2014’e Sifonu Çekerken

2014 Mimarlık Almanağı'na çalıştığımız süreçte ürettiklerimizden çok tükettiklerimiz ile karşılaştık.

Yıl sonları eleştiri/özeleştiri fırsatı sunmasıyla verimli de bir dönem… Bütün yayınlar (biz dahil) başlarız en çok okunan, en öne çıkan haberleri derlemeye, bu yılın en popüler olan konularını gündeme taşımaya. Şayet konu Türkiye’nin mimarlık ve kent gündemi ise bu liste yavaştan “yıkılan tarihi yapılar, kaybedilen davalar, en çok kayıp verilen kazalar” ile daha çetrefilli bir hale dönüşür. 2014 Mimarlık Almanağı‘nın içeriğinin de her geçen yıl neden daha karamsar olduğunu bu çerçevede açıklamak mümkün.

Peki neydi bu sene Türkiye kent ve mimarlık gündemini en çok ilgilendiren konular. Neleri tartıştık, neleri tartışmaya devam etmeliyiz?

Başbakanlık Hizmet Binası

Bu yılın Mimarlık Almanağı‘nın kapak konusu Başbakanlık Hizmet Binası… 2014’te tamamlanan Başbakanlık Hizmet Binası, benzer birçok proje gibi açılan onca davaya rağmen devam edip tamamlanan projelerden sadece biriydi. Fakat uzun zamandır devam eden tüm tartışmaların; şeffaflık, çevre, mimarlık ve iktidar-mekan ilişkileri temellerini bir şekilde içinde barındıran proje süreci yapıyı herhangi bir örnek olmaktan çok daha öteye taşıdı.

İnşa edileceği duyurulduğu günden itibaren birçok tartışmaya konu olan, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın, “Yaptığımız hukuksuz bir şey yok, güçleri yetiyorsa yıksınlar!” diyerek herkese meydan okuduğu Başbakanlık Binası, 2014 yılını “bir muhalefet yılı” olarak tescilledi denilebilir. 1 milyar 370 milyon liraya mal olmasıyla, “Selçuklu-Osmanlı” göndermeleriyle ve tabiki AOÇ’de yer almasıyla kent ve mimarlık gündemini oldukça meşgul eden yapı sadece Türkiye’de değil, Dünya’da da büyük yankı uyandırdı. Büyüklüğüyle diğer tüm başkanlık sarayları ile karşılaştırmaya tabi tutulan Erdoğan’ın yeni evi 2015’in de tartışma konusu olacak gibi gözüküyor.

İş Güvenliği-İşçi Ölümleri

Her yıl farklı sektörlerde çalışırken yüzlerce kişi hayatını kaybediyor. Zorlu ve tedbirsiz çalışma koşulları sonucunda yaşanan iş kazaları artık “iş cinayetleri” olarak anılmaya başladı. Mayıs ayında SOMA’da yaşanan maden faciası sonucunda 301 işçinin hayatını kaybetmesi iş kazaları konusunda farkındalığı arttırdı ancak konunun inşaat sektörü ve mimarlık ortamında tartışılması maalesef yine başka bir kazayla ortaya çıktı.

Bu yıl eylül ayında Torun Center inşaatında asansörün düşmesi nedeniyle 10 işçinin hayatını kaybetmesi üzerine iş kazaları mimarlık camiasında da tartışma yarattı. Hatta belki de ilk kez bu kadar alevli ve zorlu bir tartışmanın içine çekildi mimarlar. Torun Center özelinde mimar Emre Arolat üzerinden “Mimarların şantiyede yaşanan kazalarda sorumluluğu yok mudur?” sorusuyla tartışmalar başladı, mimarlıkta meslek etiği sorgulandı. Bu süreçte Yaşar Adanalı’nın iş güvenliğinin sorumluluk halkasında tasarımcının rolünü tartıştığı Kan Mimarisi başlıklı yazısında ise şu cümle oldukça çarpıcıydı:

O bina altındaki imzasıyla (yıldız) mimar, binanın üretim sürecindeki öngörülebilir ve önlenebilir cinayetlerin önüne geçilmesi için mücadele vermiyorsa kendisini sorumluluktan azade gördüğü bir konfor zırhının arkasına saklanmış demektir.

İnşaat sektöründeki kazaları şimdilik unuttuk gibi görünüyor ancak uzun vadede kazaların önlenebilmesi adına çok paydaşlı, geniş bir işbirliğine ihtiyaç duyulduğunun ortaya çıkması mimarlık camiasının en önemli açıklarından birini de gözler önüne sermiş oldu.

Validebağ Korusu

Üst ölçek planlara uyumsuz uygulamaların, yerel yönetimler arasındaki yetki karmaşasının bir örneği olarak Validebağ Korusu’ndaki yapılaşma çabaları bir kent suçu olarak karşmızda duruyor. 2014’ün en önemli kent direnişlerinden biri olan Validebağ Korusu eylemleri oldukça ilgi toplayan bir direniş olması itibariyle ikinci Gezi olayları olarak da anılmaya başlamıştı.

İBB ile Üsküdar Belediyesi tarafından hazırlanan planların birbirini tutmaması sonucunda ortaya çıkan Validebağ Korusu’nda cami inşaatı projesi, ihtiyaç dahilinde ortaya çıkmadığı, mahalleli tarafından sıkça kullanılan ve İstanbul’un önemli yeşil alanlarından biri olan koruda inşaatın önünü açtığı gerekçesiyle uzun süren protestoların konusu oldu. 

3. Havalimanı İnşaatı

İstanbul’un çılgın projelerinden biri olarak açıklanan, Avrupa Yakası’nda Karadeniz kıyısında yapılması planlanan 3. Havalimanı projesi 2014’te tam gaz devam etti. Açılan davalara ve yargı kararlarına rağmen inşaat için hafriyata başlandı. İnşaat alanında çekilen bir kare fotoğraf ise yapılan çevre katliamının boyutlarını gözler önüne serdi.

Diğer taraftan havaalanı projesinin görselleri de ortaya çıktı. Master planı ARUP tarafından çizilen projenin mimarlık ortaklarından biri olan Nordic Office of Architecture’ın hazırladığı görseller basına sunuldu.

Bütün bunların yanında Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan, “Bu ülkenin imarında, bu ülkenin kalkınmasında çok önemli bir rol oynadı” diyerek dönemin başbakanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın adının üçüncü havalimanına verileceğini duyurdu.

Venedik Mimarlık Bienali

Bu yılın en önemli olaylarından biri Rem Koolhaas küratörlüğünde düzenlenen 14. Venedik Mimarlık Bienali’ydi. Bu senenin bir özelliği de Türkiye’nin ilk defa kalıcı bir ulusal pavyona sahip oluşuydu.

Söz konusu Koolhaas’ın küratörlüğünde bir bienal olduğundan, herkesin beklentisinin aktüel mimarlığa ve daha civcivli bir temaya hazırlanması normaldi. Fakat gelgelelim sağ gösterilip sol vurulduk. Aslında Koolhaas’ın her şey olur kabulu çoğu mimar için ideal bir vizyon olsa da, modernizme tekrar bizi döndüren 14. Venedik Mimarlık Bienali’nin sorgulamaları “sanırım bir tehlike yakalaşıyor” diye bir tedirginlik de yarattı. Ki Koolhaas’ın portfolyosunun da bu gerginlikte payı olduğunu söylemek mümkün. Özellikle mimarlığın temellerinde aranan cevaplar hem ironik bir paltformda tartışma zemini buldu hem de geçtiğimiz yüzyılda ortaya çıkan temsillerin ne kadar yönlendirici olacağını göstermiş oldu. Bugün yeniden mimarlık ortamı için bir kriz durumu mu var bilinmez ama bu seneki bienal kafalarda yarattığı şüphe ile mimarlığın “nereden geldik nereye gidiyoruz” fenomeninden öte, “bundan sonra ne olacak?” kaygısı güttüğünü gösteriyordu denebilir. Absorbing Modernity 1914–2014 ana teması altında düzenlenen 14. Mimarlık Bienali’nin bu anlamda bir moderni yüceltme şenliğine mi yoksa yeni arayışlara mı kapı araladı, hala tartışılıyor.

2014’ü geride bırakırken Mimarlık Almanağı 2014‘e bir göz atın istiyoruz, tüm yıl kentte verilen mücadeleleri ve üretimi tekrar hatırlamak için.

Çünkü her seferinde yeni, temiz bir yıla başlama, arkada kirli hiçbir şey bırakmama düşüncesiyle sifonu çekiyoruz ama tuvalet artık tıkanıyor…

Mutlu bir yıl geçirmenizi dileriz.

Etiketler

Bir yanıt yazın