Antalya Gerçek Bir Kent ise Onu Üreten Kim?

Antalya gerçek bir kıyı kenti olarak planlanmış mıdır veya neler yapılsaydı kıyı kenti olabilirdi sorularının yanıtları bu yazı kapsamında tartışıl-ma-maktadır.

“Kentler kimlerin ürünüdür” sorusu ile yola çıkılırsa neden süper olup olamadıklarıyla ilgili tartışmalar daha kolay netlik kazanacaktır. Kentler hiçbir dönem sadece mimarların ya da plancıların ürünü olmamıştır. Mimarlar ya da plancılar çok daha geniş olan politik, ekonomik, kültürel ve sosyal sistemlerin bir parçası olarak üretimlerini gerçekleştirirler.1 Ekinci’nin de savunduğu gibi mimarlık sanıldığı gibi “Mimarın kültürü değil, toplumun kültürüdür. Toplum mimarlık kültürünü yaratır. Mimar da onu yaşama geçirir”. Peki, bugünün Antalya’sını yaratan kimlerdir? Kentte nasıl bir mimarlık kültürü oluşmuştur? 1980 öncesinde kent merkezinde ya da hemen dışında yaşayanlar 1980 sonrası dünyanın ve Türkiye’nin yaşadığı dönüşümden nasıl etkilenmiş, hem kendileri evrilmiş hem de kendi mekânsallıklarını nasıl yaratmıştır? Bu sorular perspektifinde, kentleri sermaye birikiminin odağı ve kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretildiği mekânlar haline getiren, neoliberal ekonomi politikalarının büyük bir serbestlik içinde uygulanmaya başlandığı, kent ve kentsel arazinin sermaye birikiminin sahnesi olmaktan, bizatihi aktörü olduğu 1980 dönemine bakmak gerekir. Bu dönem Antalya için bir milattır. Kent sahil kasabası görünümünden merkezde 1 milyonu geçen bir kente hızla dönüşmüştür.

Tüm dünyada üretimin ve mekânsal yapıların köklü bir biçimde yeniden ölçeklendirildiği ve değiştirildiği 1980 sonrası dönemde devlet bu yeni birikim sürecinde kentsel mekânı, doğrudan düzenlemeler ve teşvikler yoluyla büyük sermayenin birikim alanı haline getirmiş ve bunu ülkenin sadece üç büyük kentinde değil, kıyısal yerleşmelerde de gerçekleştirmiştir.2 Antalya ülkenin üç büyük kenti arasında değildir. Ancak kentin kıyıda konumlanması; merkezin aktardığı kaynak ve olanaklara bağlı olmaksızın kendi yarattığı kaynaklarla kendini dönüştürmesini ve iç dinamikleri çerçevesinde kendi kentleşme sürecini belirlemesini beraberinde getirmiştir. Antalya birçok turizmci, siyasetçi, yerel yönetici tarafından turizm metropolü olarak tanımlanmaktadır. Birçok düşünür/araştırmacı ise Antalya’nın neden turizm metropolü olamadığı üzerine tartışmalar yürütmektedir. Şunu söylemek mümkündür: 1980 sonrası Antalya’sının var olma nedeni turizmdir. Kentte sermayenin ve nüfusun yeniden dağılımında turizm en büyük role sahiptir.

Turizmin küresel ekonomiyle bütünleşmede önemli bir yol olarak görülmeye başlandığı 1980 döneminde geliştirilen neoliberal politikaların uygulamaya konmasıyla beraber Antalya bölgesel olarak küresel ağa eklemlenmeyi başarmıştır. Ulusal ve ulus-üstü sermaye yatırımları bölgeye aktarılmıştır. 54 sektörü besleyen ve %95’i iç kaynaklar tarafından karşılanabilen turizm sektörü kentteki üretim ilişkilerini yeniden örgütlemiştir. Turizm; hizmet sektöründe bir taraftan profesyonel, diğer taraftan niteliksiz işgücü ihtiyacını arttırmış, kent hem kırdan hem de diğer kentlerden ciddi boyutlarda göç almıştır. Turizmle birlikte, önemli bir ekonomik aktivite kent mekânında yoğunlaşırken sadece kentin ekonomisi etkilenmemiş, kültürel ve sosyal dengeler de yeniden biçimlenmiştir.

Turizm yapılarının sayısının artmasıyla küresel tüketim kalıplarının ve ona eşlik eden kültürel göstergelerin kentte taşınması hızlanmıştır. Turizm tesisleri tur operatörleri tarafından Avrupa ve Rusya’nın orta gelirli ailelerine pazarlanırken kentin yüksek gelirli aileleri için “lüks tüketim tapınakları” haline gelmiştir. Antalyalı artık tatillerini geçirmek için bu yapılarda konaklamakta, orada gördüğü lüksü kendi yaşam alanlarında talep etmektedir. Turizm, Antalyalının gündelik yaşam biçimlerinde, tüketim kalıplarında, hareketlilik oranlarında değişimi beraberinde getirmiştir. Geleneksel yaşamda kentlinin denizle kurduğu ilişki ticaret merkezliyken turizmle birlikte denizle kurulan görsel ve/veya mekânsal ilişki sermaye hareketinin odak noktalarından biri haline gelmiştir. Bu gelişmelerle birlikte, araziler kullanım değeri odaklı olmaktan çıkıp değişim değeri odaklı metalara dönüşmüş, arsanın ticari bir değer haline gelmesiyle birlikte kentin kendisi bir sermaye birikim ve ekonomik değer üretim kaynağı haline gelmiştir. “Deniz gören evde” oturmak, kentin bir semtinden diğerine yaz aylarını geçirmek için taşınmak, tatillerini geçirmek için konakladıkları tesislerdeki lüksü kendi yaşam alanlarında talep etmek Antalyalı üst ve üst – orta sınıfın gündelik tüketim pratikleri olmuştur.

1980 öncesi

Antalya 1950’li yıllara kadar nüfusu 50.000 kişi civarında olan, tarım ve ticaret sektörlerinin ağırlıklı olduğu, bugünkü yat limanı, Kaleiçi ve kale civarındaki mahalleden oluşan bir sahil kentidir. O tarihlerde Antalya’nın Türkiye ve dünya ile tek bağlantısı ticaret limanıdır. 1950’de başlayan göç ve kentleşme ile hızlanan nüfus artışı, nüfus artışının getirdiği ek yük mevcut faktörlerle Antalya’nın ekonomik yaşantısını olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır. 1960’lı yılların sonuna doğru Mersin Limanı’nın uluslararası standartlarda hizmete açılmasıyla demiryolu olmayan, karayolu yetersiz kentin limanının da değerini yitirmesi ekonomik sektörleri olumsuz yönde etkilemiş, hatta belli başlı ailelerin elinde bulunan pamuk üretimi durma noktasına getirmiştir.

Kentin kalkınması için tam da yeni ekonomik arayışların başladığı dönemde Türkiye planlı kalkınma dönemine geçmiş, I. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1963-1977) turizm geniş şekilde yer almıştır. Bu dönem hem ülkede hem de Antalya bölgesinde turizmin gelişmesinde en önemli gelişme; ülkenin turizm olanaklarını değerlendirmek, turizme elverişli bölgeleri saptamak ve gerekli yatırımların sağlanmasını desteklemek amacıyla 1969 yılında Çanakkale – Antalya illeri arasındaki kıyı bandının 3 km derinliğinde kalan alanın “Turizm Gelişim Bölgesi” ilan edilmesidir. Antalya Ticaret Limanı ile Gelidonya Burnu arasındaki 80 kilometrelik kıyı bandını kapsayan “Güney Antalya Turizm Gelişim Projesi”nin (1974) temeli olan 1/25.000 ölçekli Çevre Düzeni Planları bu kararname tanımları doğrultusunda aynı yıllarda hazırlanmış, mevzuattaki zorluklar aşılarak 1977 tarihinde yürürlüğe girmiş ve fiziki uygulamaya başlanılmıştır. Planın hedefleri; bölgenin ekonomik ve toplumsal açılardan dengeli gelişmesi, turizmin diğer ekonomik kesimlerle bütünleştirilmesi, toplumsal bütünleşmenin sağlanması, orman alanlarının, tarım topraklarının, narenciye bahçelerinin ve seraların korunması, turistlere çeşitlendirilmiş olanaklar sunulması ve yakın çevredeki yerleşmelerde üretilenleri ve hizmetleri kullanan konaklama tesislerinin yapılanmasına öncelik verilmesidir.3 Bu projeyle birlikte, 1975 yılında Side Turizm Gelişim Projesi ve Kaleiçi – Yat Limanı Düzenlenmesi olmak üzere iki önemli proje daha uygulanmaya başlamıştır.

Turizmin kalkınmada önemli gelir kaynağı olarak ele alınmaya başlandığı bu yıllarda Turizm ve Tanıtma Bakanlığı tarafından Antalya Master Planı “İskandinavya Planlama ve Geliştirme Örgütü”ne hazırlatılmış (1973), Turizm Bakanlığı ise Antalya Turizm Nazım İmar Planı’nı hazırlamıştır. 1980 yılına kadar tamamlanan yeni havaalanı, Ankara-İstanbul bağlantısını sağlayan E-24 karayolu ile Kemer, Finike, Kaş karayolları üstün vasıflı hale getirilmiş, uluslararası taşımacılık yapılabilen kapasitedeki liman tamamlanmış ve hizmete açılmıştır. Bu gelişmelerle Antalya ülke çapında çok önemli bir turistik merkez ișlevi yüklenmiştir.

Peki ya sonra?

Sermayenin önünü açan devlet müdahalelerinin en dramatik olanı; 12 Eylül ve 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ile kentte sermayenin talepleri ve mantığı çerçevesinde örgütlenen büyük ölçekli yatırımların ve bu çerçevede daha sonra belirginleşecek olan “kentsel girişimciliğin” temelleri atılmıştır. Küresel ekonomiyle bütünleşmenin önemli bir rolü olarak görülmeye başlanan turizm, ülkenin neoliberal dönüşüm mantığıyla paralel gelişme sürecine girmiştir. 1980 önce devlet destekli yatırımlar yerini özel sektör yatırımlarına bırakmıştır. 24 Ocak kararları ve buna bağlı yapısal uyum süreciyle birlikte kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesi, yabancı yatırımların kabul edilmesi, küresel ölçekte rekabet edebilirlik konularına önem verilmiş ve bunların sağlanabilmesinde turizm sektörüne yüklenen rol ulusal ekonomik büyümeyi tetiklemek ve küresel ekonomiyle bütünleşmek şeklinde olmuştur. Ülke turizmini kitle turizmi doğrultusunda hızla geliştirmek ve bu yoldan en çok döviz girdisi sağlamak, özel sektörün daha fazla sorumluluk üstlenmesinin önünü açmak amacıyla yasalar çıkarılmıştır. Bu döneme 1982 yılında çıkarılan 2634 sayılı Turizm Teşvik Yasası damgasını vurmuştur.

Kamu ihalelerine girerek havaalanı, liman, baraj, otoyol, hidroelektrik santraller, petrol ve doğal gaz boru hatları inşaatları yapan büyük müteahhitlik firmaları Antalya’nın doğu ve batı sahillerinde 49 yıllığına kıyı arazilerini kiralamaya başlamıştır. Firmaların harcamalarını KDV’den düşme avantajları ya da devletten alacakları karşılığında arsa tahsisleri İstanbullu ve Ankaralı büyük inşaat firmalarının Antalya kıyılarında turizm tesisleri inşa ederek turizm sektörüne girmelerini beraberinde getirmiştir. Teşviklerin itici gücüyle inşa edilen turizm yatırımlarının bizzat kendileri kısa zaman dilimi içerisinde bir girişim ve sermaye birikim aracı olmaya başlamıştır.

Ülkede olağanüstü bir hızla değişim yaşanırken kent merkezinde neler olmaya başlar?

Antalya, 1990-2000 döneminde 81 il içinde nüfus artıșı en yüksek olan kent haline gelir. Ancak 1980’lerin başlarında kente göç edenlerin barınma sorununu karşılayacak yeterli miktarda konut yoktur. Kente gelenler kiralık ev bulmakta zorlanırlar. Plan yapma yetkisinin merkezi otoritede olduğu 1980 öncesi dönemden farklı olarak yerel yönetimlerin imar kararlarında büyük yetkilerle donatılması ve yetkilerini istediği gibi kullanabilmesi yoğun nüfus artışı ve konut talebi olan bir dönemde iyi yönetilemeyen bir süreci beraberinde getirmiştir. Kayırmacılık ilişkilerinin egemen olduğu siyasi düzlemde, demokrasinin kurum ve kurallarının yerleşmediği bir dönemde belediyelerin geniş yetkilerle donatılması arsa sahiplerinin lehine bir kentleşme süreci başlatmıştır. Ekonominin lokomotifi turizmin kentte yoğun bir inşaat talebi ortaya çıkarması kent merkezinin hemen dışında yapılaşma baskısı altındaki arsaların sahiplerini kentsel ranttan pay almak için bekleyen birer “küçük girişimciye” dönüştürmüştür.

Antalya’da kıyı kimlerin ürünü?

1980 sonrasında kentin en değerli arsaları haline gelen Lara kıyı bandındaki topraklarda 1980 öncesinde henüz yapılaşma başlamamıştır. Toprak sahibi bahçıvanlar verimli kısımlarda geçimlik tarımla uğraşmakta; yediklerini yetiştirmekte, fazlasını satarak geçimlerine katkıda bulunmaktadır. Sermayenin tarım ve ticaretle biriktiği 1980 öncesi dönemde kıyı arsalarına sahip olmak bir değer olarak algılanmaz çünkü kıyı toprakları tarım yapmaya elverişli değildir. Bu nedenle, toprakların verimli kısımları erkek, verimsiz kısımları ise kız çocuklarına miras olarak bırakılmıştır. Kıyı arsalarına sahip olmanın önemli bir ekonomik değer olarak algılanmaya başlamasında ve kentin kıyı boyunca gelişme göstermesinde 1980 dönemi kırılma noktası niteliğindedir. O döneme kadar kent geleneksel dokunun çevresinde oluşmuş mahallelerden oluşmakta, doğuda ise Işıklar Caddesi sonunda bitmektedir (Şekil 1).


Şekil 1: Kent dokusunun bitmesiyle tarım toprakları başlar (1980 yılı hava fotoğrafı).

Antalya, 1980’lerden itibaren dünyadaki gelişmelere paralel olarak, yeni bir kentleşme dönemine girmiştir. Kentsel alanları metalaştıran ve serbest piyasa ekonomisine sunarak sermayenin önünü açan düzenlemelerin hayata geçirildiği 1980 dönemi kentin kıyı boyunca gelişmesinde önemli bir eşiktir. Askeri müdahalenin ardından uygulanan üç yasal düzenleme kıyıyı doğrudan etkilemiştir. Bunlardan ikisi; 1983 ve 1984 yılında çıkartılan belediye kaynaklarının önemli derecede arttırılması, merkezi yönetimin denetiminin azaltılması, imar planı yapma ve onanmasına ilişkin yetkilerin belediyelere devredilmesi ve 1985 yılında yürürlüğe giren 3194 sayılı İmar Kanunu ile yerel yönetimlerin imar planlarıyla ilgili geniş yetkilerle donatılmasıdır. Diğer yasal düzenleme ise, kamu yararı için imar kısıtlaması getirilen kent, kıyı ve orman alanlarına hükümet izniyle ayrıcalıklı yapılaşma hakları sağlayan ve bu haklarla birlikte aynı konumdaki kamu arazilerinin de yatırımcılara tahsisini başlatan 1982 tarihli Turizm Teşvik Yasası’dır. Askeri yönetimin kentlere ilişkin uygulamaları sadece kentsel düzen ve asayişin sağlanmasına yönelik olmamıştır. Kentleri sermayenin talepleri ve mantığı çerçevesinde örgütleyecek olan kentsel girişimciliğin ilk öncülleri bu dönemde uygulamaya konulmuştur.4 Bu dönemin en belirgin özelliği, gündelik yaşamın ardında kalan politikanın merkezine kentsel topraktan elde edilen rant tartışmalarının yerleşmiş olmasıdır. Devletin kentleri dönüştüren süreçlerin önünü açan “yeni rolü” ve kentsel topraktan elde edilen rantın daha önce hiç olmadığı kadar insanların ilgi alanına girmesiyle kent toprağı politik baskıların nesnesi haline gelmiştir. Bu yasaların uygulanmasıyla kıyı arsaları hızla kentsel arsaya dönüşerek metalaşmış, nüfus ve sermayenin mekânda yeniden dağılımında ciddi değişimler yaşanmıştır.

Askeri müdahale döneminin kentleri küçük ölçekli çıkarların ve sermayenin alanı olmaktan çıkaran yaklaşımı kendini ilk olarak kıyıda göstermiştir. Askeri müdahale öncesinde yürürlüğe giren 1/5000’lik Nazım İmar Planı’nda Lara kıyı bandında falezlerden itibaren ortalama 150 m genişlikte ve yaklaşık 8.5 km uzunlukta alan “Doğal Sit” alanı kapsamına alınmıştır. 150 m olarak belirlenen doğal sit sınırı Yüksek Kurul tarafından 10.09.1983 tarihinde 35 metreye indirilmiş ve ilerleyen yıllarda Dedeman Oteli bu sınıra yapılmıştır. Ayrıca otelin kıyıya yapılabilmesi için yol güzergâhı değiştirilmiştir. Bu müdahaleler kıyı arsalarından elde edilecek rantların sermaye birikimi için önemli bir kaynak olacağı fikrini uyandırmış ve arsalar üzerindeki plan hükümleri sermayenin mantığı çerçevesinde yeniden belirlenmeye başlamıştır.

Hükümetin kıyıya olan müdahalesi; kıyı arsalarına sahip olan Antalyalının topraklarını kullanım değeri yerine değişim değeri üzerinden değerlendirmesini beraberinde getirmiştir. Kıyı topraklarının sahibi bahçıvanlar kısa süre içinde kentsel arsa piyasasına arsa sahibi olarak dâhil olmuş, sermayenin izlediği mantıkla bütünleşerek kentsel ranttan olabilecek en avantajlı payı almaya çabalamıştır. Mimar Ercan Evren5, bu süreçte yaşananları şu şekilde ifade eder:

80 döneminde 100 metre doğal sit sınırı 35 metreye indirildi. Bu dönemde Otelciler Odası artık turizm tesisi ihtiyacımız yok diye rapor vermişler turizm tesisi olan arsaların konut alanına dönüştürülmeleri için. Sonuçta turizm işletmeciliği zor bir iş. Apartman daha rantlı bir iş. Müteahhitler arsaları almaya başladı. Sonra biz de arsa aldık orada. Motelimizin otel olarak inşaatına başlamıştık. Kabasında sattık ve yanındaki arsayı aldık. Turistik alandı. Sonra müteahhitlerin baskısıyla konut alanına dönüştürüldü. Benim de damadım müteahhitti. Gitti uğraştı konut alanına dönüştürdü arsayı.

Kent mekânının üretimi sadece basit bir üretim süreci olarak düşünülmemelidir. Kent mekânın üretimi ve tüketimi toplumsal bir örgütlenme ve bu örgütlenmenin sosyo-ekonomik ve politik kriterleri çerçevesinde gerçekleşmektedir.6 Doğal sit sınırının 35 metreye indirilerek bu sınıra Dedeman Oteli’nin yapılmasına izin verilmesi kıyının dönüşümünde kırılma noktası niteliğindedir (Şekil 2). Askeri yönetimin benimsediği neoliberal dışa açık büyüme stratejisinin, Şengül’ün 1980 dönemini adlandırmak için kullandığı “sermayenin kentleşmesi” evresinin kentteki ilk ürünüdür. Bir taraftan, askeri yönetim sermayenin talebi ve mantığı çerçevesinde plan kararında değişiklik yaparak kentin gelişimini yönlendirirken diğer taraftan, kentsel girişimciliğin temellerini atmıştır. Bu kararla birlikte belediye yönetimleri; arsa sahipleri, müteahhitler, turizmcilerden gelen talepler doğrultusunda plan tadilatları yaparak kentin gelişimini yönlendirmişlerdir. Turizm alanı olarak planlanan arsalar kentlinin yönlendirdiği doğrultuda konut alanına dönüşmüştür. Çünkü Evren’in de ifade ettiği gibi apartman sahibi olmak, turizmi bilmeyen arsa sahiplerine daha kısa sürede kazanç sağlamaktadır. Hiçbir arsa sahibi toprağını başka bir yatırımcıya satmak istemez. Üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de konut sahibi olmak bugünü ve yarını güvenceye bağlamanın önemli bir yoludur.7


Şekil 2: Kıyının yapılaşması.

1980 döneminin kent-üstü politik ilişkileri kıyının dönüşümünde belirleyici rol oynasa da dönemin kapitalist kentleşme mantığının yerel düzeydeki ilişkilere nüfuz etmesi kıyının bugünkü halini almasına neden olmuştur. Kıyı; askeri yönetimin ardından “planlama aracını elinde bulunduran kamusal otorite tarafından değil, topraktaki tarihsel mülkiyet örüntülerinin yarattığı, fırsatları kontrol eden güç odakları”8 tarafından belirlenmiştir. Bu bağlamda, rantın kapitalist ekonomi içinde sermaye birikim aracı olarak nasıl araçsallaştırıldığına bakmak mülkiyet konusu üzerinde durmayı gerekmektedir. Rantı bir sermaye birikim aracına dönüştüren en temel etken, toprak üzerindeki mülkiyet hakkıdır.9 Kıyı bandındaki çok parçalı mülkiyet örüntüsü kıyının formunu belirlemede önemli bir etken olmuştur. Mülkiyet örüntüsünün bir parçası olan çiftlikler, sahipleri tarafından küçük dönümlere parçalanarak köylülere satılmıştır. Eski Antalyalı Ali Küçük Özkan10, çiftlik topraklarının satılışını şöyle anlatmaktadır:

O zaman çiftlik ağaları var. Mal var ama para yok. Kayınpederden satın alıyor köylüler arsaları. Diyor ki amca filancanın yanından 2 dönüm yer çeviriyorum. Al burada 2000 lira, davarları da satınca kalan 2000 lirayı vereceğim. Böyle böyle satıldı bu çiftlik. Ne yapacağım bu çalılık yeri diyor kayınpeder. Geçen biri diyor ki: “ah Ali Amca o zaman 5 dönüm yer almıştım senden keşke aklım olsaydı da 25-30 dönüm alsaydım. Ben de diyorum ki: “benim aklım olsaydı, görebilseydim 1 dönümünü bile satmazdım, sen ne diyorsun”. Şimdi en az 6-7 tane dairesi var bu adamın. O zaman para etmiyordu. Akıl edemedik, sattık. Aslında satılması da gerekmiyordu.

Kıyı arsaları kentin geri kalanı gibi yerel ilişki ağları üzerinden, sermayenin mantığı çerçevesinde dönüşmüştür. Yerel çıkarların yeniden dağıtılmasında önemli rolü olan yerel yönetimlerin meclislerinin kentlinin ilgi alanına girmesiyle konut alanına dönüşen turizm alanları yine küçük girişimcilerin teşebbüsleriyle dönüşmeye başlamıştır. Tarım, ticaret veya 1980 öncesi tekil apartman inşaatlarıyla biriken sermaye, hem küçük girişimcilerin hem de arsa sahiplerinin kentsel ranttan yararlanmalarına ve rantı bölüşmelerine imkân tanıyan yap-sat modeliyle apartman inşaatlarına aktarılmıştır. Özkan’ın ifade ettiği gibi, 80’li yıllarda orta ve küçük ölçekli müteahhitlerde bir yapının tamamını bitirecek miktarda birikmiş sermaye yoktur. Hatta o dönemde görece büyük ölçekli bir müteahhit firması da yoktur. Küçük birikim sahibi müteahhitler patronaj ilişkilerini kullanarak yapsatçı şantiye deneyimi ile inşaatlarını yürütmüştür. Bu nedenle, kıyı topraklarının dönüşümünde yapsatçılık önemli bir model olmuştur.

Antalya’nın kentsel gelişme dinamikleri kentsel arsaya dönüşerek metalaşan toprakları çerçevesinde şekillenmiştir. Bu süreçte kıyı arsaları ulusal sermayenin ilgi alanına girer girmez yerel sermayenin de odak noktalarından biri haline gelmiştir. Bu gelişmelerle kentin sadece fiziksel görünümünde dönüşüm yaşanmamış, toplumsal katmanlaşmada da önemli değişimler yaşanmıştır. Kentsel arsanın, sahibi tarafından konut yapılarak doğrudan kullanılması onu toplumsal katman içerisinde üst orta sınıfa yerleştirerek toplumsal statü sahibi yapmıştır. 1980 döneminin damgasını vurduğu hızlı ekonomik dönüşüm toplumun üst gelir tabakasında ciddi değişimler yaşanmasına neden olmuştur. Bu gelişmelerin başını çeken ülkenin tek metropolü olan İstanbul’da bir yanda başta tekstil olmak üzere ihracat esaslı ekonomik büyüme döneminde hızla zenginleşen çoğunlukla Anadolu kökenli bir kesim, diğer yanda küreselleşme etkisinde gelişen finans, medya, sigortacılık gibi hizmet sektörlerinde yüksek ücretler karşılığında üst düzey yönetici konumunda çalışan kent kökenli eğitimli bir zengin tipi ortaya çıkmıştır.11 1980 sonrası dönemin zengin tipi için Antalya’da durum daha farklı gelişmiştir. 1980 dönemi öncesi kent zenginlerinin başında tarım ve ticaretle uğraşan büyük çiftlik sahipleri gelirken, sonrasında rant ekonomisi sayesinde kısa sürede zenginleşen kıyı arsaları sahipleri yer almıştır. İstanbul’da ortaya çıkan ve yeni orta sınıf kavramına yerleştirilen insan tipinden farklı olarak kent kökenli eğitimli ve yüksek ücretli değildirler. 1980 öncesi bahçelerinde pırasa, marul, havuç gibi geçimlik ürün yetiştirip, hizmet sektöründe ucuz işgücünü karşılarken, 1980 sonrasında çalışma karşılığı ile değil gayrimenkul varlığı ile zenginleşmişlerdir. Eski Antalyalı Sümer Yıldırım12, bu konuyla ilgili anılarını şu şekilde aktarmaktadır:

Bahçıvanlar çok zengin oldu. Pazar günleri çocuklarla Düden Şelalesi’nin oraya giderdik. Arkaları yok. Deniz kıyısında tek sıra. Orada bir restoran vardı. Karşısında da eşimin tanıdığı bir bahçıvan vardı. Ne yetiştiriyorsa kapısının önüne toplar satardı. O satan adamların bugün her birinin birer apartmanı var. Denize sıfır apartmanlar… Giderdik onlardan taze fasulye, soğan, marul alırdık.

Kıyı bandında konumlanan apartman dairelerinin kentin diğer bölgelerine kıyasla çok daha yüksek ücretlere alınıp satılmasından ötürü arsa sahipleri üst orta sınıfa yerleşmişlerdir. Ancak neoliberalizmin yeni zenginlerinin yaşam biçimleri ve tüketim alışkanlıklarını yansıttıkları söylenemez. Bu dönemde toplum tarafından üretilen “kat zengini” kavramı bu insan tipini tanımlamak için kullanılmaktadır. “1980 öncesinde verimli kısımları ekilen, 1980 sonrasında ise kentin en değerli arsaları konumuna geçen kıyı arsaları etrafında şekillenen toplumsal ilişkiler bugünün üst orta sınıfını, dünün arsa sahipleri ise bugünün kıyı kentini yaratmıştır.”

1 Borden, I., Rendell, J., Kerr, J., Pivaro, A., 2001. Things, flows, filters, tactics, The unknown city içinde, s.3-25,  Ed. Borden, I., Kerr, J., Rendell, J., The MIT Press, Cambridge, Massachusetts, London.
2 Kurtuluş, H., 2010. Kent Sosyolojisinde Değişen Kavrayışlar ve Türkiye’nin Kentleşme Deneyimi, Türkiye Perspektifinden Kent Sosyolojisi Çalışmaları, s.177-217, Ed. Uğurlu , A.Ö., Örgün Yayınevi, İstanbul.
3 Keleş, R., 2008. Ulusal Turizm Politikaları, Turizm ve Mimarlık Sempozyumu 2, s.35-40, Mimarlar Odası Antalya Şubesi Yayınları, 11/5, Antalya.
4 Keskinok, Ç., 1986. Changing Position of Municipalities vis avisCentral Government, Yüksek Lisans Tezi, ODTÜ, Ankara.
5 Evren, E., 2013. Kişisel Görüşme.
6 Yırtıcı, H., 2005. Çağdaş Kapitalizmin Mekânsal Örgütlenmesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 96, İstanbul.
7 Keleş, R., 2004.Kentleşme Politikası, İmge Kitapevi Yayınları, Ankara.
8 Türkün, A., Kurtuluş, H., 2005. Giriş, İstanbul’da Kentsel Ayrışma, s.9-24, Ed. Kurtuluş, H., Bağlam Yayınları, İstanbul.
9 Yırtıcı, H., 2011. “Türkiye’de Bir Sermaye Birikim Aracı Olarak Toprak Rantı ve Kent Mekanını Dönüşümü’’, Mimarlık, 362, 62-65.
10 Özkan, A. K., 2013. Kişisel Görüşme.
11 Perouse, J-F. VE Danış, D. A., 2005. Zenginliğin Mekanda Yeni Yansımaları: İstanbul’da Güvenli Siteler, Toplum ve Bilim, 104, 92-122.
12 Yıldırım, S., 2014. Kişisel Görüşme.

Etiketler

Bir yanıt yazın