Central Park mı Buyurdunuz?

2013 Eylül: Çokuluslu, çok katlı bir otelin en üst katında bir toplantıdayız.

Kentimizin güçlü inşaat gruplarından birinin değerli patronu kolumdan tutarak beni camın kenarına yönlendiriyor ve “bak sevgili mimar” diyor, “Şu şehre bak, bizi bekliyor, daha yapacak ne kadar çok işimiz var bir bilsen. Kapıda 200 milyar dolardan fazla yabancı sermaye var, tüm dünya bizi, sizi bekliyor buraya yatırım yapmak için!”.

Ben göz alabildiğine uzanan, hiç boşluk ve yeşil bırakmamacasına biteviye yapılaşmış bu görüntüye bakıyorum, ne çok da inşaat vinci çalışıyor siluette, demek hala bazı boşluklar bulabiliyorlar. İstanbul göklerini tırmalayan bu vinçlerin işaretlediği yerlerden birinde muhtemelen beyefendinin de birden fazla şantiyesi vardır. Oralarda bir yerlerde yakında İstanbul siluetini tırmalayacak biçimde tuhaf bir kule yükselecektir. Bir meslektaşın daha “monografisi” zenginleşecek demek ki…

Birçokları gibi bu beyefendinin de bu şehri bir oyun alanı, bir arsalar silsilesi, dönüştürülmeyi ve pazara sürülmeyi bekleyen bir meta olarak gördüğünü düşünüyorum içimden. Konuşmalar çığırından çıkmasın diye çenemi tutuyorum. Zaten neye yarar, kararlar bizim dışımızda, bize rağmen çoktan verilmiştir.

Silueti seyrediyoruz, ben hüzünle, yatırımcı arkadaş heyecanla.

Aşağılarda ise kenttaşlarım günlük yaşamlarını sürdürebilmek için beton-cam-çelik duvarların arasında tıkanık yollarda, karıncalar gibi koşturup duruyorlar.

Acaba ne kadarı bu oyundan haberdar, kaçı gerçek birer aktör olarak bu oyunda yer alma gücüne sahip?

İstanbul’da hayat ve inşaat furyası çılgınca bir hızla sürüyor.

Nedeni basit: Burada hepimizin bildiği gibi önce bir “marka kent” propagandası başladı, kimileri hevesle üzerine atladı bu kavramın; sonra İstanbul dünyaya “küresel metropol” olarak sunuldu. Zaten konumu, nüfusu, gençliği, dinamiği, güzelliği, değeri gibi bir çok nedenle ilginç olan İstanbul için yapılan bu altlık çalışmalar sonrasında; kısmen küresel nedenler, biraz da batılıların artık Londra, Paris, Frankfurt’un hikâyelerinden sıkılmaları, yeni pazarlara açılma talepleri nedeniyle gündeme geldi, kabul gördü.

Bu dünya starı yeni metropole alternatif oluşturabilecek kentlerden Madrid, Atina, Kahire, Dubai’nin neden bu yarışmadan düştüklerini anlamak için ise o bölgelerdeki krizlere bakmak yeterli olacaktır.

Tarihsel olarak kentler, yerel ile küresel enerji ve sermaye akımlarının kesiştikleri noktalarda yükseliyor. Bunu biliyoruz. Şimdi artık, oyunun ikinci sahnesine geçilebilir ve bugüne dek sıkça denenen, ancak kısmen işe yarayan “inşaata dayalı” varsıllaşma programı uygulamaya konabilir. Kimileri Çin’de ve Rusya’da da uygulanmakta olan bu yöntemin yalnızca sanal bir zenginleşme oluşturduğunu; sürdürülebilir olmadığını evrensel ve toplumsal ekonomik dengesizlikleri, kentsel bunalımları arttırdığını öne sürse de; sonuçları kısa vadede çıplak gözle de görülen bu faaliyetlerin kimilerine kalkınma adına cazip göründüğü de bir gerçektir.

Bu süreçte akla ziyan projeler çılgın bir hızla birbirini kovalıyor. Bizlere ise “yalnızca durun, yavaş gidin biraz!” demek ve üzülerek listeler yapmak kalıyor. Liste yapmanın da pek anlamı yok, yazımı bitmeden daha yenileri, daha korkunçları gündeme düşüyor.

Yaşadığımız tarihsel kesitte bu konu çok daha ciddi olarak ele alınmalıdır.

Bu projelerin birçoğu gereksizdir, çevreye, kentsel ve toplumsal düzene zararlıdır. En azından ben böyle düşünüyorum. Çünkü hem ulusal düzlemde gerçek bir kalkınma ve uygarlaşmanın inşaatçı bir toplum olarak gerçekleşemeyeceğini biliyorum. Diğer yandan sürekli olarak betonlaştırılan bir “şantiye kentte” yaşamayı da (biraz hakkım varsa?) reddediyorum.

“CENTRAL’DAN DAHA BÜYÜK” MÜ BUYURDUNUZ?

Burada gündemimizdeki kimi Mega Projeleri (Üçüncü Havalimanı, Üçüncü Köprü, Kanalistanbul, Olimpikistanbul vb.) şimdilik bir yana bırakıp yeni, ilginç ve ibretlik bir örneğe farklı açılardan bakarak biraz sorgulamayı deneyeceğim.
Ola ki kimilerimiz, yöneticilerimiz tarafından nasıl yönetildiğimizi anlar!

Geçenlerde, İstanbul Belediye Başkanı aynen şöyle buyurdular:
(Dr. Kadir Topbaş, 27.07.2013 tüm gazeteler ve internet siteleri)

“Hipodrom, İstanbul’un nefes alma alanı. Büyük şans. Tescil edilme girişimini destekliyorum. Arkada Çırpıcı Çayırı ile ilgili özel ve kamu arazilerini birleştirmek için çalışma başlattık. İBB’nin, İSKİ ve TOKİ arazileri ile özel mülkiyetler var. Yaklaşık 500 bin metrekarelik bu alanı Bölge Parkı yapmak istiyoruz. Central Park’tan daha büyük olacak. Sayın Başbakanımıza anlattım, bizi desteklediler ve doğru buldular. Sayın Çevre ve Şehircilik Bakanımız bu konuda bize destek verdi… Maliyeti de belediye olarak biz karşılayacağız. Kamulaştırma görüşmelerine başladık… Birkaç ay içinde bu işi bitirmeyi hedefliyoruz. 2.5-3 milyon İstanbullunun nefes alacağı bir yeşil alanı kısa sürede oluşturacağız.”

Belli ki birileri, süregiden betonlaşma furyasına karşı toplumda oluşmaya başlayan bıkkınlığın, hatta tiksinmenin farkına varıp “bu memnuniyetsiz şehirlilere acele yeşil bulun bir yerlerden” diye buyurmuşlar ve bu acele nedeniyle de biraz hesap hatası yapılmış. Çünkü ortaya atılan bu parkın neresinden tutsak elimizde kalıyor.

Önce biraz matematik çalışalım. Hipodrom 50 hektardır, park filan da değildir. Atlara ait bir açık alandır. Girilmesi ve o çok değerli atların aralarında dolaşılması da son derece sakıncalı ve yasaktır. İsteyen dener, görür.

Hipodroma ekleneceği iddia edilen yeni bölüm ise yalnızca 50 hektardır. Böylece toplam 100 hektar bir “açık alan” oluşuyor diyelim.
Central Park ise 340 hektardır. Yani her ne parkıysa buradaki oradakinden büyük değildir yedide biri kadardır. Hesap yapmak isteyenler için: 1 Hektar, 10.000 metrekaredir. Ekte çok yaklaşık bir şema ile bir karşılaştırma bulunabilir.

Atları bir yana bırakırsak, 50 hektar, yani 500.000 metrekare bir alana da Sayın Belediye Başkanımızın davet ettikleri 3.000.000 kişi yanılıp da aynı anda giderse, bir metrekarede altı kişi bulunması gerekir ki, buna “nefes almak” değil, aşırı dolu bir asansörde boğulmak denir olsa olsa.*

Acaba Sayın Doktor Yüksek Mimar Belediye Başkanımız, aceleden bir sıfır hatası yapıp buradakini 500 hektar mı sandılar?

Konuya başka bir açıdan bakarak Zeytinburnu ne zamandan beri İstanbul için “Central” yani merkezî oldu diye de sormalıyız.

“İstanbul’da merkezde hangi park var?” deyince çocuklarımız, martılarımız, kargalarımız bile; “Taksim’den Maçka’ya oradan Dolmabahçe’ye uzanan ‘İki Numaralı’ da denen parkın, Otellerin AVM’lerin işgalinden kurtulmuş az bir bölümü var ya, hani kıyametler koptu, çocuklar uğruna kör oldular, öldüler, hani oraya da Gezi deniyor ya, işte orası Merkezi Park’tır” derler.

Sonuç:
Birileri ya sayı saymayı, ölçüp biçmeyi bilmiyor ya da bizi kandırıyorlar. İkisi de birbirinden acı.
Yerel Seçimler yaklaşırken hesap hatalarından kaçınmak gerektiğini hatırlatayım dedim.

* Elbette böyle olmayacak, bu korkulacak bir konu değil. Bunun yedi katı büyüklüğündeki Central Park’ın günlük ziyaretçi sayısı (yaz-kış, hafta içi-hafta sonu farklarıyla) 20.000 ile 200.000 arasında değişiyormuş.

Bizim bu parkımız ise, ulusal standartlarımız doğrultusunda (kentlerimizde kişi başına 10 metrekare yeşil alan düşmesi gerekir) ancak en fazla şanslı 50.000 kentliye hizmet edebilir.

Etiketler

2 yorum

Bir yanıt yazın