Deli Haceli’nin Hayali, Irazca’nın Rızası

Fakir Baykurt’un en çok okunmuş ve en iyi bilinen romanı Yılanların Öcü olsa gerek. İki defa sinemaya uyarlanmış ve döneminde tartışmalara neden olmuş bu romanın konusunu anlatmaya gerek var mı bilmiyorum. Ama yine de özetleyelim.

Muhtarın köyün ortak arazisinden bir yeri yeni bir ev yapması için Deli Haceli’ye satması ile başlar hikâye. Köyün merkezi idareye para ödemesi gereklidir çünkü. Deli Haceli görece paralıdır ve çukurdaki evinin rutubetinden bezmiştir, arzusu kendine havadar, güneş gören yeni bir ev yapmaktır. Ancak yeni ev için muhtardan satın aldığı yer yaşlı Irazca ve oğlu Kara Bayram’ın iki göz odalı fakir evinin önündedir. Köyde öteden beri usulen kimse evinin önüne ev yapılmasına izin vermez, kimsenin buna razı gelmeyeceği bilinir. Ama işte fakir Kara Bayram’ın ve kocamış Irazca’nın bu alışverişe itiraz edemeyeceğini düşünürler. Ve tabii ki yanılırlar. İşin başındaki anlaşmazlık hızla tarafların uzlaşmasını imkansız hale getiren bir mücadeleye dönüşür. Muhtarın ve Deli Haceli’nin köyün sessiz onayını da arkalarına alarak başvurdukları şiddet işleri çığırından çıkarır. Irazca’nın böyle inatçı bir direnç sergileyeceği, Kara Bayram’ın da ona destek olacağı hesaba katılmamıştır. Önce tekdir ardından gelen sopa sorunu daha da büyütür.

Hikâyenin akışı içinde evin inşaatı için temelin kazılması, kerpiç dökülmesi, Kara Bayram’ın ise işi sabote etmek için kazılan temeli doldurması, kerpiçlerin parçalanması gibi bölümleri okuruz. O dönemde bir köy evinin inşaatının nasıl yapıldığına dair ayrıntılı tasvirlere de yer verilen bu bölümler hikâyeye etnografik bir belgesel havası da katar. Sadece teknik açıdan değil, köyde evin yeri ve diğer evlerle ilişkisini belirleyen yazılı olmayan bir kanunu da anlarız.

Baykurt’un romanı köydeki mülkiyet ve güç ilişkileri üzerinden okunur ve anlatılır sık sık. Ancak bir an için yazarın siyasi mesajı ve angajmanından sıyrılıp bugün yaşadığımız şehirler açısından bakıldığında kitabın daha örtük ve pratik bir mesajı olduğu söylenemez mi? Deli Haceli evin yeri belirlenirken komşularının rızasını almak zorunda olmadığını, kimseye izahat borcu olmayan bir otoriteden olur aldığında arzusuna ulaşacağını, muhtar da bu yetkiye sahip olduğunu düşünmüştür. Sorunun kaynağı basitçe budur belki de. Köy sakinlerinin kendi mülkü olsa bile koydukları her taş için eşit bir zeminde komşusunun rızasını aramak yerine bu sürecin etrafından dolanarak “size mi soracağım, ben izin almam gereken yerden oluru aldım” demesi problemin en basit tarifi değil midir? Hukuki açıdan bu eylemde bir kusur bulunamaz belki.
Peki ama temel sorun nerede?

Şimdi çok farklı bir bağlama, şehirlerimize sıçrayıp her birimizin kendi parselinde kimsenin rızasını aramadan sadece o bildik resmi prosedürün sonucunda alınan ruhsatla giriştiğimiz inşaatları düşünelim. Bu bürokratik görünümlü imar süreci Deli Haceli’nin eylemi ile ne ölçüde benzerlik taşıyor? Geçişin hızı nedeniyle şaşırdığınızı öngörmek güç değil: bu kadar farklı iki sürecin birbiri ile karıştırılmaması gerektiği söylenerek itiraz edilecektir derhal. Evet, modern şehirlerimizde bu denli kalabalık içinde yaşarken komşunun rızasını aramak fazla naif bir fikir değil mi?

İyi ama temel sorun hala yerli yerinde durmuyor mu? Hakkı takdir eden, ortaklık zeminine uymayan ve soyut bir yetkiye sahip olan bir güç odağı, hukuki olsa bile, meşru mudur? Soyut kaideye dayanan bir yetki merkezi kaçınılmaz olarak problem üretme potansiyeline sahip değil midir? Soyut güç merkezinin iradesine ve kararlarına bağlı imar kurallarının hızla bozulduğunu, bu odağa erişim imkanı olanlar ortak zemini tahrip ettikten sonra diğer herkesin de kendi imkanları doğrultusunda soyut kuralları ihlal ettiğini söylemek gerekir. Burada temel sorun güç odağının yeterince adil veya güçlü olmaması değildir. Daha çok karar hakkının böyle bir güç odağına bırakılmış olmasıdır.

Başka bir senaryoda Kara Bayram’ın Haceli ile bozuşmadığını, ilk fırsatta küçük evinin üstüne bir kat daha çıktığı durumu düşünelim. Haceli de ihtiyaçlarına göre günü geldiğinde evini büyütecektir belki. İkisi de kuralı ihlal ederek bu eklemeleri yaptıkları için günü kurtaran palyatif çözümlerle işlerini göreceklerdir. Devamını biliyorsunuz.

Şehirlerimizin hikayesini düşünelim. Denetleme hakkının soyut bir imar kuralına bağlı olacağı varsayılan karar verici bir odağa bırakıldığı her seferinde sonuç ihlal olmadı mı? Denetim yapması gereken resmi yetkililerin ufak tefek ihlallere ve kaçaklara göz yumması, devamında giderek artan bu gayri resmi kaçakların en masum halinde balkon kapamaya, ardından çekme katın terasını kapatmaya, devamında ilk fırsatta bir kat daha çıkmaya doğru yol aldığını sayısız kereler tecrübe etmedik mi? Tavizsiz bir yetkili mercinin daha da güçlendirilmesi ve hiçbir ihlale cevaz vermeyecek şekilde derhal müdahale etmesini tek çözüm olarak önerebiliriz belki. Ancak o tavizsiz ve adil olacağı varsayılan demir yumruğun hayatımızın olağan akışı içinde ne tür başka dertlere yol açabileceğini hiç düşündük mü? On binlerce evin denetlenebileceği ve komşusu ile en ufak bir teması olmayan bu on binlerce küçük aktörün denetlenmesinin pratikte nasıl mümkün olacağını? İrili ufaklı binlerce ihtilafın nasıl çözüleceğine dair pratik bir öneriniz var mı? Her türden toplumsal ilişkinin dışında vücut bulmuş böyle bir güç mümkün olsa hayatlarımızı nasıl bir cenderenin içine alacağını düşünebiliyor muyuz?

Baykurt’un uzaklardaki o sade köy hikayesinin şehirlerimiz ve hayatlarımızla ilgili Rousseau-vari bir ilksel günahın alegorisi olarak okunması belki de şaşırtıcı ve abartılı görünebilir. Şehir hayatımızın kompleks sorunları için mutlaka daha basit ve toplumsal ilişkilerden soyut bir hukuki çözüme yaslanmamız gerektiğini düşünebiliriz. Zira okullarımızda aldığımız eğitim bize bu fikri telkin ediyor. Şu parselin imar hakkı veya yoğunluğunu belirlemek, ötedeki yeni rezidansın otopark kapasitesini ve bahçe duvarını yükseltmek gibi kararlar alınırken Ahmet’in, Ayşe’nin, Bayram’ın ve Irazca’nın rızasını almak gibi çetrefilli süreçlerde vakit kaybetmek yerine çok daha basit ve tarafsız kaideler belirlemek mümkün olmalı diye düşünüyoruz. Bilim bunun için var diyenler olacaktır mutlaka.

Göztepe’deki bir kamu arazisinin çevresinden çok daha yüksek bir yoğunlukla imara açılması önerisi komşularına sorulsa mesela? O komşular da kendi çıkarlarını düşüneceği için onların kararlarına güvenemeyiz, bizim soyut ve bilimsel prensiplere ihtiyacımız var diyebilirsiniz. Peki ama yapıldığında pekala yan yana yaşıyor, ağrılı hayatımızı yine de bir şekilde devam ettirmenin yolunu buluyoruz. Sadece Kadıköy’de değil, dünyanın başka şehirlerinde de bunun mümkün olduğunu gördük ve görüyoruz. Bölgenin insanının ortak karar mekanizması kurması gibi ütopik hayallerle vakit harcamak yerine bütün binaları eşitleyecek basit 4-5 kaide bulsak iyi olmaz mı? Nihai kararı bizzat sahadaki aktörlerin kendi aralarındaki mutabakata bırakmadığımız kimsenin hata yapmasına müsaade etmeyen kaideler neden yazılmasın?

Peki o zaman sakince düşünelim: şimdiye kadar böyle mucizevi kaideler veya formüller bulabildik mi? Şehrin siluetinde birdenbire pörtleyen ötedeki binayı görünce derhal siluet derdine düşüp kim bilir hangi tuhaf hesaplara dayanan karmaşık yapı yükseklik formülleri icat etmek bu sorunları çözebildi mi mesela? Tarafsız olması umulan herhangi bir icazet kapısının o sihirli ve nasıl temin edileceği belirsiz tarafsızlığı sağlayabildiğine şahit olduk mu? Yılanların Öcü’nün sonundaki genç ve idealist kaymakamın gerçek hayatta var olmadığını, en azından bizim şehirlerimize uğramadığını kendi sıradan hayatlarımızdan bilmiyor muyuz?

Ve bir de gerçek hayatta Irazcaların, Kara Bayramların durmadan kamusal yarardan bahis açan plancı ve mimarların yanında yer alacağına genelde muhtarın yamacında yöresinde yer alması meselesi var. Neden böyle davranıyor olabilirler? Bu tavrın hikmetini anlamak için Kemal Tahir’e mi başvurmak lazım? Cevabı öyle derinlerde aramak yerine daha basit ve pratik bir nedene baksak? O uzmanları dinlediklerinde karar masasında yine kendilerinin olmayacağını, bilime göre karar verdiğini söyleyen uzmanların masasının dışında kalacaklarını sezdikleri için olabilir mi?

Peki çözüm ne? Bekleneceği gibi sihirli/mucizevi bir çözüm yok. Kesin bir çözüm olmasa da belki tek çare Deli Haceli’nin Irazca ile konuşup uzlaşma yolu aramasıdır. Tıpkı bizim de şehir gibi bir yerde yaşarken komşularla konuşarak onların rızasını almaktan başka çaremiz olmadığı gibi. Çare yukarıda bir yerde değil, yanımızda olabilir belki. Konuşmak ve uzlaşmak için bir zemini kurarak işe başlamak önemli bir adımdır. Kadim kültürde hak dağıtıcısı rolünü oynamasını beklediğimiz resmi idarenin asıl görevi de belki bu ortak zeminin işleyişini temin etmektir. Tarafların müzakere masasında eşitliğini sağlamak için. Yukarıda belirlenmiş soyut bir yasanın şu veya bu bağlama göre hükmünü belirlemek için değil.

Etiketler

Bir yanıt yazın