Antakya Kentsel Sit Alanına İlişkin Öneriler

Yazı, Antakya Kentsel Sit Alanına ilişkin önerileri ve şehrin yeniden canlanma sürecinde uzmanlar ve meslek insanlarının rolünü tartışmaya açmayı planlıyor.

6 ve 20 Şubat tarihli depremlerin ardından Antakya’nın tarihi kent merkezinin akıbeti konusunda kamuoyunda pek çok soru işareti oluştu. Geçtiğimiz haftalarda bir grup koruma uzmanı ve sivil platformun destek verdiği bir Açık Mektup kamuoyunda paylaşıldı. Bölgede yaşayan ve depremin ardından çoğunluğu şehir dışına göçmüş olan halk kararlar konusunda bilgisiz, yaşanan zorlu sorunlar nedeniyle başını kaldıramaz halde. Şehrin geleceği açısından takip edilebilecek önerileri en sade haliyle aşağıdaki 10 maddede paylaşmayı gerekli gördüm.

Yazının ikinci kısmı ise uzmanların bu süreçteki rolüne ilişkin ek izah olarak okunabilir.

  1. Antakya Kentsel Sit alanında kültürel mirasın korunması ve yeniden canlandırılması amacıyla bir koordinasyon ofisi kurulmalıdır.
  2. Koordinasyon ofisi açık kaynaklı verilerle çalışan ve geniş bir arşive sahip, uzmanların erişimine açık özel yetkili bir platform olmalıdır.
  3. Koordinasyon ofisi halkın, meslek insanlarının ve uzmanların açık müzakere ortamı olarak tanımlanmalıdır. Hiçbir görüş ve pozisyon gayri-ahlaki olarak damgalanmadan her öneri alçakgönüllülükle tartışılmalıdır.
  4. Koordinasyon ofisinin hedefi bürokratik prosedürleri azaltmak ancak açık müzakere ortamını zenginleştirmek olmalıdır. Müzakere ortamında gündeme gelen fikirler ve tartışmalar kayıt altına alınmalı ve halkın erişimine açılmalıdır.
  5. Yeni Koruma Amaçlı İmar Planı, alışıldık tarzda bir plan yerine öncelikle halkın erişimine açık bir strateji raporu olmalıdır. Şehrin yeni kimliği ve deprem sonrasında oluşacak yeni Antakya ancak bu müzakere sürecinin sonunda ortaya çıkacaktır. Şimdilik bu yeni şehrin doğumunun koşullarını sağlamak öncelikli ödevimizdir.
  6. Antakya Kentsel Sit alanında enkazın nasıl değerlendirileceğine ilişkin yöntem ayrıntılı bir şartname ile tanımlanmalı ve halkın kendi çözümlerini oluşturmasına izin verilmelidir.
  7. Bunu sağlamak için sit alanı içinde enkaz halinde yapısı olan bütün mülk sahiplerine hibe yoluyla destek sağlanmalı. Öte yandan isteyen mülk sahiplerine uzman desteği verilmelidir.
  8. Her yapı kendi içinde değerlendirilmeli, enkazın nasıl ele alınacağına ilişkin yöntemi izah eden ve mevcut durumun belgelerini içeren bir rapor hazırlanıp koordinasyon ofisi içinde tartışılmalı, uzlaşma sağlandıktan sonra sahada uygulamaya geçilmelidir.
  9. Antakya’da çalışacak ofisler güçlendirilmelidir. Geçmişte de koruma projelerinde çalışmış olan ekiplere donanım ve mali destek sağlanmalıdır.
  10. Mevcut şartlarda kamu idaresinin sahadaki müdahale tekeli mutlaka kırılmalı, alanda her aktörün bağımsız birer oyuncu olmasına izin verilmelidir.

Peki böyle bir süreç için vaktimiz var mı? Depremden hemen sonra çalışmaya başlasaydık şimdi işleyen bir sistemimiz olurdu. Zaman ve kültür mirası kaybettik, ancak hala geç değil.

Antakya’nın yeniden canlandırılması sürecinde uzmanların konumu:

Yakın dönemin toplumsal gelişmeleri “uzmanlık” tanımını aşındırmış görünüyor. Basit mekanizmaların işleyişine ilişkin teknik bilgi gerektiren konularda uzman kişinin kararlarda etkili olmasını bir ölçüde anlayabiliriz, ancak şehir gibi oldukça kompleks ve süreç içinde katmanlaşma gerektiren bir sistem söz konusu ise uzmanların kararlar üzerindeki etki ve yetkisi tartışmalı hale gelecektir.

Belki 60-70 sene önce durum farklıydı, sözgelimi Beyazıt Meydanı’nın geleceğine karar verme yetkisine sahip olanlar bir masanın etrafını dolduracak kadardı sadece. Bu dar elitin kararlar konusunda daha etkin olabildiği ve Türkiye’deki örneklerine bakılırsa pek de verimli sonuçlar doğurmayan bir dönem yaşandı. Öncesinde uzun yüzyıllar boyunca şehirlerin anonim bir üretimin sonucunda oluştuğunu biliyoruz. Bu dönemde karar mekanizmasının günün koşullarına göre uzman görüşü ile daha fazla beslenmesi için meslek odalarının masada daha etkili söz sahibi haline gelmesi talebi her mecrada yükseltildi. Meslek odalarının talebi dönemin başka bir önemli temsil örgütü olan sendikaların da dahil olması ile genişletilmeye çalışıldı. Ancak bugünün koşullarına bakıldığında bu ütopyanın gerçekleşme imkanı bulamadan etkisini kaybettiğini ve gündemden düştüğünü söylemek lazım.

Temsili demokrasinin krizi ile şehirlerin idaresi ve kritik karar süreçlerinin nasıl idare edileceği konusundaki kriz birbiri ile örtüşüyor. Bu bakımdan tarihsel bir kavşak noktasındayız.

Bugün meslek odalarının, uzman kurulların etkili karar vericiler olması yönündeki her talep yenilgiye mahkûmdur. En azından son 10 yılın yenilgileri bizi bu sonuca ulaştırmış olmalıydı.

Türkiye’de planlar ve yönetmelikler neden bir türlü uygulanamıyor? Neden çalışan organizasyonlar oluşturma konusunda bu kadar yetersiziz? Sorumlu sadece halk olabilir mi? Halk neden meslek odalarının yanında değil de karşı tarafta? Halka bizim gibi meslek insanlarının ve uzmanların yanında durmaları için ne öneriyoruz?

Bu sorular üzerine açık bir zihinle ve hiç kimseyi yargılamadan, bilim ve uzmanlığın kutsal sloganlarına sığınmadan, apoletlerimizi sökerek, karşımızdaki ile açık yürekli bir tartışmaya girmekten korkmadan düşünmeliyiz.

Uzmanlığın sağladığı zihinsel beceri, şehir gibi kompleks bir sistemin geleceği üzerine düşünürken alçak gönüllü tahminlerden ve öngörülerden başkasını vaat edemez. Sonuç her koşulda tekil aktörlerin kararları, bu kararların müzakeresi ve karşılıklı etkileşimi sonucunda billurlaşmalıdır. Merkezi gücün parçalanması ve mümkün olduğu kadar dağıtılması sonucun verimliliğini artırabilir -garanti edemese de. Hiçbir zaman olumlu sonucu garanti edemeyiz.
Siyasi iktidarın yekpare gücü ile salt uzmanlığın ve liyakatin karar verici olduğu bir seçenek arasında halkı tercih yapmaya davet ettiğimizde, ilk seçeneğin galip geldiğine defalarca tanık olduk. Bu tercihin şimdi burada tartışamayacağımız kadar çetrefilli ve çeşitli nedenleri olmalı.

Şehirler uzman kurullar, danışma komiteleri, istişare organları tarafından korunamaz. Müze niteliğindeki tekil örnekler haricinde bütüncül dokuların bu yolla korunması mümkün değildir. Antakya’nın yakın geçmişi de bize bunu söylüyor. Koşulları düşünerek yeni bir yöntem üzerine düşünmek ve halka önermek zorundayız. Olabildiği kadar geniş bir müzakere masası kurduğumuzda, halkın gerçekten aktör olacağı imkânı sağladığımızda ve karar süreçlerini bu yönde tanımladığımızda belki bir şansımız olabilir. Aksi halde ah ve vah’dan başka söyleyecek sözümüz olmayacak.

Kritik soru kararların nasıl alınacağını açık bir şekilde ortaya koymaktır. Karar şu veya bu danışma kurulu denetiminde olacak dediğimizde yanımızda kimseyi göremeyeceğiz. Karar halkın açık müzakere ortamında, uzmanların da masaya oturduğu ve müzakere ettiği bir ortamda belirlenecek dediğimizde belki bir şansımız olabilir.

Valilik ile 15 günde bir yapılacak bilgilendirme toplantıları, yerel idarenin veya cumhurbaşkanlığının topladığı bilim kurulunun sözünün dinlenmesi veya kurullara “doğru” ve “liyakatli” kişilerin seçilmesi ile çözülemeyecek kadar karmaşıktır. Öncelikle bu basit gerçeği kabul etmeli ve üzerinde düşündüğümüz problemin kompleksliği ile başa çıkabilecek kadar çeşitlenmiş kompleks organizasyonlar oluşturmalıyız.

Tekniğe yönelik katıksız imanımız ama bir yandan da basit teknik konuları bir türlü hakkıyla çözemiyor oluşumuz belki de süreçleri karıştırmamızla ilgili bir sorundan kaynaklanıyordur. Kompleks ve sürece bağlı, çözümü ve o “doğru” kararı kimsenin bilemeyeceği sorunların esasen bir bilen tarafından teknik beceri ile kolayca çözülebileceği yanılgısı, teknik sorunların çözümsüz kalmasına da neden olabilir. Oysa karar teknik çözümün verilerini dikkate alsa da teknik çözümlere bağlı olmayabilir.

Basit bir örnek: Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Ağustos ayının başında paylaştığı animasyonda belki dikkatinizi çekmiştir, Köprübaşından başlayarak güneye doğru Saray Caddesi ile Asi arasında bir arkeopark önerilmişti. Bu kararın doğruluğu veya yanlışlığı hakkında yorum yapmak benim açımdan şu koşullarda mümkün değil. Ancak arkeologlar, uzmanlar, Barutçular Kırtasiyesi, Maşta, Saray Caddesi’nin esnafı, Şehir Kulübü’nün üyeleri, bir zamanlar Orta Kahve’yi görmüş ve artık sayısı çok az kalmış Antakyalılar, listeyi uzatabiliriz ama özetle şehrin o noktasına ilişkin görüşleri olan bütün Antakyalılarla yürütülen müzakereler sonucunda bu karar billurlaşırsa benim için doğru olur. Kararın doğruluğu ve yanlışlığı bu koşullarda spekülasyon olacaktır. Bu kararın 30 sene sonra doğuracağı sonuçları öngörmemiz mümkün değildir. Arkeoparkın nasıl olacağını teknik açıdan çalışabiliriz, ihtiyaçları ortaya koyabiliriz. Bunlar uzman bilgisine ihtiyaç duyulan teknik sorunlardır, ama hiçbir veri nihai sonuçlarını tespit edemez. Pekala çok iyi sonuçlar alınabileceği gibi bir felakete de yol açabilir. Olası bir felaketin doğurduğu sorunlara çözüm bulmak da benzer mekanizmaların sorumluluğundadır.

Ya da bir başka örnek: Antakya’da ilk çok katlı modern apartman örneklerinin görüldüğü ve sit alanı içinde yer alan Kışlasaray Mahallesi’nden vazgeçmeli miyiz? Kadınlar Kulübü’nün üyeleri bu konuda ne düşünüyor acaba? Mahallenin hangi halini esas almalıyız, 1970 yılı mı, 1990 mı, 2023 mü? O mahalle sakinlerinin evlerini ve sokaklarını eskisi gibi tutmak için göze alabilecekleri bedel nedir? Az hasarlı 8 katlı yeni bir binanın sakinlerini hangi büyük hesap sonucunda mahalledeki evini terk etmeye ikna edebiliriz? O yerinde kalacaksa şuradaki orta hasarlı 4 katlı evi ailesinden miras kalan çocuğun bina yıkılıp yeniden yapılırken 8 kat hak almasına nasıl mani olacağız?

Fay ve dere yatağına mesafe 60 metre olsun, binalar 4 katı aşmasın, zemin katta ticaret olmasın gibi prensip kararlarla bu kompleks sorunların halkın da ikna olacağı çözümleri bulunabilir mi? Geçmişimiz delinmiş yasa, mevzuat ve uygulanmamış planların düzeni ile sokağın “düzeni” arasındaki bölünmenin sonucu değil mi?

Konutların cephe karakteri, üslubu nasıl olmalı? Hepsi için bir malzeme paleti çıkarsak, Roma’daki ahşap kepenkler gibi sadece bu palet içinden tercih yapılsa? Kopmuş kolumun yerine kartondan yaptığım yeni kolu bantla yapıştırsam zamanla kaynaşır mı peki? Neden olmasın? Uzmanlar bu tür konulara karışmalı mı? Türkiye’deki benzeri örneklerin sonuçlarına ilişkin fikrimiz var mı?

Soruları artırmak mümkün, esas soru ancak müzakere sırasında kararla birlikte billurlaşır. Sonuç soruyu da kendisi ile birlikte tarif edecektir. Her mahalle, her sokak, bazen her bina ayrı bir bağlama sahiptir. Bütüncül stratejik plan kararları noktasal bağlama ilişkin sayısız probleme ortak çözümler oluşturmak yerine geniş bağlama odaklanabilir. Mesela Antakya ile İskenderun’u birbirine bağlayacak Amonos Tüneli doğru bir yatırım mıdır? Bu durumda belki havalimanını İskenderun’a taşımak ve Asi havzasının dönüş noktalarından biri olan Amik bölgesini boşaltma ihtimalimiz olacak. Bu durumda şimdiki havalimanını nasıl değerlendirmek gerekecek? Görüldüğü gibi her seviyede uzmanların katkısı farklı olacaktır. Planın belki de asıl mahareti her parselin yapı nizamına kesin karar vermek yerine seviyeleri belirlemek ve hangi seviyede kararın nasıl oluşturulacağını belirlemek olmalıdır. Belki de bu aşamalandırma işi bütün Antakya’nın güncel mimarlık kabulleri, genel geçer görüşleri doğrultusunda kentsel tasarımını tek kalemde yapıp bitirmekten çok daha zor bir iştir. Ve geçerken bir not: Asi’nin yatağının düzenlenmesi ve Amik’in kurutulması gibi müdahaleler de o dönemin genel geçer görüşlerine ve kabullerine uygun bir karardı. O günlerde bu karara itiraz eden biri olmuş mudur?

Halkımız bu kadar karmaşık planlama süreçleri ile başa çıkabilir mi? Mevcut yöntemlerin sonuçları ortada duruyor. Bu yöntemlerin daha güçlü bir otorite tarafından uygulanması bir çare olmayacak, defalarca denedik ve gördük. Sadece mevcut durum bile yeni bir yöntemi denemek için yeterli gerekçe değil mi? Şimdi değilse ne zaman konuşacağız farklı bir yöntemin imkanlarını?

Not:
Görselde kullanılan Antakyalı harita mühendisi Kenan Kantarcı’ya ait deprem öncesi ve 13 Ağustos 2023 tarihlerine ait iki hava fotoğrafını gösteriyor. Kentsel dokunun kaybı geçtiğimiz 20 gün içinde artarak devam etti.

Yukarıda özetlenen fikirlerin oluşmasında etkili olan iki kişiden bahsetmek isterim. Biri uzmanlığa yönelik şüpheci yaklaşımıyla N. N. Taleb. Diğeri de Türkiye’de kompleks sistemler gibi tuhaf konular hakkında yazan ve düşünen az sayıda kişiden biri olan Cemalettin Taşçı’dır. Uzun bir listeyi bu referansların arkasında eklemek mümkün, ancak bu kısa yazı için gerekli değil sanırım.

Depremin üzerinden 2.5 ay geçtikten sonra yazdığım şu yazı hala geçerliliğini koruyor:

17 Ağustos ve 6 Şubat- Deprem Sonrasında Yaptıklarımız ve Yapamadıklarımız

Etiketler

Bir yanıt yazın