhan Gümüş ise yeniden işlevlendirmede mimarlık ve program oluşturmanın tam bir birliktelik içerisinde olmasa da karşılıklı bir ilişkisi olduğu üzerinde durarak, profesyonel bir komiteye ihtiyaç duyulduğunun altını çizdi.

Bunların dışında mimarın korunacak nesne ile olan ilişkisi, korumacı mimar kimliği, yeniden işlevlendirmede restorasyon değl mimarlığın söz edilmeye başlamasının gerekliliği ve yapının programının mimariyle ve mimarla ilişkisi konuları tartışıldı.

Etiketler

Bir yanıt yazın