Avrupa Birliği’nin Yeni Mimarlık Gündemi

Avrupa Birliği şehircilik ve mimarlıkla ilgili yeni gündemini geçtiğimiz günlerde Brüksel, Avrupa Parlamentosu'nda düzenlenen, "NON-CITY" isimli konfreansla belirledi.

Konferansta, Avrupa Birliği gündemi çerçevesinde yeni şehircilik ve yaratıcı fikirler üzerinde yoğunlaşıldı ve mimarlığın politikayla olan ilişkisi üzerinde duruldu. Arkitera Mimarlık Merkezi olarak, Avrupa Birliği’nin şehircilik ve mimarlıkla ilgili yeni gündemini takip ettik.

Bu konferansla birlikte Avrupa Parlamentosu’nda ilk defa mimarlık konuşulmuş oldu. Konferansı düzenleyen EFAP (European Forum for Architectural Policies) mimarlık açısından daha iyi bir Avrupa gündemini hedefliyor. Mimarlığın ve mimarların Avrupa’nın kalkınmasında nasıl rol alabileceği üzerinde çalışıyor. EFAP, kentlerde mimarlığın yaratıcılığına ve getireceği yeniliklere inanıyor.

Mimarlık Avrupa Gündemi’nin anahtarı olabilir mi?

2011 Avrupa Birliği için bir dönüm noktası olacak. 2020 için yapılan projeksiyonlar ve hazırlıklar hızla devam ediyor. Bu süreç içinde kültürler ve toplumlarla ilgili yapılan araştırmalarda, mimarlık da bir anahtar olma durumunu kaçırmaz gibi görünüyor. Şehirler ve toplumlar için daha ilgi çekici ve daha iyi yaşama mekanları yaratmak son yıllarda ülkelerin ekonomik durumlarıyla da son derece ilişkili.

EFAP, bu konuda Avrupa Parlamentosu’ndan kendilerini desteklemesini ve mimarlığın artık kentsel kalkınmada etkili ve yaratıcı bir rol oynamasına izin verilmesini talep ediyor.

Konferans dahilinde Avrupa Birliği’ne üye ülkelerden önemli ve alanında uzman filozoflar, mimarlar, yerel yöneticiler, şehir plancıları ve akademisyenler konuşma yaptı.

Yapılan konuşmalar aslında Avrupa ülkeleri sorunlarını tek bir çatı altında toplamayı amaçladı. Artık Avrupa Birliği’nde ekonomik kriz, iklim değişikliği, politika ve işsizlikle ilgili sorunların tek bir çatı altında toplanarak, Avrupa Birliği gündemi çerçevesinde çözümlenebileceğini gösterdi. Elbette her ülkenin politikası farklı, ama Avrupa Birliği’ni bu kararı almaya iten en önemli nedenlerinden biri de son yıllarda Avrupa ülkelerinde görülen ekonomik krizler.

Avrupa Birliği’nin bundan sonraki gündemi ne olacak? Avrupa’da artık mimarlık ve şehircilik disiplinleri, ekonomi ve politika ile birlikte anılacak, bu şekilde stratejik kararlar verilecek. Avrupa Birliği’ni buna iten neydi? Tabii ki üst üste meydana gelen ekonomik krizler. Mimarlık, aslında ekonominin, politikanın bir talebi. Belki de mimarlığın ve şehirciliğin yeni tanımı bu: bir talep. Bu duruma geniş bir perspektiften bakacak olursak, politikacı ekonomik gelişmeyi tetikler, ekonomi çekim noktalarıyla gelişir. Çekim noktaları da şehirlerden ortaya çıkar. İşte bu yüzden Avrupa Birliği’nin gündeminde şehircilik 2020 için önemli bir tema.

Ekonomi ve politika dışında niteliksiz kentleşme ve iklim değişikliği de AB’nin gündemindeydi.
Bugün, kontrol edilmeyen ve piyasa tarafından da desteklenen banliyö gelişimi, düşük seviyeli, kalitesiz bir mimariyi gözler önüne seriyor. Bu aslında Avrupa’nın %70’inin yaşadığı bir tablo.

Avrupada Yeni Şehir Politikaları

Birinci paneli Avrupa Parlamentosu Şehircilik Grup Başkanı Jan Olbrycht açtı. Olbrycht, Avrupa şehir politikasından ve gelecekteki Avrupa şehir modelinden bahsetti. Ekonomi ve iklim sorunlarına rağmen yarının şehirleri için konferanstaki uzmanları ve akedemisyenleri kürsüye çağırdı.

Konferansı yöneten EFAP Başkanı Rob Docter ise karar alıcı aktörleri bir araya getirmeye çalıştıklarını, mimarlığı planlama ve kültürle ilişkilendirmek istediklerini söyledi. Mimari kalite şehrin kalitesine nasıl etki edecek? Mimarlık disiplinin diğer birçok farklı disiplini tetiklediğini vurgulayan Docter, “Mimarlık şehir hayatı için ne yapıyor?” ve “Politikacılar mimarlığı nasıl kullanmalı?” sorularını sorarak konuşmasını bitirdi.

Fransız filozof ve yazar Thierry Paquot, Fransızlar için Avrupalı teriminin geçerli olmadığını, “Biz Paris’liyiz, burası Fransa,” diyerek belirtti.

“Varolmak ne demek? Bu, her anlamda çok güçlü bir soru. Hepimiz dünya üzerinde yaşadığımız sürece, yaşamak istediğimiz yeri inşa etmeli, yaratmalıyız. Ben buna ‘Fundamental Ecology’ diyorum, yani kendi çevreni kendin yarat.”

London School of Economics’te akademisyen olan Andrea Colantonio, Avrupa Birliği’nin yeni gündemi ile ilgili “Golden Era” başlıklı bir konuşma yaptı. Ulusal ve yerel ölçekte karar alıcı mekanizmaları karşılaştıran konuşmasında farklı şehirlerden örnekler verdi. Torino, Barselona ve Münih şehirlerinde, çekim noktaları ve yaşam kalitesinin yerel ölçekte yapılan yatırımlarla ilgili olduğu çok açık anlaşılabiliyor. Colantonio, Avrupa Birliği’nin gelecek gündemi için, liderlerin rolünün, şehirler için yeni yatırım araçlarının, geliştirilen projelerde finansman kaynağının sürekliliğinin sağlanmasının çok önemli olduğunu belirtti. En son olarak da AB geleceği için ekolojiyi savunmamız gerektiğini vurguladı.

“Mimarlık bazen öyle bencildir ki, mimarları dış dünyadan izole eder”

Delft Üniversitesi’nde profesör olan mimar ve şehir plancısı Winy Maas, “The Green Dream” (Yeşil Bir Hayal) isimli bir konuşma gerçekleştirdi.

Artık mimarlık ve politika kararlarının eşgüdümlü yürütülmesi gerektiğine inanan Maas, bunun mekana kalite ve güzellik getireceğini açıkladı. Bazen mimarlığın bencil olduğunu ve bu yüzden de mimarların kendilerini izole ettiklerini söyleyen Maas, bu durumu şehir banliyölerindeki duruma benzetti. Kent merkezinin çekiminden uzakta kalan banliyö, tüm karmaşasına rağmen yaşantısını sürdürüyor ve dış dünyaya açılamıyor.

“Devasa ölçeklerle nasıl başa çıkabiliriz? Tokyo, Paris, New York.. Bu büyük metropoller gün geçtikçe birbirine benziyor ve karakteristik özelliklerini yitiriyor. Bunun için ne yapmak lazım? Yaratıcı bakış açılarına ihtiyacımız var. Yaratıcı şehirler oluşturmalıyız ama bu şu anda çok zormuş gibi gözüküyor çünkü korkuyoruz! Avrupa Parlamentosu’nun şu anda bütün bunları gündemine yazması lazım. Bizim sorunumuz şu, yalnız olmamız, bireysel hareket etmemiz, yeşil mimariyi tuhaf bir biçimde şehirlerimizde uygulamamız, mimaride çok minyatür düşünmemiz ve fakir olan grupları göz ardı ederek tasarım yapmamız.”

“İstanbul Kırmızıyla Yeşil Arasında!”

İkinci panelin ilk konuşmacısı Hollandalı mimar Henk Ovink’ti.

Ovink, konuşmasına farklı şehir tanımlarıyla başladı. Çekici şehir, güçlü şehir, yarışmacı şehir… Biz hangisinde yaşıyoruz? Peki hükümet nerede, biz hükümetin neresindeyiz? Şu anda Hollanda’da mimarların %40’ının işsiz olduğunu ve planlama çalışmalarının hep bütçeye takıldığını belirtti. “Bizim esas sorunumuz iklimin değişmesi değil, şehirleşmemiz,” dedi.

Burada ölçeklerin önemli olduğunu vurgulayan Ovink, farklı şehirlerle yapılan işbirliklerinin kentin geleceği için faydalı olabileceğinden bahsetti. İşte bu noktada İstanbul’u işbirliği yapılabilecek bir örnek şehir olarak gösteren Ovink, “Peki İstanbul nerede? İstanbul çok karmaşık bir şehir ama ona rağmen çok büyük bir potansiyel. İstanbul arada sıkışmış bir şehir. Şu ana kadar Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girip girememsi çok konuşuldu, tartışıldı. Önümüzdeki yıllarda da Türkiye’nin AB üyeliğine kabul edilebileceğini herlade burada kimse tahmin etmiyor,” dedikten sonra Avrupa ve Orta Doğu için hazırladığı haritayı gösterdi. Bu haritayı iki kıta arasında sadece bir “din haritası” olarak gören Ovink, Avrupa Kıtasını’nın inancını kırmızıyla, Orta Doğu’nun inancını ise yeşile boyararak göstermeyi uygun bulmuş .Ovink, tüm Avrupa kıtası ve Orta Doğu için sadece toplumların inanışlarına dayanarak hazırladığı bu haritayla ilgili “İstanbul kırmızıyla yeşil arasında(!)” diyerek sözlerini bitirdi.

Eski Birmingham Belediye başkanı Sir Albert Bore ise, Avrupa Birliği’nin bir bütün olarak şehir gelişimine çözümler bulması gerektiğine dair bir çıkış yaptı ve “Kentler kendi gündemlerini kendileri belirlemeli. Liderlik ve misyonlar geri dönmeli. Bizim ihtiyacımız olan şey Avrupa Birliği’nde yeni bir rönesans harektidir,” diyerek sözlerini bitirdi.

İtalyan şehri L’Aquila’nın belediye başkanı Massimo Cialente, 2009’daki büyük depremden sonra neredeyse tamamı yıkılan ve artık bir kimliği olmayan şehrinden bahsetti. Kentin yeniden inşasındaki en büyük sorunun nereden başlanacağı olduğuna dikkat çeken Cialente, kentin öncelikle sosyal dokusunun yeniden yaratılması gerektiğini ve işte bu yüzden hükümet tarafından önerilen büyük binaların inşaatını reddettiğini anlattı.

Etiketler

Bir yanıt yazın