İstanbul’un Bizans Mirasının Korunmasında İki Varlık, İki Kurum, İki Yaklaşım

Bu yazıda, İstanbul'da yürümekte olan iki proje (Stoudios Manastırı'nın restorasyonu ve Aziz Polyeuktos Kilisesi'deki arkeolojik kazı çalışmaları) konu ediliyor.

İstanbul’un Bizans mirasını araştırma, koruma ve yönetme tarihinin, Türkiye Cumhuriyeti boyunca süreklilik arz ettiğini ama çelişkilerle dolu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Arkeolojik miras açısından bakacak olursak, kabaca Cumhuriyet’in kurulmasından yaklaşık on yıl önce Gülhane Parkı’nda yürütülen kazılarda 5. yüzyıla tarihlenen bir sarnıç bulunması ile başlayıp¹ Cumhuriyet’in ilk yıllarında Mangana Sarayı kazıları ile devam eden², 1960’ların ortasında Aziz Polyeuktos Kilisesi’nin kazılmasına uzanan³ ve 1990’ların sonunda Sultanahmet’te Büyük Saray Kazıları sonrasında 2004’te başlayan Yenikapı Limanı Kazıları ile günümüze ulaşan bir süreçten bahsedebiliriz. Tabii ki Cumhuriyet tarihi boyunca, esas olarak kentin tarihi merkezinde yoğunlaşmış olmakla birlikte, kentin çeperlerine kadar uzanan irili ufaklı yüzlerce kazıdan bahsetmek mümkün.

Mimari mirasın korunması açısından da benzer bir sürekliliği izlemek mümkün. 1926’da Ayasofya’da yürütülen onarım çalışmaları, yapının müzeye çevrilme süreci ve sonrasında özellikle mozaiklerde yürütülen onarımlar⁴, 1936-38 arası Vefa Kilise Camisi ve Fethiye Camisi’ndeki restorasyonlar⁵, 1945’te Kariye’nin müzeye dönüştürülme aşamasında özellikle duvar resimlerinin ve mozaiklerinin restorasyonu, 1955 yılında İstanbul’da toplanan 10. Milletlerarası Bizans Tetkikleri Kongresi nedeniyle başlatılan geniş kapsamlı onarım kampanyası, 1967’de Kalenderhane Camisi’nde başlayıp 10 yıl süren⁶ ve halen örnek restorasyon projelerinden biri olarak gösterilen çalışma, 1958-70 arası Kara Surları’nın bir kısmının ve Altın Kapı’nın restorasyonu⁷, 1991-94 arası yine Kara Surları’nda yürütülen çalışma ve 2010 sonrası Fenari İsa Camisi, Vefa Kilise Camisi ve Şeyh Süleyman Mescidi’nde yürütülen çalışmalar bunlardan sadece bazıları. Gerek adını andığım anıtlara başka dönemlerde yapılmış müdahalelerle gerek adını hiç anmadığım anıtlardaki onarım/restorasyon uygulamalarıyla bu liste uzatılabilir.

Bir parantez açıp bir önceki paragrafla ilgili olası eleştirilere cevap vermeye çalışayım. Saydığım ve saymadığım müdahalelerin nitelikleri ile ilgili özellikle bir yorum yapmadım çünkü her birinin kendi tarihsel bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Mesela, 1955’teki kongre öncesi başlayan ve sonrasında da devam eden uygulamaları bugünden bakarak ‘çok çimento kullanılmış’ diye eleştirmenin iler tutar yanı yok. Bu eleştiriyi yaparsak, o dönemi yaşamış ve uygulamalarda yer almış insanlardan aramızda olanlardan (maalesef çoğu hayatta değil) ‘epoksi reçine vardı da biz mi kullanmadık’ cevabını almaya hazır olmalıyız. Öte yandan, restorasyon alanında kullanılan yapı malzemelerinin gelişmeye başladığı ve Türkiye’de de bulunabilir hale geldiği 90’lardan sonra da çimento kullanımının devam etmesini, Küçük Ayasofya Camisi’nin 2002’de başlayan restorasyon uygulamasında temele çimentolu harç enjekte edilmesi gibi somut örnekleri de her fırsatta eleştirmeliyiz.

Yukarıdaki eksikleri olan listeyi vermemdeki sebep İstanbul’daki yapılı Bizans mirasını koruma çabalarının bir süreklilik arz ettiğini düşünmem. Bu süreklilikten dolayı, İstanbul’daki Bizans mirasının ihmal edildiğini düşünenlerden değilim, tüm kültür mirasımızın ihmal edildiğini ve çoğu zaman son derece niteliksiz bir şekilde restore edildiğini düşünenlerdenim. Anadolu coğrafyasında, hangi kültür katmanına ait olduğu fark etmeksizin, hiçbir varlık bu durumdan azade değil. Herhangi bir arkeolojik alandaki bir anıtı adeta yeniden kullanacakmışız gibi restore edebiliyoruz (yeniden işlevlendirme – adaptive reuse – kavramının arkeolojik alanlarda da uygulanabileceğini uluslararası koruma literatürüne biz kazandırmış olabiliriz) veya Anadolu’nun ücra bir noktasında harabeye dönmüş bir Selçuklu kervansarayını da benzer bir yaklaşımla yeni bir işlev vererek, çok ağır bir müdahale ile ‘restore’ etmekten geri durmuyoruz. Osmanlı anıtlarını ne kadar iyi veya kötü onarıyorsak, Bizans anıtlarına da aynı muameleyi yapıyoruz. Koruma bürokrasisinde, özellikle de koruma uygulamalarını onaylayan ve takip eden teknokrat kadrolarda ‘bu bir Bizans yapısı, bunun çok kötü restore edilmesini sağlayalım’ diye bir zihniyet olduğunu hiç sanmıyorum. Sonuçta aynı teknik personel (mimar, restoratör, konservatör, arkeolog vd.), yetersiz maddi kaynaklarla, süre baskısı altında, kültür varlıklarını bir inşaat nesnesi olarak gören ihale kanununa tabi şekilde, aynı kamu kurumları ile muhatap olarak (koruma kurulu, vakıflar bölge müdürlükler, vd.), yeri geliyor bir Osmanlı hamamını restore ediyor, yeri geliyor bir Orta Bizans yapısını.

Antalya’nın Kumluca İlçesi yakınlarındaki Rhodiapolis Antik Kenti’ndeki Opramoas Anıtı ve tiyatronun ‘restorasyonu’. (evrensel.net / DHA)

Aksaray yakınlarındaki Öresin Han, ‘restorasyon’ öncesi ve sonrası. (turkishhan.org)

Cumhuriyet’in yüz yıllık çelişkilerine gelecek olursak, ilk on yıl içinde gündeme gelen Türk Tarih Tezi ile, bir yandan köklerimizi Anadolu’daki Hıristiyanlık öncesi kültürlere bağlama çabası sürerken bir yandan da Osmanlı İstanbulu’nun merkezi sayılabilecek Gülhane ve Sultanahmet’te Bizans Dönemi anıtlarını araştıran arkeolojik kazılar yapılmaktaydı. 1935’te Ayasofya’nın müzeye çevrilmesinin ve mozaiklerin onarılmasından hemen bir yıl sonra batı avluda bir kazı gerçekleştirilmesinin⁸ dönemin tarih endoktrinasyonu ile pek örtüşmediğini iddia etmek yanlış olmaz.

1955 bu çelişkinin en keskin yaşandığı yıl olarak karşımıza çıkıyor. Mayıs 1950’deki seçimlerin Demokrat Parti’nin zaferi ile sonuçlanması ve İslamcılığın yükselmesiyle birlikte Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi konusu yoğun bir şekilde gündeme geliyor. Bu dönemde İslamcılığın geldiği düzeyi anlatması açısından, 1951 yılında Demokrat Parti Konya İl Kongresi’nde fes ve kara çarşafın geri getirilmesi ve Arap alfabesine geçilmesi tartışmalarını örnek olarak verebiliriz⁹. Böyle bir ortamda Eylül 1955’te 10. Milletlerarası Bizans Tetkikleri Kongresi İstanbul’da toplanıyor ve kongre vesilesiyle İstanbul’daki Bizans anıtlarının büyük bir bölümünü kapsayan bir onarım kampanyası başlatılıyor¹⁰. İstanbul’daki 20’yi biraz aşkın Bizans anıtının çoğunun günümüze ulaşmasını sağlayan, dönemin sağ eğilimli hükümeti tarafından başlatılan ve finanse edilen bu onarım kampanyasıdır.

Fenari İsa Camisi, onarım öncesi ve sonrası, 1955-1960. (Kaynak: Cahide Tamer Tarihî Yapılar Restorasyon Projeleri Koleksiyonu, Suna Kıraç Kütüphanesi, Koç Üniversitesi)

Yukarıdaki iki paragrafta özetlemeye çalıştığım çelişkilerin bir benzerine, bugünlerde eşzamanlı ilerleyen, Saraçhane’deki Aziz Polyeuktos Kilisesi’ndeki kazı çalışmaları ve Stoudios Manastırı’ndaki (İmrahor Camisi) restorasyon uygulamasıyla tanık oluyoruz. Bu varlıklar, iki farklı miras türünün İstanbul Suriçi’ndeki en önemli örneklerinden. Saraçhane şehrin en değerli kentsel arkeolojik alanlarından, Stoudios Manastırı ise şehrin ayakta kalmış klasik bazilikal planlı en eski dini yapısı.

1960 yılında Şehzadebaşı Caddesi ile Atatürk Bulvarı’nın kesişim noktasındaki altgeçit çalışmaları sayesinde bulunan Aziz Polyeuktos Kilisesi’nin altyapı kalıntıları, 1964-68 yılları arasında İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin denetiminde Dumbarton Oaks Bizans Araştırmaları Merkezi’nin maddi ve uzman desteği ve İstanbul Belediyesi’nin katılımı ile kazılıyor. 1968 yılından sonra alan kaderine terk ediliyor ve belediyenin ana binasının sadece 65 metre uzağındaki bu çok önemli kentsel arkeolojik alan umumi tuvalete ve çöplüğe dönüşüyor. Alanın terk edilmişliği Haziran 2022’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) girişimiyle başlatılan arkeolojik kazılar sayesinde sona erdi. Yeni başlayan kazıların iki önemli yönü var; birincisi kazı alanının kuzeye doğru genişletilmesiyle yapı hakkında daha fazla bilgiye ulaşılabilecek olması, ikincisi ise alanda inşa edilen ziyaretçi merkezi sayesinde kazının şeffaf ve kamunun katılımıyla, hatta bir anlamda kamu denetiminde yürütülüyor olması. Ayrıca kazılar tamamlanmadıktan sonra alanın bir arkeolojik park olarak ziyarete açılması için bir mimari proje¹¹ de hazırlanmış.

Aziz Polyeuktos Kilisesi Kazısı, Haziran 2023. (Kaynak: İBB Miras)

Stoudios Manastırı da Aziz Polyeuktos Kilisesi’ne benzer bir hikâyeye sahip. 1894 depreminde ciddi zarar alan yapının 1910 yılında çatısı çöküyor ve sonrasında kaderine terk ediliyor¹². 1946 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile müze statüsü veriliyor ve Ayasofya Müzesi’ne bağlanıyor. 2012 yılında yapının statüsü değiştiriliyor ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlanıp camiye dönüştürülme süreci başlıyor. 2012 yılında yapının restorasyon projesi hazırlanıyor ancak uygulama başlamıyor. 2023’ün bahar aylarında şantiyenin kurulması ve yapının çevresinin kapatılmasıyla restorasyon çalışmasının başladığını öğreniyoruz. Yapının girişindeki bilgi panolarında yapının restorasyon sonrası hangi işlevle kullanılacağı hakkında bir bilgi yer almıyor, ancak gerek 2012 yılında hazırlanan projeden sızan bilgilerden gerek dönemin Vakıflar Genel Müdürü’nün açıklamalarından¹³ gerekse restorasyon projesi bilim kurulu üyelerinden İhsan Sarı’nın 2023 yılı Haziran ayında TRT Haber’e verdiği demeçten¹⁴, yapının cami olarak işlevlendirileceğini öğreniyoruz.

Stoudios Manastırı’ndaki restorasyon çalışmaları, Kasım 2023. (Fotoğraf: Sena Nur Altay)

Stoudios Manastırı, şantiye perdelerindeki bilgilendirme panosu. (Fotoğraf: Cemre Melis Yordamlı)

Nasıl oluyor da İstanbul’un bu çok önemli iki Bizans kültür varlığına bu kadar farklı şekillerde yaklaşılabiliyor? Nasıl oluyor da bir tarafta bilimsel yöntemlerle ve günümüzün arkeolojik kazılarında giderek önem kazanan, toplumu da çalışmalara dahil etme yaklaşımının gözetildiği bir kazı yürütülürken, diğer tarafta “harabe estetiği” kazanmış anıta, dış duvarların zar zor ayakta durduğu durumda, cami olarak kullanma amacıyla bir çatı inşa etme ve biricik opus-sectile döşemesini halıyla kaplama gibi uygulamalar içeren, kırılganlığı tamamen göz ardı eden bir müdahale planlanabiliyor?

Bu çelişkili durumu yaratan temel sebep, İstanbul’daki Bizans mirasının her biri politik olarak angaje iki farklı kurumun [İBB ile Vakıflar Genel Müdürlüğü (2018 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlandı)] uhdesinde olması. Yenikapı Limanı kazıları gibi bir örnekte başka kurumların da dahil olması sonucunda bu yönetim yapısının daha da parçalı hale geldiğini görebiliyoruz. Sonuç olarak, geceyle gündüz kadar farklı yaklaşımlara sahip iki projenin aynı şehirde, aynı kültür katmanına ait varlıklarda eşzamanlı olarak uygulanmasına şahit olabiliyoruz.

Bir kentin belediye yönetiminin, kültür varlıklarına politik duruşlarından arınmış bir şekilde yaklaşması beklenir. Aziz Polyeuktos Kilisesi’ndeki kazının 1968 yılında sonlandırılıp 2022 yılında tekrar başlamasına kadar geçen 54 yılda hiçbir arkeolojik çalışma yürütülmemesini veya kayda değer hiçbir koruma önleminin alınmamasını, belediye yönetimlerinin bu alana politik bir perspektiften bakmış olmaları ile açıklamak yanlış olmaz. 2019 yerel yönetim seçimleri sonrasında kurulan İBB Miras biriminin sorumluluk alanlarındaki tüm kültür varlıkları için çalışma başlatması, bu çalışmalara Boukoleon Sarayı, Yerebatan Sarnıcı, Kara Surları ve Aziz Polyeuktos Kilisesi’ni de dahil etmesi değişen anlayışın göstergesi oldu. Bu değişim, Bizans mirası söz konusu olduğu zaman sağ basında görmeye alışık olduğumuz türden hamaset içeren ve hedef gösteren haberlerin¹⁵ de çıkmasına sebep oldu.

Stoudios Manastırı’nın 2012 yılında müze statüsünün kaldırılıp cami olarak restore edilmek üzere Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmesini ise AKP hükümetinin İznik Ayasofyası’nı 2011 yılında camiye çevirmesi ile başlayan, genel olarak Bizans mirasına, özel olarak da Ayasofyalara karşı olan tutumunun bir devamı olarak değerlendirmek mümkün. Stoudios Manastırı’nın, İznik, Trabzon, hele ki İstanbul Ayasofyası gibi sembolik bir değer taşımadığı düşünüldüğünde, Stoudios kararının arkasında tek başına Ayasofyalara özgü politik gündeme (hınç da diyebiliriz) benzer bir gündemi aramak doğru olmayacaktır. Bence, Ayasofyalara yönelik başlayan ve içinden geçtiğimiz dönemde de süregiden yaklaşımın bir sonucu olarak kurunun yanında (olumsuz anlamda) yaş da yanıyor ve son on yılda restorasyon alanında yaygınlaşan ‘ecdad yadigârı bir camimizi daha ihya edelim’ düsturu kapsamında Stoudios için bu süreç başlıyor. Tabii camiye dönüştürülecek yadigârın eski bir Bizans kilisesi olmasının iştahları kabarttığı söylenebilir.

Bu parçalı yönetim yapısı ve bahsi geçen kurumların kültürel mirasın korunmasına kendi politik perspektiflerinden yaklaşma pratiği yakında değişmeyeceği için benzer durumlar görmeye devam edeceğimizi düşünebiliriz. Bu yüzden de Türkiye’deki Bizans çalışmalarının ulaştığı düzey düşünüldüğünde, özellikle Stoudios Manastırı’ndaki gibi geri dönüşü olmayan tahripkâr projelere yönelik gerek akademik alanda gerek aktivizm düzeyinde atılacak adımlar olduğunu düşünüyorum. Proje gündeme geldiğinden beri düzenlenen tek akademik etkinlik, Aralık 2014’te Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü ile Yunan Tarihi ve Kültürü Çalışma Grubu’nun organize ettiği “Stoudios Manastırı: Tehdit Altındaki Miras” (The Stoudios Monastery Site: Cultural Heritage at Stake) başlıklı panel oldu.

Panelin posteri

Bizans çalışmalarının Türkiye’de önemli bir ivme kazandığı 2000’li yılların başından bu yana disiplinin çeşitli alanlarında sayıları yüzlerle ifade edilecek yüksek lisans ve doktora tezi hazırlandı. Çok sayıda üniversitede Bizans mimarisi, tarihi, sanatı ve arkeolojisi alanlarında dersler veriliyor, bazı üniversitelerde bu alanda kürsüler var. Daha önemlisi, 2015’ten bu yana biri Koç diğeri de Boğaziçi Üniversitesi’nde olmak üzere iki Bizans araştırmaları merkezi aktif olarak çalışmalarını sürdürüyor. Sadece son 20 yılda basılan kitapların, yayımlanan makalelerin ve düzenlenen akademik etkinliklerin listesi sayfaları doldurur¹⁶. Çeşitli eksikliklere rağmen, Türkiye’deki Bizans çalışmalarıyla ilgili akademik birikim hatırı sayılır düzeyde ve bu birikimin önemli bir kısmı da İstanbul’da. Tüm bu birikime rağmen projeyle ilgili tek akademik etkinlik bir önceki paragrafta anılan panel oldu. Projeyi gündemde tutmak için panel sonrasında bazı sivil girişimlerde bulunuldu ancak devamı getirilemedi.

Türkiye’de Bizans alanında çalışanların sayısı, ulusal ve uluslararası düzeyde ses getirebilecek bir “kritik kitle”ye (critical mass) ulaştığı halde, İstanbul’daki tek klasik bazilikal planlı dini yapının yok olmasına karşı bu kitleden bir itiraz yükselmemesini anlamak zor (benim dikkatimden kaçtıysa bu yazı vesilesiyle öğrenmekten mutluluk duyacağım). Bu sessizlik yüzünden uluslararası Bizans camiasının büyük kısmı Stoudios Manastırı’nda olup bitenden haberdar değil. Aynı şekilde Aziz Polyeuktos gibi olumlu gelişmelerden de yeterince haberdar değiller. Eylül 2023’te Avrupa Arkeologlar Birliği’nin yıllık toplantısında Ayşe Ercan ile yaptığımız sunumdaki örneklerden birisi de Saraçhane’de yürütülen kazıydı. Oturum hazırunu, bir dönem İstanbul’da Bizans kültürü üzerine çalışmış ve/veya halihazırda Bizans İstanbul’u üzerine çalışan araştırmacılardan oluşuyordu, ancak bu kazıdan sunum vesilesiyle haberdar oldular.

Kültürel miras ile ilgili konularda yorum yaptığımda veya bir şeyler yazdığımda, sadece durum tespiti yapmak veya eleştirmekle sınırlı kalmayıp gerçekçi, uygulanabilir öneriler getirmeye de gayret ediyorum. O yüzden bu yazıda da çok büyük çabalar gerektirmeyen, görece hızlı sonuç alınabilecek ve Türkiye’nin içinde bulunduğu boğucu politik ortamda dahi uygulanabilecek bazı önerilerde bulunmak istiyorum;

– Yüksek lisans ve doktora öğrencileri, Stoudios Manastırı’nın içinde bulunduğu mahallenin sakinleri için anlamını, anıt-müze olması durumundaki potansiyelini, cami olması yönündeki ihtiyaçları ve talepleri anlamaya yönelik kalitatif bir araştırma yapabilirler. Böylece anılan kararla ilgili, karardan ilk aşamada etkileneceklerin görüşlerini öğrenmiş oluruz.

– İBB ile İstanbul’daki iki Bizans araştırma merkezi başta olmak üzere, ilgili diğer üniversitelerin bölümleriyle ortaklaşa, İstanbul’da devam etmekte olan başarılı projelerin tartışıldığı ve yerinde incelendiği uluslararası etkinlikler serisi düzenlenebilir. Bu ilişkinin ne kadar kopuk olduğuna bir örnek vereyim. Haziran 2023’te İstanbul’da düzenlenen 6. Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu’nun resmi programında, Aziz Polyeuktos Kilisesi’ne veya Boukoleon Sarayı’na bir inceleme gezisi yer almıyordu.

– Benzer ortaklıklarla, tehdit altındaki Bizans mirası üzerine uluslararası etkinliklerin düzenlenip durumun ciddiyetinin ulusal ve uluslararası düzeyde tartışılması da son derece gerekli bir adımdır.

– Sosyal medyanın eriştiği güç düşünüldüğünde, ICOMOS Türkiye Milli Komitesi ve Europa Nostra Türkiye gibi uluslararası ağların parçası olan kurumlar başta olmak üzere, bu önemli anıtın hak ettiği şekilde korunması yönünde destek olmak isteyen tüm sivil girişimlerin ve üniversitelerin desteğiyle, konuyu ilgili ulusal ve uluslararası kamuoyuna duyuracak kampanyalar düzenlenebilir.

Liste daha yaratıcı ve kapsayıcı fikirlerle uzatılabilir. ‘Böyle etkinlikler yapıldığında Stoudios Manastırı’ndaki projeden vazgeçilecek mi’ diye soranlara cevabım ‘muhtemelen vazgeçilmeyecek’ olacaktır. Kültürel mirasın korunmasıyla ilgilendiğim 25 yıllık çalışma hayatımda bu tür sivil girişimler soncu bir projenin durdurulduğuna veya doğru bir yöne evrildiğine nadir olarak şahit oldum. Ancak ölçeği ne olursa olsun, çeşitli düzeylerde bir şeyler yapmanın, evrensel önemdeki bu anıta karşı sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum. Yenileri de gündeme gelebilecek bu tür projelere karşı özellikle akademik çevrelerin sessiz kalıp, önümüzdeki on yıllarda Uluslararası Bizans Araştırmaları Kongresi’nin İstanbul’da düzenlenmesini ummalarının ciddi çelişkiler barındırdığı açık.

Bu sessizlik ve tepkisizlik devam ederse, Bizans kültürünün asli araştırma öznelerinden biri olan, geçen yüzyıl içinde onaylı ve onaysız müdahalelerle özgün kimliklerini büyük oranda yitirmiş yapılı Bizans mirası, ancak eğitimli gözlerin ve şehrin tarihi ile ilgilenenlerin ayırt edebileceği kadar tanınmaz hale gelecek, böylece günümüz politik zihniyetinin İstanbul için hayal ettiği “İslam şehri” imgesine bir adım daha yaklaşılmış olacak.

Not: Bu yazıyı tamamlamak üzereyken Anadolu Ajansı’nın Stoudios Manastırı ile ilgili bir haberi¹⁷ düştü internete. Haber üzerine sosyal medyada “ne güzel haber”, “yapı yeniden hayat kazanacak” vb. coşkulu paylaşımlar yapılmaya başlandı. Şantiye panolarında olduğu gibi haberde de anıtın camiye çevrileceği bilgisinin açıkça dillendirilmiyor olması sonuç vermişe benziyor.

  1. Duyuran, Rüstem. ‘İstanbul’da Yapılan Başlıca Arkeolojik Araştırmalar’. Arkitekt, no. 287 (1957): 75–80.
  2. Kydonakis Ercan, Ayşe. ‘Archaeology between Imperial Imagination and Territorial Sovereignty: The French Occupation Army and the Mangana Excavations in Sarayburnu/Gülhane, 1920-23’. İçinde Discovering Byzantium in Istanbul: Scholars, Institutions, and Challenges, 1800–1955, 303-328. İstanbul: İstanbul Araştırmaları Merkezi, 2022.
  3. Harrison R., Martin, Fıratlı, Nezih. ‘Excavations in Saraçhane in Istanbul: First Preliminary Report’. Dumbarton Oaks Papers, Vol. 19 (1965), 230-263.
  4. Diker, Hasan Fırat. Ayasofya ve Onarımları. İstanbul: Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, 2016.
  5. Esmer, Mine and Ahunbay, Zeynep. ‘İstanbul’da Orta Bizans Dönemi’ne Ait Üç Anıt Ile Çevrelerinin Bütünleşik Olarak Korunması İçin Öneriler’. Tasarım Kuram, no. 15 (2013): 35–55.
  6. Striker L, Cecile and Kuban, Doğan. ‘Work at Kalenderhane Camii in Istanbul: Third and Fourth Preliminary Report’. Dumbarton Oaks Papers 25 (1971): 251–58.
  7. Tamer, Cahide and Kumbaracılar, İzzet. İstanbul Surları ve Yedikule. İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, 1996.
  8. Duyuran, Rüstem. ‘İstanbul’da Yapılan Başlıca Arkeolojik Araştırmalar’. Arkitekt, no. 287 (1957): 75–80.
  9. Kaynar, Mete Kaan, ed. Türkiye’nin 1950’li Yılları. İstanbul: İletişim Yayınları, 2015.
  10. Kongre ile ilgili daha detatlı bilgiye şu kaynaktan ulaşılabilir; Kitapçı Bayrı, Buket. ‘The 10th International Congress of Byzantine Studies, Istanbul, September 15–21, 1955’. YILLIK: Annual of Istanbul Studies, no. 1 (2019): 123–44.
  11. https://experience.arcgis.com/experience/6f60c1abea0b4a08a2806408f9a68bb8/page/İBB-Tarihi-Yarımada-Projeleri/?data_id=dataSource_2-1827f137750-layer-2%3A108
  12. Köse, Fatih. ‘İmrahor İlyas Bey Camii ve Osmanlı Döneminde Geçirdiği Tamirler’. Vakıf Restorasyon Yıllığı, no. 4 (2012): 31–34.
  13. https://www.memleket.com.tr/imrahor-ilyas-bey-camisi-icin-proje-hazirlaniyor-260415h.htm
  14. https://www.trthaber.com/haber/yasam/istanbulun-en-eski-yapilarindan-imrahor-ilyas-bey-camii-778034.html
  15. https://www.yeniakit.com.tr/haber/ekrem-ayasofyanin-intikamini-mi-aliyor-fatihin-emaneti-istanbula-dev-kilise-1727579.html
  16. Kılıç, Şahin, Kitapçı Bayrı, Buket, ed. Türkiye’de Bizans Çalışmaları (19. yüzyıl-2020) Bir Bibliyografya, Cilt I.-II. İstanbul: Vehbi Koç Vakfı, 2021.
  17. https://www.aa.com.tr/tr/kultur/ayasofyadan-daha-eski-yapi-studios-manastirinda-restorasyon-oncesi-projelendirme-calismalari-yapiliyor/3086803
Etiketler

Bir yanıt yazın