Yüksek Doz Frank Lloyd Wright…

Ailecek gezmeyi severiz. Bu durum benim de işime geliyor. Önceleri gezme tozma kararlarının, plansız, şuraya da gidelim, bu da eksik kalmasın diye verildiğini zannederdim. Artık aylar önceden “Ucuz uçak bileti bulduk” haberini bana da vermeye başladılar. Böylece planlamaya ben de dahil oldum, gidilecek şehir hakkında kendi araştırmamı yapmaya başladım. Kendime özel gezi planları yapmamla beraber onların planlarıyla çakışmalar olmadı değil.

Geziden önce plan programı bırak, hangi gün nereye, hangi vasıtayla gidilecek ne zaman ne kadar gezilecek ve hatta nerede ne harcanacak diye ince ince planlar yaparlarmış. Benim de biraz baristalık mesleğine ve özel kahve mekanlarına ilgim var. Tabii bir de gidilecek yerlerdeki güzel fotoğraf çekilecek mekanları listelemem gerek. Artık ben de planlayıcı konumundaydım, gezi programına benim isteklerimi de almaya başladılar, ben de onların hedeflerini ilgiyle incelemeye başladım.

Anne-baba mimar olunca haliyle evdeki çocuklar da etkileniyor. Mesela evde yüzlerce-binlerce kalem, defter, özel kağıt, maket kartonu, kesici alet vb. var. Dolayısıyla kırtasiye sorunu yok. Arkadaşlarımın öylesine kurşun kalemleri varken, bende portmin denilen kalemlerden var. Daha ilkokuldayken yazını düzelten, güzel olması için çabalayan bir anne var. Hatta ben ve kardeşim “8”leri onun yazdığı gibi yazıyoruz. Sonra bir yerde fotoğraf çekiliyor, karede kimse yok. Evet, binanın cephesini çekiyorlarmış, “birisi ben de çıkayım fotoğrafta” diyor, annem “sen kenara çekil, ben sadece binayı çekeceğim” diyor. Herkesin gittiği yerlere gidilmiyor, bir şehirde turistik mekanlara doğru dürüst değer verilmiyor. Arka sokaklara gidiliyor, yıkılmış binalara bakılıyor. Eskiden “karpuz ye” isimli bir adamdan bahsederlerdi anlamadan beraberce tekrarlayıp gülerdik. Başına da “lö” ekliyorlar, Fransızmış.

2019’un yazında Amerika gezisi gündeme geldi. Babam zaten San Francisco’da olunca biz de annem ve kardeşimle birlikte yazı geçirmek üzere babamın yanına geldik. Tabii gezilerde plan yapmanın önemini fark ettikten sonra kafeler, fotoğrafı çekilmesi gereken yerlerden oluşan notlarımla gittim.

San Francisco merkezde gitmek istediğim yerler. Alcatraz’ı bile işaretledim. Tam gün ayırmak lazım ve gezi bedeli biraz tuzlu. Zaman kısıtlıydı bu yüzden ne yazık ki çoğuna gidemedim.

Yine bir çakışma, yine asık suratlar derken, annem ve babamın gitmek istediği yerleri görünce akan sular durdu. San Francisco’da Marin City, Chicago’da Oak Park bölgelerinde geçirdiğimiz uzun zamanlar gitmek istediğim yerler yerine niye buraya geldiğimizi anlatmaya yetti de arttı. Planlara bakında karpuzcuyu değil, Frank Lloyd Wright isimli bir mimardan sıkça bahsedildiğini gördük.

FRANK LLOYD WRIGHT KİMMİŞ?

Ne yazık Wikipedia ülkemizde kapalı. Bu yazıyı yurtdışında yazıyorum ve söz konusu siteye buradan giriliyor. Buna rağmen Wikipedia’ya hemen sarılmıyorum. Çünkü okuduğum lisede, verilen araştırma konusunda derinlere inmeden Wikipedia’dan kopyala yapıştır yapılmasına pek sıcak bakılmıyor. Hatta akademik dürüstlük ilkesine göre atıf yapmakta hatalı davrandıysan direkt sıfır alıyorsun. Sanırım kullanıcıların girdiği bazı bilgilerin atıf yapılmamış ve çoğunlukla kendi görüşleri doğrultusunda yazıldığını yani sonuçta objektif olmadıklarını düşünüyorlar. Hocam biz yasaksız girelim de bilgiyi oradan almayalım razıyız diyemiyoruz.

Frank Lloyd Wright (FLW) hakkında babamın kütüphanesinde bir kitap buldum. Hayatını ve yaptıklarını şöyle bir taradım. Önceden de New York’a gitmiş onun binasını görmüştüm ama bu sefer San Francisco, Los Angeles ve Chicago’ya gitmek vardı programda. Bir delilik yapıp Arkitera Editörlerine FLW hakkında bir yazı yazabileceğimi söyledim. “Sen önce bir yaz, eğer uygunsa yayınlarız,” dediler.

Şimdi FLW hakkında kısaca bir bilgi vermem gerek. Babamdan duyduklarım ve deneyimlerimden sonra Amerikalılar’ın Wright’ı çok sevdiği sonucuna varmak pek zor olmadı. Modern mimarlığın öncülerinden olan hem iyi bir mimar hem yazar hem eğitimci hem de Amerikalı. Gittiğimiz çoğu yerde Frank Lloyd Wright tasarımı bardak, peçete, doğum günü kartı, küpe, cetvele rastlamak mümkün. Bu rastlantının gittiğimiz yerler ile ilgili olması da mümkün. Yine burada anne-baba faktörü giriyor sanırım.

Wright, doğaya olan hayranlığı, sisteme karşı yeni ve alışılmadık fikriyle hareket ederek 300’den fazla yapıyla çoğu mimarın yapamadıklarını yapmış. O zamanın şartlarıyla kıyaslamak ne kadar doğru bilmesem de Frank Lloyd Wright’ın vizyonuna sahip olmanın kolay olmadığı aşikâr. Modern ve bu dünyadan değilmiş hissi veren tasarım ve yapısıyla hep etkileyici ve yenilikçi bir mimar olmuş.

Aslında yazmış olmak için yazmak istemiyordum. Bu nedenle imkanlarımın elverdiği en iyi şekilde araştırma yapmak ve düşüncelerimi doğru ifade etmeye çalıştım. Çok fazla detaya ve bilgiye boğulmayıp Wright’ın bir şeye bakarken ne açılardan gördüğünü ve düşündüğünü biraz olsun anlamak istiyordum. Fakat imkanlarımın bu kadar da iyi olacağı aklıma gelmemişti.

Amerika’nın çoğu şehrinde eseri olan Frank Lloyd Wright’ı 7 sene aralıkla tanıma fırsatı yakalayacaksın, sonra gezeceksin ve yazı yazacaksın deseler pek inanmazdım. Üstelik araştırmamı da Civic Center Kütüphanesi’nde ayın yüzeyinde kitap okuyor hissi eşliğinde yaptım. Normal şartlarda bu kadar şanslı biri değilimdir ama teşekkür edeceğim birkaç kişi şu an bu yazıyı okumanızı sağlıyor işte.

Belki de bu yazı size farklı gelecek çünkü alışık olmadığınız bir yaş grubundan başka bir bakış açısıyla yazılmış düşünceler olacak. Hatta ne dediğimi anlamak için uzun saatler düşünüp anlamadığınızı yazacaksınız yorumlara. Düşünme seansından sonra bile ne yazmış yahu bu kız diyeceksiniz.

Arkitera’daki çoğu yorumu okudum. Sitenin takipçileri birbirlerine biraz sert yorumlar yazabiliyorlar. Fakat biraz kendimi rahat hissediyorum çünkü bu bir ödev değil ve ben lise öğrencisi olarak zor bir işe giriştim. Takipçiler hata yaparsam daha yumuşak davranacaklardır.

Size gezi notlarımı sıralı anlatmak isterdim ama olmadı. Akademik araştırmayı Frank Lloyd Wright’ın kendi binası içindeki kütüphanede hemen girişte karşınıza çıkan Frank Lloyd Wright kitapları rafı sayesinde yapmış olmak çok iyi oldu. Yani onun hakkında araştırmayı, bizzat kendi mekânı içinde yapıp size sunmak… Öyle ki kitaplardaki fotoğraflar, o anda durduğum yerde çekilmiş halde. Çok acayip, her fotonun nereden çekildiğini buluyorsunuz. İki resim arasındaki 7 farkı bulun gibi bir bilmece. Ne güzel…

Fotokopi çekemedim, kendi telefonumla fotoğraflarını çektim ve hızlıca üzerinden geçtiğim kitaplardan çıkardıklarımı eve gelip biraz toparladım.

Kitabın başındaki gölge çizimi.

Babama yukarıdaki çizimin ne anlama geldiğini sordum. Önce çok ilgilendi, şöyle bir duraksadı ve sonra gülümsedi. “Çok uzun, anlatmak uzun sürer” deyince hiç hoşuma gitmedi ama neyse ki açıklamaya karar verdi.

Bu “parabolik bir rivolv objenin 45 derece açıyla gelen gölgesinin elle yapılan düzlem yatırma yöntemiyle, gölgesinin çıkartılması”ymış. Türkçesi yukarıdaki parabol eğrisinin bir merkez etrafında tam tur döndürülmesiyle oluşturulan objenin yere tam 45 derece ve tam Güneydoğu’dan gelen ışık varsa yere nasıl gölge atacağının çizimiymiş. “Şimdi sen SketchUp’ta bunu 4,5 dakikada çıkartırsın”, dedi. Evet, çıkartabilirim de o neden bu kadar önemsiyor peki. Bunu dedem ona daha lisedeyken biraz da zorla anlatmış. “Kolay iş değildir, gölge perspektif ve tasarı geometri dersi alanlar bile yapamaz kolay kolay şimdi” diyor. Mimarlık okusam bile o dersi almazmışım, artık yokmuş müfredatta. O yüzden kütüphanenin en kallavi FLW kitabının başında yer alıyor olsa gerek. FLW bir objenin nasıl gölge atacağını bile hesaplamadan ürettirmiyormuş demek ki. Bilgisayar yokken bence normal bir çalışma yöntemi değil. Mimarlık yerine başka bir mesleğe yönelmeyi ciddi ciddi düşünüyorum artık.

BEN NELER HİSSETTİM?

Kitabı karıştırırken ben de yavaştan bir şeyler hatırlamaya başladım. 2012 yılının Haziran’ında New York’a gitmiştik. Guggenheim Müzesi gördüğüm ilk Frank Lloyd Wright binasıydı. Böyle bir mimarın adını, varlığını ve hatta özelliğini dahi bilmiyordum. Annemle babam plan yapmışlardı, o gün gerekli metrolara binilip oraya gidildi. Oldukça uzun zaman geçirdiğimizi hatırlıyorum. Fakat benim için ilgi çekici olan Amerikan Doğal Tarih Müzesi’ndeki dünyanın en büyük dinozorunun kemikleriydi. Hem de öyle bir yapmışlar ki, dinozor tüm heybetiyle yani gerçek boyutuyla iskelet olarak tam karşınızdaydı.

Daha bu girişteki dinozor. Guggenheim’a da bundan bir tane koymaları gerekirdi. Çünkü 10 yaşındaydım kardeşim de 6,5 yaşında.

Dinozoru olmayan ve açıkçası bembeyaz, böyle yay gibi içi dışı olan müze beni çok çekmemişti. Biraz işte müzenin hediyelik eşya satan mağazasından, müzeyi gezdiğimize dair ülkemizde olmayan kalem, silgi, cetvel bakmıştım.

Müzenin yazısının nasıl yazılacağına bile o kadar vermiş. Babamın 2012’de çektiği fotoğraflardan bunu beğendim.

Ta ki, Şikago’ya gidip FLW’nin ofisini ve yaptığı binaları görene ve babamın anlattıklarını dinleyene kadar. Babam katıksız bir FLW hayranıymış. Annem de girdi mi çıkmıyor binalardan. Acaba röportaj mı yapsam onunla derken, kabul etmedi. “Benim FLW hakkında ahkam kesmem ne orijinal bir fikir ne de çekici gelir. Beni bilen biliyor. Fakat bir lise öğrencisi olarak kendin gibi olman daha fazla kişiye gerçek duyguları aktarır. Eğer bir şey hissediyorsan yaz, hissetmiyorsan yazma, zorlama yok.”

THE GUGGENHEIM MUSEUM

Amerika’ya ilk gidişimde tek derdimin şu oyuncakçı, şu müze ve şu dondurmacı da eksik kalmasın olması çok normal. O zamanlar 10 yaşında olduğum için ailecek zevklerimiz pek uyuşmuyordu. Niye eğlenceli yerlere gitmiyoruz diye babamın başını yemişim herhalde ki babam hayranlıkla elinde fotoğraf makinesiyle bir o tarafa bir tarafa gidip bir sürü fotoğraf çekerken Guggenheim ile ilgili bilgilerle beni oyaladığını hatırlıyorum. Babam beni sakinleştirmeye çalışırken binanın ne kadar değişik ne kadar alışılmadık olduğunu ve daha önce gördüklerime benzemediğini fark etmemi sağlamıştı. Tabii ilk seferinde FLW’ye biraz haksızlık etmişim. Şimdi anlıyorum.

FLW imzası Guggenheim’in yan giriş kapısında demirden yapılmış.

Guggenheim hakkında öğrendiğim bilgilerin çoğunu Civic Center kütüphanesindeki kitaplardan okudum. Eserleri hakkında bilgiler, eskizler ve fotoğrafların olduğu kitapta; bir mimarın, özellikle tanınmış ve ses getirmiş, bir binayı neye göre, neden ve nasıl tasarladığını öğrenmiş oldum. Wright, Amerikan milyonerlerinin ölmeye yakın kendileri için yaptırdıkları anıtların genellikle antik Yunan mimarisini temsil ettiğini fakat Solomon R. Guggenheim’ın farklı olarak fütüristik yaklaşımı ve geleceğe bakmasıyla bina şu anki Guggenheim olmuş. Gerçi yaptıracak kişi başka türlü düşünseydi, büyük ihtimalle mimar olarak Wright’a başvurulmazdı. O zamanlardan bu zamana modern ve fütüristik mimari denince akla gelen ilklerden biri olmasının sebeplerinden biri de Guggenheim’ın tasarımı denebilir.

Guggenheim’ın planı için bir spiralden yola çıkılmış. Şekil ve fikirler değişmiş, yenilenmiş ve günümüzdeki halini almış. Bina tamamlandıktan sonra S. R. Guggenheim; Wright’ın çıkardığı işten öyle etkilenmiş ki, “Yapabileceğini biliyordum ama bu kadar da iyi olacağını düşünmemiştim,” demiş.

Kitapta binanın ilk önerisi var. İyi ki böyle yapılmamış bence.

Zamanının zevklerine ve alışkanlıklarına aykırı, muazzam ve etkileyiciliğiyle 5. Cadde’ye damgasını vuran bir bina ortaya çıkmış. Üstüne bir sürü yazı yazılmış. Benim gibi daha çok 10 yaşındakilerin ilgisini çekmiş.

THE V. C. MORRIS GIFT SHOP

San Francisco’nun sevilen mekanlarından olan, turistlerin ve evsizlerin bol bulunduğu Union Square’in yakınlarında bir ara sokakta Wright ile ikinci kez karşılaştım. Annemler bu sefer bize herhangi bir ön bilgi vermemişlerdi. Ben kardeşimle konuşuyor, yoldan geçenleri inceliyor ve mağaza vitrinlerine bakıyordum. Sonra bir ara sokağa girdik. Niye girdik, ne kadar ıssız bir sokak diye düşünmeden yapamamıştım. Sadece birkaç evsiz çöp karıştırıyor, kendisine yararlı bir şey ararken ortalığı kokutuyorlardı. Ön cephesi tamamen tuğlayla örülmüş vitrinsiz bir binanın önünde durduk. Ama Arkitera’ya yazıyorum diye söylemiyorum. Hayatımda bu kadar cesur ve diğer mağazalara meydan okuyan bir mağaza görmedim. Hatta şaşkınlığımla burası mağaza mı diye de sordum. Saat geç olduğu için kapalı olmasaydı içeriye girip gezmek isterdim. Fakat Google Civic Center’ın kütüphanesindeki kitapların yardımıyla birkaç bir şey öğrendim.

İşte cephe için foto çekemediğimiz için çıkardığım eskiz.

Sokak o kadar dar ki, cep telefonu kamerasıyla fotoğraflanamıyor. Ben de Tiger isimli çok sevdiğimiz bir mağazadan aldığım çok kaliteli olmasa bile aldığım koyu kömür kalemle eskizini çıkardım.

Tam adı “The V. C. Morris Gift Shop” olan butiği yaptırmak isteyen Bay ve Bayan Morris tuğladan cephe fikrine sıcak bakmamış. Wright amacının müşteri kaçırmak olmadığı fikriyle Morris çiftini ikna etmiş. Asıl amaç ön cephedeki kemerin içeriye doğru uzayan küçük bir tünelle müşteriyi “fare kapanı” adını verdiği tuzağa düşürmekmiş. “Fare kapanı”, tüneli yarı tuğla, yarı cam malzeme kullanarak ve cam kısmından görülen ürünlerle ilgi çekmesi, kapıda duran görevlinin karşılamasıyla müşteriyi yakalamak üzere tasarlanmış. Çok zekice ve ilginç.

Snapseed isimli yazılımla fotoğrafı çektikten sonra eğip bükebiliyorsunuz. Öneririm. Böylece bu foto benim eskizimden etkileyici oldu. Annem aynı fikirde değil, eskiz daha iyi diyor.

Biz gittiğimizde butik kapanmıştı. Zaten içeri girip elbiselere filan bakmadan içerideki spiral merdivene bakıp nasıl çıkacaktık onu da bilmiyoruz. Dükkan sahipleri, bizim gibi meraklı, satılan malları değil de binaya odaklanan mimari meraklısı turistlerden bıkmış olabilirler.

Kitaptaki kesit.

UNITY TEMPLE

Sırtımızda çantalarla Şikago’ya geldik,. İlk önce otele gideriz sonrasında da gezmeye çıkarız diye düşünmüştüm, yanılmışım. Pek de şaşırmadım aslında. 8 kiloluk çantalarla, şehrin ortasında 60’lı yıllarda yapılan Marina City’e gidip fotoğraf çekmek iki mimar için bel ağrısından daha önemliydi.

Bu yazıyı yazacağım için yaptığım araştırmada Şikago’daki Frank Lloyd Wright eserlerini biliyordum. Otelimize de çok yakındı. Ertesi gün yürüme mesafesinde olduğundan Unity Temple’a gitmeye karar verdik. Bu kadar çok kiliseyi bir sokakta görmediğinizi size temin edebilirim. Kiliselerden bir tanesi de artık kilise olarak kullanılmayan Wright’ın eseriydi. Diğer kiliselerden daha kişilik sahibi, daha özgün ve marjinaldi.

Benim çektiğim resimler güzel çıkmamış. Kitaptaki FLW perspektifi daha iyiydi.

Düşündüğümde ne kadar farklı fikirleri olduğunu gördüğüm FLW, bu sefer kapalı bir kutu gibi bir kilise tasarlamıştı. Kare planı, eşitliği ve birliği temsil ederken “Unity House” denilen yer, sınıflar veya sosyal etkinlikler için ayrılmış. Aydınlatmadan kapı kulpuna kadar en ince ayrıntısına kadar Wright diye bağıran bir mekân yaratılmıştı.

RUBY HOUSE

Şikago gezimizde kullandığımız metro hattının diğer ucunda olan Ruby House; saçaklarının geniş ve ince olması gelenlere uzun bir gemi içindeymiş hissini yaratıyor. Ahşap kullanımının fazla olduğu yapının tavanları alçak ve dekorasyonunda kahve tonları kullanılması basık bir ortam yaratmış. Tabii içeride yeteri kadar bulunduktan sonra detayların büyüsüne kapılmamak elde olmuyor.

Ruby House önünde foto. İçeriden çekmek mümkün olmadı. Bu sefer ben 17 kardeşim 13,5 yaşında.

CIVIC CENTER

Mill Valley’de kısa zamanlı ev kiralamamızın da getirdiği kolaylıkla Civic Center’ı da ziyaret etmemenin olmayacağına karar kıldık. İlk görüşte ne yalan söyleyeyim FLW yapmış gibi gelmedi. Hep daha ağır renkler, Japon tarzına benzer saçaklar, spiral çizgilerin hâkim olduğu eserlerden daha farklı olduğunu hissettirdi. Sonradan fark ettim ki bu tasarımında her bir özelliğinden bir parça kullanmış. Cephede büyükten küçüğe doğru giden daireler, dönemine göre pahalı ve moda olan renkler, özgün detayların önemli bir yeri var. Telefon kulübesinden, tuvalet tabelasına kadar kendi çizgisini korumuş ve detayları da tasarlamış. Açıkçası kullanılan renkleri bir türlü sevemedim.

Binadaki iç koridor çok etkileyici. Gattaca isimli film de bu binada çekilmiş. İzleme listesine aldım.

Duvarlarda Civic Center’ın yapım aşaması hakkında birkaç bilgi içeren yazı ve fotoğraf serisi sergisi vardı. Devlete ait olan Civic Center için FLW tasarımının onayı haberi ve o dönem hakkında olan gazete haberi fotoğrafları sergilenirken bilgi edindiğim kitaplar da Ay yüzeyini andıran tavanlı kütüphanedeydi. Civic Center’da bulduğumuz kaynak cennetiyle de elimden geldiği kadar FLW araştırması yaptıktan sonra ayrıldık.

Güzel fotoğraflar çıkıyor bu binadan.

Amerika ve Frank Lloyd Wright maceram da Civic Center ile sonlandı. Umarım daha çok görür ve daha çok yazma fırsatım olur.

Bu fotoğraf gerçek ölçüyse FLW oldukça ufak bir amcaymış. Dede mi deseydim.

Kütüphaneden direkt dışarıya çıkılabilen böylece kütüphanenin bina kapalıyken de kullanılmasını sağlayan bir asansör var. Onun önünde kütüphaneden çıkarken babam kankasıyla fotoğraf çekmemi istedi.

Etiketler

Bir yanıt yazın