“Beton Denizinde Kaybolacak Üsküdar”

Mimar Sinan’ın önemli eserlerinden Üsküdar Şemsi Paşa Külliyesi, büyük bir tartışmanın odağında. Tartışmanın tarafları halk, Üsküdarlılar, İstanbullular ve meydan projesini tasarlayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Proje kapsamında, Şemsi Paşa Külliyesi’nin denize çakılan kazıklar üzerine yerleştirilecek platformla çevrelenmesi ve bir yürüyüş yoluyla kuşatılması planlanmıştı. Denize çakılan demir kazıklar insanları isyan noktasına getirdi ve sosyal medya üzerinden Üsküdar’ın tarihi dokusunu alt üst edeceği öngörülen projeye karşı ortak, güçlü bir tepki yükseldi. Belediye şimdilik geri adım atmış görünüyor.


Fotoğraf: 

Türbesini kenâr-ı deryâda
Şemsî anunçün eyledi bünyâd
Geçerken bu kenâr-ı deryâda
Âşinâlar duâyile ide yâd

Şemsi Paşa’nın, külliyesindeki türbesini, denizden gelip geçenler kendisini hayır dua ile yad etsin diye derya kıyısına yaptırdığını anlatan bu kitâbe, bir zamanlar paşanın türbesinin üstünde duruyordu. Bugün yok, çünkü kayboldu. Yakında Şemsi Paşa’nın Üsküdar sahiline yaptırdığı kıyı külliyesinin de denizle bağları koparılacak, o da tabir-i caizse betondan bir meydan içinde “kaybolacak.” Kitaplar bugün, Şemsi Paşa’nın türbe kapısının üzerinde bir zamanlar duran kitâbeyi anlattığı gibi yarın da külliyeyi, 2017’de önüne kazıklar çakıldı, yapımından tam 437 yıl sonra denizle bağı kesildi diye yazacaklar. Evet, yazacaklar, eğer bu vahim yanlıştan, bu tuhaf iddiadan geri dönülmezse.

Bu içine düştüğümüz durumun çok fazla sebebi var. Hiçbiri de yeni, dün ortaya çıkmış sebepler değiller. Uzun bir yıkım ve değer bilmeme sürecinin en hızlı, en kural tanımaz, en aç gözlü, en çürümüş bölümünü idrak ediyoruz. Bu noktaya bir gecede gelmedik. Kısa bir yazıda izah edilecek sorunlardan bahsetmiyorum, o yüzden detaylarına girmeyeceğim. Şehirler kuşkusuz değişirler, dönüşürler. Fakat bu dönüşüm, ancak şehrin yaşayan tarihinin bir parçası olan eserlerin, kentin siyasi, entelektüel, dinî, sosyal ve sanatsal yaşamındaki yerlerinin iyi anlaşılması ve zedelenmemesi neticesinde sağlıklı olabilir. Oysa İstanbul’da bilmemek ve tanımamak, kıymet bilmemeye, kural tanımamaya, işin ehli olmayanlara iş emanet etmeye, akla eseni yapmaya evrilerek şehirde geri dönülmesi zor bir tahribata yol açtı. Şehri ve şehri oluşturan unsurları bilmenin, tanımanın, onlarla ilişki kurmanın bu bakış açısını değiştireceğine inanıyorum. Gelin günlerdir gözünün içine baktığımız bu küçük Mimar Sinan külliyesini ve bânisi Şemsi Paşa’yı biraz daha yakından tanıyalım.


Önde Şemsi Paşa, arkada Rum Mehmet Paşa ve Ayazma Camileri (Fotoğraf © Ali Saim Ülgen Arşivi – SALT)

Külliyenin bânisi Şemsi Ahmed Paşa, II. Selim ve III. Murad’ın musâhibidir. Şemsi Paşa, çeşitli devlet kademelerinde bulunmuş, Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde önemli görevler üstlenmiştir. Mustafa Âli, onu, Sultan Süleyman’ın “av musâhibi”, II. Selim’in “içki ve işret arkadaşı”, III. Murad’ın “sırdaşı” olarak tanımlar. Bir Üsküdarlı olarak tanımlayabileceğimiz Şemsi Paşa’nın evi daha doğrusu sarayı Üsküdar’dadır. Bu sarayı sık sık ziyaret edenler arasında Rumeli Beylerbeyi iken musâhibi olarak atandığı II. Selim bulunur. II. Selim, Şemsi Paşa’nın hoş sohbetini sevdiği kadar paşanın bir hanım sultan olan annesiyle satranç oynamaktan da hoşlanır. Evliya Çelebi, onu okuyucularına üç padişaha has nedim olmuş, Vezir Mustafa Paşa’nın küçük kardeşi diye tanıtır ve nesillerinin Halid b. Velid’e ulaştığını söyler. Bu hususu doğrulayan tarihçiler olduğu gibi kabul etmeyenler de bulunur. Tarihçi Peçevî, Lala Mustafa Paşa’ya dair bir anlatımında, “Halid b. Velid neslinden geçinirler” diyerek bu iddiaya şüpheyle yaklaştığını açık eder. Ancak tarihçilerin Şemsi Ahmed Paşa’nın soyağacına dair anlaştığı husus, köklerinin İsfendiyaroğulları hanedanından Kızıl Ahmedli Mirza Mehmed Bey’e dayandığıdır.

Şemsi Ahmed Paşa’nın Üsküdar’da vakfettiği külliyesi -hepimizin bildiği ve öyle kalması için uğraştığı gibi- deniz kıyısında, dikdörtgene yakın dar bir alana yerleştirilmiştir. Külliye küçük bir cami, türbe ve medreseden oluşur. Sinan’ın ölümünden sekiz yıl kadar önce 1580-81’de tamamlanan zarif külliye, mimarî tasarımıyla kıymetli bir mücevher gibi Üsküdar sahilinde ışıldar. Külliyenin son derece sade küçük camisinin kubbesi, dört köşesi tromplu kare mekâna oturur. Cami ve bedenine eklenmiş alışılmadık türbe, tek bir mekân olarak tasarlanmış, kesme küfeki taşından örülmüş, üzerleri kurşun kaplanmıştır. Caminin üç cephesi de muhteşem bir Boğaz manzarası olan avlu ile çevrelenir. Klasik U-biçimli medrese planının bir kanadını kaldıran Sinan, bu küçük külliyede L-biçiminde asimetrik bir tasarım yaratmıştır. Denize bitişik ilginç konumu, kütlesi ve kompozisyonuyla küçük boyutlarının aksine devleşen külliye, kıyı çizgisine ahenkli uyumuyla da dikkat çeker. Evliya Çelebi’ye göre bu cami öyle şirin bir anıttır ki, görenler onu “Kasr-ı Şirin” sanar.

İşte Mimar Sinan’ın 1580-81’de yapıp bitirdiği, bu kıyı külliyesinin önüne kazık çakıp, denizden bağını kesmek, söyleyeceğimi mazur görün, şeytanın aklına gelmez. İnsan kırk yıl düşünse, deniz kıyısına böyle kusursuzca konumlandırılmış, kent ve mimarî tarihi açısından özel yeri olan bir yapıya dokunmayı düşünmez. Fakat böyle şeyler İstanbul’da maalesef vaka-i adiyeden oldu. Külliyenin önüne çakılan kazıkların, yapıda çatlaklara neden olduğu yolunda iddialar var. Bu şehrin nadide eserlerinden birini, bir Mimar Sinan külliyesini, adına Üsküdar meydan projesi denilen mimarî ve şehircilik açısından hiçbir karşılığı olmayan bir ucube projeye kurban vermek üzereyiz. Şemsi Paşa Külliyesi’nin, deniz ile bağının kesilmesinden vazgeçilse bile -bu yazıyı yazarken kazık çakma işleminin bir süreliğine durduğu, projede revizyona gidilebileceği haberi geldi- Üsküdar’ı Üsküdar olmaktan çıkaracak ucube meydan projesinin dekoruna dönüşmesi aynı derecede ciddi bir mesele. Üstelik bu sadece Şemsi Paşa Külliyesi’nin değil, Yeni Valide Camii, Mihrümah Sultan Camii, Rum Mehmed Paşa Camii gibi nice tarihi yapıyı ilgilendiren, onların da kaderini değiştirecek bir proje.


Mimar Sinan’ın Mihrümah Sultan Camii ve Sultan III.Ahmed’in yaptırdığı Üsküdar Meydan Çeşmesi (Fotoğraf © Sébah & Joaillier)

Projenin son derece başarısız görsellerine baktığımızda şehrimizde bir zamanlar var olan, bugün sahip olamadığımız bir medeniyet, şehircilik anlayışına ait eserlerin, bugün üstün hizmet sanarak habire döktüğümüz betonun ortasında birer dekora dönüşeceklerini görüyoruz. Bu yapıları var oldukları topraktan, bağlamlarından kopararak, modern demeye bile dilimin varmadığı birtakım acayipliklere kurban etme düşüncesi dahi katlanılamaz.

Üsküdar’ın binlerce yılda oluşmuş, farklı medeniyetler, halklar tarafından örülmüş bir kimliği var. İstanbul’un Asya kıtasındaki en büyük ve en tarihi ilçesi Üsküdar’ın kimliğini yok edecek böyle bir projeyi nasıl kabul edebiliriz?

İstanbul’un güzelliği her köşesinde ayrı bir karakteri barındırmasından, her semtinin kendine has bir kimliği, dokusu olmasından geliyordu. Geliyordu diyorum çünkü Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının başkenti olmuş, dünyanın en güzel şehirlerinden İstanbul, özgün dokusunu tümden kaybetti. Yedikule, Eyüp, Arnavutköy, Kızıltoprak… hem hepsi parçası oldukları bu şehrin ortak unsurları ile donatılmışlardı, hem de kendilerine has bir kimliğe, bir hususiyete sahiptiler. Maalesef Yenikapı istasyonu ile Taksim Meydanı, Maltepe Sahili ile Üsküdar Meydanı arasında hiçbir fark bırakmayacak işler yapıldı, yapılıyor, sürekli yeni “dev” projeler tasarlanıyor. Semtlerin ruhu, geçmişi, tarihi yapıları, hepsi, hepsi beton potasında eritilip yok ediliyor, şehir telafisi zor bir biçimde tek tipleşiyor. Bu projeye gösterilen tepkilerin merkezinde bunun yattığını düşünüyorum. Üsküdar’ın kendine has kimliği siliniyor. İnsanların tepkisi de buna. Bu değişim yeni değil ama bu proje son ve ölümcül darbeyi vuracak. Bu proje gerçekleşirse, Üsküdar Meydanı da tıpkı Taksim Meydanı gibi taşla, betonla kaplanacak, saksılara ağaç dikilen, lamba direklerine çiçek saksıları asılan, tuhaf banklarla dekore edilen meydanlardan, parklardan birine dönüşecek. Oysa meydanlar bizim için, insanlar için, ruhsal ve fiziksel rahatımızı sağlayacak, gözetecek şekilde tasarlanmalı. Üsküdar da, büyük şehrin bizi ezen, küçülten, tüketen temposuna meydan okuyacak bir mimarlık ruhuyla tasarlanmalı, izan sahibi bir şehircilikle düzenlenmeli. Üsküdar için, her yanında gölgesine sığınabileceğimiz ağaçların olduğu, Boğaz rüzgârını içerilere taşıyan, denizle aramıza başka yapıların girmediği, suyun mavisini, akışını izleyebileceğimiz, modern yapıların Üsküdar’ın anıtlarıyla ahenk içinde olacağı, doğal, uzun ömürlü, bakımı kolay malzemelerin kullanıldığı bir meydan hayal ediyorum. Üsküdar’daki büyük, küçük yapıların, farklı mimarî öğelerin ahenkli bir birleşimini düşlüyorum. İstiyorum ki bu proje iptal edilsin, bir yarışma yapılsın, halkın görüşü alınsın ortak hareket edilsin, tepeden inme beton yığını, tek tip projelere mecbur kalmayalım.


Fotoğraf: 

Son olarak Arkitera’ya benden bu yazıyı istediği ve düşündüklerimi derli toplu aktarmaya vesile olduğu için teşekkür ederim. Birkaç gündür posta kutuma, sosyal medya hesabıma teşekkür mesajları geliyor. Şemsi Paşa Külliyesi için yarattığım (!) duyarlılığa, çıkan seslerin kitlesel bir tepkiye dönüşmesinde sağladığım katkıya teşekkür edenler var. Sağolsunlar, çok inceler. Bense olaya daha çok o kazıklar oraya çakılırken, o duvarlar çatlarken aklımız neredeydi, ne düşünüyorduk, neden gelip geçerken boş boş bakıyorduk acaba diyerek yaklaşıyorum. Geç kaldık, hem hayıflanıyorum hem de zararın neresinden dönülürse kârdır diyerek kendimi teselli ediyorum. Herkese desteği, kararlılığı, bu kolektif mücadeleye katkısı için teşekkür ederim. Umarım Üsküdar Meydanı’nı ve onu oluşturan tüm unsurları hakettikleri biçimde muhafaza edebiliriz.

Etiketler

Bir yanıt yazın