Taksim’in Ardından: Eleştirinin Eleştirisi [Ya Da ‘Ağaç-Hürriyet İkilemi’ Üzerine]

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın geçtiğimiz yılın Mart ayında açmış olduğu ve Eylül ayında kamuoyuna açıklanan sonuçları ile halk oylamasına sunulmuş olan uluslararası Taksim Meydanı Kentsel Tasarım Yarışması, belki de bugüne dek üzerinde en fazla tartışma yaratan yarışma olarak Türkiye şehircilik tarihinde yerini aldı.

Oylama süresince ve öncesinde hem mimarlık ve planlama alanı içinden meslek insanlarının hem de halkın özellikle sosyal medya aracılığı ile görüşlerini ifade ettiği çok yoğun bir kentsel mekan ve şehircilik tartışmasına tanık olduk. Bu yönüyle yarışma, misyonunu fazlasıyla yerine getirmiş görünüyor. Nitekim mimari ve kentsel tasarım yarışmaları proje üretimi ötesinde kente, mekana ve yapıya dair bakışımızı güncelleme olanağını yakaladığımız entelektüel buluşmalardır. Bu yoğun tartışma ortamı kaçınılmaz olarak bir dizi eleştiriyi de beraberinde getirdi. Farklı yayın ve platformlarda yer alan proje ve yarışma eleştirileri son olarak Mimarlık Dergisi’nin Aralık sayısında yer alan derleme ile sonlanmış oldu. Okumakta olduğunuz yazı, eşdeğer ödüle sahip projelerden birinin1 müelliflerinden olan yazarın söz konusu eleştirilere yönelik bir genel değerlendirmesi niteliğindedir.

Eleştirilerin büyük kısmı, yarışma sürecinin yöntemi üzerine yoğunlaşmaktaydı. Bir kısmı ise kamusal mekan kavramı ve meydanı merkeze koyan bir tartışmaya öncülük etti. Katılımcılık odaklı yürütülen ‘usûl’ tartışmaları yanında ‘esasa dair’ mekan tartışmasının diğerinden daha az değerli olmadığı düşüncesi ile bu yazıda, yarışma sürecine dair görüşlerimizi sona bırakıp asıl olarak (doğrudan ya da dolaylı) tartışmaya açılan kamusal mekan ve meydan fikri üzerine yoğunlaşmayı tercih edeceğiz.

“Meydan dediğin …”
Yarışmada eşdeğer ödüle layık görülen üç ayrı projeye yöneltilen ortak eleştiri, temel olarak tasarımcı ekiplerin meydan kavramını yorumlayış biçimi ve jürinin bu yöndeki tercihi üzerineydi. Buna dair eleştiriler, Taksim Meydanı’nın Gezi Parkı’nın bir uzantısı niteliğinde, oldukça yeşil bir rekreatif kentsel alan olarak ele alındığına yönelikti. Bu hali ile meydanın, meydan niteliğini kaybettiği eleştirisi ön plana çıkmaktaydı. Farklı şekillerde dile getirilmiş olsa da ana hatlarıyla bu çerçevede ortaya konan eleştiriler, en özlü ifadesini kendisi de eski bir mimarlık öğrencisi olan siyasetçi-yazar Ertuğrul Kürkçü’nün konuya yönelik Ekim ayında vermiş olduğu söyleşide buldu: “Bize Taksim’de ağaç değil hürriyet lazım”.2

Bu yöndeki birçok eleştiride temel kabul, ‘ağaçlı meydan olmaz’ prensibidir. Bu ilkenin ardında, aynı söyleşide de aktarıldığı üzere çevresi tanımlı, bütünü sert zemin, düz bir satıh olarak ‘piazza’ arketipi bulunmaktadır. Bu arketipin karakterize ettiği yerleşik meydan imgesinin aksine, ağaç ve meydan birlikteliğinin olanaklılığına dair özellikle Kutlu İnanç Bal ve Barış Ekmekçi’nin farklı platformlarda3 dile getirmiş olduğu görüşü yineleme pahasına ağaç altı meydan tipolojisinin varlığını ve geçerliliğini anımsatmakta yarar var.

‘Ağaçlı meydan’ tipolojisine örnek olarak, Bedford Square, Londra (sol) ve Union Square, New York (sağ)

İşin ilginç yanı, bu fikri dile getiren büyük bir çoğunluğun Gezi olaylarına neden olan yayalaştırma projesini “Esasında meydanlarda ağaç olmaz” 4 şeklinde gerekçelendiren dönemin belediye başkanı Kadir Topbaş ile benzer mekansal yaklaşımı paylaşmasıdır. Bu noktada kuşkusuz karşı-eleştiriyi ‘benzetmeli adam karalama’ safsatasına (argumentum ad hominem) başvurarak yapmak niyetinde değiliz; ancak eleştirinin unutulan tarihselliğini anımsamakta yarar var.

Bununla birlikte ‘ağaç’la ön plana çıkan eleştirilerin çok daha derin ve zorlu bir meseleye parmak bastığını görmekteyiz: Kürkçü’nün ifadesi ile “meydandaki sosyolojik arka plan, toplumsallık ve tarihsellik”.. Bu kritik noktaya yönelik eleştiri, Bülent Batuman’ın Mimarlık Dergisi’nde yayınlanan ‘Siyaset ve Siyasetin Bilgisi Arasındaki Mesafe ya da Mekan Temsili Olarak Yarışma Şartnamesi’ başlıklı yazıda kısaca “siyaset mekanı olarak meydanın yok oluşu” şeklinde ortaya konmakta.5 Kuşkusuz bu noktada ‘siyaset mekanı’nın göstergelerinin neler olduğu tartışılmaya değer bir konu olarak karşımıza çıkıyor.

Batuman’ın projelere yönelik ‘kabahat’ olarak nitelediği bu yoksunluk durumunun tam da alternatif bir siyasal bakışın bilinçli bir stratejisi olabileceğini (ve hatta olması gerektiğini) tartışmaya açma niyetiyle söz konusu eleştiriyi irdelemeye çalışacağız.

Ertuğrul Kürkçü ve diğer birçok ‘sol eleştiri’nin6 ardındaki önkabulü şu şekilde açıklamak olanaklı:
• Siyaset, uzlaşmaz (antagonist) çelişkilere dayalı bir mücadele ve temsil alanıdır.
• Kamusal alan politiktir.
• Bir kamusal alan olan meydan her şeyden önce bir siyaset mekanıdır.

İlk bakışta kimsenin itiraz etmeyeceği bu önermeler dizisi irdelendiğinde kendi içinde oldukça indirgemeci bir dizi öncülü barındırdığı görülmekte. Sondan başlarsak; meydanın salt (ya da öncelikli olarak) bir siyasal mekan olduğu önkabulü en azından tarihsel olarak sorgu konusu. R.E. Wycherley’e göre, Anadolu şehirciliğinin de köklerini bulduğu Antik Çağ kentinin meydanı agora, kentin tüm yapısını oluşturan öğeleri, siyaset kadar iş ve toplumsal yaşam pratiğini de barındıran bir merkezdi. Meydanda yer alan stoa (üstü kapalı sütunlu galeri), hem düşüncenin (demokrasinin) hem ticaretin performans alanıydı.7 Her ne kadar Roma forumunda yönetsel ve dinsel yapı ve işlevler meydanları karakterize eden temel unsurlar olsa da Ortaçağ kentinde meydan, yerel zanaat ve ticaretin, ilk belediyenin ve kilisenin birlikte yer aldığı bir pazar alanıydı (market square). Rönesans, meydanı formel bir temsil mekanı haline getirirken; 19. Yüzyıl meşruti ve (erken dönem) liberal rejimleri kent meydanlarını yeni bürokrasinin binaları ve kültür kurumları (galeri ve salonlar) ile donattı. Yüzyıllarca kent meydanları, yönetici sınıfın askeri gücünü halka görünür kıldığı tören platformu olarak işlevlendirildiği gibi çeşitli oyun ve festival ritüellerinin yer aldığı toplumsal mekanlar olarak kullanılageldi.8 Batı’da durum bu iken siyasal kamunun yenice filizlenmeye başladığı 19. Yüzyıl Osmanlı İmparatorlu’ğunda meydan olarak nitelenebilecek az sayıdaki kentsel mekanın politik etkinlikle karakterize olması için ise, Modern Türkiye’de sivil siyasetin kurumsallaşma sürecinin olgunlaşmasını beklemek gerekecekti. Burada vurgulamak istediğimiz temel nokta, tarihsel olarak meydanın tek bir programa ve varlık koşuluna indirgenemeyecek kadar kentsel yaşamın merkezinde konumlandığı gerçeğidir.

Kamusal alanın her şeyden önce siyasal olduğu kabulü ise bir başka tarihsel ve güncel gerçekliği göz ardı ediyor görünmektedir. J. Habermas ve R. Sennett’in klasikleşen yazınında ortaya konduğu üzere9 modern kamusal alanın oluşumunda siyasal kamuyu öncülleyen, (kahvehane, opera ve tiyatro vb. ile birlikte) ‘edebi kamu’ olmuştur. Dergi ve gazetedeler aracılığıyla artan haber alma ve kahvehanelerde yoğunlaşan diyalog ortamı zamanla siyasallaşacak kamusal alanın altyapısını oluşturur. Geç-moderniteye evrilen süreçte kültürel ve siyasal kamu birbirini baskılayan değil; biri diğerine koşut biçimde gelişimini sürdürmüştür. Çağdaş kamusal alan ise bugün, her iki türde kamusal örgütlenmenin özerk ama yaratıcı etkileşimi ile yeniden üretilmektedir.

Yukarıda sıraladığımız üçlü önkabulün ilk önermesinin eleştirisini konunun uzmanı siyaset bilimcilere bırakmadan önce; bu önermenin reel siyasetteki olumsal/öngörülemez, çoklu koalisyonları, dayanışma örüntülerini ve çoğulcu temsil biçimlerinin olanaklılığını ve potansiyelini göz ardı ettiği kanısındayım. Nitekim Gezi ile birlikte belki de Türkiye’de ilk kez yaşanan bu kendiliğinden siyaset yaklaşımının temel karakteri, tekil temsil biçimleri ile bir yönüyle dışlayıcı bir antagonizma değil; kapsayıcı, çoğulcu bir seküler siyaset kültürüydü.

Gündelik yaşam politiktir
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız politik kültürü açığa çıkartan ve sürdürülebilir kılan öncelikli unsur, (siyasal özgürlükler kadar) toplumsal yaşam pratiğinin kendisidir. Özü itibariyle barınma, üretim, iletişim gibi temel insan etkinlikleri ve rutinlerini kapsayan bu pratik; açık, anonim, rastlantısal ve yoğunlaştırılmış olduğu oranda kentseldir. Ki bu önermeyi tersinden okumak da olanaklı: Kamusal (ya da müşterek) alanda yoğun, denetlenemez ve öngörülemez karşılaşmalar ve bir aradalıklara izin veren ve hatta özendiren gündelik ‘kentsel’ yaşam pratiği, potansiyel olarak politiktir.

Bu kavrayış, toplumun kendi içinden çıkaracağı politik direnç mekanizmalarının dönüştürücü potansiyeline işaret eder.10 Bu bakış açısıyla gündelik yaşamın karşı-hegemonik mekanizmalarını açığa çıkaran M. de Certeau’ya göre birey gündelik pratiği içerisinde (konuşma, hareket vb. ile) ürettiği birçok ‘taktik’le kentsel kamusal alanı aşağıdan yukarı yeniden inşa eder.11 Aslına bakılırsa kent yaşamının bu dinamiği, kente ve mekana dair siyasetin toplum tarafından biçimlendirilmesini sağlayabilecek temel unsurdur. (Gezi örneğinde olduğu üzere..) Burada önemli nokta, taktiğin ‘mekan’ı vardır (space) ama ‘yer’i yoktur (place) (Certeau, 1984: 19) ve tek bir merkezden idare edilemeyecek kadar dağıtılmış ve saçaklıdır.12

Bu çerçeve bize, şehirciliğe dair alternatif bir bakışla ‘nasıl bir kamusal mekan?’, ‘nasıl bir kent meydanı?’ sorularına verebileceğimiz yanıtın ipuçlarını sunmakta.

Taksim Meydanı Kentsel Tasarım Yarışması’nda ortaya konulan önerilerin ‘siyaset mekanı olarak meydanı yok ettiği’ eleştirisinin ardında tekil, merkezi, sembolik ve görünür bir siyasal sahne olarak kent meydanı ‘idea’sının yattığını savlamak olanaklı. Meydana dair bu ideal tipleştirme, gündelik yaşam pratiğini önemseyen ve onun mekansallığını arayan bakış açısı tarafından ise sorgulanır nitelikte. Bu yönde bir kentsel tasarım yaklaşımının temel kurallarını tanımlamanın bu yazının kapsamı ve iddiası dışında olduğunu belirtmekte yarar var. Eleştiriye konu olan diğer projeler üzerinden görüş bildirmek de doğru olmaz. Bununla birlikte yazarın da müelliflerinden biri olduğu (19 sıra numaralı) projede meydanı birbiri ile ilişkili/geçirgen nişlere bölen, bu anlamda çoklu yapısıyla etkili ve süreğen mikro-kamusallıklara olanak tanıyan bir mekan kurgusunun gündelik yaşamın siyasal potansiyelinin farkında olan bir kavrayışa karşılık geldiğini vurgulamak isterim.

Bu yaklaşım, mekanda toplumsal farklılıkların karşılaşma olasılığını artırmanın kamusal yaşamı güçlendirici etkisini öngören bir kentsel stratejiye dayanmakta. Bu stratejinin temel sosyolojik kabulü ise, çağdaş toplumların heterojen yapılarını oluşturan unsurlar arasındaki yerleşik önyargı ve hasmane ilişkilerin artırılmış karşılaşma ve iletişim örüntüleri ile çözünebileceğine dair varsayımdır.13 Kentsel mekanda bu çoklu sosyolojik durumun deneyimi ise mümkün olduğunca çok mikro kesişmeye olanak sağlayacak ‘eşik mekan’ın yaratılmasına bağlıdır.14

Planlama kuramcısı Melvin M. Webber’in ‘birlikte farklı ama saygılı yaşam’ olarak ifade ettiği bir kamusallığı amaçlayan ‘karşılaşma’ eylemi, kentsel mekana yönelik alternatif ele alışları gerekli kılmaktadır. Bu anlamda örneğin, gündelik yaşam pratiğine hiçbir katkı sağlamayacak şekilde biteviye bir boşluk niteliğindeki bir kent meydanının kendi içinde bir dizi algılanabilir, ölçeklendirilmiş niş-mekanlarla yeniden üretilmesi, karşılaşma durumunu koşullayacak bir tasarım stratejisi olarak karşımıza çıkabilir. Ki yarışma projelerinin birçoğunda bu nitelikte bir yaklaşımı görmek olanaklı idi..

Bu bakış açısıyla, meydan ve Gezi Parkı ile bir bütün olan Taksim, tüm toplum kesimlerinin ve farklı birey profillerinin kendisine ‘niş edinebildiği’, çoğulcu ve demokratik bir merkezi kent meydanı karakterine bürünebilir. Bu şekliyle meydan (tıpkı agora gibi), güçlü siyasal kamuyu (polis) gündelik yaşam pratiği içerisinden üreten, rahatsız edici karşılaşmalara dahi izin verecek kadar öğretici bir toplumsal deneyim mekanına dönüştürülebilir. Tam da o zaman (E. Kürkçü’nün de vurguladığı üzere) ‘meydanın hafızası simgelerle değil, meydanın kendisini yeniden üretmesi ile’ canlı kalır.

İstanbul’un kentsel yaşamının merkezi olagelmiş Taksim’in bugüne dek (Jan Gehl’in15 özgün kategorileri bağlamında) yalnızca ulaşım/erişim hareketi temelinde ‘zorunlu’ ve kısıtlanmış/yasaklanmış kitlesel buluşmalar temelinde ‘sosyal’ etkinlik biçimi ile tanımlana gelmiştir. Oysa başta Taksim olmak üzere bu durumdaki tüm büyük kentsel/kamusal mekanlarımızı gündelik yaşamla bütünleştirecek ve onu zenginleştirecek ‘istemli’ ve ‘tercihli’ etkinliklere olanak tanıyacak onarım ve yenilemeye tabi tutmak zorundayız. Bu sayede meydan, yalnızca insanların içinden gelip geçtiği ya da özel günlerde toplandıkları yer olmaktan çıkıp, içinde (birlikte) var olmaktan keyif alacağı bir yaşam ve iletişim mekanı olarak yeniden üretilebilir.

Bu tür bir mekansallık kaçınılmaz olarak birçok eleştirinin temelini oluşturan ‘bir politik temsil sahne/mekanı olarak meydan fikri’ ile karşıtlık oluşturmakta. Siyasal antagonizma ve uzlaşıyı bir araya getirmeyi amaçlayan agonistik bir bakışla16 kentsel kamusal alan, salt tekil politik formasyonların kitlesel temsil mekanı değildir. Büyük kitlesel bir aradalıklara olanak tanıyacak kadar açık; ama farklı etkinlik odakları yaratacak kadar da çoklu bir ‘nişler mekanıdır’.17 Bu yaklaşım, kategorik olarak siyaset mekanını yok etmediği gibi; onu toplumsal olarak deneyimle yeniden üretmenin olanaklarını arar.

Kaldı ki bugün herkesin kendi içeriğini üretebildiği bir çoklu siyasal ve kültürel bağlamda hala kürsü-kitle ilişkisine dayalı bir siyasallaşma pratiğinin ne kadar geçerli olduğunu sorgulamadan bir mekansal tasarımı ‘tutucu’ ve hatta ‘gerici’ olarak nitelemek ise kendi içinde son derece oksimoron bir duruma işaret etmektedir.

Burada temel sorun, tasarıma yüklenen (oysa tasarımcının çoğu zaman hedeflemediği!) politik ‘mesihi misyon’dur. Mekansal tasarım tek başına siyasal ve toplumsal olanı yaratamayacağı gibi onu ortadan kaldıramaz da.. Yalnızca kamusal alandaki ilişki biçimlerini koşullar, onun üzerinde evrileceği mekansal altlığı kentliye sunar. Bunun ayırdına varılmadığı koşulda (özellikle Taksim gibi yüklü politik simgeselliğe sahip bir bağlamda) ve özellikle tasarımın mekan kurgusu ve alt-metni yeterince irdelenmediği durumda eleştiri, kamuoyunu yanlış yönlendirebilmektedir.

***

Her ne kadar konunun ‘esasa dair’ boyutuna odaklanmış olsak da özellikle kentsel planlama alanında ‘usül’ çoğu zaman esasın kendisi olabiliyor. Özelikle çok sayıda paydaşın konuya dahil olduğu kentsel mekan üretimlerinde kaçınılmaz olarak karar alma süreçleri ve katılım sorunsalı, tartışmanın merkezine oturuyor. ‘Taksim meselesi’nde de açık bir şekilde bunu yaşadık. Bu konuda temel eleştiri özellikle şartnamenin yazılım sürecinde yeterli düzeyde kamuoyunu bilgilendiren ve paydaşları sürece dahil eden bir ön aşamanın yaşanmadığı yönünde. Bu eleştiriye ilkesel olarak katılmakla birlikte aktarıldığı şekilde içinde bulunduğumuz kriz durumunun ilk döneminde bu yönde bir açılımın sağlanamamış olduğu bilgisini not etmek gerekir. Kuşkusuz yarışma şartnamelerinin yazım sürecinin geniş katılımlı yöntemlerle tasarlanması ideal, ideal olduğu kadar zahmetli bir örgütlenmeyi gerektirir. Bununla birlikte yarışma sürecinin bir halk oylaması ile sonuçlandırılmasının bir katılım türü olarak görülmesini kategorik olarak ret eden yorumlara katılmak olanaklı değil. Bu yönde ortaya konan görüşlerin, katılımı planlama ya da tasarım sürecinin ilk aşamasından itibaren halkın görüş ve beklentilerinin programa dahil edildiği bir model çerçevesinde tahayyül ettiği görülmekte. Oysa S.R. Arnstein’in artık klasikleşen makalesinde ortaya konduğu üzere planlamada tek tip katılım yönteminden söz etmek olanaksız.18 Bu anlamda, Taksim Kentsel Tasarım Yarışması ve halk oylamasını (bilgilendirme ve karar yetkisini delege etme bağlamında) katılımın belirli bir kademesi dahilinde ele almak gerekir. Çok değil, yedi yıl önce müellifi bile belli olmayan bir ‘tasarım şeması’ ile dikte edilmiş ve acı olaylara neden olmuş bir planlama yaklaşımından geldiğimiz nokta bu anlamda umut verici.

Kaldı ki süreç bitmiş değildir. Seçilen projenin geniş katılımlı müzakere süreçleri ile (tasarımcı müellifin profesyonel inisiyatifi dahilinde) beklentilere yanıt verebilecek şekilde geliştirilmesinin önü açıktır. Bu sayede, halkın beklentilerine doğrudan yanıt veren popülist bir katılım yaklaşımı yerine, halkın eleştiri ve değerlendirmesine açık yenilikçi yaklaşımların yine katılımcı süreçler içerisinde yer bulabildiği ‘tasarım öncelikli’ bir demokratik planlama yaklaşımı deneyimlenebilir.

Sonuç yerine
Taksim Uluslararası Kentsel Tasarım Yarışması, son derece zengin eleştiri ve tartışma süreci ile kentsel mekanın ve kamusal alanın çağdaş yorumuna dair arayışı yoğun bir şekilde gündeme getirdiği için değerlidir. Her ne kadar bir grup meslek insanı tarafından burun kıvrılarak değerlendirilmiş olsa da oylama süresince yapılmış olan sunum ve tanıtımlar aracılığıyla bu arayışı halka ortak ettiği için değerlidir. Planlama ve mimarlık alanlarını popülerleştirdiği bu diyalog süreci içerisinde mimar ve plancılara halkın farklı kesimleri ile iletişim dili kurma becerisini geliştirdiği ve onlardan öğrenme deneyimini yaşattığı için değerlidir.

Yazım süreci eleştiriye konu olan yarışma şartnamesinde açık vurguya sahip sanat, dünyada örnekleri uygulanmaya ve tartışılmaya başlanmış olsa da Türkiye’de ilk kez ‘yaratıcı mekan üretimi stratejisi olarak sanat’ kavramını şehircilik camiasının gündemine taşınmıştır.19 Konu, özellikle Taksim gibi kültürel dinamikleri güçlü, ama mekansal onarıma gereksinim duyan alanlar için irdelenmesi ve tasarım çözümlerine kavuşturulması gereken bir planlama başlığı olarak karşımızda duruyor.

Son olarak, eşdeğer ödüle sahip üç projenin birbirinden habersiz biçimde verdiği ortak mesajdan anlaşıldığı üzere, çağdaş metropollerin merkezi alanlarının sahip olduğu karmaşık ve çoklu hareket örüntüsü, çok katmanlı mekansal çözümleri kaçınılmaz kılıyor. Bu anlamda ‘katmanlılık’, kentin tarihselliğini betimleyen analojik bir tanım olmanın ötesine geçiyor ve yaratıcı mimari çözümlerle kentsel mekan üretim pratiğinin ana odağı haline geliyor. Aynı şekilde, çağdaş metropolün kamusal açık alanlarının tasarımında temel tasarım nesnesinin akış, hareket ve ritim zenginliği olduğu gerçeği, yeni kuşak şehircilerin üzerinde en fazla düşüneceği konulardan biri olacak gibi görünüyor.


Dipnotlar
1. Kutlu İnanç Bal (ekip başı), Hakan Evkaya, Barış Ekmekçi
Münire Sağat ve Olgu Çalışkan’ın müellifi olduğu 19 sıra numaralı proje. (Yardımcılar: Yasemin Kılıç, Serhat Çakır, İpek Gönüllü, Kıvanç Mutlu, Lal Gülten Öner, Eda Nur Motcu, Sevi Özdemir, Sina Çiftçi, Berke Canbaz. Danışmanlar: Selen Cambazoğlu, Figen Kıvılcım Çorakbaş, Pınar Evrenosoğlu, Yasin İlemin, Levent. Y. İnce, Pınar Ersü) Bkz. https://istanbulsenin.org/meydan-oylama/taksim/19-sira-numarali-proje/
2. Ertuğrul Kürkçü: ‘Bize Taksim’de ağaç değil hürriyet lazım’, 13 Ekim 2020, Bianet, https://m.bianet.org/bianet/siyaset/232591-ertugrul-kurkcu-bize-taksim-de-agac-degil-hurriyet-lazim
3.Taksim Meydan Projeleri Sunumu, İstanbul Kent Konseyi, 4 Kasım 2020, https://www.youtube.com/watch?v=IM1AMWEfaf4&ab_channel=%C4%B0stanbulKentKonseyi
4. Bkz. ‘Topbaş: Meydanlarda ağaç olmaz’, 17 Eylül 2013, Hürriyet https://www.hurriyet.com.tr/gundem/topbas-meydanlarda-agac-olmaz-24726275
5. B. Batuman (2020) ‘Siyaset ve Siyasetin Bilgisi Arasındaki Mesafe ya da Mekan Temsili Olarak Yarışma Şartnamesi’, Mimarlık 416, sf. 14
6. V.M. Bayrak (2020) ‘Taksim Meydanı ya da Prometheus’un Ciğeri’, https://www.birgun.net/haber/taksim-meydani-ya-da-prometheus-un-cigeri-322112; M. Yapıcı (2020) ‘Yerel Yönetim Meydandan Vazgeçmiş’, https://m.bianet.org/bianet/kent/232876-mucella-yapici-yerel-yonetim-meydandan-vazgecmis; TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, ‘Taksim Meydanı Yarışma Sürecine ve Sonrasına İlişkin Zorunlu Açıklama’, http://www.mimarist.org/taksim-meydani-yarisma-surecine-ve-sonrasina-iliskin-zorunlu-aciklama/; Politeknik – Halkın Mühendisleri Mimarları Şehir Plancıları (2020) ‘Taksim Meydanı Göstermelik Bir Katılımla Planlanabilir mi?’, https://politeknikbilgi.medium.com/taksim-meydan%C4%B1-g%C3%B6stermelik-bir-kat%C4%B1l%C4%B1mla-planlanabilir-mi-6ae318baea81
7. R.E. Wycherley (1961 [1993]) Antik Çağda Kentler Nasıl Kuruldu?, Arkeoloji ve Sanat Yayınları: İstanbul
8. S. Kostof, (1992) The City Assembly: The Elements of Urban Form Through History, Thames & Hudson: Londra
9. J. Habermas (1962 [1997]) Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, İletişim Yayınları: İstanbul; R. Sennett (1974 [1996]) Kamusal İnsanın Çöküşü, Ayrıntı Yayınları: İstanbul
10. H. Lefebvre (1971 [2016]) Modern Dünyada Gündelik Hayat, Metis Yayınları: İstanbul
11. M. de Certeau (1984) The Practice of Everyday Life -Gündelik Yaşam Pratiği-, University of California Press: Berkeley
12. A.S. Şanlı (2018) Gündelik Hayatın Dönüşümünde Bir İmkân Olarak Toplumsal Muhalefetin Değerlendirilmesi: Cumartesi Anneleri Üzerine Bir Araştırma, doktora tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilim Dalı: Ankara
13. G.W. Allport (1954) The Nature of Prejudice -Önyargının Doğası-, Cambridge, MA: Addison-Wesley Publication.
14. S. Stavrides (2010) Kentsel Heterotopya: Özgürleşme Mekanı olarak Eşikler Kentine Doğru, Sel Yayıncılık: İstanbul; E. Şevik, O. Çalışkan (2018) ‘Heterotopyanın Alansallığı: Heterotopolojinin Temel Mekânsal Koşulu Olarak Kentsel Eşikler’, Değişen Kent, Mekân ve Biçim, II. Kentsel Morfoloji Sempozyumu Bildiriler Kitabı, İstanbul, sf. 889-909
15. J. Ghel (2010) Cities for People -İnsanlar İçin Kent-, Washington, London: Island Press
16. C. Mouffe (2015) Dünyayı Politik Düşünmek Agonistik Siyaset, İletişim Yayınları: İstanbul
17. Kentsel karşılaşma ve eşikler üzerine birlikte çalışma yürüttüğüm Ebru Şevik’e bu noktaya yönelik ortaya koyduğu kuramsal açılımdan dolayı teşekkür ederim.
18. S.R. Arnstein (1969) ‘A Ladder of Citizen Participation’, Journal of the American Institute of Planners 35(4), sf. 216–224
19. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı ve İstanbul Planlama ajansı (2020) Taksim Kentsel Tasarım Yarışması – Şartname, https://konkur.istanbul/wp-content/uploads/2020/10/sartname_taksim.pdf
Etiketler

Bir yanıt yazın